Şimdi size, sol elimde bir meşe palamadu ve sağ elimde bir
çakıl taşı göstermekte olduğumu varsayın.
Sol elimde görmüş olduğunuz bu meşe palamudu, kendisi gibi kaç tane meşe
palamudu üretme potansiyeline sahiptir?
Bu meşe palamudunun bir meşe ağacı olması olasılığı var mı?
Evet, var!
Evet, var!
Peki, bu meşe palamutlarının her birinin bir meşe ağacı olma olasılığı var
mı?
Evet, var!
Demek oluyor ki sol elimde gördüğünüz bu meşe palamudu, kendisi gibi sonsuz
sayıda meşe palamudu üretme {potansiyeline sahiptir. Öte yandan sağ elimde
tutmuş olduğum çakıl taşının üretme potansiyeli sıfırdır. Çakıl taşı kendisi
gibi çakıl taşı üretme olanağına sahip değildir.
Siz 'potansiyel' nedir bilmezseniz, bilinciniz 'potansiyel far-kmdalığı'yla
donanmamışsa, elimde tuttuğum bu iki şeyi potansiyel açısından ayırt
edemezsiniz; her ikisini de bir 'nesne' olarak görürsünüz.
Potansiyelin ne olduğunu bilen biri, meşe palamudu ve çakıl taşını farklı
algılar ve bunlarla ilgili farklı düşünür. Bu kişi, bir tek meşe
palamudunda, tüm Türkiye'yi meşe ağacıyla donatacak bir potansiyel olduğunu
bilir ve bu gözle meşe palamaduna bakar.
Potansiyelin ne olduğunu bilmeyen biri ise, çakıl taşı ve meşe palamudu aynı
şeylermiş gibi düşünür. Örneğin, ona göre, her ikisi de fırlatılacak bir
nesnedir ve eline geçirdiği zaman bilinçsiz olarak meşe palamudunu da çakıl
taşı gibi fırlatır, atar.
İnsan Potansiyelinin Farkında Olmak
İnsanın bir potansiyel olduğunun 'farkında olan' ve 'farkında olmayan' iki
ortamı karşılaştıralım. İnsanın bir potansiyel olduğunun farkında olan
ortam, farkında olmayan ortamdan farklı sonuçlar alır mı?
Bu karşılaştırmayı, anababa çocuk, öğretmen öğrenci, yöneten yönetilen ve
devlet vatandaş ilişkisi olmak üzere dört farklı ilişki alanında yapalım.
Anababa Çocuk İlişkisi
İnsanın bir potansiyel olduğunun 'farkında olan aile ortamı', çocuğu bir
potansiyel olarak görür. Potansiyel bilincine erişmiş ailede şu bakış
hâkimdir: "Bu çocuk kendi özel yetenekleri ve eğilimleriyle bu dünyaya
gelmiş bir varlık, bir potansiyel yumağıdır. Bu potansiyelin ne olduğunu
anlamamız ve daha sonra onu geliştirmemiz çok önemli. Bu çocuk müzik, spor,
matematik, soyut düşünce, resim gibi alanların birinde veya birkaçında
yetenekli olabilir. Çocuğu yakından gözlersek hangi alanda yeteneği olduğunu
anlayabiliriz ve bu yeteneğin gelişmesine yardımcı olabiliriz. Onun
gelişmesine uygun ortam oluşturmak, bizim sorumluluğumuzdur."
Çocuğun potansiyelini geliştirmek, anababanm sürekli akhn-dadır; aile her
şeyi, onun potansiyelinin kendine özgü bir biçimde gelişmesini düşünerek
değerlendirir.
Böyle bir ortamda çocuk, kendini özel hissederek büyür; sürüden biri
olmadığını, kendine özgü bir kişi olduğunu bilir. Kendine güveni vardır.
'Ben varım, doğalım, değerliyim, elimden iş gelir ve sevilmeye, özlenmeye
layığım duygusunu geliştirir. Güçlü ve mutludur.
Diğer yandan insanın bir potansiyel olduğunun 'farkında olmayan aile
ortamı'nda çocuğa bir potansiyel olarak bakılmaz; daha doğru bir ifadeyle,
anababanm bilinci potansiyel farkmdah-ğı'yla donanmadığı için, bakılamaz.
Çocuk daha doğmadan önce onun hangi mesleğe sahip olması gerektiğine karar
verilir; "Oğlumu makine mühendisi yapacağım", "Kızım Türkiye güzellik
kraliçesi olacak", "Para şimdi futbolda; okutmayacağım, onu futbolcu
yapacağım" gibi. Çocuğun kendine özgü bir özü, bir potansiyeli olduğunu
bilmedikleri için onu kendi istedikleri kalıba sokmaya çalışırlar; ne var
ki, bunu yaptıklarının bile farkında değillerdir. Keşfetmeye çalışan,
inceleyen, onun kim olduğunu merak eden bir gözle çocuğa bakamazlar; onun
gelişmesine uygun ortam oluşturma sorumluluğunu hissedemezler.
Böyle bir ortamda çocuk kendini özel hissetmez; sürüden biri olduğunu,
kendine özgü bir kişiliği olmadığını düşünür. Kendine güveni yoktur. 'Ben
yokum, bende bir bozukluk var, değersizim, elimden iş gelmez ve sevilmeye,
özlenmeye layık değilim,' duygusunu geliştirir. Güçsüz ve mutsuzdur.
Önemli soru: İnsanın bir potansiyel olduğunun farkında olan ailenin çocuğu,
fart; mda olmayan ailenin çocuğundan daha iyi gelişme olanağına sahip olmaz
mı? Farkında olan ailelerin çoğunlukta olduğu bir toplum ile farkında
olmayan ailelerin çoğunlukta olduğu bir toplumu karşılaştırdığınızda ne gibi
farklar görürsünüz? On yıllar ve yüz yıllar içinde bu farklar derinleşerek
büyümez mi?
Öğretmen Öğrenci İlişkisi
însanm bir potansiyel olduğunun 'farkında olan eğitim ortamı'ndaki bir
öğretmenin bakışı, farkında olan anababanm bakış tarzına çok benzerdir;
sınıfa girdiği zaman, orada gelişmek için bulunan potansiyeller olduğunun
farkındadır; kendi temel işlevinin öğrencilerine bilgi aktarmak değil,
onları geliştirmek olduğunun bilincindedir. "Şimdi benim karşımda, otuz yıl
sonra bu ülkenin yönetimini ele alacak olan insanlar var. Onların,
olabileceklerinin en iyisi olmasına katkıda bulunmak benim görevim. Bu,
görevlerin en kutsallarından biri. Bu kutsal görevin büyük bir sorumluluk
getirdiğinin farkındayım," bilinci içindedir. Çocuğun kendiliğinden ortama
getirdiği merak ve keşfetme isteği; öğretmenin çok önem verdiği bir
hazinedir.
Öğrencilerin gelişecek potansiyeller olduğunun farkında olan öğretmen,
öğrencileri sürekli soru sormaya ve katılımcı olmaya teşvîk eder;
çekingenlik nedeniyle dile getirilememiş soruları çocukların gözlerinden
anlar ve, "Galiba senin sormak istediğin bir soru var; haydi sor evladım!"
diyerek onları yüreklendirir.
Soru soran, öğrendikleri üstünde düşünen ve sorgulayan öğrenci: kendini
değerli ve güçlü görmeyi öğrenir. Kendini değerli ve güçlü gören insan, yeni
girişimlere soyunmaktan, hata yap-rMktan çekmmez; yaptığı ha talan başarıya
giden yolda atılan doğal adımlar olarak görür.
insanın bir potansiyel olduğunun 'farkında olmayan eğitim ortamı'ndaki
öğretmen sınıfa girdiği zaman, gelişmek için orada bulunan potansiyeller
olduğunun farkında değildir. Kendi temel işlevinin bilgi ezberletmek
olduğunu sanır. Bilginin iyi aktarılması için çocukların uslu uslu oturması
gerekir; bu nedenle öğretmen, asıl görevinin, çocuklar sınıfta sessizce
oturmalarını sağlamak olduğunu düşünür. Öğretmenin yüzünün asık olması
gerekir ki, çocuklar 'çocukluk' yapmasın ve ondan korksun. Bunu
gerçekleştirmek için okulun ilk günlerinde birkaç çocuğu döver ya da
azarlarsa, bunun diğerlerine de bir ders olacağını bilir. Soru sormak,
öğrendikleri üstünde düşünmek ve sorgulamak öğrenciden istenmeyen
davranışlardır. Öğrenciden beklenen, sınıfta put gibi oturmak, daha sonra
öğretmenin söylediklerini papağan gibi tekrar etmektir.
Böyle bir öğretmen, öğrencilerin gözünde bir pırıltı, içinde bir öğrenme
şevki olup olmadığına dikkat etmez; daha da acısı, bilinci potansiyel
farkmdalığıyla donanmadığı için, bu pırıltının olabileceğinin dahi farkında
değildir.
Önemli soru: insanın bir potansiyel olduğunun farkında olan öğretmenlerin ve
eğitim ortamlarının çoğunlukta olduğu bir toplum ile farkında olmayan
öğretmen ve eğitim ortamlarının çoğunlukta olduğu bir toplumu
karşılaştırdığınızda ne gibi farklar görebilirsiniz? On yıllar ve yüz yıllar
içinde bu farklar derinleşerek büyümez mi?
Yöneten Yönetilen İlişkisi
Şimdi de iş yaşamından bir örnek ele alalım:
insanın bir potansiyel olduğunun 'farkında olan yönetici', yönettiği
kişilerin gelişmesine özen gösterir; çünkü işteki gerçek verimliliğin
insanların potansiyelinin üretime dönüşmesinden geçeceğim bilir. Böyle bir
yönetici, yanında çalışan insanların gelişmesiyle sürekli ilgilenir,
hataları bile gelişim fırsatı olarak değerlendirir.
Hata yapıldığı zaman şöyle düşünür:
• Aslında bu kişide, hatasız iş yapma potansiyeli var. Ama, ya eğitim ya da
dikkat eksikliğinden bir hata yaptı.
• Bu kişinin gerekli beceriye sahip olmaması nereden kaynaklanıyor olabilir?
•¦ Şirkette gerekli öğrenme fırsatları yaratılmadı mı?
• Görev verilirken bu görevin gerektirdiği becerilere sahip olup olmadığı
araştırılmadı mı?
• Yoksa gerekli becerilere sahip olduğu halde, bıkkınlık, yorgunluk,
isteksizlik gibi motivasyonel nedenlerden dolayı mı hatalı davrandı?
Yönetici, bütün bu soruları takip ederek hatalı davranıştan birçok ders
çıkarır ve bir öğrenme ortamı yaratır.
Öğrenen organizasyonlar anlayışının altında, çalışanların öğrenme
potansiyeli taşıdığı varsayımı yatar.
İnsanın bir potansiyel olduğunun 'farkında olmayan yönetici', yönettiği
kişilerin gelişmesine önem vermez; onun önem verdiği, potansiyel bilincinin
farkında olmayan öğretmen gibi, asık suratlı olmak ve çalışanların
kendisinden korkmasını sağlamaktır. Herkesin, kendisinden ne kadar çok
korkarsa o kadar çok çalışacağını düşünür ve bu korkunun sürekli olmasını
sağlamaya çalışır. Bu yönetici, "Benden korkun!" demez; korkunun adını
değiştirir, "saygı," der. "Bana saygı gösterin!" dediği zaman
çevresindekiler onun ne istediğini gayet iyi anlar. İşte bir hata yapıldığı
zaman, kişinin gelişme potansiyeli gibi 'iş hayatına yakışmayan' kavramlarla
zaman geçirmez. Hatayı yapanı, 'ibret-i âlem' için en ağır şekilde
cezalandırır. Tabii böyle bir ortamda kimse, yeni bir şey yapmaya cesaret
edemez; yaratıcılık süratle ortadan kalkar. Ne var ki, yaratıcılık zaten
yöneticinin ummamda değildir; o, çevresini''Evet Efendimciler!'le kuşatır.
Öğrenen organizasyon gibi kavramlarla kıymetli vaktini boşa harcamaz.
Önemli soru: însanm bir potansiyel olduğunun farkında olan şirketlerin
üretim ve kârları, on yıllar içinde, insana değer vermeyen şirketlerden daha
fazla olmaz mı?
Devlet Vatandaş İlişkisi
İnsanın bir potansiyel olduğunun 'farkında olan devlet yönetimi', tüm
kurumlarını bu temel anlayış üstüne oturtur. "En önemli hazine, bu ülkenin
insanıdır," diye düşünür. Dil, din, ırk, cinsiyet ve yöre ayırımı
yapmaksızın, ülkenin her bir bireyinin olabileceğinin en iyisi olmasına
olanaklar yaratmaya kendini adar. Anayasa, bu temel anlayış üstüne kurulur.
Diğer tüm yasalar ve bu yasalara bağlı olarak çıkarılan tüzük ve
yönetmelikler, insan potansiyelinin gelişmesi anlayışıyla uyum içindedir.
însanm bir potansiyel olduğunun 'farkında olmayan devlet yönetimi' ise,
insanın bir potansiyel olduğunun farkında olmayan iş yöneticisi gibi,
yönettiği kişilerin gelişmesine özen göstermez. Devleti temsil eden kamu
görevlisi de asık suratlı olmaya ve yurttaşların kendisinden korkmasına özen
gösterir..
Devlet, vatandaşına 'tebaa' olarak bakar. Vatandaşlarının, ancak yeteri
kadar korkması halinde yasalara ve devlete 'saygılı' olacaklarını ve
vergilerini vereceklerini düşünür. Vatandaşların korkusunun sürekli olmasını
sağlamaya çalışır.
Bu devlet, "Benden korkun!" demez; korkunun adını değiştirir, "saygı," der.
"Devlete saygı gösterin!" dediği zaman vatandaşlar onun ne istediğini gayet
iyi anlar.
Anayasa, 'devlet korkusu'nu temel almıştır; tüm yasalar, tüzük ve
yönetmelikler bu temel anlayış üstüne oturtulur. Devlet yöneticilerinin
çevresini 'Evet Efendimciler!' kuşatmıştır.
Önemli soru: Her bir yurttaşının bir potansiyel olduğunu kabul eden bir
devlet ile vatandaşını tebaa kabul eden bir devlet karşılaştırıldığında ne
gibi farklar görürsünüz? On yıllar ve yüz yıllar içinde bu farklar daha
derinleşerek büyümez mi?
Öyle görülüyor ki, bir tek 'potansiyel farkmdalığı'nın bir donanım olarak
bilincimizde olması veya olmaması bile yaşamımızda önemli farklılıklara yol
açacaktır. Şimdiye kadar, potansiyel donanımının ailede, eğitimde, işyerinde
ve devlet yönetiminde yer almasının bireyin ve toplumun yaşamında ne denli
olumlu sonuçlar yarattığını gözledik.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: İnsan, muhteşem bir potansiyeldir ve bunun
bilincinde olan toplumlar, eninde sonunda diğerlerinden daha üstün olur.
Şimdi diyebilirsiniz ki, "Ben insanın bir potansiyel olduğunu kabul
ediyorum, ama bu potansiyelin gelişip gelişmeyeceği konusunda kuşkularım
var. 'İnsan bir potansiyeldir: dediğimiz zaman, 'mutlaka gelişecektir!' de
demiş oluyor muyuz? Yani bu insan potansiyeli her zaman gelişir mi?"
Ortamın Önemi
Bu sorunun yanıtını verebilmek için meşe palamuduna geri dönelim.
Yetişmesine uygun toprak ve iklimi bulunca, meşe palamudu gür bir ağaç olur.
Uygun ortamı bulmazsa, aynı meşe palamudu, en fazla cılız bir ağaç
olacaktır.
ister gür, isterse cılız bir ağaç olarak büyüsün, meşe palamudu toprağa bir
potansiyel olarak girer. Uygun ortam meşe palamudunun potansiyelini tümüyle
geliştirirken, uygun olmayan ortam bu potansiyelin ancak bir kısmını
geliştirir. Bu nedenle geliştirilerek gerçekleştirilmiş potansiyelden söz
edebildiğimiz gibi, geliştirilememiş ve örtük kalmış potansiyelden de söz
edebiliriz.
Şimdi meşe palamudu ve meşe ağacını bırakalım, insanların dünyasından
gözlemler yapalım.
İki Farklı İnsan Portresi Çevrenize bir bakın:
• Dik yürüyen,
• Güler yüzlü,
• "Ben yapabilirim!" diye düşünen ve risk alan,
• Hataları, başarıya giden yolda basamak olarak gören,
• Geleceğe umut ve şevkle bakan
insanlar gördünüz mü? Ben gördüm; ama bütün yaşamım boyunca sayıları
ikiyi-üçü geçmedi.
Sanırım siz de görmüşsünüzdür; ama sanırım siz de bu tür insanların o kadar
çok olmadığına dikkat etmişsinizdir.
Yine çevrenize bir bakın:
• Omuzları düşmüş, süklüm büklüm yürüyen,
• Asık suratlı, bedbin bir yüzle bakan,
• "Ben beceriksizin tekiyim; elimden iş gelmez," diye düşünen ve hiç risk
almayan,
• İlk hatada, "Zaten başaramayacağımı biliyordum," diyerek çabalamaktan
vazgeçen,
• Geleceğe umutsuzca bakan
insanlar gördünüz mü?
Sokaklarda ve işyerlerinde bu tür insanları çok görüyorum. Sanırım sizin
gözleminiz de benimkine benziyordur.
Neden kimi insanlar kendine güvenli, güler yüzlü, gelecekten umutlu da,
kimilerinin kendine güveni yok, omuzları düşmüş, suratları asık ve umutsuz?
içinde yetiştikleri ortamın geliştirme özelliği farklı da ondan!
iki ortam arasında nasıl bir farklılık var ki, bu iki kişi birbirinden bu
kadar farklı? Nedir iki ortam arasındaki farklılık?
Biri ailesi, öğretmeni, toplumu tarafından geliştirilmiş, öbürü
geliştirilmemiş, kalıplanmıştır.
Peki nasıl?
Çocuğun gelişme ortamı içinde yer alan iletişim sürecinin doğası ve
biçimiyle, tabii.
Toprak, güneş ve su, meşe palamudu için ne ise, içinde yetiştiği iletişim
ortamı da insan için odur.
Madem insanın gelişmesi bakımından bu kadar önemli, o zaman gelin şu
iletişim sürecinin doğasına daha yakından bakalım.