Toplum Ve İntihar

Barış Çoban


İntihar insanın kendi varoluşu üzerine söyleyebildiği son sözdür. İntihar toplumsal bir anlama sahiptir, çünkü bir iletişim biçimi olarak intihar toplumsal yapı ve koşulların belirlediği öznenin kendi bağımsız varoluşunu başlatıp bitirdiği yerdir. Topluma ve toplumsal iktidara gösterilen ise iktidar ilişkilerinin ürettiği eşitsizliklerin insanlık dışılığıdır. İntihar insanın insan olarak kalma isteminin ifadelerinden bir tanesidir, Lacancı anlamda iktidarın denetiminden kaçışın gerçekleştiği "öznenin özgür alanı"dır, bu anlamda da "gerçekten öznelliğin kurucusu"dur (Zizek,2003;16-23), Lacan sonuçta "son kertede tek sahici eylemin intihar olduğunu" söyler (Zizek,2004;207). Çünkü, özne için varoluşunu belirleyen, kısıtlayan, sakatlayan iktidarın bedensel ve zihinsel denetiminden tam olarak çıkılabildiği tek eylem kendini yoketme eylemidir.

İntihar Üzerine adlı çalışma, Marx’ın ülkemizde oldukça az bilinen metinlerindendir ve intihar sorununu kadınlar dolayımıyla ele almasıyla da Marxist düşünüşün kadın sorununa bakışının ilk örneklerinden birini oluşturur. İntiharın simgesel bir gösterge olarak toplumsal yaşamın bir ürünü olduğu gerçeği, Marx tarafında kapitalizm eleştirisi bağlamında ele alınmıştır. Çalışma, Peuchet metninin Marx tarafından seçilen parçalarından oluşmaktadır ve metnin yeniden düzenlenmiş hali ve çevirisi Marx'ın bakışını yansıtmaktadır. Makale bireysel vakalar üzerinden, kapitalizmin toplumsal yaşama özelliklede sınıf ayrımı yapmaksızın kadınlara karşı olan olumsuz etkisinin anlatımını içermektedir.

Freud tarafından da belirtildiği gibi "bireysel psikoloji daha baştan ve eşanlı olarak bir toplumsal psikolojidir" (Enriquez,2005;63)., Bu bağlamda Marx'ın çalışmasında ele alınan vakalar toplumsal psikolojinin yansıtıcıdırlar, toplumsal psikolojinin temel belirleyenlerini oluşturan üretim biçimi, üretim ilişkileri, bu bağlamda önem kazanmakta ve intihar vakalarının anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Kapitalizmin ürünü olan toplumsal kültür ve toplumsal ilişkiler insanların kendi gerçekliklerini yaşantılamasını engellemekte ve kendi gerçekliğine uzak, nevrotik bir toplum yapısı üretmektedir.

Özne, süreğen olarak devam eden, bitmemiş bir süreçtir. Özne kendini tamamlamak ve bütünlüğü yakalamak ister, ancak her zaman için bitmemiş bir süreç olarak kalır. Özne toplumsal yapının, daha doğrusu egemen ideolojinin, etkisi ile biçimlendirilir ve her toplumsal pratikle yeniden biçimlendirilir. Bu yeniden biçimlendirme iktidar aygıtı tarafından özne olarak yeniden üretilme süreci bu yapının dışına çıkılmadıkça devam eder. Egemen iktidar kendi aynasında öznenin ilk başta kurmuş olduğu yanılsamalı bütünü sürekli olarak yeniden üretir. Ancak, iktidar özneleri yeniden üretebilmek ve üretim sürecine yeniden sokabilmek için onları sözde mutluluklarla oyalar, bu bağlamda kitle kültürü ve kitle iletişim araçları devreye girer. Kendi gerçekliği üzerine düşünme yeteneğini kaybeden ve sorgulayamayan insanların varlıklarını sorgulamaları sözkonusu olmadığı için toplumsal bağlamda muhalefet etmeleri engellenir. (Pseudo)Özne, farkındalığa sahip olmadığı için de içinde yaşadığı gerçekliği bilinç bağlamında toplumsal gerçekliği yorumlayarak aşamaz, gerçekliğin toplum tarafından dönüştürülebileceğini göremez, tekil olarak yapabileceği tek aşma, dönüşüm ise kendini yok etmesiyle, intihar ile mümkündür.

