Kültürel psikoloji insan toplum kültür ilişkilerinin ve bunlarda ki
değişmeleri kapsamaktadır.Geleneksel psikoloji ise genelde davranışı
kültürel bağlamdan soyutlayarak inceler. Çünkü temel amacı davranışın
evrensel boyutlarını ve kurallarını bulmaktır. Bu amaca yönelik olarak ta
davranışta ortak yanların üzerinde durmuştur. Bu yaklaşım psikoloji
biliminin sınırlarını belirlemiş ve onu basit davranışsal konular olan
şartlanma ve öğrenme, duyum ve algılama, kavrama ve bellek düzlemine
indirgemiştir.
Kültürler arası psikolojide ise son yıllarda ortaya çıkan iki zıt eğilim
vardır.bu eğilimler yerel psikolojilere yönelme ve evrenselciliğe
yönelmedir. Birincisinde emik yaklaşım,ikincisinde etik yaklaşım
kullanılmaktadır. Emik yaklaşım her kültürün psikolojik süreçlerinin farklı
ve kendine özgü olduğu görüşüdür. Etik yaklaşım ise psikolojik süreçlerin
farklı kültürlerde de ortak olabileceği görüşüdür.
Emik yaklaşımın bir sakıncası bir kültürde görülüp adlandırılmış olan fakat
bir diğerinde görülmeyen bir davranışın görüldüğü kültüre özgü kabul
etmektir. Oysa bu davranışın bir üçüncü kültürde görülebilmesi her zaman
mümkündür.
Burada yerel psikoloji ve evrensel psikoloji birbirine zıt iki akım gibi
görülmektedir. Ancak bu iki akım kuramsal çerçevede birbirini tamamlar.
Çünkü psikolojide gerçek evrensel kurama ulaşabilmek için yerel bilgi
gerekir. Farklı yerel davranış kalıpları arasında benzerlikler buldukça
evrensel geçerliliği olan olgulara yaklaşmaya başlarız. Öyleyse yerel bilgi
oluşumu evrensel bilginin aranmasında gerekli ve önemli bir basamak yada
evredir.
SOSYALLEŞME
Sosyalleşme kavramı insanın gelişiminde önemli bir faktördür. Sosyalleşme
yapısında karmaşıklığı içeren, toplumsal anlamda başarılı bireylerin
yetişmesi süreci demektir. Ayrıca sosyalleşme hem istemli bir
sosyalleşmeyi,hem de istem dışı bir süreç olan kültürleşmeyi içerir. Bu
kültürün öğrenilmesi ve insanın sosyal bir varlık olma sürecinin tamamıdır.
Burada birey tüm çevresini kapsayan ve bireyin çevresi ile olan dinamik
etkileşimini göz önüne alan bağlamsal yaklaşımlar insan gerçeğine çok daha
uygun olur.
Sosyalleşme bireysel ve toplumsal öğelerin karşılıklı etkileşimini içerir. O
halde hiçbir sosyalleşme kuramı bunlardan yalnızca birinin üzerine
kurulamaz. Ancak insan gelişimini inceleyen psikolojik kuramlar konunun
bireysel yönünü,sosyolojik sosyalleşme kuramları ise konunun toplumsal
yönünü ön plana çıkarmışlardır. Ancak son zamanlarda her iki disiplininde
bir diğerinin geliştirdiği kuramları tanıması ve kuramlarını içine alması
iki disiplinin birbirine yaklaştığını göstermektedir.
Burada insanın gelişimini inceleyen psikolojik kuramların kullandığı bazı
temel kişi çevre ilişkisi modellerinden karmaşık bir süreç olan
sosyalleşmeyi ne kadar açıklayabildikleri konusunda kısaca söz edebiliriz.
1-Mekanizmik Model
Bu model insan gelişimini çevresel uyarıcılara verilen tepkiler toplamı
olarak görür. Klasik öğrenme kuramı bu mekanik yaklaşımı benimsemiştir.
2 Organizmik Model
Bu modele göre insan gelişiminin olgunlaşmaya bağlı nedenleri çevresel
nedenlerden önde gelir. Bu modelde birbirini izleyen gelişme aşamaları
belirlenmiş ve bu aşamaların giderek potansiyel olarak varolan insandaki
gelişmenin son aşamasına ulaşacağı varsayılmıştır. Piaget’in bilişsel
gelişim kuramı bu modeli benimsenmiştir.
