Öğrenilmiş Çaresizlik
Doğan Cüceloğlu
Uzun zamandır yaşadığımız hayatın içinde sahiplendiğimiz, kaçtığımız ya da
kızdığımız sorunlara karşın tavrımızın iç dinamiklerini merak ediyordum. En
son grupta yaşanan gitmek mi zor kalmak mı zor tartışması gibi gelinen bazı
noktalarda kendi oluşlarımızı ya da maceralarımızı başkalarının da
paylaştığı ya da paylaşması gerektiği çıkarımıyla sadece seçimlerimizi
dayattığımız konularda pek bir öğrenme ve iletişim açısından ilerleme
sağlanamadığını gözlemledim.
Usulca kalkıp gidene;Dur
Ki çevrileceksin
Toydun cesurdun
gençtin atıldın
Bilmezdin atıldın
Kabuğu oydun oydun
Kabukta kaldın....A. Cahit Zarifoğlu
Etrafımdaki insanların davranışlarını incelemek kendimi tanımama katkıda
bulunurken kendimi tanımak ta başkalarını anlamama yardımcı oldu hep.
Toplumun daha iyi eğitim almış kısmının içinde bulunduğu kesimin daha bezgin
daha bıkkın daha umutsuz daha kırgın daha yenik olmalarının da aslında bir
tür okumuşluğun ya da öğrenmişliğin doğal tepkilerimizin yerine geçmesi
nedeniyle olduğunu düşünüyorum. Tabii bu öğrenme süreci okumuşluğun artması
ile doğru orantılı olabilir. Gerçi gazete ya da kitap okumayıp daha çok
televizyon seyredenlerin aldığı uyarılar da var..
Bizden önceki kuşakların türlü yokluk ve yoksulluk içinde hayatta kalma ve
yer tutma mücadelesine rağmen bizim ve daha sonraki kuşağın nispeten türlü
varsıllıklara rağmen haklı gerekçeleri olabildiği gibi başkalarının
yenilgilerinden (okumak, gözlemlemek ve tembihlenmek suretiyle) fazla
miktarda etkilenerek kendilerini çoğu konuda bedbin, mutsuz, yenik çaresiz
hissettiklerini düşünüyorum. Hatta insanların bir mücadeleye girmedikleri
konularda yenik hissetmeleri de bana epeyce çelişkili görünüyor. Bunun en
önemli sonuçlarından birisi de bilgiye ulaşmada son derece isteksiz bir
çoğunluk(bilgiye ulaşmada i imkan sahibi olmalarına rağmen) haline gelmemiz.
Aşağıda Seligman,ın deneyinde 2. grupta gözlendiği gibi elektrik şoku
verilerek ve mevcut sıkıntılı şartları düzeltmek için bir şey
yapılamayacağını, ya şartların kendiliğinden ya da başkaları tarafından
düzeltilmesini bekleyen grup çaresizliği bir eğitim alarak öğreniyor.
Ancak 1 grup; zorluklarla başetmek için bir düğmenin olduğu konusunda eğitim
aldıklarından kendilerini bu durumdan kurtarıyorlar.
Ancak bu konuda hiçbir eğitim ya da şartlanmaya tabi tutulmayan grup, kendi
içgüdüleriyle verilen elektrik şokuyla buradan kaçmayı başarabiliyor.
Burada dikkat edilecek diğer bir husus ta 2 gruptakilerin çok az bir
kısmının bu şartlanmaya rağmen bu durumdan yine de kurtulabilmeleridir. Yani
8 denekten 2 si şokun kesilmeyeceğine şartlanmalarına rağmen çaresizliği
öğrenmiyor
Yaşadığımız hayattaki zorlanmalarımız ya da yenilgilerimiz bize ya da
bazılarımıza en ufak bir şeyi bile değiştiremeyeceğimiz konusunda sonuçlara
ulaştırırken mevcut ve şikayetçiolduğumuz şartların ya kendiliğinden
değişmesini bekleyeceğiz ya da başkalarının düzeltmesini. Düzeltmeye
kalkanlarımız da belki çaresizlik eğitiminden kurtulsak bile acelecilikten,
donanımsızlıktan ve neyin bilgi olduğu konusunda sabır gösteremediğimizden
ilk heyecanla saldırdığımız şey tarafından hayal kırıklığına uğratılarak
diğerleriyle daha da yakınlaşacağız. Ve kendimize ya da başkalarına
açıklamalarımız yenilginin bilgisizlik dolayısıyla olduğu şeklinde olmayacak
diğer çaresizliği öğrenmişlerden kopya çekeceğiz.
Yaşanmış deneyimlerden etkilenmenin veya olumsuz etkilenmenin kişiye göre
değiştiğine dikkat edersek kişiliğin burada baskın rol oynadığını
söyleyebiliriz. Ayrıca insan karakterini ölüsevici ya da yaşamsever olarak
keskin hatlarla ayrıştıramasak bile bu ruh hallerinden ölüsevici eğilimi
daha baskın olanın çaresizliği daha kolay öğrendiğini kendi gözlemlerime
dayanarak söyleyebilirim.
Öğrenilmiş Çaresizlik
1965,in başlarında, Martin E. P. Seligman meslektaşları ile birlikte,
öğrenme ile korku arasındaki ilişkiyi incelemek üzere, köpekler üzerinde
Pavlov,un (klasik koşullanma) şartlı refleks deneyini yaparken tesadüfen
beklenmedik bir fenomen keşfetti. Kendinizi veya bir köpeği
gözlemlediğinizde göreceğiniz gibi, size bir yiyecek gösterildiğinde tükürük
salgılama eğilimindeydiniz. Pavlov, yiyeceğin gösterilmesiyle zil (veya bir
sesin) çalınması işleminin defalarca tekrarlanarak eşlenmesi sonucunda
köpeklerin salya akıttıklarını keşfetti. Bundan sonrası zili çalıp köpeğin
salya akıtmasını izlemekten ibaretti.
Seligman deneyinde, herhangi bir deneye tabi tutulmamış 24 tane köpek aldı
ve onları üç gruba ayırdı. Birinci gruptaki köpeklere ,kaçış grubu, adını
verdi, beyaz bir kabinin içerisine yerleştirilmiş bir hamağa sarmalanmış bir
halde yatarlarken, arka ayaklarından 500 voltluk zararsız bir elektrik şoku
uyguladı. Bu gruptaki köpekler kabinde kafalarının bir yanındaki paneldeki
bir düğmeye basarak şoku kesme imkanına sahiptiler. Eğer 30 saniye içinde
düğmeye basılamazsa şok kendiliğinden kesiliyordu. Bu köpekler düğmeye
basmayı hızla öğrendiler ve gittikçe daha az sürede düğmeye basmayı
başardılar.
İkinci gruba ,boyunduruk grubu, adını verdi ve bunlar ,kaçış grubu ile aynı
şartlar altında şoka maruz bırakılıyorlardı. Ancak bu köpekler düğmeye
bassalar bile şok kesilmiyordu. Bu köpeklere uygulanan şok süresi kaçış
grubundaki bir köpeğe uygulanan kadardı. Böylece kaçış ve boyunduruk grubu
aynı sürelerde şoka maruz kalıyorlardı. Ancak boyunduruk grubu panele bassa
bile şok kesilmediği için 30 denemeden sonra paneldeki düğmeye basmaktan
vazgeçiyordu.
Üçüncü gruptaki köpekler ise kontrol grubuydu ve herhangi bir şoka maruz
kalmıyorlardı.
24 saat sonra tüm köpekleri kısa bir çitle iki bölmeye ayrılmış kapalı bir
alana götürdüler. Köpeklere 10 kez şok veriliyor ve köpeklerin bu 10
denemenin birinde duvarın üstünden karşı tarafa atlayarak şoktan
kurtulacakları umuluyordu. Kaçış grubu ve kontrol grubu kurtulmada hemen
hemen aynı başarıyı gösterirken, ,boyunduruk grubu, diğer gruplardan önemli
ölçüde farklılık gösterdi. Bu gruptaki 8 köpeğin 6 sı 10 denemeden sonra
bile duvarın üzerinden atlayıp şoktan kurtulamadı. Bir hafta sonra ise bu 8
köpeğin 5 i hala 10 denemenin herhangi birinde karşıya atlamayı
beceremiyordu. Bu gruptaki köpeklerin %75,i neredeyse karşıya hiç
atlayamıyor, %62.5,i ise yedi gün geçmesine rağmen hala başarısızlıklarını
sürdürüyorlardı.
Deneyin sonuçları tuhaf biçimde ikinci gruptaki köpeklerin çaresiz olmayı
öğrendiklerine işaret ediyordu. Bu sonuç B. F. Skinner,ın öngördüğü köpeğin
orada öylece yatması için mutlaka ödüllendirilmiş (mesela nefis bir köpek
bisküvisi ile) olması gerekir diyen davranışçılığı ile taban tabana zıttı.
(Durumlarını kurtarmak için acının bir süreliğine dindirilmesinin köpeğe
oturması karşılığında verilen bir ödül olduğunu bile iddia ettiler, ama bu
iyi bir argüman değildi. Bir başkası ise buna alternatif olarak, oturduğu
sürece şok devam ettiğinde köpeğin oturduğu için cezalandırılmış olduğunu
ileri sürdü. Bu bana eski bir espriyi hatırlattı.
Soru: Adam başparmağını neden çekiçle ezdi?
Cevap: Çünkü kendisini çekici durduramayacak kadar iyi hissediyordu. )
Bu gözlemler bilişsel psikolojinin davranışçılığın yerini almasına neden
olan bilimsel bir devrim başlattı. Düşündüğünüz şeyler davranışlarınızı
belirler (sadece görünür bir ödül veya ceza değil).
Öğrenilmiş Çaresizliğin teorisi daha sonra his ve duygu yokluğu olarak
tanımlanan depresyonu açıklayan bir model için insan davranışlarını da içine
alacak şekilde genişletildi. Bunalan (depresyondaki) insanlar çaresizliği
öğrendikleri için o hale geliyorlardı. Bunalımdaki (depresyondaki)insanlar
ne yaparlarsa yapsınlar boşuna olacağını öğrenmişlerdi. Depresif insanlar
görünüşe göre hayatları boyunca hiçbir şeyi kontrol edemediklerini
öğrenmişlerdi.
Öğrenilmiş çaresizlik pek çok şeyi açıkladı, fakat ardından araştırmacılar
bir çok kötü yaşam deneyiminden sonra bile bunalıma girmeyen insanlar gibi
öğrenilmiş çaresizliğin de açıklayamadığı istisnalar bulmaya başladılar.
Seligman bunalımdaki insanların kötü olaylar hakkında bunalımda
olmayanlardan daha kötümser olduklarını keşfetti. O bu düşünceyi,
,attribution theory,(kaynağına bakma teorisi)nden ödünç aldığı ,açıklayıcı
tarz, olarak adlandırdı.
Mesela, diyelim ki bir matematik sınavından çaktınız. Bunun nedenini nasıl
açıklarsınız? Şöyle düşünebilirsiniz:
1. Ben aptalım,
2. Matematiğim pek iyi değil.
3. Çok şanssızdım, ayın 13,ü cumaya gelmişti
4. Matematik hocası önyargılıydı.
5. Matematik hocasının notu kıt.
6. O gün kendimi iyi hissetmiyordum.
7. Matematik hocası bu sefer bana özellikle zor bir test verdi.
8. Çalışmaya vaktim yoktu.
9. Hoca sınıf ortalamasına göre not verir.
Seligman bu açıklamaların 3 boyutta değerlendirilebileceğini buldu:
kişiselleştirme: içsele karşı dışsal,
yaygınlık: özele karşı evrensel;
istikrar: geçiciye karşı sürekli.
O en kötümser açıklama tarzının en ileri seviyedeki depresyonla orantılı
olduğunu keşfetti.
,Ben aptalım, ifadesi içsel (ben kullanılıyor), evrensel ve de sürekli
olarak sınıflandırılabilir. Bu cevap cesaretin kırılmasını, ümitsizliği ve
çaresizlik duygusunu açığa çıkarır. Diğer taraftan, daha iyimser bir insan
başka birisini veya başka bir şeyi sorumlu tutacak, mesela ,matematik hocası
bu sefer bana özellikle zor bir test verdi, diyecektir. En iyimser
açıklayıcı tarz, dışsal, özel ve geçicidir. Buna karşın iyi bir olay için
açıklayıcı tarz tam tersine döner Mesela, matematik sınavında mükemmel bir
not için depresif biri zekasını hafife alarak ,O gün şanslıydım diyebilir,.
İyimser insan ise ,ben akıllıyım, gibi çok daha cesur bir şey söyleyebilir.
Açıklama tarzlarını genellikle ebeveynimizden öğreniriz.
Hem iyimser hem de kötümser açıklayıcı tarzların avantajları vardır. Bir
buluş yapabilmek için ya pazarlama gibi bazı işlerde iyimser bir bakış
açısına ihtiyaç vardır. Muhasebecilik ya da kalite kontrol gibi işlerde ise
kötümser bakış açısı gereklidir.
Seligman ,öğrenilmiş iyimserlik, isimli kitabında, insanların yeni açıklama
tarzlarını öğrenerek bunalımlarının (depresyonun) üstesinden
gelebileceklerini ileri sürdü. Bu, bilişsel terapinin temelini oluşturur. Bu
tür terapilerde, terapist müşterilerinin inançlarına ve yaşadıkları olaylara
ilişkin açıklamalarına meydan okur.
Eğer son sınavdan çaktığınız için kendinizi bunalımda (depresif)
hissediyorsanız, bu açıklamaya itiraz edin ve yukarıdaki kriterlere göre
daha iyimser bir bakış açısı bulun ve öğrenin. Veya birkaç espri okuyun.
Bütün bu kendine yardım hareketi aslında kendimizi daha iyi yönde
değiştirebileceğimiz iyimser inancına dayanır..