Kapitalizmde gerçek insani ilişkiler, "meta fetişizmi" yüzünden, şeyler arasındaki gizemli ilişkiler gibi görünür. Bunun sonucunda toplumun gerçek işleyiş biçimi gizlenir ve göz ardı edilir: emeğin toplumsal karakteri, artık toplumsal ürünler olarak tanınamayan metaların dolaşımının arkasında gözlerden saklanır. Dinsel anlamlandırma sistemi ne benzer bir şekilde maddi gerçeklik, maddiliğinden koparılır, yerinden çıkarılır, sökülür ve bu bağlamda gizemlileştirilmiş ve maddi gerçekliği yansıtmayan yeni bir kurgusal gerçekliği yansıtacak şekilde tekrar dikilir. Ve bir diğer önemli sonuç olarak; toplum bu meta mantığı ile parçalanır: ortak toplumsal emeğin kolektif etkinliğini cansız, soyut şeyler arasındaki bir ilişkiye dönüştüren metanın atomize edici işlemlerine maruz kalan toplumu artık bir bütün olarak düşünme kolay değildir.

İntihar bireysel bir vaka olarak ele alınsa da gerçekte birey toplumsalın bir ürünü olduğu için bireysel intiharlar toplumsal yaşamın ürünleridir ve her intihar içersinde yaşanılan toplumun yarattığı bir nedenin sonucu olarak ele alınmalıdır. Ben'in yani öznenin oluşum sürecinin başlangıç yeri olan aile ve sonrasındaki tüm toplumsal kurumlar özneyi toplumsallaştırmanın yanı sıra onun kendisini özgürce var edebilmesini olanaksızlaştıran engelleri de yaratır ve özneleri birbirine benzeyen "nesne"ler olarak üretir ve yeniden üretirler. Bu bağlamda tüm toplumsal pratikler içersinde yaşanılan üretim ilişkilerinin, toplumsal ilişkilerin yansıtıcısıdır. Kapitalizmin dayattığı toplumsal ilişki biçimlerinin tüm toplumu yabancılaştırması metafetişizmi sadece ezilen sınıflar için değil, tüm diğer sınıflar içinde psikolojik bozuklukların nedenidir. Marx’ın intihar üzerine adlı çalışması bu nedenle önem taşır. Çünkü kapitalizm sadece ezilen sınıfların zararına değil tüm sınıfların zararına işler ve insan dışılaştırıcı özellikleri nedeniyle tüm sınıfların kurtulması gereken bir beladır. Temel olarak kapitalizmin yarattığı sorun tüm toplumu ilgilendirir, çünkü kapitalizmin ürettiği yabancılaştırıcı, şeyleştirici toplumsal ilişkilerden kimse kaçamaz.

Toplumsal bağlamda intihar bir sonuçtur ve nedenleri toplumsal yaşamın içersinde gizlidir. Bir gösteren olarak intihan anlamak için gösterilenin ne olduğuna bakmak gerekir. Bireysel intiharların incelenmesi bu bağlamda toplumsal yapı içersinde kapitalizmin yarattığı tahribatın incelenmesidir. Kapitalizmin insani özgürleşmeyi engellediği ve insanın sürekli olarak bastırıldığı bir sistemde, farklı direniş biçimleri ortaya çıkar ve tüm özneler sl kökeni fark etmeksizin farklı bastırılma ve kısıtlamaları yaşantılarlar. Bunun sonucunda bastırılmış olanın geri dönüşü yaşananların sonucu olarak ele alınmalıdır, ancak bastırılmış olanın geri dönüşü yaşanan sorunu doğrudan yansıtmaz, bilinç yapısındaki kopmalar, kırılmalar, yerinden çıkmalar, kısa devreler vb. asıl sorunsalı gizler, gizemlileştirir. Çünkü Freud'un vurguladığı gibi “bastırılmış olan her şeyin geri dönmediğini ya da parçalar halinde geri döndüğünü ve hatta farklı çağlarda ve genellikle tuhaf tezahürler şeklinde geri döndüğünü" (Enriquez,2005;152) gösterir. İntihar bu bağlamda bastırılmış olanın geri dönüşü olarak ele alınabilir, ancak her bastırmanın da intiharla sonuçlanması zorunlu değildir, toplumsal özne bastırılmışlıklarını farklı şekillerde de ödünler.

Sınıfsal bağlamda bakıldığında intiharın yalnızca ezilen sınıfın değil tüm sınıfların sorunu olduğu görülür. Kapitalizmin ürettiği özne eksik, parçalanmış bir öznedir ve kapitalizm her toplumsal pratik ile birlikte bu özneyi daha da fazla eksiltir ve parçalar. İntihar simgeseldir, bu kapitalizmin toplumsal yapıda bu bağlamda tüm öznelerin yaşam ve bilinç yapısında neden olduğu parçalanmaya gönderme yapar. Toplumsal yapı simgesel bir düzene sahiptir, toplumun kurucu gücü ve topluluğun devamını ve yeniden üretimini sağlayan güç kendini, maddi üretimsel güç kadar maddi simgelerle kanıtlar ve toplumsal yapının egemen ideolojinin belirleyiciliği doğrultusunda sürdürülmesi sağlar. Toplumsal yapının maddi yanı, toplumsaldan kaynaklanırken, tinsel yan kurucu güçten dolayımlanır ve toplumsal bilince ve bilinçdışına eklemlenir. Toplumsal yapı içindeki bireylerin bilincini belirleyen egemen yapıdır; bireysel bilinç "toplumsal ideolojik bir olgudur" (Voloşinov,2001;52). Özneler, bireysel özgür bir seçim ile kendilerini yapılandıramazlar; "özgür bir seçim yapma yetisine sahip olduğunu düşünen özne psikotik bir öznedir" (Zizek,2002:180). Çünkü, öznel olarak her zaman için bizi öncelleyen iktidar tarafından belirleniriz ve "bizim, insani anılarımız da, hepimizin bireysel mitlerimizi oluşturan unsurları büyük Öteki'nin", ya da bize kendi gerçekliğini dayatan iktidarın "hazinesinden ödünç almamız anlamında, dışarıdan yerleştirilmiş" tir (Zizek,2002;100). Bu anlamıyla sınırsız bireysel özgürlük bir yanılsamadır, ya da kapitalist ilişkiler içersinde sadece gerçekleşmesi olanaksız ütopik bir istemdir. Bu nedenle de intihar kapitalizmin kara gerçekliğinden ütopyaya kaçış gibi de okunabilir.

Küreselleşme ve intihar

Küreselleşme süreciyle birlikte "sözde 'ulusal' ekonomilerin yol geçen hanına dönüşleri ve gelip geçicilikleri, faaliyetlerini yürüttükleri mekanın kayganlığı ve yurtsuzlaşması yüzünden, küresel finans piyasaları kanunlarını ve reçetelerini dünyaya dayatıyor. 'Küreselleşme' bu mantığın hayatın bütün veçhelerine totaliter bir uzantısından başka bir şey değildir" (Bauman,2000;77). Küreselleşme sürecinin ekonomiden başlayarak tüm yaşamsal alanları belirleyen bir güç haline gelmesi tarihsel anlamda toplumsal değişim ve dönüşümleri de beraberinde getirmektedir. Tüm yaşam alanlarına sızan küresel ekonomi ve buna bağlı ideoloji, siyaset ve kültür yaşamsal pratiklerin yerinden çıkmasına ve yeni bir paradigmaya girmesine neden olmuştur. Bütün bu değişim ve dönüşümlere rağmen kapitalist üretim ilişkileri içersinde insanlık için temel olan sorunlar emek sömürüsü, yabancılaşma vb. hala geçerliliğini korumaktadır. Küreselleşme süreci ve ulusötesi şirketler sınıfsal çelişkileri azaltmaktan çok keskinleştirmekte ve orta sınıfları ve diğer sınıfsal kesimleri de yoksullaştırmaktadır. Bu bağlamda sorun sadece en alttakilerin proleterlerin değil insan olarak kalmak isteyen farklı toplumsal sınıflardan tüm insanların sorunu olmaya başlamıştır.

Küreselleşme süreci ise intiharların yeni bir boyutta ele alınmasını beraberinde getirmiştir. Küresel ekonomi yeni intihar biçimlerini ve yöntemlerini üretmiştir. Her ekonomik alanda yaşanan değişim ve gelişmeler üretim biçiminin ve üretim ilişkisinin geçirdiği değişimler kendisini toplumsal pratiklerde yansıtılır. Dünyanın geri kalmış bölgelerinde küresel ekonominin politikalarıyla beraber yaşanan yıkımlar intihar oranlarının artmasını beraberinde getirmiştir. Bunun yanında küresel gücün başlattığı ya da sürdürülmesinden çıkar sağladığı savaşlar ve çatışmalarla Ortadoğu'da, Kafkaslarda, Balkanlarda, Orta Asya'da vb. istikrarsızlaştırılmış bölgeler yaratmakta ve tüm dünyayı etkilemektedir. Bu durumun yarattığı umutsuzluk ve geleceğin belirsizliği sözkonusu bölgelerde intihar oranlarını arttırmakta ve intiharı 'bulaşıcılık' taşıyan bir muhalefet etme biçimi haline de getirmektedir.

