Kendimiz ve Dünya Hakkındaki Görüşümüz
Alfred Adler
Hayatta herkesin kendi gücü ve imkanları hakkında kesin bir fikre sahipmiş,
bir aksiyonun başından beri herhangi bir problemin zorluğunu veya
kolaylığını biliyormuş, kısacası, davranışı görüşünden meydana geliyormuş
gibi hareket ettiğine şüphe yoktur. Duygu organlarımızla oluşları değil de
sadece dış dünyanın sübjektif bir hayalini, bir yansımasını belirlediğimiz
için bu bizi fazla hayrete düşürmez. Hayatın temel ve önemli oluşu
hakkındaki görüşümüz, hayat tarzımıza bağlıdır. Yalnız, haklarındaki
görüşümüzde yanıldığımızı bize haber veren olaylarla doğrudan doğruya
karşılaştığımız zamanki deneyimimiz yardımıyla görüşümüzün bir kısmında
düzeltme yapmayı kabul ederiz. Fakat hayat hakkındaki genel görüşümüzü
değiştirmeyiz. Yanıma yaklaşan yılanın gerçekten zehirli olması veya zehirli
olduğunu düşünmem benim için aynı sonucu verir. Annesi yanından uzaklaşan
şımarık çocuk hırsızlardan korktuğu zaman veya gerçekten eve hırsızlar
girdiğinde aynı şekilde hareket eder. Şımarık çocuk, hangi şekilde olursa
olsun, hatta, kendisini korkutan düşüncesinde yanıldığını anladığı
zamanlarda bile, annesi olmadan yaşayamacağına inanmaya devam eder. Meydan
korkusuna olan ve toprağın ayağının altından kaydığı düşüncesini taşıdığı
için sokağa çıkmayan insan, normal halinde toprak gerçekten ayaklarının
altından kayşa da aynı şekilde hareket eder.
İşbirliğine hazırlanmadığı için faydalı işten kaçan ve hırsızlığı daha kolay
bulan suçlu, hırsızlıktan daha zor olduğunu düşündüğü için çalışmaktan
nefret edebilir. İntihar etmek isteyen kimse ölümün ümitsiz saydığı hayattan
üstün olduğunu düşünür. Eğer hayat gerçekten ümitsiz olsaydı aynı şekilde
hareket ederdi. Uyuşturucu maddelere düşkün olan kimse, hayatın
problemlerinin dürüst çözümünden daha üstün bulduğu rahatlamayı, zehirinde
arar. Gerçekten böyle olsaydı yapacağı iş aynı olurdu. Kadınlardan korkan
cinsel sapık onlardan tiksinir. Buna karşılık, ele geçirilmesi kendisine bir
zafer gibi görünen erkek kendisini çeker. Hepsi, doğruluğu halinde
davranışlarını objektif olarak doğru gösterecek bir düşünceyle hareket
ederler.
Şu olayı inceleyelim: 36 yaşında bir avukat mesleğinden soğumuş, başarısız
olmaya başlamaştı. Başarısızlığının nedenini az sayıdaki müşterilerinin
üzerinde yaptığı kötü etkilerde aramıştı. Başkalarına yaklaşmakta,
özellikle, genç kızların yanında daima zorluk çekiyor. Evlenmekte uzun zaman
tereddüt etmiş nihayet çekine çekine evlenmiş, bir yıl sonra da boşanmıştı.
Şimdi dünyadan tamamıyla çekilmiş, ebeveynlerinin yanında yaşamaktaydı.
Ailesinin tek çocuğu idi. Kendisiyle daima ilgilenen annesi tarafından fazla
şımartılmıştı. Anne; çocuğunu ve babasını oğlunun bir gün çok önemli bir
adam olacağına inandırmıştı. Çocuk da parlak okul başarılarını doğrular gibi
bu bekleyiş içinde yaşadı. Hiçbir arzusundan vazgeçemeyen şımarık
çocuklardan çoğu gibi o da, kendisini endişe verecek derecede mastürbasyona
kaptırdı ve kısa bir zamanda gizli kusurunu anlayan genç kızların alaylarına
hedef oldu. Onlardan uzaklaşarak, aşk ve evlilik hakkında en büyük zafer
hayallerine kendini kaptırdı. Fakat tamamıyla hakim olduğu annesine karşı
yakınlık ve cinsel arzular duydu. Bundan da kolayca anlaşılacağı gibi, ödip
kompleksi denen şey "temel" değildir. Bu çocuklarını şımartan annelerin suni
bir eseridir. Bu durum, çocuğun aşırı derecede gelişmiş gururu ile genç
kızların eğleneceği kadar göze çarpmaktadır. Çocuk başkalarına katılmak için
gerekli ilgiyi kendisinde fazla geliştirememiştir. Öğreniminin bitiminden az
bir zaman önce bağımsız bir hayat ihtiyacı ile karşılaşmış melankoliye
tutulmuştu. Böylelikle yeniden geçmişe dönmüştü. Şımartılmış bir çocuk
olduğundan korkaktı. Yabancı kimselerden, erkek ve kız arkadaşlarından
kaçıyordu. Bu durum, hafif bir şekilde de olsa, mesleğinde de devam etti.
Bu açıklama ile yetiniyor ve onda yer alan diğer belirtilere, "nedenlere",
bahanelere kaçışı "sağlayan" diğer arazlara geçiyorum. Burada aşikar bir
olay vardır: Bu adam hayatı boyunca değişmedi. Daima birinci olmak istedi ve
başarıdan emin olmadığı zaman "kaçtı". Kendisinin bilmediği hayat hakkındaki
düşüncesini şu şekilde ifade edebiliriz: "Mademki dünya bana zaferi
esirgiyor, ben de bir yana çekiliyorum." İnsanlar vardır; mükemmelik
ideallerini başkaları karşısındaki zaferlerinde ararlar.
Daha az yana çekilme eğiliminin yaptığı durumu şöyle görmekteyiz: 26 yaşında
bir adam anne tarafından tercih edilen iki çocuk arasında büyümüştü.
Ağabeyinin parlak başarılarını kıskanarak izlemişti. Annesine karşı çok
erkenden tenkit edici bir durum almıştı. Babasına güveniyordu.
Büyükannesinin ve dadısının çekilmez davranışları sonucu, annesine karşı
duyduğu nefreti kısa bir zamanda bütün kadınlara yaymıştı. Kadınların
egemenliği altına girmemek, buna karşılık, erkeklere egemen olmak ihtirası
aşırı ölçüler kazanmıştı. Her çareye başvurarak kardeşinin başarılarını
azaltmaya çalışmıştı. Kardeşinin vücut gücü bakımından, jimnastikte ve avda
üstün olması yüzünden idmandan nefret etmişti. Kadınları bir yana bırakmaya
çalışması gibi, idmanı da yaptığı işlerin dışında bırakmıştı. Kendisini
yalnız zafer duygusuna bağlı faaliyet
şekilleri ilgilendiriyordu. Bir süre genç bir kızı uzaktan sevmişti ve ona
hayran olmuştu. Çekingenliği genç kızın hiç de hoşuna gitmemiş, genç kız bir
başkasını tercih etmişti. Kardeşinin evlilikten memnun olması onda mutlu
olmama ve tıpkı çocukluğunda annesinin yanında olduğu gibi, başkalarının
düşüncelerinde kötü bir etki yapmak korkusunu meydana getirmişti. Onun
kardeşinin üstünlüğünü ne kadar istemediğini şu örnek göstermektedir: Birgün
kardeşi avdan güzel bir tilki postunu getirmişti. Kardeşi bununla çok
övünüyordu. O, kardeşinin başarısını önemsizleştirmek için postun kuyruğunun
beyaz ucunu gizlice kesmişti. Cinsel içgüdüsü, kadından uzak kalmasından
sonra kendisinde bulunan eğilimle birleşmiş, böylelikle cinsel sapık
olmuştu. Bundan sonra onun için hayatın manasının ne olduğunu anlamak
kolaydır: "Yaptığım her işte üstün olmalıyım." Bu büyük başarıyı kendisine
sağlamayacak zorlukları bir yana bırakıp üstünlüğe ulaşmaya çalışmıştı.
Eğitsel konuşmalarımızda ilk sıkıcı ve acı şey şu oldu: Sapık cinsel
münasebetlerde sihirli cazibesi sayesinde üstünlüğü paylaşmak...
Bu halde de "özel akim" bozulmadığını iddia edebiliriz. Belki de birçok
kimse, genç kızların tamamıyla uzak kalmaları karşısında bu yolu seçerdi.
Büyük genelleştirme eğilimi çoğu zaman hayat stilinin dokusundaki başlıca
eksiklik şeklinde kendisini göstermektedir.
"Hayat planı" ve "düşünce" karşılıklı olarak birbirini tamamlamaktadır.
İkisinin de kökleri, çocuğun deneyimlerinin sonucunu söz ve kavramlar ile
ifade edemediği bir evrede bulunur. Fakat çocuk, daha bu evrede, sözle ifade
edemediği deneyimlerinin sonuçlarında, çoğu zaman, önemsiz sanılan
olaylardan ve açıklamadığı güçlü duygusal deneyimlerinden hareketle
davranışının genel şekillerini geliştirmeye başlar. Konuşulmayan ve
kavramların bulunmadığı bir evrede meydana gelen genel sonuçlar ve ilgili
eğilimler değişmelerine ve bozulmalarına rağmen, daha sonraki evreleri
etkilenmeye de
vam eder. Bu evrelerde kamu anlayışı az veya çok düzeltici bir faktör gibi
işe karışır. İnsanları kurallara, sözlere ve prensiplere fazla önem
vermelerini önleyebilir. Oldukça sık görülen aşağıdaki olay, diğerleri
yanında, aynı bozuk sürecin hayvanlarda da meydana geldiğini göstermektedir.
Küçük bir köpek sokakta sahibini takip edecek şekilde yetiştiriliyor. Bu
yetişme bir hayli ilerlediği sırada köpek hareket halindeki bir arabanın
üstüne atılarak, yana fırlıyor. Fakat yara almıyor. Bu elbette özel bir
deneydi. Bu deneye doğasal hazır bir cevap verilemezdi. Bu köpeğin
yetiştirilmesinde ilerlemeler olduğu ve kaza yerine götürülmesine imkan
bulunamadı. Böyle olunca kolay kolay şartlı refleksten söz açamayız. Köpek
sokaktan ve arabadan korkmuyordu. Fakat olay yerinden korkuyordu.
Dikkatsizliğini ve deney yetersizliğini değil de yeri sorumlu ve tehlikeli
buluyordu. Birçok insan da bu köpek gibi hareket etmektedir. Onlar da benzer
bir düşünce taşımaktadır. Hiç olmazsa "şu veya bu yerde" kaza
geçirmeyecekleri sonucuna ulaşmaktadırlar. Benzer dokular çoğu zaman
nevrozda da kendini göstermektedir. Nevrozda insan bir başarısızlık
tehlikesinden, kişilik duygusunun zayıflamasından korkar. Vücut veya ruh
arazlarından faydalanmak, bu arazları benimsemek suretiyle kendisini
korumaya çalışır. Bu arazlar, iyi anlaşılmadıkları için çözülmez sanılan
problemlerden doğan ruh tansiyonlarından meydana gelmektedirler. Bütün
bunlar insanın bir yana çekilmesine yol açar.
"Olaylar"dan değil, olaylar hakkındaki düşüncelerimizden etkilenmekteyiz. Bu
aşikârdır. Olaylara uyan düşünceleri ortaya attığımız hususundaki inancımız,
özellikle, tecrübesiz çocuklarda ve sosyal olmayan yetişkinlerde; tamamıyla
yetersiz deneye, düşüncedeki katılığa ve düşüncemizeuyan aksiyonlarımıza
dayanmaktadır.
Böylece şu sonuca ulaşıyoruz: Herkes kendisi ve hayatın sorunlarıyla ilgili
bir "görüşe", bir hayat çizgisine ve bir dinamik kanuna sahiptir. Bu kanun
onları idare eder Fakat onlar
bunu anlamazlar, bundan haberdar olmazlar. Bu dinamik kanun çocukluğun dar
çevresi içinde meydana gelir ve pek fazla bilinmeyen bir seçime göre
gelişir. Bunu yaparken çocuk yaradılış kuvvetlerinden ve dış dünya
izlenimlerinden serbestçe yararlanır. Bunu ifade etmek veya matematik bir
formül ile tanımlamak mümkün değildir. "İçgüdülerin", "eğilimlerin" dış
dünya izlenimlerinin, eğitimin yönü ve bunlardan yararlanma yöntemi çocuğun
sanat eseridir.
Hayatının başından itibaren annesi tarafından her türlü çabadan uzak
tutulan, şımartılmış bir çocuk, sonraları işlerini nadiren düzen içinde
yapabilir. Herşeyin başkaları tarafından yapılması gerektiği düşüncesini
taşır. Burada da, aşağıdaki hallerde olduğu gibi, teşhisin zorunlu kesinliği
ancak daha güçlü bir doğrulama ile elde edilebilir.
Kendisine erkenden ebevenylerine isteklerini yaptırmak imkanı verilen bir
çocuğun hayatta başkalarına egemen olma isteği duyacağını düşünebiliriz. Bu
ise, hayal kırıklığını doğuran dış dünya deneyleri yüzünden çocuğun
çevresine karşı "çekingen bir durum" almasına yol açabilir. Çocuk, cinsel
arzuları da içine alan bütün arzuları ile evine çekilir. Kendini sosyal
duygu yönünden düzeltmeye çalışmaz. Erkenden, verim olanakları ölçüsünde en
geniş anlamda işbirliğine alışan çocuk bütün hayat problemlerini insan üstü
isteklerle karşılaşmadıkça, daima ortak haya hakkındaki doğru düşüncesine
göre çözmeye çalışır.
Aynı şekilde, ailesini ihmal eden bir babanın kızı; bütün erkeklerin aynı
olduğu hususundaki düşüncesini, özellikle, erkek kardeşlerinin, yakın
akrabalarının, komşularının, kitaplardaki izlenimlerin verdikleri benzer
örneklerin de etkisiyle, değiştirmez. Erkek kardeşin daha yüksek öğrenime,
daha önemli bir mesleğe yönelmesi, genç kızlarda aynı şeyi yapamayacakları
veya haksız olarak yüksek öğrenimden yoksun edildikleri düşüncesini
kolaylıkla doğurabilir. Evlerinde terkedildiğini veya ihmal edildiğini
hisseden çocuk, şöyle demek
ister gibi güçlü bir utangaçlık geliştirebilir: Daima geri kalmaya mecbur
olacağı fikriyle, ya da düşüncesini bir başarı imkanına dayandırarak
aşırılığa kaçan ihtiraslarla herkesi geçmeye ve herşeyi değersizleştirmeye
çalışabilir. Oğlunu aşırı derecede şımartan bir anne oğlunun her yerde ilgi
merkezi olması gerektiği düşüncesini taşıyabilir. Anne oğlunu aralıksız
olarak tenkit ve azarlamalar ile küstürdüğü, bundan başka, diğer bir oğlunu
tercih ettiği takdirde, çocuk sonraları bütün kadınlara güvensizlikle
bakabilir. Bu ise her türlü sonuçlara yol açabilir. Bir çocuk çeşitli
hastalıklara tutulduğu takdirde dünyanın tehlikelerle dolu olduğu
düşüncesine ulaşabilir ve bu düşünceye göre hareket edebilir.
Binlerce çeşitleriyle bütün bu düşünceler gerçeklik ve gerçekliğin
istekleriyle çatışabilir. Bir insanın kendisi ve hayat problemleri
hakkındaki yanlış görüşü er geç, sosyal duygu yönünde çözüm isteyen
gerçekliğin yumaşamaz mukavemetiyle karşılaşır. Bu karşılaşma esnasında
meydana gelen sonuç bir şokla karşılaştırılabilir. Bütün bu hallerde "görüş"
bir bireyin dünya hakkında tasarımına uyarak bireyin düşüncesini,
duygularını, iradesini ve aksiyonunu değerlendirir.