3-Sistem Modeli
Gelişimi yada değişimi bir sistem yada sistemler arasında incelemekte
yönelik bir yaklaşımdır. Bu görüşe göre insan gelişimi psikolojik ve sosyal
sistemlerin iç içe geçişinin bir sonucudur. Bu model de insan gelişiminin
belirli bir sonu yoktur. Psikolojideki ekolojik kuram ve sosyolojideki
sosyal sistem kuramları bu yaklaşımı paylaşmaktadır.
4-Bağlamsal Model
Bu model insan gelişimini bireyle çevre arasında süre gelen yaşan boyu bir
etkileşim olarak kabul eder ve sembolik etkileşimcilikte yeni toplumsal yapı
kuramlarına kadar bir çok sosyolojik kurama genel bir çerçeve oluşur.
Bağlamsal modele göre birey sosyal çevresi ile sürekli alış veriş içindedir.
Bu dinamik süreçte birey etkin olarak ortamları seçer ve bu ortamlarda onun
davranışını belirler.
Kişi-çevre ilişkisi ile ilgili bazı modellerin bu özetleri genelde
modellerin hepsinin en azından bir dereceye kadar sosyalleşme sürecini
açıklaya bileceklerini göstermektedir. Modellerden bazıları özellikle
Organizmik model bu iş için pek uygun olmamakla beraber her biri bu karmaşık
süreci anlamakta yararlı olabilecek öğeleri içermektedir.
AİLE ÇEŞİTLİLİĞİNE NEDEN OLAN ETKENLER
Aile çeşitliliğine neden olan etkenler üç kısımda incelenebilir Bunlar;
1-Ana –Babaların inanç ve değerleri
2-Aile etkileşimi
3-Sosyal sınıf ve aile tipidir.
Ana babaların çocuklar ve aile ile ilgili temel inanç ve değerleri,
kendileri ve rolleri nasıl algıladıkları, aile süreçlerinin ve çocuğun
sosyalleşmesinin anlam kazandığı temel bağlamı oluşturur.
Ana-Babaların kendi rollerini nasıl algıladığı ve bu rollere bağlı değerler
sosyalleşme sürecinin önemli yönlerini oluşturmaktadır.Örneğin Japon ve
Amerikalı annelerin karşılaştırıldığı bir araştırmada annelik rolünün tanımı
ve tanımın içerdiği sorumluluklarda zamanla ilgili farklılıklara
rastlanmıştır.Amerikalı anneler çocukları ergenlik dönemine gelinceye kadar
kısa bir annelik dönemi benimsiyorlar. Baba soyunun devamı ile ilgili
herhangi bir sorumluluk almaksızın yalnızca çocuğun bakımı ve çocuğu sevme
gibi sorumluluklar yükleniyorlar. Japon anneler için ise annelik yaşam boyu
süren bir roldür. Çocuk yetiştirmede de baba soyunun devamlılığı içinde ve
babasının ait olduğu iş çevresinin beklentileri doğrultusunda çocuğun
saygılı işbirliğini ve başarıya yönelik olarak büyümesinin sorumluluğunu
yükleniyorlar.
Ana-Baba ların çocuk yetiştirmedeki değerleri aile içindeki etkileşimi
etkilemektedir. Yerleşik tarımsal yaşam biçimi olan yerlerde çocuklarda uyma
ve itaat davranışlarını geliştirecek aile içi etkileşim vardır. Böyle sıkı
toplumlarda alana bağlı bireyler oluşmaktadır. Kentsel yaşam bölgelerinde
ise çocuğun sosyalleşmesinde daha çok bireysel özgürlük gelişmektedir.
Kentsel bölgelerde sosyal sınıfta görülen değişikliklerde aile yapısını
etkiler, Ekonomik yönden gelişmemiş kenar mahallelerde görülen aile yapısı
gelişmiş bölgelerdeki aile yapısından farklıdır.
Görülen bu tür farklılıkların nedeni çocuklardan beklenen bağımlı veya özerk
olmaları beklentileridir. Bu beklentiler aile bireylerinin ne dereceye kadar
birbirine bağlı veya bağımsız oldukları ile ilintilidir. Bu beklentiler
ailenin sosyo ekonomik yapısı,yerleşim yeri, etnik farklılıklar gibi
faktörlere bağlı olarak değişmektedir.