Küresel ekonominin yarattığı tahribat bağlamında Hindistan'da yaşanan intiharlar ele alınabilir. Hindistan geri kalmış bir tarımsal sektöre sahip büyük ve yoksul bir ülkedir. Buna rağmen İngiltere'den bağımsızlığını kazanmasından sonra bölgesel ve toplumsal gruplar arasındaki farklılıklara ve eşitsizliklere rağmen, yoksul bir ülkede demokratik bir yapıyı oluşturmayı başarmıştır. "Ulusal bütünlük, şimdiye kadar, kuvvetli bir korumacı rejim, ithal ikameci stratejiler ve stratejik endüstriyel kalkınmayla, ayrıca güçlü bir devlet müdahalesi ve düzenlemesi tarihine sahip olmakla sürdürüldü. Hindistan'ın ekonomik açıklığa ve daha az müdahaleci bir stratejiye dönmesi, merkezi devletin işlevlerini ve ekonomik gücünü baltalayarak ulusal bütünlüğü zayıflatacaktır" (Hirst,Thompson,1998;136) belirlemesi yaşanan son gelişmeler ve köylülerin toplu intiharıyla doğrulanmıştır. Vandana Shiva'nın belirttiği gibi "dünyada yaşamını sürdüren küçük çiftçilerin en büyük kısmını oluşturan Hint köylüleri, bugün yok olma tehlikesiyle karşı karşıyalar. Hindistan'ın üçte ikisi hayatını topraktan kazanıyor". Küreselleşme süreci ile birlikte tarım politikaları tüm dünyada bir dönüşüm geçirmektedir. Tarıma dayalı toplumların daha da yoksullaşması ve yokolması pahasına tüm dünyada küresel iktidarın belirlediği doğrultuda tarım politikaları yeniden düzenlenmektedir. "Çiftçiliğin doğadan, topraktan, biyolojik çeşitlilikten ve iklimden ayrılıp küresel şirketler ve piyasalarla birleştirilmesiyle ve şirketlerin açgözlülüğünün doğanın cömertliğinin yerini almasıyla küçük çiftçilerin ve küçük çiftliklerin yaşayabilirliği ortadan kaldırıldı". Küreselleşmenin bu tür adaletsiz politikaları "modernizasyonu ve genel toplumsal ilerlemeyi engelleyerek bölgesel ve toplumsal eşitsizlikleri" (Hirst,Thompson,1998;135) katlayarak arttırmaktadır.

"Çiftçi intiharları, Hint köylülerinin karşılaştıkları yaşamını sürdürme bunalımının en trajik ve dramatik belirtisi.1997 yılı, Hindistan'daki çiftlik intiharlarının ortaya çıkışına şahit oldu. Çiftçilerin hayatlarına son vermesinin kökeninde borçlanmadaki hızlı artış yatıyor. Borç; negatif, denetimsiz bir ekonominin yansıması. Üretim maliyetinin artması ve çiftlik ürünlerinin fiyatlarının düşüşü, pozitif tarım ekonomisini köylüler için negatif bir ekonomi haline getiren iki etken. Bu iki etken de ticaretin liberalleşmesi ve ulusötesi şirketlerin hakimiyetindeki küreselleşme politikalarının kökeninde yatıyor. 1998 yılında, Dünya Bankasının yapısal uyum politikaları Hindistan'ı, tohum sektörünü Cargill, Monsanto ve Syngenta gibi küresel şirketlere açmaya zorladı. Küresel şirketler girdi ekonomisini bir gecede değiştirdiler. Çiftliklerin saklanabilen tohumları, gübre ve böcek ilacı gerektirip saklanılamayan şirket tohumları ile değiştirildi. Patent belgesinin yanı sıra tohumların yenilenemezlik özellikleri ile birlikte işlenmesi tohumların saklanmasını önlüyor ve bu nedenle yoksul çiftçiler her sene ekim mevsiminde tohum almak zorunda kalıyor. Çiftliklerde bulunan ücretsiz kaynak çiftçilerin her yıl almak zorunda bırakıldıkları mal haline geldi.

