Davranışçı Yaklaşım
Doç. Dr. Filiz Demiröz
Öğrenme ile ilgili ilk deneysel araştırmalar 20. Yüzyılın başında Pavlov’un
Rusya, Watson ve Thorndike’ın Amerika’da yaptıkları insan ve hayvanların
laboratuarda belli bir durumda nasıl davrandıklarına ilişkin çalışmalarla
başlamıştır. Bu psikologların çalışmalarının odak noktası hayvan ve insan
davranışları olduğu için bu yaklaşımı benimseyenlere davranışçı ve
geliştirdikleri kuramlara davranışçı kuramlar denilmiştir. Davranışçılar
öğrenmeyi uyarıcı ile davranış arasında bağ kurma işi olarak görmektedirler.
Uyarıcı, organizmayı harekete geçiren iç ve dış olaylardır. Duyduğumuz bir
ses, gördüğümüz bir ışık, resim, aldığımız tat bizim için birer uyarıcıdır.
Uyarıcılar organizmayı etkileme gücündedir. Bir uyarıcı karşısında
organizmada meydana gelen fizyolojik ya da psikolojik değişme, davranım ya
da tepki olarak adlandırılır. Davranımların bir araya gelmesiyle oluşan
eylem ise davranış olarak nitelendirilir.
Davranışçılara göre davranış değişmesine neden olan üç temel öğrenme süreci
vardır. Bunlar: “klasik koşullanma”,”edimsel koşullanma” ve “gözlem yoluyla
öğrenme”dir.
Klasik koşullanma kuramına göre birey doğal olarak bir uyarıcı karşısında
gösterdiği tepkiyi, tepkiye neden olan uyarıcıdan hemen önce gelen bir
uyarıcıya da göstermeyi öğrenebilir. Ancak bu tip öğrenmeler genellikle
rastlantısal olarak meydana gelmektedir. Bu nedenle eğitim programında
uygulamak oldukça güçtür.
Edimsel koşullanma kuramına göre ise, hayvan ve insan davranışlarını,
davranışın sonucu belirler. Davranış olumlu sonuç verirse (pekiştirilirse),
davranışın tekrar ortaya çıkma olasılığı artar. Sonuç olumsuzsa davranış
tekrarlanmaz. Bir davranışı hoşa giden bir uyarıcı takip ederse bu duruma
olumlu pekiştirme, hoşa gitmeyen bir uyarıcı takip ederse olumsuz pekiştirme
denir. Örneğin sınıfta genellikle ayakta dolaşan bir ilk okul birinci sınıf
öğrencisine, oturup ders dinlediği zamanlar aferin denilir, yıldız verilirse
öğrencinin zamanla oturarak ders dinleme süresi arttırılabilir. Diğer bir
deyişle pekiştirilen davranış öğrenilir. Bu nedenle öğretmenler öğrencilerin
olumlu davranışlarını pekiştirmelidir. Öğrencinin davranışının onaylanması,
aferin denilmesi, iyi not alması birer pekiştireçtir. Okul öğrenimlerinde
daha çok edimsel koşullanma kullanılır.
Davranışçı yaklaşıma göre birey bazı durumlarda çevresindeki kişilerin
davranışlarını ve sonuçlarını gözler. Gözlediği davranışlardan sonucu olumlu
olanları model olarak alırken, sonucu olumsuz olanları göstermez. Buna model
alarak öğrenme (gözlem yoluyla öğrenme) denir. Örneğin sınıfta doğru cevap
veren arkadaşının yüksek not aldığını gören öğrenci sınıf içinde daha çok
söz almaya çabalayabilir bu da derse katılımı yükseltir. Fakat söz alıp
azarlandığını gören öğrenci ise söz almama eğilimi gösterebilir. İnsanlar bu
şekilde okulda, ailede arkadaşlarından ve kitle iletişim araçlarından pek
çok davranış öğrenebilirler.
Klasik Koşullanma Kuramı
Ve
Ivan Pavlov
Klasik koşullanma ile öğrenme ilk kez Rus bilim adamı Ivan Pavlov tarafından
ortaya atılmıştır. Fizyolog olan Pavlov, köpekler üzerinde sindirim
sistemiyle ilgili araştırma yaparken, köpeğin fizyolojik olarak, yiyecek
ağzına girdiği zaman sindirimi başlatan salyayı salgılamasını gerekirken,
yiyeceği hatta yiyecek getiren kişiyi gördüğünde de salya salgıladığını fark
etmiştir. Daha sonra bu olguyu sistematik olarak laboratuar ortamında
araştırmaya karar vermiştir.
Pavlov kontrollü bir deneysel ortam oluşturduktan sonra, köpeğe düzenli
olarak, yiyecek vermeden hemen önce zil sesi vermiştir. Bu ilişkiyi pek çok
kere tekrarladıktan sonra, yiyecek vermediği durumlarda da zil sesini
duyduğu zaman köpeğin salya salgıladığını görmüştür. Diğer bir deyişle köpek
sil sesi ile salya akıtmayı öğrenmiştir.
Pavlov, yiyecek ile salya salgılama arasındaki ilişki doğal ve otomatik
olduğu için, yiyeceğe “koşulsuz uyarıcı”, salyaya ise “koşulsuz tepki “
demiştir. Yeni uyarıcıya (zil sesi) ise, doğal yoldan köpeğin salya
salgılamasına neden olmadığı için “koşullu uyarıcı”, zil karşısında
gösterilen salya salgılama davranışına ise “koşullu tepki” adını vermiştir.
Klasik koşullanmanın gerçekleşmesi için, aşağıdaki koşulların oluşması
gerekir.
•Klasik koşullanmanın gerçekleşmesi için öncelikle yiyecek-salya örneğinde
olduğu gibi , doğal bir uyarıcı-tepki bağının olması gerekir. İnsan
organizmasında göze ışık tutulunca göz bebeğinin büyümesi, dize vurulunca
ayağın yukarı doğru hareket etmesi, ani bir gürültü karşısında irkilme gibi
tepkiler koşulsuz uyarıcı ve tepki bağlarıdır.
•Koşullu uyarıcının koşulsuz uyarıcıdan hemen önce verilmesi, iki uyarıcının
birleştirilmesi gerekir. Pavlov’un deneyinde köpek, zil sesi ile eti
birleştirmektedir.
•Koşullu uyarıcı ile koşulsuz uyarıcı bağının tekrarlanması gerekir. Ancak
bazı korku yaratan durumlarda tek bir yaşantı da öğrenmeyi sağlayabilir.
Gagne(1965) klasik koşullanmayı işaret öğrenme olarak tanımlamaktadır. Çünkü
koşulsuz uyarıcıdan önce verilen uyarıcı, koşulsuz uyarıcının geleceğinin
bir habercisidir. Pavlov’un deneyinde köpek zil sesini duyduğunda yiyeceğin
geleceğini bildiği için salya salgılamaktadır. Diğer bir deyişle, zil etin
geleceğinin habercisidir. Günlük hayatımızda bizi davranışa yönelten kapı
zili, saat zili, trafik işaretleri karşısında gösterdiğimiz davranışlar
birer işaret öğrenmedir.
Bazı durumlarda organizma, bir uyarıcı karşısında gösterdiği koşullu tepkiyi
benzer durumlarda da gösterir. Buna uyarıcı genellemesi denir. Pavlov
yaptığı deneylerde köpeğin farklı tonlardaki zil seslerine de salya
salgıladığını göstermiştir. Benzer şekilde doktordan korkan bir çocuk, beyaz
gömlek giyen kasaptan da korkabilir.
Organizma benzer uyarıcılara benzer tepki gösterebildiği gibi uyarıcılar
arasındaki farkı da ayırt edebilir. Bu duruma uyarıcıyı ayırt etme denir.
Pavlov denek köpeğe sadece belli bir zil sesi ile et verip diğer zil
seslerinde vermeyince köpeğin, arkasından et gelen sesi diğer sesten ayırt
ederek sadece et verilen sese salya akıttığını görmüştür.
Pavlov başka bir deneyinde zil sesi yerine uyarıcı olarak biri çembersen
diğeri oval iki ışık kullanmıştır. Köpeğe yiyeceği çembersel ışıktan sonra
verip, oval ışıktan sonra vermemiştir. Bir süre sonra köpeğin çembersel
ışığa refleks gösterdiğini, oval ışığa ise göstermediğimi; ancak, oval ışığı
çembersel ışığa dönüştürme süreci başlayınca, hayvanın ayırt etme
sıkıntısına düştüğünü ve çok geçmeden hırçınlaşarak sağa sola koşup
havlamaya başladığını saptamıştır. Bu sonuç kuşkusuz, hayvanların da
insanlar gibi deneyimler yoluyla refleksler kazanabilecekleri anlamına
gelmektedir.
Pavlov bu kadarla yetinmemiş ve yine deneysel olarak, hayvanların da
insanlar gibi koşullanmayla edinilmiş reflekslerden kurtulabileceğini
göstermiştir. Ağız sulanması refleksine dönelim, refleksin kurulmasına
yönelik ilk aşamada,yiyecek verilmeden önce zil çalınmaktaydı. Bu aşamada
köpeğin bir süre sonra yiyecek beklentisi içine düştüğünü gördük,
koşullanmayı çözmeye yönelik ikinci aşamada, zil çaldığı halde yiyecek
verilmez; beklenti giderek zayıflamaya başlar, sonunda zil sesi etkisini
yitirir ve koşullanma kırılır. Zil sesine karşı hayvanda refleks görülmez
olur. Bu, hayvanlarda da koşullanmış davranışın doğal reflekse dönüşmediği
anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle deneyimle kazanılan (ya da
yitirilen) bir refleks, salt fizyolojik bir olay değil, kimi ruhsal yetileri
de içeren, psikolojik bir davranıştır. Yani klasik koşullanma yoluyla
kazanılan davranışlar koşullu uyarıcı koşulsuz uyarıcı bitişikliği ortadan
kalkınca giderek azalır ve kaybolur bu duruma da davranışın sönmesi denir.
Pavlov’un ulaştığı bu sonucun, yüzyılımızın ilk yarısında büyük bir atılın
içine giren “Davranış Psikolojisi” dediğimiz Behaviorism’e yol açtığı
söylenebilir ve sindirim sistemi üzerindeki çalışması da Pavlov’a Nobel
Ödülü kazandırmıştır. Fakat onu dünya ölçüsünde ünlü kılan koşullanmış
refleks çalışması olmuştur.
Klasik koşullanma insanların karmaşık bilgileri öğrenmesini
açıklayamamaktadır. Ancak insanların, belli bir nesneye ya da olaya karşı
gösterdiği bazı duyuşsal tepkilerin klasik koşullanma ile öğrenildiği
sanılmaktadır. Örneğin ilk defa İzmir’e giden bir insan, orada cüzdanını
çaldırırsa, cüzdanın kaybolması ile ortaya çıkan hoş olmayan duygularını
İzmir’e karşı da duyabilir. Bunun gibi sevdiğimiz biri ile ilk
karşılaştığımız yere karşı da olumlu duygular geliştirebiliriz.
Bazı boş inançlar da bu biçimde öğrenilebilir. Örneğin başarılı olduğumuz
bir sınavda kullandığımız kalemin bize şans getirdiğine inanarak tüm
sınavlara o kalemle girebiliriz. Ya da bir hasta, hastalığı boyunca havuç
yerse, iyileştiği zaman o hastalığı havucun iyileştirdiğine inanabilir.
Klasik koşullanma ile açıklanan diğer bir öğrenme de fobik tepkilerdir.
Fobiler, göreli olarak zararsız nesne ve durumlara, aşırı ve akılcı olmayan
tepkiler gösterme biçiminde tanımlanabilir. Çevremizdeki bazı kişilerin
köpekten, asansörden vb. aşırı derecede korktuklarını görmüşüzdür. Bu
kişiler korkularının yersiz ve anlamsız olduğunu bildikleri halde, bu
duygularından kurtulamazlar. Bu korkularının nedeni geçmiş yaşantılarında
oluşmuş bir koşullanmadan kaynaklanıyor olabilir. Fobiler, davranış
değiştirme teknikleri kullanılarak ortadan kaldırılabilir.
Klasik koşullanma ile bütün davranışların değiştirilebileceğini savunan
psikologlardan biri de Watson’dur. Watson; yürüme, konuşma, koşma gibi
karmaşık becerilerimizin hep uyarıcı davranım arasında bağ kurma yoluyla
öğrenilmiş davranışlar olduğunu ve bütün davranışların klasik koşullanma
yoluyla öğretilebileceğini savunmuştur. Hatta düşüncenin bile bu süreç
yoluyla analiz edilebileceğini ileri sürmüştür. Watson, “bana bir düzine
sağlıklı çocuk verin, gelişigüzel seçtiğim her bir çocuğu kendi seçtiğim
herhangi bir alanda –doktor, sanatçı, hakim- uzman yapacağıma garanti
veririm. Hatta dilenci ve hırsız bile yaparım, yetenekleri ve becerileri ne
olursa olsun” demiştir.
Klasik Koşullanma İle İlgili Bazı Kavram Ve Süreçler
1.Genelleme: Sobada bir kez eli yanan çocuk, ısı yayıcı ev aletlerinin
tümünden korkabilir.
2.Geçiş (Transfer): Bisiklet kullanmayı bilen bir kimsenin motosiklet
kullanmayı daha kolay öğrenmesi gibi (olumlu geçiş). İki parmak daktilo
yazmayı öğrenmiş bir kişi, on parmak daktilo yazmayı öğrenmede çok büyük
güçlükler çekebilir (olumsuz geçiş).
3.Ayırt etme: Elektriğe çarpılmış bir kişinin çarpılma nedenini araştırması
ve tellerin izolesiz olduğunu görmesi sonucunda izoleli tel dışındaki
tellere çıplak elle dokunmaması gibi.
4.Deneysel çözülme (Sönme): Deneysel çözülme olayı, öğrenmede tekrarın başlı
başına öğrenme şartı olmadığını, davranışların değişmesinde temel
ihtiyaçların doyurulmasının ve ödüllendirilmesinin önemli bir rol oynadığını
belirtmektedir.
Öğretimde Klasik Koşullanmanın Yeri Ve Önemi
Öğrencilerin okulla ilgili duyuşsal özelliklerinin oluşmasında klasik
koşullanma rol oynayabilir. Bazı öğrencilerin okula, öğretmene ya da belli
bir derse yönelik kaygıları ve yersiz korkuları olduğu gözlenmektedir.
Bunlara okul içi ve okul dışı yaşantıları sırasında meydana gelen
koşullanmalar neden olmuş olabilir. Örneğin öğreniminin ilk yıllarında
matematik öğretmeninin sevmeyen bir öğrenci, öğretmeni değiştikten sonra da
bu dersi sevmemeye devam edebilir. Okul arkadaşı ile kavga eden bir öğrenci
okula gitmemek isteyebilir. Bu örneklerden birincisinde öğrencinin asıl
olumsuz tepki gösterdiği obje öğretmen olmasına rağmen, öğrenci matematik
dersi ile öğretmenini birleştirmiş ve öğretmenine karşı duyduğu duyguları
derse karşı da duymaya başlamıştır. İkinci örnekte ise öğrencinin olumsuz
tepkisi kavga ettiği arkadaşına yönelik olduğu halde, olay okulda meydana
geldiği için okula gitmek istememektedir.
Okulda bu tür olumsuz koşullanmaların meydana gelmemesi için okul ve sınıf
ortamının öğrencinin hoşuna gidebilecek biçimde düzenlenmesi, okulda
öğrencinin olumsuz yaşantı geçirmesine neden olacak durumlardan kaçınılması
gerekir. Ayrıca öğrencilerin geçmiş yaşantılarında kazandıkları olumsuz
koşullanmalar varsa, bu davranışlar söndürülmeye çalışılmalıdır.
Davranışçı yaklaşım öğrenmeyi mekanik ve basit olarak tanımladığı için
eleştirilmiştir. Oysa, insanın öğrenmesi, klasik koşullanma (hatırlama ya da
alışkanlık) ve edimsel koşullanmayı ele alarak karmaşık düşünme süreçlerini
de içermektedir. Bugün pek çok davranış kuramcıları bilişsel öğrenme
süreçlerini daha fazla dikkate almaktadır.
Geleneksel ve günümüz davranışçı görüşleri sadece okullarda değil,
endüstride ve sağlık sektöründe de oldukça geçerlidir. Günümüz eğitim
programlarında etkisini sürdüren davranışçı kuramlardan hala
vazgeçilmediğini, gelecekte de etkilerini sürdüreceklerini söyleyebiliriz.
Ancak her şeye rağmen klasik koşullanma yoluyla öğrencilere kasıtlı ve
planlanmış olarak davranış öğretmek çok zordur.
Davranışçı Yaklaşımın Öğretim İlkeleri
1. Öğrenci öğrenme sürecinde aktif olmalıdır. Öğrenci öğrenme sürecinde
ancak yaparak öğrenebilir.
2. Öğrenmede pekiştirme önemli bir yer tutar. Öğrencilerin olumlu
davranışları öğretmen tarafından pekiştirilmelidir.
3. Öğrenmede tekrar, özellikle becerilerin kazanılmasında ve öğrenilenlerin
kalıcılığının sağlanmasında önemli rol oynar.
4. Öğrenmede güdülenmenin çok önemli bir yeri vardır. Öğrencinin bir
davranışı yapabilmesi için o davranışı yapmaya istekli olması gerekir.
KAYNAKÇA
1.Doç. Dr. Osman Karacan, EĞİTİM PSİKOLOJİSİ - KURAM VE İLKELERDEN UYGULAMA
Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyeleri Ankara - 1989
2.Cemal Yıldırım, BİLİMİN ÖNCÜLERİ Tübitak Yayınları – 1996, 5.Basım
3.Prof. Dr. Münire Erden, Doç. Dr. Yasemin Akman, EĞİTİM PSİKOLOJİSİ Alkım
Yayınları – 1997,
4.Prof. Dr. Münire Erden, ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNE GİRİŞ Alkım Yayınları – 1998