ÇOCUK YETİŞTİRME
Türkiye’de ve başka toplumlarda yapılan araştırmalar gösteriyor ki düşük
gelirli kentsel ve yarı kentsel bölgelerde ve özellikle köylerde çocuğun
zihinsel gelişmesini ve dil gelişimini destekleyebilecek çevresel uyaranlar
ile neden sonuç ilişkilerine dayanan açıklamalı ussal sözlü tartışma ortamı
ve iletişim çok yetersizdir. Bu durum bir dereceye kadar düşük gelirli ana
babaların az okumuş olmaları nedeni ile sınırlı sözcük dağarcığına sahip
olmaları ve bu nedenle sözlü tartışmaya pek girmemeleri yüzündendir. bir
başka nedende çocukların genelde okul yaşından önce evde de
eğitilebildiklerinin bilinmemesidir.
Bu tür çocuk yetiştirme eğilimlerinin çocuğun konuşma ve kavrama gelişimini
olumsuz yönde etkilemesi olasıdır. Bazı araştırmalar gerçektende çocuğun
zihinsel performansında kırsal,kentsel ve sosyo ekonomik statü konumlarına
dayanan önemli farklılıklara dikkat çekmiştir.
Çocuk ta büyüdüğü çevreye bağlı olarak dışsal veya içsel denetim gelişir.
Çocuktan beklenen itaat ve bağımlılıkla paralel olarak çocuk özellikle
babasının mutlak otoritesi altında büyür. Genellikle çocuktan beklenen
bağımsız karar verebilme ve davranış değil ana babaya itaat etmesidir. Bu da
çocuğun kendi kendini denetlemesine yani içsel denetime engel olur. Bu
şekilde çocuk sürekli dişardan denetlenir. Öte yandan çocuğu ikna etmek,
onun kendi davranışlarının sonuçlarını anlamasını sağlamak gibi sözel
disiplin yöntemlerinin ise içsel denetimin gelişmesine yardımcı olduğu
saptanmıştır.
Türkiye’de yapılan gözlemlerde çocukla konuşarak onu ikna etmek, çocuğa
doğruyu yanlışı anlatmak, az sayıda ana babanın baş vurduğu bir yoldur.
Çocuk yetiştirmede ortaya çıkan bu sorunlar daha çok düşük sosyo ekonomik
düzeyin yarattığı koşullardan kaynaklanır. Türkiye de ki çocuk yetiştirme
yöntemlerindeki değişmeler kırdan kente göç ile ve kentte alt sosyo ekonomik
düzeyden orta sosyo ekonomik düzeye hareketlilikle ortaya çıkmaktadır.
ÇOCUĞUN DEĞERİ ARAŞTIRMASI
1970’lerin ortasında Endonezya, Federal Almanya , Filipinler , Kore ,
Singapur , Tayvan , Tayland , Türkiye ve ABD’de gerçekleştirilen “çocuğun
değeri araştırması” nda toplam 20000 kişi ile etraflı mülakatlar
yapılmıştır. Bu araştırma ana-babaların çocuğa yükledikleri değeri ortaya
çıkarmak amacındaydı. Burada iki temel değer ortaya çıkmıştır. Bunlar
çocuğun ekonomik ve psikolojik değerleridir. Ekonomik değer çocuğun küçükken
ve büyüdüğünde ailesine maddi katkıda bulunmasına ve özelliklede ana babası
için bir yaşlılık kaynağı oluşturmasını içeriyordu.Çocuklara yüklenen
değerler ve onlardan istenenler aslında ailenin ne şekilde işlediğini
yansıtır. Çocuğa ekonomik değerlerin yüklendiği yerlerde çocuğun aileye
maddi katkısı gerçektende önemlidir.
Araştırmada Amerikalılar ve Almanların cevapları diğer ülkelerin
cevaplarıyla çatışmaktadır. Amerika ve Almanlar çocuktan yaşlılıkta yardım
beklemekle ilgili soruları tepki ile karşılamış ve herhangi birine özellikle
çocuklarına bağımlı olmayı reddetmişlerdir. Bunun tersini Türkiye deki
cevaplayıcılar çocuklarını kendilerine bağlı olmaları gerektiğinin
sorulmasını bile garip karşılamışlardır.” Elbette hayırlı bir evlat hiçbir
zaman ana-babasını yüz üstü bırakmaz”gibi cevaplara rastlanmıştır.
Singapur ve Kore gibi hızlı ekonomik gelişme sürecinde doğurganlığın
azaldığı toplumlar ise bu iki uç noktanın arasındaydı. Ülkeler arasında ki
farklar kabaca genel gelişmişlik düzeyine paraleldir. Ekonomik gelişmenin
düşük olduğu ve sosyal refah kurumlarının yaygın olmadığı yerlerde sosyal
güvenlik ve yaşlılıkta bakım aileler ve özelliklede yetişkin evlatlar
tarafından gerçekleştirilmektedir. Bunun tersi bir durum ise ekonomik
gelişmenin yüksek olduğu ortamlarda görülmektedir. Bu ortamlarda yaşlılık
sigortası,huzur evleri gibi kurumlar yaygındır.
Aynı ülke içindeki farklılıklar sosyo ekonomik gelişme bakımından kültürler
arası farklılıklarla aynı doğrultuda olur. Örneğin Türkiye’de oturulan
bölgenin gelişmişlik düzeyi arttıkça çocuğun yaşlılık güvencesi değerinin
önemi azalmaktadır. Çocuğun faydacı değerleri sosyo ekonomik gelişmeye ve
eğitime bağlı olarak azalmaktadır. Çocuğun yaşlılık güvencesi değeri küçük
esnaf ve sanatkarlar için en fazla, ücretli çalışanlar için daha düşük,
beyaz yakalılar için ise en düşük düzeydedir. Çalışılan işin yaşlılık
güvencesi sagladığı durumlarda çocuğun bu gereksinimi karşılamasının önemi
azalmaktadır.
Çocuğun ekonomik değerinin çocuk sayısı ile ilgili olmasına karşın
psikolojik değerinin bununla ilgisi yoktur. Çünkü maddi katkıları birbirine
eklenebilir fakat sevgi, gurur gibi çocuğun psikolojik değerleri aynı
şekilde biriken değerler değildir. Sosyo ekonomik değişme ile çocuğun
ekonomik değeri azalmakta ve bu değerin azalması doğurganlığın da azalmasına
neden olmaktadır. Diğer taraftan çocuğun psikolojik değeri ekonomik gelişme
ile değişmemekte hatta artabilmektedir.. Fakat bu değerin çocuk sayısı ile
ilgisi olmadığından doğurganlığa yol açmamaktadır. Öyleyse ekonomik gelişme
ile birlikte doğurganlığın, erkek çocuk tercihinin, çocuklardan maddi katkı
beklentilerinin azıldığı ve kadını statüsünün arttığı bir örüntünün ortaya
çıktığı söylenebilir.
Kentleşme ve ekonomik gelişme, zorunlu eğitim,çocuk iş yasaları ve tarımsal
olmayan kentsel yaşam koşullarının etkisi ile çocuklar ailelerinin
yaptıkları katkılardan çok daha pahalıya mal olmaktadırlar.
Ancak bu bulgulara dayanarak ekonomik gelişme sonucu ailede a,ayrışmanın
kaçınılmaz olduğu yada geleneksel karşılıklı bağımlılıktan batı çekirdek
ailesinin bağımsızlık modeline doğru bir geçiş olduğu çıkarsanamaz. Çünkü
ailedeki karşılıklı bağımlılığın iki farklı boyutu maddi ve duygusal
boyutlar birbirinden ayrılmalıdır. Çocuğun değeri araştırmasının bulguları
maddi bağımlılıklarla ilgilidir. Daha öncede belirttiğimiz gibi ailede
duygusal bağımlılıklar , maddi bağımlılıklar ortadan kalksa da güçlü bir
şekilde sürebilir.
Türkiye’de modern genç ve kentli gruplarla, geleneksel yaşlı ve kırsal
grupların karşılaştırıldığı bir çalışmada maddi bağımlılıkların azalmasının
duygusal bağımlılıklara yansımadığı görülmüştür. Bu araştırma akraba
ilişkilerinin gelişmiş kentlerde ,köyden gelenlerde, orta sınıf ailelerde ve
hata meslek sahipleri arasında önemli yaygın olduğunu göstermektedir. Yani
akraba ilişkileri kentleşme ve sanayileşmeyle yok olmamıştır.
Çocuk yetiştirme değerleri , aile ilişkilerini ve bu ilişkilerdeki
değişmeleri de yansıtır. Çocuktan itaat yada bağımsızlık ve kendine güven
beklentileri çocuğun yaşlılık güvencesi değeri ile paralel olarak sistematik
bir değişme gösterir.
İtaat daha düşük ekonomik gelişmişlik ortamlarında, bağımsızlık ise daha
yüksek ekonomik gelişmişlik ortamlarında vurgulanmaktadır. Kore ve Singapur
gibi yeni sanayileşmiş ülkelerde bağımsız bireyin vurgulanması dikkat
çekicidir. Endonezya ve Filipinlerde daha az derecede olmak üzere Türkiye ve
Tayland da ise çocuklardan bağımlı olmaları beklenmektedir. Bu bağımlılık ,
yaşlılıkta ana babaların yetişkin evlatlarına bağımlı olmaları şeklinde
tersine döner. Bu durum ailede nesiller arası bağımlılığa örnektir.
Ailede maddi karşılıklı bağımlılık bağlamında büyüyen çocuğun bağımsız
olması hiçte işlevsel olmayıp aksine ailenin geçişi için bir tehdit
sayılabilir. Çünkü bağımsız bir çocuk ailesinden çok kendi çıkarlarını ön
planda tutabilir. Çocukların sahip olmaları beklenilen nitelikler ile,
o,onlardan gelebilecek kötü beklentiler böylece birbirine uymakta ve genel
bir nesiller arası aile etkileşimi kalıbı oluşturmaktadır. Öyleyse
sosyalleşme değerleri ekonomik gelişmeye bağlıdır ve aile etkileşim
örüntülerini etkiler.
Maddi karşılıklı bağımlılıktan duygusal karşılıklı bağımlılığa ve çocuğun
ekonomik değerinden psikolojik değerine geçişle birlikte çocuk yetiştirme
yöntemlerinde bazı değişikliklerin olması beklenir. Çocuğun aileye maddi
katkısının gerekmediği ve bağımsız olması aile içi bir tehdit oluşturmadığı
durumlarda çocuğun sosyalleşmesinde özerkliğe de yer verilebilir. Fakat
özerklik bu kez duygusal bağımlılığı sarsabileceğinden, çocuğun aileden
tümüyle kopmasını önlemek için sınırlı olacaktır. Böylece sosyalleşme
değerleri ve ana-baba çocuk ilişkileri hem denetimi hem de özerkliği
içerecektir.
BİR AİLE DEĞİŞİMİ MODELİ
Anlattığımız araştırma bulguları, kavramsal tartışmalar ve çocuğun değeri
araştırması farklı kültürlerin aile ve sosyalleşme kalıplarıyla ilgili bazı
ayırıcı özellileri belirlemiştir. Ayrıca bu özellikler zaman içerisinde
ekonomik gelişme ile değişebilecek öğeleride içerir. Bu araştırma ve
tartışma sonuçlarına dayanarak üç farklı kalıbı içeren genel bir aile
değişimi modeli öneriliyor. Bu zaman ve mekan içerisinde değişmeyi açıklayan
bağlamsal bir modeldir.
Bu üç kalıbın aile yapıları birbirinden farklıdır. Bu kalıpları X,Y ve Z
kalıpları olarak isimlendireceğiz. Y kalıbının diğer iki kalıpla ortak
özellikleri vardır. X ve Z kalıpları ise birbiriyle çakışmazlar.Yapısal
özellikler,ailenin işleyişinde temel oluşturan ve ekonomik gelişme ile
değişim gösteren özelliklerdir.
Her kalıptaki aile sistemi etkileşim halindeki iki alt sistemi içerir.
Bunlar sosyalleşme değerleri ve aile etkileşimidir. Sosyalleşme değerleri
birey-grup,bağımlılık-bağımsızlık boyutları ve çocuğun psikolojik-ekonomik
değeri bakımından farklılıklar gösterir. Ailede ve kişiler arasındaki
ilişkilerde karşılıklı bağımlılık-bağımsızlık ile ilişkisel ayrık benlik,
tüm sistemin son ürünü olarak görülebilir.
X AİLE KALIBI
Bu kalıp özellikle kırsal kesimde tarımla uğraşan ata erkil aile yapısına
sahip geleneksel toplumlarda ve genelliklede gelişmekte olan ülkelerin az
gelişmiş bölgelerinde yaygındır. İşlevsel geniş ailenin yaygın olduğu çok
sık rastlanan bir örüntü X kalıbını oluşturur. Bu tip aileler birinci tip
akrabaları ve özelliklede ana – babaları ile de yakın bir ilişki
içerisindedirler. Ata soylu bağlara verilen önem nedeni ile aileye dışarıdan
katılan kadının statüsü düşüktür.
X aile kalıbında çocuğun ekonomik değeri yönü yüksektir. Bu nedenle erkek
çocuk isteme oranı ve doğurganlık oranı yüksektir. Çocuk yetiştirme sıkı
ana-baba denetimi ve itaat yaklaşımı içinde olur.
Y AİLE KALIBI
Bu kalıp X kalıbından belirgin bir şekilde ayrılmakla beraber aile
etkileşimi açısından bazı temel özellikleri paylaşır. Burada yaşam koşulları
farklıdır. Bunlar ekonomik gelişme ile endüstriyel yaşam biçimleridir. Aile
yapısı çekirdek aile tipidir. Bununla beraber nesiller arası ve akraba
ilişkileri aile yapısını işlevsel olarak karmaşık hale getirir. Kadınların
eğitimli olması ve çalışmaları nedeni ile kadın statüsünde artma görülür.
Y kalıbı ve X kalıbı arasında aile sisteminde görülen en önemli fark kişiler
arası ve aileler arası bağımlılıklardadır. Y kalıbında sadece duygusal
bağımlılıklar söz konusudur. X kalıbında ise maddi bağımlılıklar daha ağır
basmaktadır. Y kalıbında sosyalleşme değerlerinde duygusal bağımlılıklardan
dolayı gruba bağlılıkta vurgulanır. Bununla beraber bireyciliğe ve özerkliğe
de önem verilir.
Y kalıbında insanın temel gereksinimlerinden bir gruba bağlılık ve özerk
olma ihtiyacının bir bileşimi vurgulanmaktadır. Bu kalıpta aile disiplininde
serbestlikten çok kontrole önem verilirken, aile etkileşimi hem özerkliği
hem de bağlılığı içerir. Sonuç olarak böyle bir aile sisteminde gelişen
birey diğer bireylerle karşılıklı bağımlılığı kişiliği için tehdit edici
bulmayan ilişkisel benlik geliştirir.
Z AİLE KALIBI
Bu kalıp endüstrileşmiş batı ailesi için ideal tipik bir kalıptır. Z kalıbı
hem kişiler arası hem de aileler arası etkileşim düzeyinde ayrılık kültürünü
ve bireyci töreyi yansıtır. Bununla beraber bu kalıp genel görünüşü ile X ve
Y kalıplarından farklıdır. Batı nen bireyci töresi ve bundan kaynaklanan
psikolojik kavramlaştırma bu kalıbı oluşturmuştur.
Burada ki birim, bireyselleşmiş çekirdek aile yapısıdır. Bu ailedeki
duygusal ve maddi yatırımlar çocuğa yöneliktir. Ata soyluluğun öneminin
azalmasıyla ve artan refahla birlikte doğurganlık düşmüş, erkek çocuk
tercihi azalmış ve kadının statüsü yükselmiştir. Bu yükseliş eşler arasında
eşitlikçi ilişkiyi ifade eder. Sosyalleşme değerleri ve aile etkileşimi
bireyselleşmiş benliği oluşturur. Aile diğer ailelerden bağımsızdır, ana-
baba nın çocuk üzerinde denetimi daha azdır,özerkliğe önem verilir.
Burada ifade edilen üç aile kalıbı kültürler arası çeşitliliği yansıtıcı bir
roldedir. Model bu çeşitliliği anlamak için bir araç olarak görülebilir.
Burada önerilen değişim modeli modernleşme kuramının ön gördüğü gibi X
kalıbından Z kalıbına doğru degilde Y kalıbına doğru olacağını ön
görmektedir. Y kalıbı modernleşme kuramınca tanınmamakta,tanınsa bile
sonuçta Z modeline dönüşecek bir geçiş aşaması olarak görülmektedir.
Önerilen değişim modelinde Y kalıbı ekonomik gelişmenin sonucuna yeni bir
seçenek olarak sunulmaktadır. Araştırmaların sonuçlarına göre Y kalıbı
beraberlik kültürü özelliği taşıyan toplumlarda özellikle Japonya’da ve
diğer sanayileşmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş bölgelerinde
X kalıbına göre daha çok uymaktadır.
Y modeli içerdiği bireyci ve gruba bağlılık gibi çelişkili öğeler nedeni ile
dengesiz sayılabilir. Bu nedenle de bir geçiş aşaması olduğu iddia
edilebilir. Bu eleştiriye karşı iki sav ileri sürülebilir. Birincisi bu
görüşte çelişkili öğelerin birbirlerini dışlayan kutuplar olmayıp
birbirleriyle uyumlu olabilecekleridir. Bu öğeler aslında birbirlerini
dışlamadıkları halde dışladıkları varsayılmış olabilir. Böyle bir varsayım
ise bireyin ve grubun çıkarlarını birbirine karşıt olarak kabul eden batılı
anlayıştan kaynaklanıyor olabilir.
İkinci olarak, Y kalıbı değişken ve uyumsuz bir durumdan çok temel bağlılık
ve özerklik gereksinimlerinin bir sentezi yada bir bileşimi olarak
görülebilir. Y kalıbı gerçekten bir sentez olarak kabul edildiğinde , genel
kanının tersine Z kalıbından Y kalıbına bir geçiş olacağı tahmininde
bulunulabilir.
Öngörülen değişim modeli özellikle özerklik ve bağlılık temel
gereksinimlerine dayandırılmıştır. Bu nedenle bu gereksinmeleri birbiriyle
en iyi bağdaştırabilen Y modeline doğru bir değişim öngörülmüştür.
MODELİN UYGULAMADAKİ SONUÇLARI
Dengesiz olarak düşünülen Y modeli uygulamada olumlu sonuçlar vermiştir.
1982-86 yılları arasında İstanbul da “Erken Destek Projesi”
gerçekleştirildi. Bu proje, kentsel düşük gelirli ailelerde uygulanmış ,
ortamını ve çocuğun bütünsel gelişimini destekleyen kapsamlı bir çalışma
olmuştur. Burada amaç, eğitim ve sürekli destek yoluyla annelerin
kendilerine güvenlerini arttırmak ve çocuklarının özerklik, içsel denetim ve
bilişsel gelişmelerini sağlamalarında onlara yardımcı olmaktı.
Annelerle yapılan ilk mülakatlar, onların çocuklarıyla yakın bağlar kurma
gereksinimlerini ortaya çıkarmıştır. Çocuklarının hangi davranışının onları
memnun ettiği sorulduğunda, çoğunlukla anneye iyi davranmak gibi anne çocuk
ilişkisini vurgulayan yanıtlar alınmıştır. Sevgi gösterme, söz dinleme ve
başkalarıyla iyi geçinme gibi yanıtlar tüm yanıtların %80 ini
oluşturmaktadır. Öte yandan çocukta özerklik istenilen bir özellik olarak
belirtilmemiş, hatta anneleri kızdıran bir davranış olarak tanımlanmıştır.
Kabul edilemez davranışların yarısından çoğunu ise “kendi fikrinde ısrar
etme” yada “söz dinlememe “ gibi özerklik belirten davranışlar
oluşturmuştur. Yine bunlara paralel olarak annelerin , çocuklarının onlara
bağımlı olmasından şikayetçi olma oranları son derece düşük bulunmuştur. İyi
çocuk tanımına giren özellikler arasında da en çok “nazik olma”, “söz
dinleme” sayılmış , bunlara karşılık “özerk olma” ve “kendi kendine yetme”
gibi niteliklerin oranı önemsenmeyecek kadar az bulunmuştur.
Bu bulgular bağlılık kültürüne sahip başka toplumlarda bulunan ve Çocuğun
Değeri Araştırmasının sonuçlarına da paraleldir.
Bu mülakatlardan sonra annelerin arasından seçilen bir kısmı çocukların
gereksinimlerine daha duyarlı olabilmeleri için bir eğitim programına tabi
tutuldular. Anne eğitiminde evde çocuklarının gelişimini destekleyebilmeleri
için annelerin yeterlilik ve kendine güven duygusu içinde çocuklarına olumlu
yönelişler geliştirmeleri teşvik edildi. Bu eğitim programı , annelere
evlerinde ve diğer annelerle birlikte grup tartışmaları yoluyla uygulandı.
Bu tartışmalarda zaten var olan çocuğa şefkat ve sevgi göstermek,yakın ve
ilgili olmak gibi davranışlar pekiştirildi. Diğer yandan da annelere çocuğun
özerkliğini geliştirecek yeni değerler verildi. Örneğin çocuğun kendi
kendini karar verebilmesi ve bunun sorumluluğunu taşıması gerektiği üstünde
duruldu. Bu yeni değerlerin var olan bağlılık kültürüyle uyumsuzluk
göstermediği özellikle belirtildi.
Bu destek programından sonra,araştırmanın 4. yılında annelerin çocuk
yetiştirme tutumları tekrar ölçüldü. Eğitime katılan annelerin,
katılmayanlara oranla çocukta daha çok özerk davranışa önem verdikleri
bulundu. Yine de her iki gruptaki annelerin büyük bölümü çocuklarının
bağlılık ve yakınlık gösteren davranışlarına memnun olmayı sürdürdüler.
Demek ki destek programından ötürü,anneler bağlılık kültüründen kopmadan
daha özerk yaklaşıma yöneldiler, ve bireysellikle bağlılık değerlerinin bir
sentezi elde edilmiş oldu.
Bu araştırmanın bulguları küçük bir ölçekte bireyci ve ilişkisel
yönelimlerin kuramda olduğu kadar uygulamada da bağdaşabileceğini gösterdi.
Bu da yetkili ve kontrollü çocuk yetiştirme tutumuna uyan ve iki temel insan
gereksinimini (bağlılık ve özerklik) cevap verebilen Y aile kalıbının
uygulaması olarak görülebilir.
SONUÇ
Buraya kadar değindiğimiz konularda vurgulanmak istenen ana nokta bireycilik
ve toplulukçuluk kavramlarıdır. Bireycilik, bireyin yaşadığı çevreden
bağımsız ve özerk davranışlara yönelmesini sağlar. Toplulukçuluk ise bireye
bulunduğu,yaşadığı çevreye bağımlı davranışları kazandırır. Aslında bu iki
kavramda insanın temel iki ihtiyacıdır. Fakat yaşanılan bölge koşulları ve
yaşam standartları bu iki ihtiyacın birbirine baskınlık kurmasına neden
olmuştur. Sanayileşmiş ve ekonomik gelişme sağlamış kentsel ortamlarda özerk
ve bağımsız davranışlar önem kazanırken kırsak kesimde ve kentsel bölgelerin
gelişmemiş kesimlerinde içinde bulunulan topluma bağlılık davranışları önem
kazanmıştır.
Psikolojik Modernleşme Kuramına göre,modernleşme ile ve gelişen sosyo
ekonomik yapı ile aile ve sosyalleşme değerlerindeki farklılıklar azalacak
ve bu değişimin tek yönlü olup batı modeline doğru gideceği
varsayılmaktadır. Bunun nedeni psikoloji biliminin Amerikalı ve
Avrupalıların üzerine kurulu olmasıdır. Bu anlattığımız kültürler arası
araştırmalar bu kuramı ciddi bir biçimde sarsmaktadır.
Avrupa ve Amerika'da yapılan araştırmalar özerklik kavramının sanayileşmeden
öncede varolduğunu göstermektedir. Buna bağlı olarak batılı ailelerdeki
özerklik kavramının ekonomik gelişme ile ortaya çıkmadığı, hatta özerklik
kavramının daha öncede var olmasının batıda sanayileşmeyi kolaylaştırdığı
düşünülebilir.
Bu noktada sanayileşmenin doğu toplumlarında sosyalleşme değerleriyle aile
yapısının giderek batıda ki özerk aile yapısına dönüşeceği düşüncesi
yanlıştır. Japonya’da yapılan araştırmalar bu düşünceyi desteklemektedir.
Çünkü Japonya’daki sanayileşme toplumda tamamen özerk bireylerin oluşmasına
neden olmamış ailede güçlü duygusal bağların devam ettiği görülmüştür.
Japonya,Singapur ve Kore gibi hızlı ekonomik gelişmenin olduğu ülkelerde
yaşayan bireylerin özerklik davranışları gelişmektedir fakat bu gelişme
bireylerin bağlı oldukları gruplara bağımlılıklarında bir azaltma meydana
getirmemiştir.
Tüm bu araştırmaların ışığı altında söyleyebiliriz ki gelişmekte olan
ülkelerin sosyalleşme değerleri ve aile yapısı batının ayrışmışlık kültürüne
doğru değil,bireycilik kültürünün ve bağımlılık kültürünün bir sentezini
oluşturan yeni bir kültüre doğru yönelmektedir.