Bu da yoksulluğu artırıp borçlanmaya neden oldu. Borçlar artıp ödenemez hale geldikçe çiftçiler, böbreklerini satmaya, hatta intihar etmeye mecbur kaldılar. 1997'de tohum saklama uygulaması küreselleşme baskısı altına alınıp, çokuluslu tohum şirketlerinin tohum tedarikini kontrol altına almasından beri Hindistan'da 25000'den fazla işçi canına kıydı. Tohum saklama çiftçilere hayat verdi. Tohum tekelleri çiftçileri hayattan kopardı" (Shiva).

Küreselleşmenin 1997 yılında başlayan etkisi büyüyerek devam etmektedir ve bu sorun sadece Hindistan'ı ilgilendiren bir sorun değildir, aynı akıbet tüm tarımsal üretime dayanan toplumları tehdit etmektedir. "Christian Aid adlı Britanyalı yardım örgütü, IMF ve Dünya Bankası'nın dayatması ve Britanya'nın desteğiyle serbest ticaret politikalarının uygulandığı Hindistan'ın Andra Pradeş eyaletinde, 2004'ten beri 4 binden fazla çiftçinin intihar ettiğini belirtti" (Radikal, 2005). Dünyanın sömürülenleri küresel politikalarla birlikte varoluş koşullarım belirleme hakkını tamamen yitirmişlerdir. Ulusötesi şirketlerin ve egemen küresel gücün dayatmalarıyla toplumlar küresel ekonomiye dahil olurken kendi varoluşlarını yokeden şartları kabul etmektedirler. Hindistan'da yaşananlar yalnızca sürecin başlangıç aşamasında yaşananlardır ve süreç daha yakıcı bir şekilde tüm toplumlarda kendisini gösterecektir. Christian Aid'in sözkonusu raporunda yaşananların "modern zamanlarda eşi benzeri görülmemiş bir intihar dalgası olduğu ve bir faciaya işaret ettiği belirtilerek, 'En temel sebebi borçtur. Gerisinde birçok unsur var, ama kötü havalar hariç, hepsi liberalleşmeden kaynaklanıyor' saptaması yapıldı. Örgüt, Britanya'ya kalkınma yardımı adı altında liberalleşme ihraç etmeye son vermesi uyarısında bulunurken, Başkanı Daleep Mukarji de "Rapor, serbest ticaret denen dogmanın dayatılmasının yoksul insanlara ne büyük zarar verdiğini en ince ayrıntısına dek gösteriyor. Britanya hükümetinin vatandaşlarından kestiği vergiyi Hindistanlı çiftçilerin intiharıyla sonuçlanan bir programa yatırması skandaldır" (Radikal, 17.05.2005) demiştir. Küresel ekonomik gelişim ve onun dayattığı serbest ticaret liberalizm kültürel bağlamda özgürlük, eşitlik, demokrasi gibi sunulsa da gerçekte yaşanan eşitlik ve özgürlük ezilenler için değil sadece ezenler küresel iktidar için geçerlidir.

Toplumsal İlişkiler ve İntihar

Tarım alanındaki gelişmelerden etkilenen bir diğer ülke de Çin'dir. "Çin'in ikili bir ekonomisi vardır; kısmen hızla modernleşen, Asyalı, yeni endüstrileşen bir ülkedir, kısmen de zengin kapitalist çiftliklerden ezilen köylü yoksulluğuna uzanan bir kırsal ekonomiye" sahiptir. Çin'in son zamanlarda endüstriyel alanda yaşadığı hızlı değişim ve büyüme ile küresel ekonomik gücün önemli bir bileşeni haline gelmiştir. Bu durumu ucuz işgücü ile sağlayan Çin, eşitsizliklerin ve sınıfsal sömürünün yoğun olarak yaşandığı bir ülkedir. Tarım alanında, Çin'in modern kapitalist gelişim sürecinin örneği olan büyük kapitalist çiftlikler dışında, modernizasyonunu tamamlayamaması ve feodal toplumsal ilişkileri ortadan kaldıramaması nedeniyle derin toplumsal sorunlar yaşanmaktadır ve bunun en açık göstergesi de intiharladır: "Kırsal kesimde, işsizlik ve baskı kadınlar arasında büyük toplumsal sorunlar ortaya çıkartmıştır. Çin dünyadaki en yüksek intihar oranına sahip olduğu kadar en yüksek kadın intihar oranına da (56%) sahip ülkelerden bir tanesidir. Bu intiharların arkasında yatan neden çeşitlidir, ama ana neden işe yaramamazlık faydasızlık duygusudur. Büyükannesi intihar etmiş bir kadının söylediğine göre: birçok kırsal bölgede insanlar kadınların hiçbir işe yaramadığını düşünüyor. Kadınlar tarlada çalışıyor, çocuk doğuruyor, kocalarına, çocuklarına diğer akrabalara bakıyor. Bu nedenle eğer ailesel bir sorun ortaya çıkarsa tüm dünyaları başlarına yıkılıyor". Bunların yanında, tüm dünyada ezilen kadınların karşılaştığı benzer baskı ve şiddet, kırsal kesimde daha da yoğunlaşmakta ve yaşamı çekilmez kılmaktadır, özelliklede genç kadınlar için; "Çin'de 15-24 yaşlarındaki genç kırsal kesim kadınların intihar oranları şaşırtıcı derecede yüksektir. Bu kadınlarının intihar oranlarının yüksek olmasının birçok nedeni vardır: düşük toplumsal statü, zorla evlendirme, ev içi şiddet, doğum kontrol politikaları, eşin ailesinin baskıları, kırsal yaşamdan kaynaklanan engeller, zehir olarak kullanılan zirai ilaçlara kolay ulaşabilmeleri ve tıbbi müdahale olanaklarına erişimin oldukça kısıtlı olması"(Lee). Halen feodal ilişkilerin devam etmesi ve özellikle kadınların yaşadığı baskılar ve sömürü küresel kapitalizm tarafından dönüştürülse bile yeni baskı ve sömürü biçimleri farklı toplumsal sorunların yaşanmasını beraberinde getirecek ve intiharlar, sanayi devriminin yaşandığı her ülkede olduğu gibi farklılaşan nedenlerle, devam edecektir. Bu bağlamda, çözüm kapitalizmin pseudo (sahte)"eşit, özgür, demokratik" toplumunda değil, toplumların kendi ürünü olacak gerçek "eşit, özgür, demokratik" bir dünyadadır.

Kadın intiharları yaşanılan eşitsizliğin ve sömürünün en açık göstergesidir, çünkü toplumsal bağlamda yaşanan tüm çelişkiler tüm toplumu etkiler, ancak en alttakiler daha da fazla etkilenir. Etnik ve cinsel baskılar bağlamında hem etnik ayrımcılığa hem de cinsel baskı ve sömürüye uğrayan kadınlar için içinde yaşanılan sistem sonu olmayan bir kabusa dönüşür. Türkiye gerçekliğinde ise, Kürt kadınlarının yaşadıkları baskı diğer halklardan olan kadınların yaşadıkları baskı ve sömürüden daha fazladır ve bunun yanında feodal ilişkilerle kapitalist ilişkilerin çatışması ve toplumsal kültürde yaşanan değişimler, kırılmalar Kürtler için toplumsal gerçekliği daha farklı bir paradigmaya taşımıştır. Kürt nüfusun yaşadığı "bölgede yaşanan kadın intiharları, toplumsal bunalımın bir yanını dışa vuruyor. Diyarbakır Kadın Platformunun araştırmasına göre sadece 2000 yılı Kasım ayında bölgede 303 kadın intihar girişiminde bulundu, 16'sı yaşamım yitirdi. Aynı dönemde Diyarbakır'da 119, Muş'ta 60, Van'da 38, Adıyaman'da 25 intihar vakası var. İçişleri Bakanlığı verilerine göre Batman intiharlarının %64'ü, girişimlerin %79'u kadın. İntihar girişiminde bulunanların ağırlıkla genç kızlar olduğu biliniyor, yaş ortalaması 2227 olarak tespit ediliyor" (imrek,2003). Kadınlar için, özellikle de kendisini özne olarak kurma süreci içersinde olan genç kadınlar için yaşanan tüm baskılar katlanılmaz hale gelmektedir ve sonuç olarak baskılardan kurtulmanın tek yolu bedensel olarak varlığına son vermektir, çünkü feodal baskının yoğun olduğu bu tür toplumlarda kendi özgür/özerk yaşama istemini gerçekleştirmenin önü törelerle, özellikle de töre cinayetleriyle kesilmektedir. Kadın intiharları "bölgedeki sosyal, ekonomik, cinsiyetçi koşullarla birlikte genel şiddet ortamının özel bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Bölgedeki intiharlar, Türkiye intihar eğrisinin üzerinde seyrediyor. Kapalı toplum yapısı, ataerkil aile yapılanması, aile içi şiddet, feodalizm ve dinin ağır etkileri, geleneksel değer yargılarındaki katılık nedeniyle kadında güvensizlik ve umutsuzluk, çaresizlik psikolojisini derinleştirmekte. Başlık parası karşılığında veya istek dışı evlilikler, okula gönderilmeme, dar ilişkilere hapsedilme kadın için karabasan olmayı sürdürüyor." (İmrek,2003).

Ülkemizde kadın intiharları bağlamında, Batman ili özel bir önem taşımaktadır, hem feodal ilişkilerin halen yaşandığı, etnik soruna dayanan çatışmalar nedeniyle yaşanan göç, iktidarın dışında, erkek egemen feodal yapının baskısı kadınlar için içinden çıkılmaz bir cehennem yaratmaktadır. "Dünyanın her yerinde intihar edenlerin içinde kadınların oranı yüzde 25'lerde kalırken bu oran Batmanda yüzde 75'i buluyor. Ayrıca, intihar edenlerin büyük çoğunluğunu 1985 yılından itibaren kente göç edenler oluşturuyor." Yaşanılan zorunlu göçler toplumsal bir yerinden çıkmanın ve kültürel kırılmanın yaşanmasını beraberinde getirmektedir, köy yaşamından çıkan gençlerin bilinç yapıları değişmekte, özellikle genç kadınlar köyde yaşadıkları uzamsal özgürlüğe karşın kentte karşılaştıkları kapalı bir yaşam nedeniyle psikolojik olarak çökmektedir, bunun yanında erkek egemen yapı ve özgürlüğün tamamen kadınların yaşamından alınması bu çöküşü arttırmaktadır, "kentte intihar vakalarındaki artışın, toplumsal düzensizlik, bireyi toplumsal yaşamdan koparan amaçsızlık ve mutsuzluk durumu ile yakın ilgisi olduğu anlatılarak göçler nedeniyle gelinen şehrin arzulanan ve istenilen yer olmamasının, intihara sürükleyen nedenler arasında yer aldığı" da açıkça görülmektedir. Çünkü “köyünde dar bir çevrede de olsa, bireyin kendine ait bir yaşamı" vardır. "Gençler üzerinde, dışarıdaki gelenek otoritesi ve ev içerisinde baba otoritesi yoğun bir biçimde hissedilmektedir. Kendini yaşayamayan, ifade edemeyen gençlik bunalıma girmektedir." Kente göç sonucunda küçük konutlarda kendisine ait odası bulunmayan, yalnız kalamayan, yaşıtlarıyla, özellikle de karşı cinsle iletişim kurması engellenen gençlerin tüm yaşamsal istem ve enerjileri erkek egemen baskı sonucunda engellenmekte ve yok edilmektedir. Genç erkekler daha şanslıdır, çünkü "çalışma bahanesiyle büyük şehirlere" giderek aile otoritesinden kaçabilmektedirler, ancak genç kızların tek kurtuluşu evliliktir ve evlilik de kadının gerçekten özgürleşmesini sağlamamaktadır, erkek egemen feodal ilişki bu evlilikte yeniden üretilmektedir. "Aile içi otoriteden kurtulmak için evlenen genç kız çoğu zaman aynı özellikli bir aileye gitmektedir. Evlilikte özgürlüğüne müdahale edenlerin sayısı artmaktadır.” (Cumhuriyet, 13.03.2001).

“Yaklaşık altı yıllık süreçte (1995-2000) Batman'da meydana gelen intihar ve intihar girişimlerinin toplamı 191'dir.

İntihar ve intihar girişimleri Batman'da yıllar içinde artmıştır.

İntihar eden veya intihar girişiminde bulunanların yaklaşık %75'ni kadınlar oluşturmaktadır.

İntihar eden veya girişimde bulunanlar genç yaş kategorisinde yoğunlaşmaktadır.

İntihar eden kadınların % 15.8i imam nikahı ile evli iken %8'inin kuması bulunmaktadır.

Kadın intiharları daha çok yaz aylarında yoğunlaşmaktadır.

12-18 saatleri arası en çok intihar edilen saatlerdir.

İntihar eden veya girişimde bulunan kadınların çoğunluğu okuryazar bile değildir.

Kendini asmak ve ateşli silah en çok kullanılan intihar etme yöntemidir.

İntihar nedenleri arasında belirgin bir kategori öne çıkmamakla beraber, psikolojik durum ve aile içi tartışma en çok belirtilen intihar nedenidir.

İntihar eden veya girişimde bulunanların çoğunluğunu kırsal kökenli, alt sosyoekonomik düzeydeki kişiler oluşturmaktadır."

(Deniz, İ.; Ersöz A.G.; İldeş, N. Ve Türkaslan, N., 2001).

Sonuç olarak, kapitalizm söylemsel olarak toplumsal eşitliği, demokrasiyi savunsa da toplumsal özgürlük toplumun kendi eyleminin ürünü olmalıdır. Ezilenler için, özellikle de kadınlar için kurtuluş olarak görülen intihar bireysel bir kaçış ya da kurtuluş olarak yorumlanabilir. Toplumsal yapının, bu bağlamda özellikle feodal ilişkilerin sürdüğü kırsal alanın baskıcı yapısının ya da varoşlarda yaşayan sınıfların kırsal kesimle kent arasına sıkışmış parçalanmış yan-feodal yapısının, özgürleşmesine izin vermediği ve izole edilmiş yaşamı nedeniyle toplumsal bağlamda kendisini ifade edemeyen ve sorunlarım paylaşamayan genç kadınlar, toplumsallaşamadıkları için topluma karşı direniş biçimleri geliştiremezler. Toplumsal özgürleşme aynı sorunu paylaşanların örgütlenmesi ile olası olduğu için yalnızlaştırılan, toplumsal yaşamdan koparılan bireyler direniş biçimi olarak kendilerini yok etmeyi seçerler. Gerçekte ise toplumsal anlamda ezilenlerin, bu bağlamda kadınların, özgürleşmesi intiharlarla değil, toplumsal yaşamın her alanında bilinçli bir özgürleşme hedefine sahip düşlerin ve düşüncelerin yaşama geçirilmesiyle olanaklı olacaktır. Bunun gerçekleşmesi için ise toplumsal yaşamın yeniden biçimlendirilmesi gerekir, ezilen sınıfların kendilerini ifade etmeyi öğrenmeleri ve gerçekliklerini dönüştürmek için bilinçli bir mücadeleye atılmaları zorunludur. Ezilenlerin özgürleşmesi kendi emeklerinin ürünü olacaktır, yardımsever insanların bağışı değil. Bu anlamıyla toplumsal yapıda yaşanan sorunlardan kaynaklanan intiharların engellenmesi özgürleşme amacı taşıyan toplumsal örgütlenmenin toplumun her kesimine, özellikle de ezilenler arasında, yayılması ve özgürleşmenin önündeki engellerin kaldırılması ile sağlanacaktır. Eşitliğin ve özgürlüğün yaşanması için verilen mücadele öznenin kendisini gerçekten ürettiği yer olacaktır, özne kendisini parçalayan dünyaya karşı durabilecek gücü bu süreçte üretebilecek ve farklı direniş biçimleri geliştirerek, intihar dışında bir iletişim biçimini kullanacaktır.

Kaynakça

Bauman, Z. Küreselleşme. Ayrıntı Y. İstanbul. 2000.

Deniz, İ. Ersöz A.G., İldeş, N., Türkaslan, N. Aile ve Toplum Eğitim, Kültür ve Araştırma Dergisi, 1, (4), 2748. 2001. Enriquez, E. Sürüden Devlete: Toplumsal Bağ Üzerine Psikanalitik Deneme. Ayrıntı. İstanbul. 2005.

Hirst, P., G. Thompson. Küreselleşme Sorgulanıyor. Dost Y.Ankara. 1998.

Voloşinov, V. N. Marxism ve Dil Felsefesi. Ayrıntı Y. İstanbul.2001.

İmrek, Yıldız, "Kürt Kadını, Sorunlar ve Gerçekler". 28 / 29 Haziran 2003 Tarihinde Emeğin Partisi Kadın Bürosu Tarafından Ören'de Düzenlenen Toplantıda Sunulan Tebliğ. Zizek, S. İdeolojinin Yüce Nesnesi. Metis: İstanbul.2002. Zizek, S. Yamuk Bakmak: Popüler Kültürden Jacques Lacan'a Giriş. Metis. İstanbul. 2004 Zizek, S. Kırılgan Mutlak. Encore Y. İstanbul. 2003.

Radikal Gazetesi. "Liberalleşme İntihar Sebebi". 17.05.2005.

Cumhuriyet Gazetesi. "Kente Göç İntihar Nedeni". 13.03.2001.

The Lives ofUrban and Rural Chinese Women Under Market Capitalism"

Shiva, Vandana. "Ulus Ötesi Şirketlerin Hakimiyetindeki Küreselleşmenin İntihar Ekonomisi" Lee, Sing. "In China, suicide in young wornen is a problem too"

 

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült