Nevrotik Çatışmaların Doğası

Karen Horney


Şunu belirtmeme izin verin: Çatışmalara sahip olmak demek nevrotik olmak demek değildir. Şu ya da bu dönemde arzularımız, ilgilerimiz, inançlarımız, çevremizde bulunan diğer insanlarınkilerle mutlaka çatışacaktır. Ve tıpkı çevremizle aramızdaki bu tür çatışmaların çok yaygın oluşu gibi, kendi içimizdeki çatışmalar da insanın bütünsel bir parçasıdır.

Bir hayvanın edimleri büyük ölçüde içgüdüleri tarafından belirlenir. Çiftleşmesi, yavrularına bakması, yiyecek arayışı, tehlike karşısındaki savunmaları bireysel kararın üstündedir ve şöyle ya da böyle önceden belirlenmiştir. Bunun tersine seçim yapma ve kararlar verme zorunluluğu insanlar için bir yük olduğu kadar insana özgü bir ayrıcalıktır da. Ters doğrultularda gelişen arzular arasında bir karar vermek zorunda kalabiliriz. Örneğin, yalnız olmak isteyebiliriz ama ayrıca bir arkadaşla birlikte olmayı da isteyebiliriz; hem tıp, hem de müzik öğrenimi yapmak isteyebiliriz. Ya da yükümlülüklerle arzular arasında bir çatışma olabilir: Sıkıntıları olan birisinin ilgimize ihtiyaç duyduğu bir dönemde sevgilimizle birlikte olmayı arzulayabiliriz. Başkalarıyla iyi geçinme arzusuyla onlara karşı düşmanca bir görüşü dile getirmeyi içeren bir inanç arasında kalmış olabiliriz. Son olarak, örneğin savaş zamanlarında tehlikeli bir görev üstlenmeye ama ayrıca ailemize karşı duyduğumuz yükümlülüğümüzü de yerine getirmeye inandığımız zaman ortaya çıkan iki değer grubu arasındaki bir çatışmaya girebiliriz.

Bu tip çatışmaların türü, yoğunluğu ve boyutları büyük ölçüde içinde yaşadığımız toplum tarafından belirlenir. Eğer toplum istikrarh ve gelenekler oturmuşsa, kendilerini sunan seçeneklerdeki değişkenlik sınırlı olacaktır ve olası bireysel çatışmaların boyutları da buna bağlı olarak dar olacakbr. Bu durumda bile çatışmalar hepten yok olmaz. Bir bağlılık bir başka bağlılığın sınırlarını zorlayabilir; kişisel arzular grup içindeki yükümlülüklerle çatışabilir. Ama büyük ölçüde çelişik değerlerin ve bütünüyle farklı yaşam biçimlerinin yan yana varolduğu hızlı bir geçiş dönemi yaşayan bir toplumda bireyin yapmak zorunda olduğu seçimler çok yönlü ve zordur.

Toplumun beklentilerine uyabilir ya da asi ve bireyci olabilir, dışadönük olabilir ya da dünyadan elini eteğini çekmiş bir yaşam sürebilir, başarıya tapabilir ya da başarıyı küçümseyebilir, çocukların katı bir disiplin altında tutulması gerektiğine inanabilir ya da pek fazla karışmadan yetişmelerine izin verebilir; erkek ve kadınlar için farklı olan bir ahlak standardıyla yaşayabilir ya da her iki cinse de aynı kuralın uygulanması gerektiğini savunabilir, cinsel ilişkileri insanca yakınlaşmanın bir dışavurumu olarak görebilir ya da bunları sevecenlik bağlarından koparabilir; ırk ayrımı yapabilir ya da insanca değerlerin derinin rengine ya da burnun yapısına bağlı olmadığını savunabilir ve vs vs...

Kuşkusuz, toplumumuzda yaşayan insanlar sık sık bu tür seçimler yapmak zorunda kalırlar ve dolayısıyla bu çizgideki çatışmaların oldukça yaygın olması beklenir. Ama dikkati çeken şey, birçok insanın bu çatışmaların farkında olmaması ve bu nedenle net bir kararla bunları çözüme bağlayamamasıdır. Bu insanlar sık sık oraya buraya sürüklenirler ve kazara sapmalara kendilerini bırakırlar. Nerede olduklarını bilmezler; farkında olmaksızın uzlaşmalar yaparlar; bilmeden zıtlaşmalara girerler. Burada, ne ortalama, ne de ideal, sadece nevrotik olmayan normal insanlardan söz ediyorum.

