Yaşamım Birden Durdu. Nefes Alabiliyor,
Yemek Yiyebiliyor, İçebiliyor ve Uyuyabiliyordum...
Ama içimde Gerçek Yaşam Yoktu.
Eğer mutlu ve rahat bir yaşımın tam ortasındayken, birdenbire yaşamayı
sürdürmeye bir neden olmadığını, yaşamın.anlamsız olduğunu düşünmeye
başladıy-sanız, bu ne anlama gelebilirdi? Tolstoy'un "İtiraflarım" isimli
eserinden alınan bu pasajlar, böyle bir deneyimi tanımlamakta ve William
James'in "Hasta Ruh" diye isimlendirdiği şeyin bir tablosunu çizmektedir.
tleriki sayfalarda, Tolstoy, aşağıdaki bölümde tanımlanan derinliklerden
yukarıya çıkışının öyküsünü anlatır ve yeniden doğma süreci için
"depresyonun" gerekli olduğunu önerir.
.... Fakat beş yıl önce tuhaf bir zihin durgunluğu başladı bende. Bazen
şaşkınlık anları yaşıyor, sanki yaşam durmuş gibi hissediyorum. Nasıl
yaşayacağımı, ne yapacağımı bilemiyordum. Moralim çok bozuktu. Nasıl olduysa
bu hal geçti ve önceki gibi yaşamayı sürdürdüm. Sonra, bu şaşkınlık
dönemleri çoğaldı ve gittikçe sıklaştı. Bu dönemleri yaşadıkça hep aynı
sorular kulaklarımda çınlıyordu: "Neden?" ve "Sonra ne olacak?"
Önce bu sorular bana boş ve anlamsız geliyordu, ne zaman istesem cevaplannı
kolayca bulabileceğimi ama o zaman buna pek vaktim olmadığını düşünüyordum.
Ama bu sorular beynimde gittikçe daha sık belirmeye başladılar ve daha büyük
bir ısrarla durmadan cevap bekliyorlardı. Her gizli kalmış ölümcül
-1-
hastalıkta olduğu gibi belirtiler önce çok hafif ve hastanın önemsiz
bulacağı kadar belirsizdiler. Ama benim durumumda da olduğu gibi, bunlar sık
sık yinelendikçe sonunda hiç kesintisiz bir acı ve ızdırap kaynağı haline
geldiler. Çektiğim acılar artıyor ve ben veya hasta bir çare arayacak kadar
zaman bulamadan, birdenbire ölümle karşı karşıya olduğumu farkediyorum.
İşte bana da aynen böyle oldu. Bunun gelip geçici bir akıl rahatsızlığı
olmadığını, belirtilerin çok önemli olduğunu ve bu sorulara hemen bir cevap
bulmam gerektiğini anladım. Onları cevaplamaya çalıştım. Sorular öyle
aptalca, öyle basit ve öyle çocukça görünüyordu ki; ama cevaplamaya
çalıştıkça gerçekte öyle olmadıklarını, hatta hayatın en derin sorunlarıyla
ilgili olduklarını ve aslında benim bir cevap bulamayacağımı farkettim.
Arazimle, oğlumun eğitimiyle, kitap yazmakla uğraşmadan önce, bütün bunları
neden yaptığımı bilmem gerekiyordu. Kendi davranışlarımın nedenlerini bilene
kadar, hiçbir şey yapamam, yaşayamam. O günlerde kafamı çok meşgul eden,
evimin ve arazimin idaresi konusunda detayları düşünürken, aklıma şu soru
geldi: "Evet altı bin hissem, üç yüz atım var ama sonra ne olacak?" Oldukça
şaşkın ve huzursuzdum, ne düşüneceğimi bilmiyordum. Başka bir zaman da
çocuklarımı nasıl okutabileceğimi düşünürken, kendi kendime "Niçin?" diye
sordum. însanlarýn refahı için ne yapmak gerektiğini aklımdan geçirirken de
"Bunun benimle ne ilgisi var?" diye düşündüm.
Eterlerimin kazandığı ün aklıma geldiğinde, kendi kendime,
Gogol'dan, Puşkin'den, Shakespeare'den, Moliere'den diğer bütün yazarlardan
daha ünlü bile olsam, ne olacak, ne yararı Bu soruya cevap bulamıyordum;
böyle soruların hep bir cevap beklemelerine karşın, cevap yoktu,
bulamıyordum.
IV.
Yaşamım birden durdu. Nefes alabiliyor, yiyebiliyor, içebiliyor ne
uyuyabiliyordum. Aslında başka türlü davranmam da
olanaksızdı; ama içimde gerçek bir yaşam yoktu. Akla yakın bir
-2-
tek istek; içimde bu işleği gerçekleştirme amacı yoktu. Eğer bir şeyi
isteseydim, bunu gerçekleştircbilsem bile bir sonuç çıkmayacağını, hâlâ
doyuma ulaşamayacağımı önceden biliyordum. Bir peri gelse ve her istediğimi
yapacağını söylese, ne isteyeceğimi bilmiyordum. Gerçekten hiçbir isteğim
yoktu, gerçeği bilmeyi bile isteyemiyordum; belki de gerçeğin ne olduğunu
bildiğim için.
Gerçek şuydu; hayatın benim için bir anlamı yoktu. Her yaşanan gün, yaşama
atılan her adım, beni uçurumun kenanna biraz daha yaklaştırıyordu; önümde
beni bekleyen yıkımı, felaketi görebiliyordum. Durmak, geri dönmek
olanaksızdı; gözlerimi de beni bekleyen acılan, içimin ölmesini görmemek
için gözlerimi kapatıyordum. Böylece ben, sağlıklı ve mutlu bir adam olan
ben, artık yaşayamayacağımı, karşı koyulamaz bir gücün mezara doğru
çektiğini hissediyordum. İntihara teşebbüs edeceğimi kastetmiyorum. Beni
hayattan koparan güç herhangi bir istekten daha kuvvetli ve sağlamdı; normal
birinin hayata bağlılılığı gibi bir histi, yalnız tabii tam aksi yönde idi.
intihar etme fikri aklıma, daha önce yaşamımı daha iyileştirmeyi düşünmem
kadar doğal olarak geldi. Bu fikir öylesine çekiciydi ki, hemen uygulamamak
için kendi kendimi aldatmam, avutmam gerekmişti. Acele etmek istemiyordum
çünkü önce düşüncelerimi bir düzene sokmam lazımdı, ancak bundan sonra
kendimi öldürebilirdim. Mutluydum, yine de evdeki ipleri saklamıştım,
çalışma odamda kendimi asma fikrine kapılmaktan korkuyordum; tüfek
taşımaktan da vazgeçmiştim, çünkü yaşamaktan kurtulmam için çok kolay bir
yoldu tüfekle ateş etmek. Tam olarak ne istediğimi bilmiyordum, yaşamdan
korkuyordum ama yine de ümit ettiğim, beklediğim bir şeyler vardı.
Henüz elli yaşıma varmadan, mutlu bir yaşamdan sonra içine düştüğüm durum
böyleydi. İyi, sevecen ve çok sevdiğim bir karım vardı, çocuklarım iyiydi,
varlıklıydım, gelirim durmadan artıyordu, arkadaşlarım ve tanıdıklarım beni
seviyor, sayıyorlardı, yabancıların övgülerini duyuyordum ve ünlü bir
kişiydim. Üstelik, zihnim bulanık değildi, aklım sağlıklıydı ve benim
yaşımdakiler arasında az görülen bir beden ve ruh sağlığına
-3-
sahiptim; bir köylüyle ekin biçmede yarışabilir ve hiç dinienmeden on saat
kafamı kullanarak çalışabilirdim.
Aklî durumumu şöyle özetleyebilirim: yaşamım aptalcaydı, ve kimin yaptığını
bilmediğim kötü bir şakadan başka bir şey değildi. "Yaradan"m varlığını
kabul etmememe karşın, bana bu kötu şakayı yapanın "o" olduğunu düşünmek
oldukça mantıklıydı. İçgüdüsel olarak bu varlığın, nerede olursa olsun, beni
gözlerken, otuz-kırk yıllık mutlu, başarılı bir yaşamdan sonra, bir aptal
gibi öylece durup yaşamaya değer birşey olmadığını aklıma soktuğunu
zannediyordum. "Ona çok komik görünüyor olmalıyım... Ama gerçekten öyle bir
varlık var mıydı, yoksa yok muydu?" İki durumda da bana bir yararı yoktu. Bu
durumun aklýma neden daha önce gelmediğine şaşınyordum. Bugün-yann hastalık
ve ölüm başıma gelecekti; hem yalnız benim deðil, tüm sevdiklerimin başına
gelecekti.
Bizlerden geriye yalnızca pis bir koku ve kurtlar kalacaktı. Bütün
davranışlarım, yaptıklarım, başarılarım birgün unutulacaktı ve ben yok
olacaktım. Öyleyse neden birşeylerle uğraşmak gerekiyor? İnsanlar bunu bile
bile nasıl yaşayabiliyorlar?
Yaşam bizi zehirlediği sürece yaşamak mümkündür; yeniden ayıldığımız,
kendimize geldiğimiz zaman da bütün bir yaþamýn bir yanılgı, bir kuruntu
olduğunu görürüz! Bu hem saçma, hem de zalimce bir şeydir.
Eski bir Doğu masalı vardır.Vahşi ve öfkeli bir hayvanın saldırdığı,
steplerdeki bir yolcuyu anlatır. Kendini kurtarmak için kuru bir kuyuya
girer ama kuyunun dibinde, ağzı onu yutmak için açık bekleyen bir ejderha
varmış. Zavallı yolcu vahşi hayvandan korktuğu için kuyudan çıkamıyor,
ejderha yüzünden de aþaðý inemiyormuş. Bu yüzden kuyunun duvarından uzanan
yabani bir bitki dalına tutunmuş. Kollan gittikçe güçsüzleşirken, kısa
zamanda karar vermesi gerekiyormuş. Ölüm iki tarafta da onu bekliyorken;
birden iki fare görmüş, bir beyaz bir biri siyah iki fare! Ve bunlar
yolcunun tutunduğu dalı kemirmeye başlamışlar. Biraz sonra dal kırılacak ve
adam da ejderhanın dişlerinin arasına düşecekmiş. Yolcu da artık kurtuluş
olmadığını, yakında öleceğini anlamış. Etrafına bakmırken tutunduğu
-4-
dalın yapraklarının üstünde birkaç damla bal olduğunu görmüş. Hemen dilini
uzatıp onu yalamış...
Bende aynı şekilde, yaşam dalına tutunmuşum, ölüm ejderhasının beklemekte
olduğunu biliyorum ve neden böyle bir acı çekmek zorunda olduğuma şaşıyorum.
Beyaz ve siyah fareler yani gündüz ve gece tutunduğum dalı kemiriyorlar.
Kaçış yolu olmayan ejderhayı görüyorum; benimki bir masal değil; canlı,
inkar edilemeyen bir gerçek ve bu gerçeği tüm insanların anlaması gerekir.
Ejderhanın korkusunu gizleyen o mutluluk yanılgısı artık beni aldatamıyor.
Her ne kadar, yaşamın anlamını anlayamayacağımı ve bu gibi şeyleri
düşünmeden yaşamam gerektiğini düşünsem de, artık bunu sürdüremeyeceğim.
Geçen her gün ve gece beni ölüme biraz daha yaklaştırıyor. Bundan başka
birşey düşünemiyorum gerçek olan tek şey bu, geri kalan herşey yalnızca
yalandan ibarettir. Beni acımasız gerçekten biraz olsun uzaklaştıran o iki
damla bal da benim aileme ve yazdıklarıma karşı duyduğum sevgi idi ve bunlar
da yeterince tatlı değildi artık.
"Ailem" diye düşündüm; "ama ailem de yani karım ve çocuklarım da insan ve
onlar da benim gibi ölüme mahkumlar. Ya bir yalanı yaşayacaklar ya da o
müthiş gerçeği görecekler. Neden yaşamaları gerekiyor? Onları neden seveyim,
ilgileneyim, yetiştirmeye çalışayım veya koruyayım? Onları da benim içimi
dolduran ümitsizliği tatmaları için mi, yoksa birer ahmak olarak ömürlerini
doldurmaları için mi? Onların çok sevdiğim için gerçeği saklayamam bu
bilgiyle attıkları her adım da onları o gerçeğe götürecek ve o gerçek de
ölümdü."
Ya sanat, ya edebiyat? Başarılarımın etkisi altında uzun süre kendimi,
bunlann çalışmaya değer olduğuna, ölümün bile yazılarımı yok edemiyeceğine
inandırmıştım. Ama bunun da bir yanılgı olduğunu kısa zamanda anladım.
Sanatın yaşamı süsleyen, çekiciliğini artıran birşey olduğunu açıkça gördüm.
İşte, benim için çekiciliğini kaybeden yaşamda güzel, cazip birşeyler
olduğunu nasıl yazabilirdim?
Yaşamın bir anlamı olduğunu düşündüğüm zamanlar, bu keyif bana sanat, şiir
yoluyla yansıyordu. Sanat aynasına bakmak
-5-
hoşuma gidiyordu. Ama yaşamın anlamını araştırmaya başlayınca ayna gereksiz
ve acı verici bir hal aldı. Aynadan aptal ve ümitsiz bir adam bana
bakıyordu.
Yaşamın bir anlamı olduğunu düşündüğüm zamanlar camın üzerindeki ışık
oyunları, yaşamın komik, trajik, dokunaklı ve güzel yanlarını gösteriyor,
beni rahatlatıyordu. Ama yaşamın hiçbir anlamı olmadığını anlayınca bu ışık
oyunları bile hoşuma gitmiyordu. Bal damlalarından tad almıyordum, fareler
de tutunduğum dalı kemiriyorlardı. Yine de öylece kıpırdamadan duramazdım.
Ormanda kaybolmuş olan bir adamın paniğe kapılıp sağa sola koşuşturması
gibi, her adımımın beni kurtuluştan uzaklaştırdığını bile bile yine de ileri
geri dolaşıp, koşup, çırpmıyorum.
Kendimi öldürmeye hazırdım. Beni bekleyen şeyden korkuyordum; ve bu korkunun
durumumdan daha müthiş olduğunu biliyordum ama sonu sabırla bekleyemiyordum.
Karanlığın dehşeti dayanılamayacak kadar büyüktü ve ben kendimi bu dehşetten
bir ip veya tüfekle kurtarmak istiyordum.
İşte bu his beni intiharı düşünmeye yöneltti.
-SON-