Öyleyse çelişik konulan algılamanın ve bu temelde kararlar vermenin birtakım önkoşulları olmalıdır. Bu önkoşullar çok yönlüdür. Arzularımızın neler olduğunun, dahası, duygularımızın neler olduğunun farkında olmamız gerekir. Bir insandan gerçekten hoşlanıyor muyuz, yoksa hoşlanmamız gerektiğine inandığımız için mi hoşlandığımızı sanıyoruz? Annemiz ya da babamız ölürse gerçekten üzülür müyüz, yoksa sadece gerekenleri mi yerine getiririz? Bir avukat ya da doktor olmayı gerçekten istiyor muyuz, yoksa sadece saygın ve kazancı bol bir iş olarak mı dikkatimizi çekiyor? Çocuklarımızın mutlu ve bağımsız olmalarını gerçekten istiyor muyuz, yoksa bu görüş lafta mı kalıyor? Çoğumuz bu tür basit soruları yanıtlamayı bile güç buluruz; yani, gerçekten ne hissettiğimizi ya da istediğimizi bilmeyiz.

Çatışmalar çoğunlukla inançlarla, yargılarla ya da ahlak değerleriyle ilgili oldukları için, bunların anlaşılması kendimize ait delerler toplamını geliştirmiş olmamızı gerektirir. Bizim bir parçamız olmayan ve sadece üstlenilen inançlar, kolay kolay çatışmalara yol açacak kadar ya da kararlar almakta yol gösterici bir ilke olarak iş görecek kadar güçlü olamazlar. Bu tür inançlar yeni etkilerle karşılaşınca kolayca başkalarına terkedilir. Eğer kendimizi sadece çevremizde beslenen değerlere uyarlamışsak, en önemli çıkarımızda baş göstermesi gereken çatışmalar ortaya çıkmaz. Örneğin bir erkek çocuk dar kafalı babasının bilgeliğini hiçbir zaman sorguamamışsa, babası onun kendi tercih ettiği işin dışında bir işe girmesini istediği zaman, önemli bir çatışma ortaya çıkmayacaktır. Bir başka kadına âşık olan evli bir erkek aslında bir çatışmanın kucağına düşmüştür; ama evliliğe ilişkin kendi inançlarını oluşturmayı başaramadığı zaman çatışmayla yüzleşmek ve şu ya da bu şekilde bir karara varmak yerine, en az direnmenin olduğu yöne sürüklenecektir.

Kaldı ki bir çatışmayı çatışma olarak algılarsak bile, çelişen konuların birisinden vazgeçmeye hazır olmamız ve bunu yapabilmemiz gerekir. Ancak, net ve bilinçli bir vazgeçme yetisine oldukça ender rastlanır, çünkü inanç ve duygularımız bulanıklaşmıştır ve belki de son çözümlemede birçok insan herhangi bir şeyden vazgeçecek kadar güvenli ve mutlu değildir.

Son olarak, bir karar vermek bunun sorumluluğunu üstlenmeye gönüllü ve üstlenme yetisine sahip olmayı gerektirir. Bu, yanlış bir karar verme riskini göze almayı ve bunun sonuçlarına, bunlardan ötürü başkalarını suçlamaksızın katlanmaya hazır olmayı da içerecektir. Bu, "bu benim seçimim, benim işim" duygusunu içerir ve şu günlerde birçok insanın sahip olduğundan daha çok yapısal bir içsel gücü ve bağımsızlığı gerektirir.

Çoğumuz bilmeksizin çatışmaların yırtıcı pençesine düştüğümüz için, yaşamları bu çalkantıların olumsuz etkilerinden uzak ve düzgün bir yoldan akıp gidiyor gibi gözüken insanlara imrenme ve hayranlık duyma eğilimi gösteririz. Bu hayranlık nesnel bir temele dayanabilir. Söz konusu insanlar kendilerine ait değerler basamağını oluşturan ya da çatışmalarla geçen yıllar ve karar verme ihtiyacının altüst edici gücünü yitirmesi yüzünden bir dinginlik ölçüsüne ulaşan güçlü insanlar olabilirler. Ama dış görünüm aldatıcı olabilir. Bizim imrendiğimiz insanların birçoğu duygusuzluk uydumculuk (conformity) ya da fırsatçılık yüzünden bir çatışmayla gerçek anlamda yüz yüze gelme ya da bunu kendi inançları temelinde gerçek anlamda çözmeye çalışma yetisinden yoksundur ve sonuçta sadece anlık çıkar peşinde sürüklenmektedir.

Can sıkıcı olabilse de bir çatışmayı bilerek yaşamak, değer biçilmez bir yarar sağlayabilir. Kendi çatışmalarımızla ne denli çok yüzyüze gelir ve kendi çözümlerimizi ararsak, o kadar çok içsel özgürlük ve yapısal güç kazanacağız demektir. Ancak gerilime katlanmaya hazır olduğumuz zaman kendi gemimizin kaptanı olma idealine yakınsayabiliriz. Kökleri içsel (ruhsal) körelmede yatan düzmece bir dinginlik hiçbir şey değildir, ama imrenme uyandırabilir. Bu, bizi mutlaka zayıf düşürecek ve herhangi tülden bir etki karsısında kolay bir ay yapacaktır.

Çatışmalar yaşamın temel konuları üzerinde yoğunlaştığı zaman bunlarla yüzyüze gelmek ve bunları gerçek anlamda çözmek çok daha zorlaşır. Ama yeterince canlı olduğumuz sürece kural olarak, bunu yapmamamız için hiçbir neden yoktur. Kendimize ilişkin daha büyük bir ayrımsamayla yaşamımızı ve kendi inançlarımızı geliştirmemiz için eğitim büyük ölçüde yardımcı olabilir. Seçimin içerdiği etkenlerin öneminin kavranması bize, uğruna çaba gösterebileceğimiz idealler ve bu seçim içinde yaşamımıza bir yön kazandırabilir.*

* Sadece çevresel baskılar tarafından köreltilen insanlara, Harry Emerson Fosdick'in On Being a Real Person adlı kitabı gibi bir kitap önemli ölçülerde yararlı olabilir.

Bir çatışmayı algılamanın ve kesin olarak çözmenin taşıdığı yapısal güçlükler, nevrotik bir insanın durumunda her zaman, saptayamayacağımız kadar çok artacaktır. Nevrozun her zaman için bir derece sorunu olduğunu söylemek gerek ve ne zaman bir "nevrotik”ten söz etsem, değişmez olarak; "nevrotik olduğu ölçüde nevrotik bir insandan" sözediyorum demektir. Nevrotik için duyguların ve arzuların farkına varılması düşük bir düzeydir. Sık sık, bilinçli ve açıkça algılanan duygular sadece bireyin duyarlı noktalarına gelen darbelere gösterilen korku ve kızgınlık tepkileridir. Ve bu tepkiler bile bastırılabilir. Zorlanımlı standartlar mevcut ideallere öylesine sızar ki, bu idealler yön verme gücünden yoksun kalır. Bu zorlanımlı eğilimlerin baskısı altında, konunun içerdiği vazgeçme becerisi gücünü yitirir ve birey kendi sorumluluğunu üstlenme yetisinden hepten yoksun kalır.*

Nevrotik çatışmalar, normal insanların kafasını karıştıran aynı genel sorunlarla da ilgili olabilir. Ama bu çatışmalar öylesine farklı bir türdendir ki her ikisi için de aynı terimi kullanmanın doğru olup olmayacağı sorusu gündeme gelmiştir. Sanırım bu olası, ama bu durumda farklılıkların farkında olmak gerek. Öyleyse nevrotik çatışmaların tipik özellikleri nelerdir?

Açıklama amacıyla bir ölçüde basitleştirilmiş bir örnek verelim: Makina araştırmalarında başkalarıyla çalışan bir mühendis, sık sık yorgunluk ve sinirlilik nöbetleri yaşıyordu. Bu nöbetlerden birisine aşağıdaki olay neden olmuştu. Teknik konulara ilişkin bir tartışmada onun görüşleri, diğer iş arkadaşlarının görüşlerinden daha az ilgi görmüştü. Kısa bir süre sonra da onun bulunmadığı bir anda konuya ilişkin bir karar alınmıştı ve sonuçta ona kendi görüşlerini açıklama fırsatı tanınmamıştı. Bu koşullar altında, bu işi bir haksızlık olarak değerlendirebilir ve mücadeleye girişebilirdi ya da çoğunluğun kararını saygıyla karşılayabilir, benimseyebilirdi. Bu durumda bu iki tepki de tutarlı olurdu. Ama o bunlardan hiçbirisini yapmaz. Derin bir yara aldığına inanmasına karşın mücadele etmez. Bilinç düzeyinde sadece sinirlendiğinin farkındaydı. Kendi içindeki öldürücü öfke sadece rüyalarında ortaya çıkmıştı.

Yorgunluğunun baş sorumlusu bastırılmış bir öfkeydi: Bu, başkalarına yönelik öfkesiyle kendi pısırıklığından ötürü duyduğu kendine yönelik öfkenin bir karışımıydı. Tutarlı bir yoldan tepki göstermeyi başaramayışına bir etkenler grubu neden olmuştu. Desteklenmesi için başkasının saygısına ihtiyaç duyan ve kendine ilişkin olan bir ideal imaj yaratmıştı. Bu. o zamanlar bilinçsizdi"

O sadece, alanında kendisi kadar zekiye usta bir başka rnühendisin daha olmadığı önermesinden hareket etmekle yetinmişti. En küçük bir saygısızlık bile bu önermeyi işlemez kılabilir ve öfke yaratabilirdi. Ayrıca, başkalarını azarlamaya ve küçük düşürmeye –bu onun için o kadar kabul edilmezdi ki bunu aşırı dostluk gösterisiyle gizliyordu yönelik bilinçsiz sadistlik dürtülerine sahipti. Buna, onun için insanların gözüne girmeyi yaşamsal bir zorunluluk durumuna getiren bilinçsiz bir başkalarını kullanma eklenmişti. Genellikle uysallık, teslimiyetçilik ye kavgadan kaçınma tutumlarıyla birleşen zörlanımlı bir onaylanma ve sevecenlik, ihtiyacı başkalarına olan bağımlısını artırmıştı. Bu nedenle bir yandan yıkıcı saldırılarla — tepkisel öfke ve sadistlik dürtüleri— öte yanda kendi gözünde ussal ve iyi gözükme.arzusu eşliğindeki sevecenlik ve onaylanma ihtiyacı arasında bir çatışma vardı Bunun sonuncuysa farkına varmadan geçen iç patlamaydı, buna karşın bunun dış belirtisi olan yorgunluk, bizim mühendisin etkinliklerini bütünüyle felç etmişti. Çatışmaların içerdiği etkenleri gözden geçirirken dikkatimizi ilk çeken şey bunların mutlak anlamda uzlaşmaz (uyuşmaz) yapılandır. Gerçekten de tanrısal saygı talepleriyle yağcı uysallık arasındaki karşıtlıktan daha zıt olan kutuplar düşünmek çok zor olacaktı, ikincisi, çatışmanın tamamı bilinçaltında kalır. Bu çatışma içinde etkinlik gösteren çelişik eğilimler algılanmamış, tersine derinlere bastırılmıştır, içeride sürüp giden savaşın ancak küçük kabarcıkları yüzeye yaklaşabilmiştir. Coşkusal etkenler ussallaştırılır: Bu bir haksızlıktır; bir hakarettir; benim görüşlerim daha iyiydi. Üçüncüsü, her iki doğrultudaki eğilimler de zorlanımlıdır. Aşırı isteklerinin ya da bağımlılığının varlığını ve yapısını düşünsel olarak algılamış bile olsaydı, bu etkenleri isteyerek değiştiremezdi. Bunların değiştirilmesi önemli bir analitik çalışmayı gerektirecekti. Her iki doğrultuda da üzerlerinde hiçbir kontrole sahip olmadığı itici güçler tarafından güdülendiriliyordu: Büyük bir olasılıkla, hayati iç zorunluluğun kazandırdığı bu ihtiyaçların hiçbirisinden vazgeçemezdi. Ama bunlardan hiçbirisi de onun gerçekten istediği şeye karşılık gelmiyordu. Ne başkalarını kullanmayı ne de boyun eğmeyi isteyecekti; aslında bu eğilimleri küçümsüyordu. Ancak, bu tür ilişkiler durumu, nevrotik çatışmaların anlaşılmasında geniş kapsamlı bir öneme sahiptir. Bu, hiçbir kararın olası olmadığı anlamına gelir.

Başka bir örnek benzer bir tablo sunmaktadır. Serbest çalışan bir yapımcı, iyi bir arkadaşından küçük miktarlarda para çalıyordu. Dış ortam hırsızlığı gerektirmiyordu; paraya ihtiyacı vardı ama arkadaşı, geçmişte olduğu gibi şimdi de bu parayı ona seve seve verirdi. Çalma yolunu seçmesi özellikle ilginçti, çünkü gerçekte dostluğa büyük bir değer veren saygın bir insandı.

Bunun altında aşağıdaki çatışma yatıyordu. Bu kişinin belirgin bir nevrotik sevecenlik ihtiyacı, özellikle bütün pratik konularda özel bir ilgi görme özlemi vardı. Bununla birleşen bilinçsiz bir başkalarını kullanma (sömürme) itkisi vardı, yöntemi hem kendini sevdirme hem de karşısındakini yıldırma girişimiydi. Kendi içlerinde bu eğilimler, onu yardım ve destek almaya hazır ve hevesli kılacaktı. Ama ayrıca duyarlı bir gururu da içine alan bilinçsiz ve aşırı . bir de kibir geliştirmişti, insanlar ona hizmet etmekten onur duymalıydı: Onun için yardım istemek küçük düşürücüydü. Bağımsızlığa ve özyeterliliğe duyduğu güçlü özlem, birisinden birşey isteme zorunluluğuna yönelik tiksintisini öylesine pekiştirmişti ki, onun için herhangi birşeye ihtiyaç duyduğunu kabul etmek ya da bir yükümlülük altına girmek göz yumulmaz bir şeydi. Bu nedenle alabilir, ama kabul edemezdi.

Bu çatışmanın içeriği ilk örnekten farklıdır ama temel özellikler her ikisinde de aynıdır. Ve bir başka nevrotik çatışma örneği de, çelişen şeyler arasında bir karara varmayı her zaman için olanaksızlaştıran çatışık itkilerde benzer bir uyuşmazlık ve bunların bilinçsiz ve zorlanımlı yapılarını gösterecektir.

Belirsiz bir sınır çizgisini kabul edersek, bu durumda normalle nevrotik çatışmalar arasındaki temel fark, normal insan için çatışan çıkarlar (ilgiler) arasındaki uyuşmazlığın, nevrotik birey için olandan çok daha az olması gerçeğinde yatar. Normal insanın yapmak zorunda olduğu seçim, oldukça bütünleşmiş, bir kişiliğin çatısı altında her ikisi de olası olan iki eylem yolu arasındadır. Şematik olarak konuşursak, normal insandaki çatışan doğrultular birbirlerine doksan derecelik ya da daha az bir sapma gösterirler, oysa nevrotik bireyde bu sapma yüz seksen dereceye ulaşacak düzeydedir.

Ayrımsama (farkında olma) düzeyindeki farklılık da bir derece farklılaşmasıdır. Kierkegaard'ın dediği gibi: "Gerçek yaşam öylesine farklı, öylesine çok yönlüdür ki, bütünüyle bilinçsiz olan bir umutsuzlukla bütünüyle bilinçli olan bir umutsuzluk gibi karşılıklı kıyaslamalarla tanımlanamaz." Ancak şu kadarı da söylenebilir: Normal bir çatışma bütünüyle bilinçli olabilir; nevrotik bir çatışma ise olanca temel öğeleriyle her zaman bilinçsizdir. Normal bir insan çatışmasının farkında olmasa bile bunu oldukça az bir yardımla sağlayabilir, buna karşın nevrotik bir çatışmayı yaratan asal eğilimler derinlere bastırılır ve ancak büyük bir direnmeye karşı su yüzüne çıkarılabilir.

Normal çatışma, bireyin gerçekten de arzu edilir bulduğu iki olasılık ya da gerçekten değer verdiği iki inanç arasındaki güncel bir seçimle ilgilidir. Bu nedenle onun için zor olsa ve bir tür vazgeçmeyi gerektirse de akla yatkın bir karara varması olasıdır. Bir çatışmanın pençesine düşen nevrotik bireyin seçme özgürlüğü yoktur. Karşıt doğrultulardaki eşdeğerde zorlayıcı olan güçler tarafından güdülendirilmektedir ve bunlardan hiçbirisini izlemeyi istememektedir. Dolayısıyla genel anlamda bir karara varması olanaksızdır. Ortada kalmıştır, hiçbir çıkar yolu yoktur. Çatışma ancak, konunun içerdiği nevrotik eğilimler üzerinde çalışılarak ve böylece bu eğilimlerden hepten vazgeçebilmesi için bireyin kendisiyle ve başkalarıyla olan ilişkilerini değiştirerek gerçek anlamda yeniden çözülebilir.

Bu tipik özellikler, nevrotik çatışmaların acıklı doğasından sorumludur. Bu çatışmaların hem algılanması zordur, bir insanı çaresiz bırakırlar, hem de bireyin korkmakta haklı olduğu yıkıcı bir güce sahiptirler. Bu tipik özellikleri kavramadığımız ve göz önünde bulundurmadığımız sürece, nevrotik bireyin kalkıştığı ve nevrozun ana parçasını oluşturan umutsuz çözüm girişimlerini anlayamayız.


 

 

 

 

 

 
Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

Psikoloji

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült