Kadın Erkek İlişkileri
Nevzat Tarhan
Düşünmeden Tepki Verme
Çocuklar ve olgunlaşmamış kişiler, herhangi bir konuda düşünerek davranmak
yerine reaksiyon gösterme eğilimindedirler. Davranışın uzun vadeli
sonuçlarını ve mantıklı seçeneklerini düşünmediklerinden, deneme yanılma
yoluyla zaman, enerji ve kaynaklarını boşa harcarlar. Fevri kimseler,
düşünmeden konuşur, akıllarına ilk geleni söylerler. Önce konuşup sonra
düşündükleri için de istemedikleri şeyleri duyarlar... En son duyduğuna
inanan, aklına ilk geleni söyleyen bu tipler zor kimselerdir. İstediklerini
söyleyenlerin, istemediklerini duymaya alışkın olmaları gerekir. Bu
kimselerin kişilikleri oturmadığından onlara farkındalık eğitimi gerekir.
Duygusal Farkındalık
Sıkıntınız, öfkeyle yer mi değiştirdi? Korkunuzun sebebi nedir? Gerçekte
neye kızıyorsunuz? Böyle sorularla duyguların arka plânını anlayarak insan
kendisini geliştirebilir.
Sonuç Bilinci
Düşünülen şeyin yapılması durumunda muhtemel sonuçları kendine sormak
demektir. Hesap edilen ve edilemeyen riskleri tartabilmek, sonuç
farkındalığıdır. Çözüm bilinci, muhtemel çözüm yollarını düşünüp, birine
karar verip yola devam edebilmeyi gerektirir.
İnsanoğlu, sorunlarının sorumluluğunu kendi denetimi dışındaki olaylara ve
insanlara yansıtmaktan hoşlanır; fakat bu, hiçbir şeyi düzeltmez. Meselâ
eşine karşı sevgisini belirtecek davranışlardan uzak bir erkek, onun
kendisine bağlanmasını nazarbüyü gibi sebeplerle ilişkilendirerek
sorumluluktan kurtulur; ama bu, problemi çözmeyeceği gibi yeni sorunlar
vücuda getirir.
Duygusal İhmalin Sonuçları
Bazı insanlar, sevilmediklerini, değersiz olduklarını, özellikleri
bulunmadığını hissederek büyürler. Bu tiplerin kendilerine güvenmeleri için
hiçbir şey yapılmamıştır. Bu sebeple de dünyayla savaş halindedirler. Zor
durumdaki insanlara karşı şefkat hissetmezler ve yardım etmezler. Muhalif
çatışmaya eğilimli, hemen üstün taraf olmaya çalışan kimselerdir. Sürekli
aşağılanmış olduklarını düşünür veya kendilerini hatalı hissederler.
Kaybetmeye dayanamazlar. Her istediklerini almaya yemin etmiş gibidirler.
Başkalarını incitilmekten korkar hâle getirirler. Hem incitici hem sihir
bozucudurlar. Her şeyi kişiselleştirip üzerlerine alırlar. Sorunları
genelleştirirler. X ile Y arasında kolayca bağlantı kurarlar.
Bu örnekte anlatılana benzer şekilde içinde nefret tohumu taşıyan bir kişi,
sizi karizması ve kuvvetleriyle etkileyebilir. Kendinizi özel, önemli, âdeta
bir kahraman gibi hissettirir. Bütün bu nişlerinizi sömürerek iyi niyetinizi
tam bir bozguna dönüştürebilir. Dikkatle yaklaşılması gereken böyle bir
erkek, kadını depresyona sürükleyen bir kişilik tipidir. Peki böyle bir
kişiye nasıl davranılmalıdır?
1. Onlarla savaşa girilmez. Kazanılsa bile başarının zevkini çıkarmaya izin
vermeyecek tiplerdir.
2. Onlarla tartışma ve sürtüşmeye girilmez, onlar asla kaybetmeyecek
insanlardır. En iyisi, çıkarlarınız doğrultusunda davranarak yolunuza devam
etmeniz olur.
3. Onları değiştirmeye çalışmak, kediyle aynı çuvala girmeye benzer.
Mesafeli olmak, değişmenin onların sorumluluğu olduğunu bilmek yeterlidir.
Cinsellik
İnsanın temel iç dürtülerinden biri "saldırganlık," diğeri "cinsellik"tir.
Bir de "yaşama" dürtüsü vardır. Biyolojik ve genetik özellikler, kişinin
doğal yapısından kaynaklanan zaruretleri meydana getirir. Bedenimizin
değişik besin ve minerallere ihtiyaç duyması gibi... Şu anda vücudumuzda
bulunan karbon, oksijen, hidrojen, azot gibi hücrenin yapı taşlarını
oluşturan maddeler, altı ay sonra farklı maddelerle yenilenecektir.
Kişiliğimiz aynen kalsa da, bedenimiz başkalaşmış olacaktır. İnsan vücudunda
en hızlı değişen madde su, en geç değişen ise kalsiyumdur. Bu değişim
esnasında vücudun demire, oksijene, kalsiyuma ihtiyaç duyması gibi ruhumuz
da bazı psikolojik ihtiyaçlar içerisindedir. Hümanist psikologlardan Maslow,
"psikososyal ihtiyaçlar" teorisinde, insanın sevmek ve sevilmek, değer
vermek ve değer verilmek, önem vermek ve önem verilmek, toplumda kabul
görmek, güvenilir olmak, kendini gerçekleştirmek gibi ihtiyaçları olduğundan
bahseder. Bu ihtiyaçlardan birisi de cinsellikle ilgilidir.
Cinselliğin hem biyolojik hem de toplumsal boyutu vardır. Onu sadece
sosyolojik, biyolojik ya da başlı başına psikolojik bir durum gibi
değerlendirmek yanlış olur. Cinsellik, sosyobiyopsikolojik bir hadisedir.
İnsanın, biyolojisi gereği, cinsellikle ilgili hormonları vardır. Bunun en
büyük ispatı, prostat tümörüne yakalanmış yaşlı erkeklerin yaşadığı
durumdur. Bir erkekte prostat tümörü tespit edildiği zaman, bu erkeğin
testisleri çıkarılıyor. Eskiden prostat tümörünün kansere dönüşmemesi ya da
kanser başlangıcı varsa ilerlememesi için prostat çıkarılırdı; şimdi
testisler, yani yumurtalıklar alınıyor. Yumurtalıklar alındıktan sonra, daha
önce kadınların yüzüne bakmayan, bir kadının elini tuttuğu zaman bile cinsel
olarak etkilenen erkeklerin, gün toplantılarına gittiğini görüyoruz.
Hormonların baskısı kalkınca insanın içindeki cinsel baskı da kalkıyor ve
kişi kendini daha rahat hissediyor.
Karşı cinsle daha insanî bir münasebet kurabiliyor. Osmanlı'da
yumurtalıkları alınan harem ağalarının, içdürtüsel zorlamaları olmadığı için
karşı cinsle cinsel arzu duymadan rahatlıkla iletişim kurması, işin
biyolojik boyutunu doğruluyor.
Kişilik gelişimde olduğu gibi cinselliğin yaşanmasında da %3040 genetik,
%6070 oranında sosyal faktörler etkilidir. Toplumsal rolün çocuklara
yansımasını araştırmak için yapılmış bir çalışma, oldukça dikkat çekicidir:
Bir çocuğa ayrı ayn zamanlarda erkek ve kız çocuk kıyafeti giydiriliyor ve
çocuğun cinsiyetim hiç bilmeyen birisine veriliyor. Kız çocuğu kıyafeti
giydiği zaman çocuğun eline oyuncak kediler, tavşanlar tutuşturulurken erkek
çocuk kıyafeti giydiğinde aslan, kaplan gibi oyuncaklar veriliyor. Bu da
bilinç altı şartlanması olduğunu gösteriyor. Aslında insanlar farkında
olmadan "Erkeksen veya kızsan şöyle davranmalısın." koşuluyla hareket
ediyorlar İd, bu da cinselliğin toplumsal boyutunu gösteriyor.
Cinselliğin biyopsikososyal bir olgu olduğunu ispatlayan önemli örneklerden
birisi de, Avrupa'da tek yumurta ikizleri üzerinde yapılan bir çalışmadır.
İkisi de erkek olan tek yumurta ikizlerinden birisi sünnet olurken, penisi
ağır biçimde yaralanıyor. Aile, çocuğun cinsiyetini ameliyatla değiştirmeye,
onu kız yapmaya karar veriyor ve kız çocuğu gibi büyütüyor. Fakat ergenlik
dönemine geldiği zaman, içindeki his, ona erkek olmayı istediğini söylüyor.
Ondan sonra da geçmişini öğreniyor. Demek İd kişi, toplumsal öğrenmeyle
cinsel anlamda bazı sosyal beceriler kazansa da genetik boyut çok önemli.
Arabayı park etmede zorlanma, şişe kapağını güçlükle açma, kadın beynindeki
eğilimden kaynaklanan bazı şeyleri öğrendiği hâlde kendini erkek gibi
hissetme eğilimi oluyor. Bu da gösteriyor ki, cinsellik biyolojik ya da
toplumsal farklılıklarla sınırlandınlamayacak kadar geniş bir konudur.
(19,40)
Cinselliğin Reddi
Cinselliğin reddi, var olan biyolojik ihtiyacın reddedilmesi demektir. Yeme
ihtiyacını görmezden gelmek ve sonuçta hastalanmak gibi... İnsanın
cinsellikle ilgili psikolojik zorunluluğunu yok sayması ruh sağlığını bozar.
Tabiî bu genel bir kuraldır ve istisnaları vardır. Cinsel enerjiyi reddetme
mekanizması gibi bir de onu yüceltme eğilimi vardır. Bir kimse cinsel
arzularını kontrol akma alarak, onu sanat, müzik, resim ya da felsefe
alanında harcayacağı enerjiye dönüştürebilir. Ancak bu, çok güçlü bir
kişilik ve ego gerektirir. Niteliklerini etkin bir biçimde güçlendirmiş
kişinin, bir insanla evlenmeden ve hasta da olmadan, libidinal enerjisini
farklı noktalara yöneltmesi mümkündür. Ama bu, kural dışıdır ve sıradan
insanların yapması ruh sağlıklarını zorlar. Bu dönüşümün ruh sağlığını
bozmadan yapılabilmesi için cinsel enerjinin mutlaka disipline edilmesi
gerekir. Bu enerjiyi kanalize etmezseniz kendine bir yol bulur. Çünkü
tabiat, boşluklardan nefret eder. Cinsellikle ilgili alan boş bırakılırsa,
başka alanlara yönelmeler ortaya çıkabilir. Şehvet, bir lokomotifin buhar
kazanı gibidir. Buharı lokomotifi harekete geçirmekte kullanabileceğiniz
gibi bir başka işte de kullanabilirsiniz. Bu, insanın enerjisini iyi
kullanmasına bağlıdır.
Aynca Hıristiyanlıkta, şövalye ve rahibelere öngörülen evliliği yasaklama
uygulamasının günümüzde ne derece geçerli olduğu tartışmalıdır. Geçmişte
Malta şövalyeleri ile Kudüs'e giden şövalyelerin evlenmemesi
özendiriliyordu. Evet, evlenmiyorlar, ama yüksek bir ideal uğruna savaşarak
kahraman oluyorlardı. Ancak bugünün yüksek idealden uzak ve zayıf kişilikli
insanları evlenmemeye özendirildiğinde, eşcinsel eğilimler ortaya çıkıyor.
Yurt dışında katıldığım bir kongrede karşılaştığım hadise, bu konudaki
görüşlerimi iyice destekledi. Uyuşturucu konusunun konuşulduğu kongrede,
Fransız bir katılımcı, uyuşturucuyla mücadelede eroin kullanan gençlerin
AİDS kapma ihtimalinin yüksek olduğu için şehirlerde arabalarla plastik
enjektör ve prezervatif dağıttıklarını söyledi. Tâ ki, bu hastalığa
dönüşmesin... Bunun üzerine Fransız konuşmacıya şunu sordum:
"Sizin bu yaptığınız çok geçici bir tedbir. Gençlerin bu problemine çözüm
üretmek için din bilimcilerden, ahlâkçılardan, sosyologlardan görüş alıyor
musunuz?"
Soruma çok sinirlenen kanlıma, şu cevabı verdi:
"Siz şu anda Vatikan'ın durumunu biliyor musunuz? Oradaki insanların hemen
hepsi eşcinsel!"
Bu olayla bir kez daha anladım ki, evliliği yasaklamak ya da evlilikte
cinsellikle ilgili zincirleri kırmak yerine, onu kabul edilebilir sınırlar
içinde tutmak gerekiyor.
Cinsel Özgürlük
Tarih perspektifinden bakıldığında cinsel özgürlük, kadın özgürlüğünün bir
boyutunu teşkil eder. Kadının cinselliğini istediği şekilde yaşaması,
özgürlüğünün bir parçası gibi yansıtılmıştır. Özellikle radikal feministler
böyle düşünürler. Bu düşünceyi destekleyen ve daha çok kadınla beraber olmak
için kullanan erkeklerin görüşleri de var tabiî. Kadını cinsel obje olarak
ticarî amaçla kullanan ve bunu sektör hâline getiren erkeklerin şakayla
karışık söyledikleri bir söz vardır: "Kadından feminist olmaz." Burada
kastedilen şey, her istediği erkekle beraberlik yaşayan kadının gerçek
feminist olacağıdır.
Psikiyatristlerin Freud'a dayanarak savundukları bir görüş, cinsel özgürlük
konusunda bilimsel temel olarak kabul edildi. Bu fikre göre, nevrozların
sebebi, cinsel dürtüyü bastırmaktı ve insanın ruh sağlığı, cinsel
arzulanndan kaynaklanan enerjiyi boşaltamadığı için bozuluyordu. Ruh
sağlığının iyi bir şekilde yürüyebilmesi için de, cinsellik istenilen
şekilde yaşanmalıydı. Psikiyatri ofislerindeki uzmanlar bu düşünceyi halka
tavsiye ettiler. Bu sav şimdilerde sorgulansa da evlilik kurumunun
zayıflamasında ve Birleşmiş Milletler'in 1994 senesini "Aile Yılı" ilân
etmesinde etkili olmuştur.
Esasında gerçek özgürlük, insanın kötü duygularından, cinsellik,
saldırganlık gibi dürtülerinden uzak olmasıdır. Kişi bu dürtülerinin önünü
açmak yerine onları denetleyebilir ve enerji hâlinde tutabilirse, hakikî
serbestliğe kavuşur. İnsanın içdürtüleri at gibidir. At, insanı bir noktadan
başka bir noktaya götürecek binektir. Ata ilk binildiği zaman hayvan,
üzerindeki biniciyi atmaya çalışır ve "Kral benim!" der. Eğer binici onu
doğru bir şekilde ehlîleştirirse at belli bir süre sonra biniciyi kabul
etmeye başlar. Ama evcilleştiren kişinin yetersizliği durumunda at, biniciyi
kendi istediği yere götürür. İşte insanın da, aü ehlîleştiren bir binici
gibi saldırganlık cinsellik ya da yaşam enerjisini yani temel içdürtülerini
dizginleyip eğitmesi gerekiyor. Dürtülerimizin bizi bir amaca taşıması ancak
bu şekilde mümkün olacaktır, yoksa cinselliği bir tabu gibi görüp kutsayarak
değil.
Cinsel özgürlük konusunun yanlış anlaşılması ve cinselliğin abartılı şekilde
yaşanmasının pek çok zararı olmasına karşın en ciddî zararı, evlilik kurumu
görmüştür. Eskiden çok eşli evlilikler vardı. Tek eşli evliliğin ideal
olduğu söylendi. Şu anda çok eşli evlilikler kalmasa da çok ilişkili
evlilikler yaşanıyor. Evliliğin en önemli unsurları güven ve sadakattir ve
evlilik bu kavramlar üzerine kurulur. Fakat pek çok insanla yaşanan
cinsellik, sadakati zedelemiştir. "Cinsel özgürlüğümüz olsun, dilediğimiz
kişiyle birlikte olalım, fakat aynı evde yaşayalım." düşüncesi kadının
doğasına aykırıdır. Yaşanan, cinsel özgürlük değil, mizaçtan sapmadır. İdeal
olan ise, ailede sadakatin devam etmesidir.
Kadın erkek ilişkisinde aile mefhumunu göz ardı ederek özgürlük sınırlarını
genişletmek, evliliği yıpratıp cinsler arası ilişkiye zarar verir. Bu
durumda "Evlilik kurumuna gerek yok!" diye düşünen kadın, sperm bankasından
aldığı spermle hamile kalıyor. Neticede tek ebeveyn olarak pek çok zorlukla
çocuk büyütüyor.
Cinsellik, sınırları belli olmadan yaşandığında, ailelerdeki boşanmalar da
artıyor. 1955 yılında Amerika'daki boşanma oranı %10 civanndayken, 40 sene
sonra 1990'larda %52'ye çıkü. Yani %400 oranında arttı.
Cinselliği dilediği şekilde yaşayan geyşa ya da fahişelerin serbest olması
özgürlük gibi gözükse de, bu tür kadınlar "ideal kadın tipi"nden oldukça
uzaktır. Üstün kadın, yatak odasında, mutfakta ya da salonda gerektiği
biçimde davranabilen tiptir. Gerçek manada özgür kadın, bu nitelikleri
kazanmış ve eşiyle her şeyi paylaşabilen kadındır. Geyşanın özgürlüğü, dağda
yalnız gezmeye benzer. Her türlü tehlikeye karşı "Ben özgürüm!" diye yola
çıkmak hürriyet değildir. Birileriyle beraber yürünüyorsa dağda, kişiyi dış
tehlikelerden koruyan, ihtiyaçlarını temin eden birisi varsa, özgürlüğü
kısıtlı gibi gözükse bile, hayatın zorluklarına karşı mücadele gücü üstün
olur. Tek başına olmak kadının menfaatine mi, değil mi, ona bakmak icap
eder. Fahişelerle ilgili yapılan araştırmalarda, hiçbirisinin yaşadığı
hayattan memnun olmadıkları, bu yaşam tarzını onaylamadıkları görülüyor.
Geleneksel aile tipini, özgür olduğunu düşündüğümüz hayat kadınları da
istiyorlar. Hiç tanımadığı insanlarla cinsel beraberlik yaşayan kadının
hayatına "özgürlük" demek hiç gerçekçi değildir. Ayrıca bu durum, kadınlığın
kötüye kullanılmasıdır.
Bekâret Nasıl Algılanmalı?
Bekâret, evlilikte güveni sağlayan önemli bir bağdır. Cinsellik, özel bir
ilişkidir ve özel olanla paylaşılmalıdır. Her iki cins için de cinsellik
yaşanacak kişi, eşidir. İnsan, anne babasıyla dahi paylaşamadığı bu istisnaî
münasebeti ancak eşiyle paylaşmalı ve ona sadık kalarak devam ettirmelidir.
İdeal olanın bu olduğunu ve cinselliği bu hassasiyete uyarak yaşamak isteyen
insanlara saygı duymayı bilmek gerekiyor. Cinsellik konusunda herkes ideal
ölçüyü tutturamayabilir; ama insandan beklenen, genel kurallara uymak
konusunda çaba harcamasıdır. Bu tıpkı idam cezası verilen mahkûmun durumuna
benzer. Mahkûma idam cezası verilir ya da müebbet hapis verilir, ama
mahkemeye çıktığı zaman ceza hafifletilir. O ceza onun caydırıcılığıdır.
Bekâret aynı zamanda cinselliğin sosyal yönüyle alâkalı bir durumdur. Son
yıllarda bilhassa halk arasında şöyle bir söylenti dolaşmaktadır:
"Artık erkekler, evlenecekleri kızda bekâret şartı aramıyorlar."
Ancak bu konudaki çalışmalar bu söylentiyi doğrular nitelikte değildir.
Üniversite öğrencileri arasında yapılan araştırmalar da, genç erkeklerin,
evlenmeden önce karşı cinsle istedikleri gibi yaşadıkları, fakat
evlenecekleri zaman, kimsenin elinin dahi değmediği bekâr bir karşı cins
istedikleri ortaya çıkmıştır.
Evlilik Dışı İlişkiler
Evrimsel psikoloji, erkeğin genetik olarak poligamik, kadının ise monogamik
olduğunu söyler. Bu farklılığın sebebi, kadının doğurganlığı ile erkeğin
doğurtabilme özelliğinin ayrı olmasıdır. Erkek bir ilişkide milyonlarca
sperm bırakabilirken, kadının hayatı boyunca 400 tane yumurtası vardır. Bu
anlamda kadının üretkenliği sınırlıdır. Erkeğin daha çok çocuk sahibi
olmakla ilgili genetik yatkınlığı vardır. İnsanlık tarihinin ilk
dönemlerinde çok çocuk sahibi olmak, önemli ve gerekliydi. Ama bugüne
gelindikçe çok eşlilik, yerini tek eşliliğe bıraktı
İnsan, tekdüzelik ve monotonluktan hoşlanmayan bir yapıya sahiptir.
Organizma geliştikçe çoğulculuk ve çeşitliliğe yönelir. Bu sebeple de
durağanlık hissedilen şeyde usanç meydana gelir. Bu konuda sıkça söylenen
bir söz vardır: "Değişmeyen tek şey, değişimdir." Bilhassa erkekte baskın
olan çoğulculuk arayışı eşi tarafından karşılanmazsa, aldatmalar
yaşanabilir. İnsanların fantezilerini süsleyen, gençlerin duvarlarını
renklendiren, "dünyanın en güzel kadını" diyebileceğiniz kadın tipleri
vardır. Fakat onunla evli olan erkek, karısını aldatır ve başka bir arayışa
girer... Bu da göstermektedir ki, aldatılmanın sebebi, güzellik ya da
çirkinlik değildir. Monotonlaşan ilişkiyi tamir edemeyen, hareketliliği
sağlayamayan erkek ya da kadın, ilkel bir davranış sergileyerek başka
insanlarla beraber olmaya başlar. Ancak çiftler karşılıklı çabayla
sıkıcılığa son vererek, evlilikteki cinsel yaşamı heyecanlı hâle
getirebilirler. Yüksek nitelikli evliliklerde çok ilişkiye gerek kalmaz ve
eşiyle kaliteli birliktelik yaşayan erkek, başka insanlara yönelmez. Bu
noktada kadının estetik, süs ve sanata olan düşkünlüğü ile bu husustaki
gayretleri, erkeğin bıkkınlığını da önlemiş olur.
Bir erkeğin veya kadının eşinden başka biriyle cinsel ilişki yaşaması,
nitelik düşüklüğüdür. Böyle durumlarda insan ya kendini doyumsuz hisseder ya
da beklentisi çok yüksek olduğu için gerçekçi değildir. Gayrimeşru
ilişkiler, ihtiyaçların tatmin edilememesi sonucunda ortaya çıkmaktadır.
İlişkilerin en kuvvetlisi olan evliliğin temel problemi, cinsel aldatmalar
yani aile sadakatine uymayan ilişkilerdir. Aldatan kişi, ihanetini örtmek
için devamlı yalan söyler. O yalanı düzeltmek için bir başka yalan söylenir
ve zincirleme şekilde giden yalanları aldatılan taraf fark ettiğinde güven
zayıflar. Kaçınılmaz bir gerçektir ki, çok ilişkili evlilikler genellikle
boşanmayla sonuçlanır.
Gereğinden Fazla Cinsellik
Cinsellik, kuyudan su çektikçe kuyunun açılmasına benzer ve ne kadar
açılırsa o kadar alışılır. Bir müddet sonra da morfin, eroin ya da kokain
bağımlılığı gibi seks bağımlılığı oluşur. İnsan beyninin sağ ön bölgesinde
hazza ve zevke yönelmeyle ilgili hücreler, sol ön bölgesinde ise acı, elem
ve kederden kaçmaya yönelik hücreler vardır. Cinsellik müptelası olan
kişinin, zevke yönelmeyle ilgili alanları daha fazla çalışır. Seks
bağımlısının beyninde haz tuzağı oluşmuştur ve cinselliği yaşamadan zevk
alamaz hâle gelir. Sabah kalkar kalkmaz onu düşünmeye başlar ve hayatına bu
zevk yön verir. Sürekli cinsellik yaşamak isteyen kimsenin mantığı "hayır"
dese de o artık içgüdülerinin esiridir. Tutsak olmuş bir kişi özgür
değildir.
İnsan, beynindeki "network"e kimyasal harflerle haz alanlarını yazar. Beyin
birine, "Senin haz alanın sekstir." derken başka birisine "Sen kumardan zevk
alırsın.", diğer birine "Budizmle ilgilenmelisin." diyor. Kişi beynine hangi
alandan zevk almayı öğretirse, beyin ona göre çalışır. Seks bağımlısı olan
kimse beynine cinselliği öğrettiği için ona bu alan zevk verir. Oysa
insandan beklenen, değişik meşguliyetlerle de hoş vakit geçirmeyi
bilmesidir. Duygusal rahatlamayı yalnız cinsellikte arayan kimse, tatmin
olmuyor; tatmin olmak da mümkün değildir. İşletmecilikte şöyle bir kural
vardır:
"Sermayenizi tek sepette toplamayın, farklı sepetlere dağıtın." Bu kuralın
insan hayatına yansıma şekli, haz alanlarının farklılığıdır. Cinsellikle
ulaşılan zevke, araba kullanmak, tabiatla uğraşmak, metafizik konulara merak
salmak ya da kitap okumakla da erişilebilir. İnsan, beynine çok zevkliliği
öğrettiğinde, bir noktaya
bağımlı olmayacak ve biri haz vermediğinde diğeri onun yerini dolduracaktır.
Ayrıca duygusal ve bedensel tatmini yalnız cinsellikte arayanlar,
hayatlarının ilerleyen yıllarında kolaylıkla yıkılabiliyorlar. Çünkü beyni
tek zevk unsuru olarak seksi gördüğünden diğer zevk alma alanlarını
geliştirmemiştir. Seks hayatı bittiğinde de kişi, yaşam sebebi kaybolmuş
gibi hisseder. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz:
Devamlı cinsellik peşinde koşan insan, beyinsel eğilimine uygun
davranmamaktadır.
Çok İnsanla İlişkiye Girme [Poligami]
Erkeklerin potansiyel olarak poligamik eğilimleri vardır. Bu, onlan
yüzyıllar boyunca çok eşle evliliğe götürmüştür. Esasında çok eşlilik,
cinsel dürtüsünü kontrol edemeyen insanların başvurduğu bir evlilik
şeklidir. İkinci evlilik yapan insanlar arasında mutlu olanların oranı
oldukça azdır. Erkek, cinsel zevkini gidermek isterken aslında pek çok
zorlukla karşılaşmaktadır. Çünkü gelen ikinci eş, sorunlarını da beraberinde
getirmiştir.
Çok ciddî bir mecburiyet olmadıkça erkeğin ikinci bir kişiyle evlenmesi
akıllıca değildir. İnsanlık ilerledikçe görülmüştür ki, kadın ve erkek
açısından en ideal evlilik şekli, tek eşliliktir. Eğer bir kişi cinsel
konuda kendisini yetersiz hissediyorsa ikinci bir kimseyle beraber olmak
yerine, var olan ilişkisini nitelikli hâle getirmeye çabalamalıdır. Aynı
durum kadın için de söz konusudur. Ailenin bütünlüğü, cinsel sadakatin
temini için her iki cinsin de gayret göstermesi gerekmektedir. Aksi takdirde
ailenin uzun süre bir arada bulunması, hayaldir. Bu kuralların dışına çıkan
tutumlar, amacından sapmış davranışlardır.
Cinsel İlişkinin Amacı
Cinsellik, azami sekiz dakikada doruk noktasına ulaşan bir aktivitedir.
Sürekli doyum isteyen kişilerin cinsellikle tatmin olması mümkün olmaz.
Cinsel ilişkideki zevki uzatmak için bulunan ilâçlar ve uyarıcılara her gün
yenisi eklense de insan tabiatı bu hazzı kesintisiz şekilde sürdürmeye
müsait değildir. Buna ilâveten sekiz dakikalık doyum noktası uzatılmaya
çalışıldığında, depresif durumlar oluşma ihtimali yüksektir.
İnsanın cinsel zevk konusundaki duyumsuzluğu, yaratılışta kendisine verilen
en yüksek haz duygusu olmasındandır. Bu sebeple içgüdüsel olarak zevkin
devamı istense bile sınırları bilmek icap eder. Seksi en büyük zevk olarak
gören kimse, sürekli heyecan arayışındadır. Oysa bu sadece belli
hayvanlarda, o da muayyen mevsimlere özgü bir amaçtır. İnsanın yapması
gereken, cinsel dürtüsünü eğitmek ve bu enerjisini soyut bir amaç için
kullanmaktır. Cinsellik, bu amaca giderken karşılaştığımız bir araçtır
sadece. Bu durum, değirmendeki atın yaşadığına benzer. At, değirmende gözü
bağlanarak otu yakalamak için koşar. At, otu yakalamak için koştukça
değirmen taşı döner, fakat bir türlü de otu yakalayamaz ve o sırada da
öğütür. Cinsellik duygusu da, insana çocuk sahibi olmak, hayatın
zorluklarına katlanmak için verilmiştir. İnsan o zevk için koşarken, nesil
devam eder. Evrensel psikoloji içinde cinselliğin rolü bu kadardır. Bunun
dışında bir fonksiyon yüklemek, biyolojiyi hırpalamaktır.
Cinselliğin Toplumsal Boyutu ve Konuşma Şekli
Cinsellik, erkeklerin zayıf alanlarından birisidir ve bu konuyu konuşma
eğilimindedirler. Cinsellikte "uygun yer, uygun zaman, uygun insan" kuralı
vardır, ama bu sadece insanlar için geçerlidir. Meselâ hayvanlar içgüdüleri
ne isterse onu yaparlar. Kişinin cinselliği yaşayacağı uygun partneri
seçmesi için akıl ve eğitim gerekmektedir. Aksi takdirde toplumda kimi zaman
estirilen cinsel özgürlük fırtınası, eğitimsiz insanların kontrollerini
kaybederek içgüdüleriyle hareket etmelerine ve sonradan pişman olacakları
şeyler yapmalarına sebep olabilir. Cinsellik, teşvik edilmeye ve özel
hatırlatmalara gerek olmayan bir dürtüdür. İçgüdülerin fazla uyarılması
cinselliğin sınırsız bir biçimde önünü açar ve bu da bizi bilhassa eğitimsiz
insanların problemle karşılaşmaları sonucuna götürür. Eğitimsiz insanlar
diyorum, çünkü eğitimli kişilerin erteleme duygusu daha baskın çalışır.
Cinsellikle ilgili ölçülü davranmanın en önemli yolu, sosyal sınırların
olmasıdır.
Ayrıca cinselliğin toplumsal kabul çizgilerini aşması ve bu konuya çok fazla
vurgu yapılması, kadının cinsel kimliğine saygısızlıktır. Kadını kadın
yapan, duyguları, düşünceleri, insanlığıdır; dişilik, çok sonra gelen bir
özelliktir. Kadının toplumsal konumunu dişiliği üzerinden yürütmesi
erkeklerin ilgisini çekip onların zevklerine hitap etse de kadına zarar
verir. Fizikî cazibesi sebebiyle abartılı iltifatlar alan kadının iş verimi
olumsuz yönde etkilenir. Kısacası, cinselliğin toplumsal ifadesi sınırsız
değildir ve cinselliği ön plâna çıkaranların etik davranmaları
gerekmektedir. (42, 52, 55)
Eşcinsellik
Eşcinsellik konusunda yapılan araştırmalar, şu soruya cevap bulmaya
çalışmaktadır:
Eşcinsellik genetik bir eğilim midir? Eşcinsel insanların hiç mi hatası
yoktur? Sosyal faktörler ne kadar etkilidir?...
Eski dönemlerde bir hastalık olarak kabul edilen eşcinsellik, son yıllarda
sadece "cinsel kimlik tercihi" şeklinde algılanıyor.
Eşcinselliği yalnızca kişisel tercihler açısından ele alan kişilere, şunu
sormak gerekir:
İnsanın neslini yok etme özgürlüğü var mıdır?
Tabii bu, eşcinsel olmak isteyen birisine heteroseksüelliği zorla dayatmak
anlamına gelmemeli. Böyle bir empozenin psikolojik mantığı yoktur. Peki çare
nedir? Çare, o insanın kişisel olarak neden böyle bir tercih yaptığını
anlamak ve bu durumun toplumda niçin artış gösterdiğini kavramaya
çalışmaktır.
Aslında bu konunun değerlendirilmesi gereken diğer tarafi da, olayın sosyal
boyutudur. Kişi psikolojik olarak böyle bir tercih yapsa bile bu seçim
sosyolojik düzlemde ne kadar doğrudur? Eş
cinsellik bütün dünyada yayılma riski gösterirken, durum insanlığın geleceği
açısından ciddî bir tehlikedir. Meselâ California'da yaşayanların %30'u
kadın, %30'u erkek iken üçüncü cinsel kimlik de bu oranlarla başa baş
gitmektedir—yaklaşık %30 civarındadır. Eşcinseller, evlerinin balkonlarına
astıkları gök kuşağı şeklindeki bayraklarla cinsel kimlik tercihlerim ifade
etmektedirler. Hatta Amerika ve Hollanda'da, seçimi etkileyecek derecede
lobilere sahiptirler. Evlenebilmenin yasal yollarını arayan homoseksüeller,
bununla da kalmayıp, evlâtlık olarak çocuk almak ve bu çocuğa bakabilmek
için hukukî mücadelelere girişmişlerdir. Ayrıca bu mücadelelerini dünya
parlamentolarına kabul ettirmek için uğraş vermektedirler.
Eşcinsellik, dünyanın değişik ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de hızla
yayılmaktadır. ODTÜ ve Boğaziçi üniversitelerindeki gay ya da lezbiyen
kulüpleri, üniversite yönetimine, "Böyle bir kulübümüz var ve bize yer
verin." şeklinde talepler iletmektedirler. Eşcinsellik, bilhassa gençler
arasında özgürlük gibi zannedilse de, özgürlük değil, bazı değerlerin yok
olmasıdır. Eğer böyle devam ederse, insan nesli bu durumdan ciddî şekilde
zarar görebilir.
Cinsellikle ilgili ölçülerin ortadan kalkmasının sorumlusu, bilimdir. Cinsel
özgürlük bilim adına desteklenirken, toplumsal ve psikolojik normların
dışına çıkılmaması gerekir. Psikiyatri ofislerinde hâlâ "Bir insan eşcinsel
olmak istiyorsa bırakın olsun. Eğer böyle mutluysa tercihlerine karışmayın!"
deniliyor. O anda mutlu olacağını zanneden insan, 10 sene sonra "Doktor bey,
niçin o zaman bu isteğime izin verdiniz?" diye de soruyor. Çünkü insanda
biyolojik olarak eşcinsel eğilim yoktur ve eşcinsel kimlik, olması gereken
cinsel kimlikten sapmadır. Bu sebeple eşcinsellik, toplumsal olarak
onaylanmamalıdır. Böyle bir sapmayla karşılaşmamak için de kadın ve erkeğin
biyolojik farklarına riayet edilmelidir. (19,
Eşcinsellikte Ailenin Önemi
Eşcinsellik, öğrenme boyutu çok geniş olan bir konudur ve bu eğilim, eğitim
hatasının bir sonucudur. Eşcinsellerin ailelerine baktığımızda, genellikle
babanın pasif ve soğuk, annenin ise basi kın ve fazla sevgi dolu olduğunu
görürüz. Eşcinsel erkekler arapında abla, teyze, yenge gibi çok fazla kadın
arasında büyüyenlein oranı yüksektir. Küçüklüğünde kız çocuklarının oynadığı
oyunları oynayarak büyüyen bir erkek çocuğu, bir süre sonra kendini kız gibi
hissetmeye başlar ki, bu da onu olması gereken cinsel kimliğin tersine
götürür.
Kadın ile Erkeğin İlişkideki Rolü
İlişkilerde kadınla erkek birbirlerini tamamlayan unsurlardır. Bu durum, bir
iş bölümü gibi düşünülmelidir. İlişkinin duygusal boyutunda kadın, maddî
tarafında ise erkeğin rolü ön plândadır. Çocuklarla ilgili konuda kadın,
para işinde erkek önde görülür. Meselâ bir yönetici, hem resmî güce, hem de
kişilik gücüne sahiptir. Kişilik gücü, yöneticinin güven uyandıran
tarafıdır; bu güç, onun tutarlılığını oluşturur. Kişi ancak bu özelliğiyle
ideal yönetici olarak gözükür.
Evlilik de buna benzer. Erkeğin fizik gücü vardır, kadın ise güven uyandırma
ve ilişki kurabilme alanlarında başarılıdır. Aile içi ilişkilerde kadın daha
baskınken, dış ilişkilerde erkek ön plâna çıkar. Güven uyandırma hususunda
sevgi objesi anneyken, güven objesi babadır. Kadın erkek ilişkisinde de
sevgi veren taraf kadın, güven veren taraf erkektir. Erkekteki güven
zayıflığı, kadına göre evliliğe daha fazla zarar verirken kadındaki sevgi
azalması, erkeğe göre daha zararlıdır. Zihin gücü açısından erkekle kadın
birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcı unsurlarıdır. Güç ve hâkimiyet,
bilgi ve beyin gücünün elindedir.
Seçen Erkek, Seçilen Kadın
Kadında beğenilme arzusu, erkekte güzelliği arama eğilimi vardır. İnsan
cinsinde güzellik kadında olduğundan, o aranan; güzelliğe ulaşmak isteyen
erkek olduğundan, o da arayan durumundadır. Genetik birikim içerisinde kadın
en iyi adayın gelmesini bekler, erkek ise en uygun adayı arama çabasındadır.
Aranan ve seçilen olduğunu hissetmesi için, kadına saygı gösterilmelidir.
Seçim olgusu, manavdan domates seçme gibi değil, değerli olduğu için kadının
ayağına gidilme şeklindedir. Erkek aceleci ve sabırsızdır; kadın ise
beklemeyi ve harcanmamayı tercih eder.
Duygusal İlişki Esnasında
Kadının Yaşadığı Duygusal Zorluklar
Erkeklerde şiddete yatkınlık, sinirlilik, kurallara uymama, saldırganlık ve
kabadayılık gibi özellikler hâkimken, kadınlarda rol yapma, tiyatral
davranma, karşı tarafı duygusal olarak etkileme hususiyetleri daha fazladır.
Kadın psikolojisini anlama açısından bu özellikleri bilmek son derece
önemlidir. Yani kadınlarda oyuncu ruh hâline yatkınlık ve histerik kişilik
özellikleri fazla iken, erkekler de antisosyal kişiliğe daha çok rastlanır.
Bazı kişilik tipleri vardır ki inciticidir. Bunlar çoğu zaman karşısındakini
incittiğinin farkında olmazlar. Bu yapıdaki kimselere dikkatle
yaklaşılmalıdır. Pek çok iletişim ve evlilik sorununun altında yatan temel
sebep budur. "Kişiliklerimiz ve ruhsal yapımız uymadı!" diyenler, aslında bu
şikâyeti dile getirirler.
İnciten insanları, farklı davranışlarına göre şöyle graplandırabiliriz:
Bunların bir grubu, muhatabına kendini özel hissettirir. Fakat daha sonra
avının kanını emer, onu duygusal olarak sömürür ve kullanır. Bu kişilik
özelliği taşıyan kadınların, aslında karşısındaki insanı incitecek gücü
yoktur. Erkeğin maganda duygularını harekete geçirerek, onun kendisini
kahraman gibi hissetmesini sağlar. Sonra onu istediği yöne sevk eder.
Kısacası, bu kişilik tipindeki insanlar, karşılarındakileri kullanırlar.
Fakat işin garip tarafi, bunu çoğu zaman bilerek de yapmazlar. Ama bu
durumdan iki taraf da memnundur.
İnciten insanların ikinci grubu, duygularını yöneteceği, hatta İlişlerini
emeceği kişinin diğer insanlarla ilişkilerini bozar ve onu
yakın çevresi içerisinde gülünç durumlara düşürür. Lâkin karşıdaki insan,
içine düştüğü vaziyetin farkında değildir. Çünkü muhatabı, kendinin özel
olduğunu hissettirmiştir ve o bu durumdan zevk alıyordur. Yani erkek, gücün
kendinde olduğunu sanır, ama güç kadındadır. Kendini özel hissettirenler,
lüzum gördüklerinde isteklerini yaptırmak için ağlarlar. Bu ağlama
karşısında hemen yumuşayıp teslim olunursa, bundan sonra kadın erkeği
istediği noktaya götürecektir. Bu tip kadınlarla karşılaşan erkekler, onlara
nazikçe mendil uzatmalı, fakat kendileri doğru bildiklerini yapmalıdırlar.
İnciten insanların üçüncü grubu ise, sürekli savaş hâlindeki kişilerdir.
Kendilerini de, karşılarındaki insanı da kontrollü gerilim hâlinde tutarlar.
Bu insanlar genellikle çatışmaya eğilimli, öfke ve nefret duygularını fazla
yaşayan, kronik muhalif tiplerdir. Rekabetçi özellikleri fazla olduğundan
yarışmacı olurlar. "Bu tabak neden böyle değil de şöyle duruyor?" konusunu
bile çatışmaya dönüştürürler. Her sorunda üstün taraf olma kaygıları vardır.
Böyle insanlar karşısında kişi, kendini hatalı, eksik ve aşağılanmış
hisseder; çünkü tarzlan budur. Bu davranışla hedefledikleri, karşı tarafın
kontrolünü ellerinde tutmaktır. Bu kadınlar, "Güç bende!" savaşı verirler ve
kaybetmeye dayanamazlar. Her istediklerini almaya yemin etmiş gibidirler.
Her zaman bu ön kabulle hareket eder ve alçak gönüllülüğü kişiliklerinden
taviz vermek gibi algılarlar. Bu kadınlar, tuttuklarını koparan cinsten
oldukları için çok iyi avukat olabilirler, ama asla iyi bir eş olamazlar. Bu
kişilik yapısındaki Idmseler, aile hayatı için çok tehlikelidir. Böyle
biriyle evli olan erkek, eşine nasıl davranacağını mutlaka bilmelidir.
Aslında karşılarındaki kimseyi inciten bu insanlar, kırılmaktan korktukları
için bu derece hassasürlar. Saldırganlığı, incitilmeye karşı kalkan olarak
kullanırlar. Fakat bu kişilerin etrafındakiler, incitilmekten korkar hâle
gelirler. Zihinlerini sürekli, "Şimdi nasıl davranacak, ne diyecek?"
soruları meşgul eder.
İnciten insanlarla yaşayanlar, kendilerini karşı tarafin isteklerini yerine
getirmeye ve fedakârlıkta bulunmaya mecbur hisseder, yaka silkerek de olsa
kurallara uyarlar. İnciten insanlar, geçinmesi
zor kişilerdir; kolaylıkla kin tutabilir, gerektiğinde misillemeye
başvururlar, kötülük yapmaya yatkındırlar. Çünkü öçlerini almazlarsa,
kendilerini kötü hissederler. Bu insanlarla yaşayanlar dikkatli olmak
zorundadır. Bu kişilerin savaş stratejileri farklı olduğundan, mücadele için
onlara uygun bir plân yapılmalıdır. İnciten insanın her dediğine "evet"
denilirse onun esiri durumuna düşülür. Kavgayla beslenen insanlara, onlan
düşündürecek şekilde davranılmalıdır. "Ne yaparsam, bu kişiyi farklı biçimde
düşündürürüm?" sorusuna cevap aranmalıdır.
Bu tiplerle çatışmaya girildiğinde muhatap bağırmaya başlarsa, "Yavaş konuş,
seni anlamam lâzım!" denildiğinde, yavaş bağırmak mümkün olmadığına göre, o
hemen duracaktır. "Karşımdaki insan beni anlamaya çalışıyorsa, benim
düşmanım değildir." diyecek ve düşünmeye başlayacaktır. Bu insanlar,
karşısındakini kendi yöntemleriyle savaşa çekmeye çalışırlar. Onunla
mücadele için aynı kurallara başvurulsa, onun gibi bağınlıp çağırılsa bile,
o alanda onun kadar başarılı olunması mümkün değildir. Erkek, bir müddet
sonra pes edecek ve eşinin isteklerini yerine getirmeye mecbur kalacaktır.
Muhatap, bu kişinin savaş alanına girmeden, ama ona onaylamadığını da
hissettirerek, susup beklemelidir. Böylece saldırgan, suçluluk hissetmeye
başlar. Karşıdakine, "Ben kendimi ezdirecek biri değilim. Benimle yaşamak
istiyorsan, güzellik diliyle ilişkide bulunmalısın. Kimi insanlar baskı,
tehdit, korku ve şiddetten; kimileri de nezaket ve yumuşaklıktan anlar. Ben
ikinci gruptanım!" denildiğinde, agresif kişi anlaşma yollan bulmaya
çalışacak, onda bir değişim başlayacaktır. Bu kişilikteki insanlara kılıç
çekmek, savaşı baştan kaybetmek demektir.
Bir başka kişilik tipi ise, kırılganlardır. Bu tiplerle yaşayan insanlar,
yumurta kabuklarının içinde dolaşıyor gibidirler. "Ben çok duygusalım."
diyen bu insanlar, karşı taraftaki kişiye kendini hep suçlu hissettirirler.
Öyle üzüntülüdürler ki, ufacık bir şeyden ağlamaya başlar, her şeyden
incinirler. En ufak bir şeyde kırıldıkları için, karşı taraftaki insan
kendine sürekli, "Acaba yine ne hata yapüm?" der ve suçluluk duygusu içine
girer, "Gülsem kınlacak, ağlasam kırılacak!" diye endişe ederler. Çok
kırılgan insanlarla yaşayanlar, "Benim bu kişiyi neşelendirmem lâzım." gibi
bir mecburiyet hissederler. Fakat bu çaba gösterildikçe, muhatap duygusal
olarak beslenir ve bundan özel bir zevk alır; yani artık ona sürekli ödün
verilmesi gerekecektir.
"Müzmin kırılgan" diyebileceğimiz bu kimseleri neşelendirmeye uğraşırsanız,
"yandınız" demektir. Bu kişilikteki insanlar her olayı ya kişiselleştirir ya
da genelleştirirler. "Gözlüğün eğri duruyor!" deseniz "Bu beni beğenmiyor!",
"Sağdan değil, soldan gidelim." deseniz, "Bak, benim fikrime önem vermiyor!"
diye düşünürler. Bir şey söylediğinizde onu her zaman öyle görüyormuşsunuz
gibi davranırlar. "Bugün yüzün gülmüyor!" denildiğinde, "Beni suratsız
buluyor!" genellemesine başvururlar. Sürekli sevilmedikleri ve değersiz
olduklarını düşündüklerinden, alıngan olurlar. Ayrıca bu gibiler her konuyu
abartırlar.
Kırılgan yapıdaki insanlar, etraflarındakileri yaptıkları işte desteklemez,
ama onlara köstek de olmazlar. Yani faydaları da, zararlan da yoktur. Ancak
at sineği gibi yapışkan ve rahatsız edicidirler. Acıma duygularınızı
harekete geçirecek şekilde içlerine kapanırlar, insanlar, onları
neşelendirmek gibi bir görevleri olduğu hissine kapılırlar.
Böyle insanlarla yaşanıyorsa sınırlar netleştirilmeli, o kişinin
beklentileri gerçeklik sınırına çekilmelidir. Meselâ söylediğiniz şeyden
alınmışsa, fazla üstüne düşüp neşelendirmeye çalışmak yerine, "Benim için
önemlisin, ama bu konudaki davranışın doğru değil!" diyerek, yönlendirme
metodu uygulanmalıdır. İnsan ilişkilerinde her zaman doğru olam ve üzerimize
düşeni yapmalı, ama karşı tarafi değiştirmek gibi bir görevimiz de
olmamalıdır. Değişmek, muhatabımızın sorumluluğudur. "Değiştireceğim." diye
düşünülürse, karşı taraf savunmaya geçer ve kişilik çatışması daha fazla
yaşanır. Doğru olan yapıldıktan sonra kenara çekilip yola devam edilmelidir.
Bu zor kişilik tiplerinin üçü de genel olarak baskın hâldedir.
Kadınların yaşadığı duygusal bir farklılık da, geçmişe gereğinden fazla
takılmalarıdır. "Annen bana 10 sene önce şunları söylemişti." demek için
gece yansı kocasını uyandıran kadınlar vardır. Geçmişle çok uğraşan insanlar
beyin enerjilerini boşa harcarlar.
Oysa insanoğluna verilen beyin enerjisisi yaşadığı günü mutlu ve başarılı
geçirmesi içindir. Bugünkü enerji, geçmiş ve gelecek düşünülerek
boşaltıldığında mutluluğu kaybederiz. Yaşadığımız anda geçmişi unutamayız,
ama geçmişte yaşamamak gerekir. Geçmişe ağlamak, vakit kaybıdır; daha da
önemlisi, sermayemizi boşa harcamaktır. Geçmişe çok takılan insanlara bunun
faydasız bir şey olduğu söylenmeli, fakat üzerinde fazla durulmadan yola
devam edilmelidir.
Kişilik tiplerinden bazılarında "zordan kaçma" eğilimi vardır. Bunlar,
engellerin hayatın bir parçası olduğunu düşünmezler. Hâlbuki kötü olan
engeller değil, tembellik ve zorluğu aşmak için çaba sarf etmemektir. Meselâ
yol inşaatlarında, projesi çizilen çalışma devam ederken, umulmadık bir kaya
ya da beklenmedik bir boşluk ortaya çıkabilir. Ama bu sebeple yol
inşaatından vazgeçilmez, yeni bir proje hazırlanır. Önceki plânın sağından
ya da solundan dolaşılarak, işe devam edilir.
İnsan da, eğer hayattaki hedefini çizdiyse, karşısına engel bile çıksa, pes
edip vazgeçme yerine o engeli aşmayı düşünmelidir. Fakat bazdan bunu
yapamazlar. Özellikle kadınlar, zorlukla mücadele konusunda erkeklere
nazaran daha zayıftırlar. Genetik yapıları buna pek müsait değildir.
Evrimsel psikoloji içinde erkek avcı, kadın ise çiftçi kişiliğe sahiptir.
Sakin, bekleyen, soğukkanlı davranan, sabırlı özellikler gösteren B tipi
kişilik özellikleri kadınlarda daha fazladır. Bu durum, kadınlann annelik ve
çocuklannı koruma içgüdüleriyle ilgilidir.
Kadınlar korkuya karşı daha az dirençlidirler. Bu hassasiyetleri sebebiyle
zorluklara karşı mücadele özellikleri daha zayıftır. Bu da onlann bazı
başanlannı engeller. Kadınların askerlik ve politika gibi sahalarda daha az
görülmesinin sebebi, fiziksel zayıflıklanndan çok, risk alma konusunda
erkeklere göre dirençlerinin daha az olmasındandır.
Kadın ve erkeğin genetik eğilimleri farklı özellikler göstermektedir.
Yeniliği arama geni erkeklerde daha baskınken, kadınlarda daha azdır. Risk
ve tehlikeyi seven "hiperaktivite," çocuklarda olduğu gibi yetişkinlerde de
vardır ve bu davranış biçiminin görülme sıklığı erkeklerde, kadınlara oranla
üçdört kat fazladır.
Zorluklarla mücadele gücü yönünden kadınların daha fazla şüçlük çektiklerini
söyleyebiliriz. Onların daha çok fedakârlık yapmaları gerekir. Fakat
kadınlar fedakârlıklarını risk alanlanna değil, koruma içgüdüsüyle ilgili
alanlara, meselâ çocuklarına yöaeltirler. Kadın, çocuğu için uyku ve
rahatını, zevkle feda eder. iu durum, annelik ve koruma içgüdüsüyle
ilgilidir.
İnsandaki bazı yetenekler, ispatlanmaya mecbur kaldığında ortaya çıkar.
Kişi, kendinde ne kabiliyetler saklı olduğunu, çoğu aman kendi dahi bilemez.
Hayat yolunda, bir plân doğrultusunla gidiyordur. Fakat önüne öyle bir
zorluk çıkar ki, eğer yaşam jfelsefesi zorluklarla mücadeleye uygunsa bir
alan bulup yetenekjlerini geliştirir, eğer ispatlamaya gerek kalmazsa
yeteneği de ortaca çıkmaz. İşte karizmalar böyle durumlarda sivrilir. "Bu
adam %ıe kadar başanlı?" diye düşündüğümüz kişinin yeteneği bu şekilde
belirir. Bu sebeple daima fikir üretip orijinal yollar bulmalı, yeteneklerin
zorluklarla orantılı olarak geliştiği bilinmelidir.
Yetenekler, huzur ve istirahat içinde gelişmez. Psikolojik doğası gereği
mücadeleci ve heyecanlı olan insanlar, istirahat ederek mutlu olamazlar;
durgun bir yaşam, bu kişileri tatmin etmez. Mücadele etme ve tehlikeyi
sevme, yaratılışları gereği daha çok erkek eğilimi olduğundan, onlar riski
seven alanlarda kadınlara nazaran daha başarılı olabilirler. Kadınlar ise,
yukanda da ifade edildiği gibi, daha çok sevgi, şefkat ve koruma duyguları
ön plâna çıktığından, fedakârlık yaptıklan duygu alanlannda daha başanlı
olur, saklı yeteneklerini bu alanlarda gösterebilirler.
İnsanı mutluluğa götüren güç, zorlukları aşarak kazanılır. Mutluluğa giden
yolda emek vermeden, çile çekmeden, güçlükleri alt etmeden ilerlemek mümkün
değildir. Ancak yaşam felsefesi buna göre düzenlenirse, mutlu olunabilir.
Zorluklarla mücadele etme becerisi yönünden kadınlarla erkeklerin farkı,
cins atla adi atın farkı gibidir. Adi at hızlı koşar ve adım atamayacak
duruma geldiğinde durur. Aynı şekilde cins at da koşar, ama adım atamayacak
duruma geldiğinde bir adım daha atar. Bu, onun farkını ortaya koyar.
Zorluklarla mücadele eden insanlar, cins atlar gibidir.
Adım atamayacak hâle gelseler bile, adım atmanın bir yolunu bulur,
amaçlarından soğumazlar.
Bir yatırım yapabilmek için önce istek, sonra güç, sonrasında tahammül
lâzımdır. Bir işe azimle başlanır, sabırla bitirilir. Bu sabrı erkekler,
"avcı karakter yapıları" sebebiyle dış dünyada, kadınlar ise çocuklarını
eğitmek, onlarla ilgilenmek ve ev düzenini iyi kurmakta gösterirler. Kişi
genetik olarak hangi alanda başarılıysa, düşünce yatırımlarını o alanda
kullanmalıdır.
Motivasyon tekniklerinde katılımcılara "İnsan, yelkenli gibi mi olmalı,
yoksa vapur gibi mi?" diye sorulur. Yelkenli dış etkilerle ilerlerken, vapur
kendi iç enerjisiyle yol alır. Kişi yelkenli gibi olursa, rüzgar olmadığı
zaman ortada kalır; ama vapur gibi iç enerjisiyle gidiyorsa, dış etkilerin
olumsuzluklarıyla karşılaşmaz. Bu sebeple insanı iten gücün, içinden gelmesi
önemlidir. Zaten hayattaki ödülleri, zorluklara dayanabilenler kazanır. Bu
sabrı erkek dış dünyada, kadın ise iç dünyada daha iyi uygulamaktadır,
însan, hedefini doğru koyduğu alanda başarılı olur.
Risk alma konusunda erkeklere göre zayıf olan kadın, yenilgiden korkma
duygusu açısından da erkeklerden güçsüzdür. Yenilgiden korkma duygusunun
fazlalığı, kadınların girişimciliğini • azaltır. Riske girmemenin altında
yatan, yenilgiden korkma duygusudur. Kadın, risk alanlarında kayba uğrarsa
kayıpları fazla olacağından riske girmekten çekinir. Çünkü kaybederse,
çocuğu da kaybedecektir. Depresyon geçiren kadın "Ben ölürsem çocuğum ne
olacak?" diye düşünürken, aynı şartlardaki erkek "Ölürsem işim ne olacak?"
diye sorar. Burada iki cinsin duygusal önceliklerinin farklı olması hemen
dikkati çekmektedir. Bu öncelikler farklı olunca, korku ve risk alanları da
farklı olur.
Kişilik Yapısındaki Olumsuzluklar
Kadınların kişilik yapılarını olumsuz etkileyen psikolojik durumlardan biri
de, "oyuncu ruh" hâlidir. "Oyuncu ruh" hâli, erkek ile kadın arasında önemli
bir fark oluşturur. Erkekler arasında antisosyal, yani toplum normlarına
uymayan tipler yaygınken; kadınlarda Histrionik, yani rol yapma eğilimindeki
kişilik özellikleri baskındır. Bunun kadınlara mahsus bir özellik olduğu
bile söylenebilir. "Oyuncu ruh" hâli öyle bir hâldir ki, ruh biliminde bu
kişiler "dış görünüş fetişisti" olarak tanımlanırlar. Bunlar estetik kaygıya
olması gerekenden fazla önem verir ve dikkat çekmek için her şeyi yaparlar.
Maganda erkekler, bu tip ayartıcı kadınlara bayılırlar. Onlar bol makyajları
ve aşın şık giyimleriyle böyle erkeklerin gönüllerini fethederler. "Oyuncu
ruh" hâlindeki kadınlar, erkekleri kolay hipnotize eden tipler olarak
bilinirler. Erkeklerin hoşuna gittikleri için evlilikleri yıkan, tuzak
kadınlardır. Lâkin bir müddet sonra beraber oldukları erkekleri de sıkarlar.
Oyuncu ruh hâline sahip kadınlara genellikle maymun iştahlı erkekler ilgi
gösterirler. Onlar böyle kadınlara çabucak gönül verir, ama bu kadınlar bir
müddet sonra onları da aldatabilirler. Çünkü bu tip kadınlar, sıkça eş
değiştirmekten büyük zevk alır, rol yapmayı ve ikiyüzlülüğü sever, erkekleri
kendileri için kavga ettirmekten hoşlanırlar. Dedikodu yapmak, insanları
birbirine düşürmek, onlara büyük keyif verir. Üzülür gibi gözüktükleri
konularda bile içten değil, yapaydırlar.
Eşleri böyle olan politikacıların işleri bilhassa zordur. Bu kadınlar kendi
kaprisleri için politik sonuçlan etkileyebilirler. Siyasete bulaşan
siyasetçi eşleri, genellikle bu tip kadınlardır. Bunlar kocalarını kolayca
hipnotize ederler.
"Oyuncu ruh" hâline sahip kadınların davranışlarıyla egolarını tatmin eden,
bu yüzden onlara sabreden, hatta bundan hoşlanan erkekler de vardır. "Oyuncu
ruh" hâli gösteren kişiler, ilgi açlığı çeken insanlardır. Balık sudan
çıktığında nasıl boğulursa, bu tipler de yeterince ilgi görmedikleri
ortamlarda kendilerini boğulacak gibi hissederler. Psikolojik gıdaları
övgüdür, bunu bulamazlarsa kendilerini kötü hissederler. Çok duygusaldırlar,
hemen kırılırlar. Bu huyları bulaşıcıdır, çevreleri de kendileri gibi
duygusal kimselerden oluşur.
Kendisine ilgisiz davrananlara düşman kesilirler. İstediklerini elde
edemedikleri zaman depresyona girer, saldırganlaşır ve öç alırlar. Bu tipler
kendilerine bağırılmasından, hatta hakaret edilmeşinden bile keyif alırlar;
çünkü o bile bir ilgidir. Böyle insanlara verilecek en büyük ceza, ilgisiz
davranmaktır. Çünkü kendisine ilgi gösteren kişiye kim olduğuna
bakmadan—sonucunu hiç düşünmeden—o insanla yakınlık kurar, dikkati çekmek
için her şeyi yaparlar. İlgiden beslendikleri için, gülünç duruma düşmekten
bile utanmazlar. Bu kadınlar, aynı zamanda girişken, neşeli ve heyecan
vericidirler; bulundukları noktada iz bırakırlar. Sempatik oldukları için
herkes onları konuşur. Fakat konuşmalarında hiçbir derinlik bulunmaz.
Modanın, bu tip insanların eseri olduğu söylenir. Aynca dansların
vazgeçilmez elemanlarıdırlar. Bu meslek onların kişiliğine çok uygundur ve
hayatlarının her anı rol yapmakla geçer. İşin garibi, bu yaşam onların doğal
hâlidir; rol yapmadıklarında kendilerini yapay hisseder, rahatsız olurlar.
Bir özellikleri de telkine açık olmalarıdır; kolayca yönlendirilirler. Böyle
kimselerin aile hayatları uzun sürmez; sık sık evlenip boşanırlar.
"Oyuncu ruh" hâlini yaşayanlara erkelder arasında da rastlanır. Bunlar genel
olarak dalkavuk tiplerdir. "Gelene ağam, gidene paşam!" diyebilen, her
masada farklı konuşan, insanlar arasında söz taşıyan erkeklerdir. Bu
kimseler, gerek ailede gerekse toplumda insanları birbirine düşüren ve kavga
çıkaran tiplerdir.
Oyuncu ruh hâline sahip kişiler, ister erkek isterse kadın olsun, manuklı
davranamadıklan için çocuklannı narsist yetiştirirler. Onları sımsıkı
kendilerine bağlar, her dediklerini yapar, hatta her şeyi onlara sorarlar.
Çocuklar kendilerine bağımlı olduğu zaman müthiş keyif alırlar. Annesinin
eteğine üçüncü bir bacak gibi yapışan çocuklar, onlara çok keyif verir.
Fakat büyüdükçe çocuklar annelerinden uzaklaşmaya başlar ve ona düşman
kesilirler. Çünkü çocuğun kişiliğini anlayamamışlardır. Çocuk, hep kendi
istedikleri gibi davranırsa iyidir, yoksa kötüdür. Anneler bu durumu, "O
küçükken bensiz yapamıyordu; şimdi büyüyünce neden bana düşman oldu?" diye
sorarak, yorumlamada zorlanırlar. Bu tip annelerin tutarlı davranış kalıplan
yoktur.
Bu kimseler, başkalarının her şeyini inceler, fakat kendi iç dünyalarıyla
ilgilenmezler. Bu sebeple psikolojik olgunlukları bulunmaz. Bir film yıldızı
ya da sanatçıyı çok iyi anlattıkları hâlde, kendilerini anlatamazlar. Çünkü
kendilerini inceleme ihtiyacı hissetmez, kendi ruhlarını tanımazlar. Ayrıca
çok kolay hastalık icat eder, onunla da rol yaparlar. Sıkıştıklan zaman
bayılır ya da kusarlar. Birisine "Canım!" derken bile—sesi, jesti,
mimiği—bütün tavırları abartılıdır. Yıldınm aşkına kolayca kapılır,
karşısındakinin hemen kulu kölesi olurlar.
I Bir özellikleri de kolayca rezalet çıkarmalarıdır. Bu yüzden onların
oyununa gelinmemelidir. "Aman bir tatsızlık çıkmasın!" diyerek, taviz, hep
karşı taraftan gelir. "Oyuncu ruh" hâlini yaşayan kadınlar, insanlarla
oynamaya bayılırlar; cinsel olarak kendilerini cömertçe sergiledikleri hâlde
vermeyen tipler olduklarından, cinsel tacize çok sık uğrarlar.
Kıskanç erkekler kesinlikle böyle tiplerle beraber olmamalıdır. Bu kadınlar,
fiziksel çekiciliğe ve başkalarının ilgisine çok önem verirler. Karşıdaki
erkeğin kıskançlık duygularını kamçıladıkları için, bağlı olduklan kişiyi ya
kahrından öldürür ya da katil ederler. Bunların kötü evlilik yaşama
ihtimalleri büyüktür. Bu ruh hâline sahip biriyle yaşayan insan, kararlı,
tutarlı ve sabırlı olmalıdır. Bu tip insanlar ya size uyar ya da sizi terk
ederler. Bu sebeple, sizi kendine uydurmasına firsat verilmemelidir. Zaten
kendisine uymadığınızda terk edileceğinizi bilmeli, hatta terk etmesine
firsat vermeli, üzülmemelisiniz.
Bu tipler, söylenilen sözü, kendi anlamak istedikleri gibi anlar,
ifadelerinizi kolayca çarpıtır ve başkalarına da böyle anlatırlar. Onlara
duygusal davranırsanız sizi çok kolay yönlendirirler. Bu sebeple bunlarla
konuşurken çok dikkatli olunmalıdır. Büyü ve büyücülük takıntıları da
fazladır. Bunlar büyücü ya da falcıların en büyük müşterileridirler.
Oyuncu ruh hâline sahip kadınlar karşı tarafin sabrını taşıran tipler
olduklan için, kararlı olmalı, gerektiğinde sert davranmalı, tahrik edici
tavırlannın onaylanmadığı kendilerine kesin bir şekilde gösterilmelidir. İyi
şeyler yaptıklarında abartılı bir övgüyle yaklaşılmalıdır. Çünkü onlar
psikolojik ihtiyaçlarını böyle sağlar, kendilerini iyi şeyler yapmaya böyle
konsantre ederler. "Bu kişiye böyle davranırsam, bana çok ilgi gösteriyor."
diye düşünüp, iyilik için çaba harcarlar.
Oyuncu ruh hâline sahip insanlar, egolannı kötü şeylerle değil, iyi şeylerle
tatmin etmelidirler. Bu insanlar, yalan söylediğinizi ve kendilerini
şımarttığınızı bildikleri hâlde, yine de övgü almaktan hoşlanırlar.
Şımartıldıklarında son derece mutlu olurlar; ama onlar mutlaka pozitif
davranışlarında şımartılmahdır. Onların oyunculuk yetenekleri ezilmemeli,
kabiliyetleri çocuklarla oynamak, anaokulu öğretmenliği yapmak gibi zararsız
alanlara kaydırılmalıdır.
Bu tipler hırçın, ama sevimlidirler. Lâkin gözyaşlarına aldanarak,
inandığınız doğrular değiştirilmemelidir. Kendilerine dedikodu ve yalan
konusunda onaylanmadıkları bildirilmeli, ilgi çekmek maksadıyla yaptıkları
hastalık rollerine inanılmadığı hissettirilmelidir. Yoksa onları her
oyunlarında doktora götürmek gerekecektir.
Zaman Kullanımı Açısından Cinsler Arasındaki Farklar
Yaratıcının insanlara eşit olarak dağıttığı nimetlerden biri zamandır. Ancak
zamanı doğru kullananlar başarılı olabilirler. Plân yapabilme, önem ve
öncelikleri belirleme ve onları organize edebilme becerisi açısından
erkeklerle kadınlar arasında birtakım farklar vardır. Hedefleri iyi
belirleme ve yapılacak işlere ayrılacak zamanı paylaşürma, zaman yönetimi
açısından önemlidir. İnsan, zamanı doğru plânlamayı alışkanlık hâline
getirmelidir. Meselâ liste yapmadan alış verişe çıkmak yanlıştır. Bu konuda
erkekler daha başarılıdır. Zamanı, yapacakları işlere göre daha iyi tanzim
edebilirler. Dikkat açısından da erkekler daha ileridir; aynı ayda iki ya da
üç işi birlikte götürebilecekleri bölünmüş bir dikkate sahiptirler. Meselâ
araç kullanma hususunda yine erkekler yeteneklidir. Kadınlar ise tek konu
üzerine daha iyi yoğunlaşırlar.
Erkeğin 10 dakikada yaptığı plânı, kadın 15 dakikada yapar. Kadın, plânlama
yapma hususundaki eksiğini bilirse, bu alanda kendini eğitebilir. Bu durum,
kadınların önem ve öncelik sırasını karıştırmalarından kaynaklanır. Meselâ
kadın diş yaptırırken görünüşü önemser, fonksiyonelliği ikinci plâna atar.
Ama erkek, ekmeği ne kadar rahat yiyeceğini düşünür. Meslek tercihiyle
ilgili konularda da durum aynıdır. Kadınlar göz önündeki alanları ter
ederken, erkekler risk almanın, heyecanın ve içinde mücadele
lin bulunduğu alanları seçme eğilimindedirler. Bu yüzden dünya
politikasında kadınlardan ziyade erkekler yer alır.
Kadınlar plânlama yaparken, zevk anlayışlarındaki farklılık sebebiyle zaman
tuzaklarına kolay kapılırlar. Meselâ alış veriş sırasında güzel bir elbise
gördüklerinde, mağazanın önünde dakikalarca kalabilir, televizyon
seyrederken spikerin anlattıklarına değil, giyindiklerine dikkat ederler.
Bunlar hep öncelik karıştırmayla ilgilidir. Bu yüzden krizden krize,
sorundan soruna atlamaları kolay olur. Hayata kuş bakışı bakmaları zordur.
Uzun vadeli plân yapmada güçlük çekerler. Bütünü ya da ormanı görme yerine,
sadece ağacı görürler. Kadınların zamanı iyi kullanabilme becerisi
kazanabilmeleri için daha fazla gayret göstermeleri gerekir.
İnsan bir otobüs yolculuğunda nasıl ki yolcu olduğunu unutmaz, otobüsün
sadece kendine ait bir araç olmadığını bilir ve tek yolcu olmadığının
farkında olarak seyahat ederse, evliliği sırasında da benzer bir durumla
karşı karşıyadır. Erkek veya kadın, hayatı ve çocukları sadece kendine
aitmiş gibi düşünürlerse, benmerkezcilik etmiş olurlar. A tipi kişilerle B
tipi kişiler arasında bu noktada fark vardır. B tipi kişiler, yani çiftçi
yapıdaki insanlar, zekâ ve yeteneklerini gereksiz yerde harcayıp zamanlanm
yanlış noktada kullandıkları için istedikleri başarıyı elde edemezler. Ama A
tipi, yani avcı karakterdeki insanlar, hedef piramidinde belirledikleri
alanlarda daha başanlı olabilirler. Bu sebeple sosyal mesleklerde kadın ve
erkek arasındaki başarı farkı, kültürel etkilere değil, önceliklerine
bağlanmalıdır. Meselâ hemşirelik ve halkla ilişkiler gibi alanlarla kadınlar
daha başarılıyken, siyaset ve ekonomi alanında erkekler aktiftir. "Bu
alanlarda neden erkekler kendilerine öncelik veriyor?" diye kızmak
yersizdir. Bu durum, insanların psikolojik eğilimleriyle ilgilidir.
Fukuyama, ekonomik hareketliliği etkileyen faktörü araştırır ' kert, arz
talep dengesini ihtiyaçlardan çok, psikolojik etkenlerin \ belirlediğini
ortaya koydu. 2002'de Nobel Ekonomi Ödülü, "risk yönetiminde psikolojik
etkenler" konulu çalışması sayesinde ilk kez bir psikologa verildi.
Güven konusu ekonomiyi çok ciddî etkileyen bir faktördür. Artık "Bir yerde
yiyecek olmazsa orada talep oluşur ve bunun sonrasında arz meydana gelir."
diyemeyiz. Şimdi insanlar, ihtiyaçları olmadığı hâlde de alış veriş
yapmaktadırlar. Meselâ elektriğe ihtiyaç yokken elektrik icat edildi,
fonksiyonları bilindikçe de talep meydana geldi. Sonrasında ise elektrik
üretimi ihtiyacı karşılamaz oldu.
Güven duygusu yüksek toplumlarla düşük toplumlar arasındaki refah farkı
araştırıldığında, insanların birbirine güven duyduğu toplumlarda ekonomik
hareketlilik ve alış veriş olduğu için refahın daha yüksek görülür. Güven
zayıflayınca, insanlar yatırım yapmak ve riske girmekten kaçınıp savunmaya
yöneldikleri için, ekonomik hareketlilik durur.
Aile içindeki güven duygusu da önemlidir. Kadın evinde kendini daha güvende
hissederken, erkek dışarıda daha rahat ve güvenli olabilir. Fakat kadının
evinde bile olsa ekonomik olarak kendini yeterli hissetmesi önemlidir.
İnsan ilişkilerinde takdir edilme arzusu da mühimdir. Ama erkeğin takdir
edilmek istendiği alanlarla kadınlannki birbirinden farklıdır. İnsanın
takdir edilme arzusu ekonomiyi etkileyebilir. Birçok zengin, pek çok şeyi
varken, sırf takdir edilme arzusu yüzünden daha fazla zengin olmak ister. Bu
arzu insanda yapay bir ihtiyaç oluşturur; kişi doyumsuzluk yaşar ve bunun
sonunda daha çok çalışır.
Duygusal İlişkide Kadın ile Erkeğin Sorun Çözmedeki Farkları
Kadın ve erkekler arasında problem çözme yöntemleri de birtakım farklılıklar
gösterir. Karşılaştığımız olaylarda öncelikle yak
laşım biçimimiz ve düşünce kalıbımız oluşur, sonra tepki veririz. Meselâ
insana bir eleştiri yöneldiği zaman onun yorum, yaklaşım ve
değerlendirmesinde ild cins farklılık görülür. Kişinin, haldi bir eleştiri
karşısında "Cezalandırıldım! İnsanlar karşısında küçük düştüm!"
değerlendirmesi yanlıştır. Bu yanlış değerlendirme sonunda öfke, tepki ve
bazı hatalı davranışlar ortaya çıkar. "Bütün kabahat bende mi? Bu adam beni
ne sanıyor? Önce kendine balesin! Mahvoldum!" gibi tepkiler doğar ve insan
karşıdakini suçlamaya başlar. Böyle düşünmek ve söylemek yerine, "Unutmuşum,
ihmâl etmişim, işi zamanında bitirmeliydim." değerlendirmesi, gerçekçi ve
doğrudur. Bu durumda da, belki ister istemez hayâl kırıldığı yaşanır, ama
kişi hatâsını görmüş olduğundan kendine olan güveni kırılmaz. (41, 60)
"Mahvoldum!" şeklindeki kognitif bir yaklaşımda, kadının kendini yetersiz ve
eksik hissetme eğilimi ön plâna çıkarken, erkekte saldırganlık meyli baş
gösterir. Erkek suçu karşısındakine yüklerken, kadın daha depresif bir
eğilim sergiler; çaresizlik hisseder ve sığınacak liman arar. Yıkıcı
eleştiriye tepldde cinsler arasında böyle bir farklılık söz konusudur.
Eleştiri karşısında evli çiftler, "Bencilsin, beni incitmek sana zevk
veriyor!" şeklinde suçlayıcı bir yargıyla "sen" diline başvururlar. Hâlbuki
olaya "ben" diliyle yaklaşılır ve "Beni incittin; üzülüyorum!" mesajı
verilirse karşı tarafta suçluluk duygusu uyanır. İletişim hatâlarında akıl
okuma eğilimleri vardır. Kişi, karşıdaki insan bir şey söylediğinde hemen
alınır ve "Bunu, beni aşağılamak için söylüyorsun!" diyerek bu sözde kötü
niyet arar. Bunlar paranoid eğilimlerdir ve geçmişi sıkça gündeme
getirirler; kadınlarda bu duruma sıkça rastlanır. Erkeklerde karşılaşılan
problem ise kendini bütünüyle haldi gösterme eğilimidir. Erkekler
davranışlarının sorumluluğunu almaz, bu surede karşı tarafın kişiliğini
ezerler. Hâlbuki "Öfkeme sahip olamıyorum, bu benim zayıf tarafım; sen de
haklısın!" diyebilseler, kadında ona karşı saygı uyanacaktır. Erkek "Güç
bende!" kaygısıyla hareket ettiğinden, kontrolü kaybettiği hissine kapıldığı
zaman hırçınlaşır. Karşı tarafa kendini suçlu ve yetersiz hissettirerek
egosunu tatmin eder. Böyle yaklaşımlar, erkekte suçluluk duygusu
uyandırmalıdır.
Pasif agresif kişilik özellikleri taşıyan kadınlarda ise işi yokuşa sürme,
yapmama, savsaklama, erteleme ve erkeği sinirlendirecek şeylere çanak tutma
özellikleri ön plândadır. Kocasına kızdığı için nezlesini ona bulaştırıp öç
alan kadınlar vardır. Bir olay karşısında "İş işten geçti, artık geç
kaldım!" deme yerine, "Geç de olsa du ; rumu fark etmek beni mutlu etti."
yaklaşımı daha doğrudur. Erkekler olaylar karşısında ses tonunu daha kolay
yükseltirler, onlarda danışmanlık rolüne girme eğilimi daha fazladır. Yani
sorunlarda erkek "bay mantık," kadın ise "bayan duygu" rolündedir. Erkekler
olaya "Benim fikrimi çürüt!" diye yaklaşırken, kadın "Beni anla!" diye
seslenir.
Eş Duyum [Empati] İhtiyacı
Empati, düşmanlıkları ortadan kaldıran değerlerden biridir. Muhatabının
hislerini anlayan kişinin aynı anda o kimseye kızgınlık duyması imkânsızdır.
Temel bazı psikolojik ihtiyaçlar vardır. Sevgi, sevilmek, değer verilmek,
beğenilmek, güvende olmak, kendini ifade edebilmek gibi... Bu ihtiyaçlar
engellendiğinde acı, öfke, kızgınlık, nefret, korku, üzüntü gibi olumsuz
duygular yaşanır. Eğer karşımızdaki • insan bunları anlamazsa kendimizi çok
kötü hissederiz.
Yanlış anlaşılmak çok can sılacıdır. "Beni anlamıyorsun" ifadesi,
karşımızdakine yönelttiğimiz en sık suçlamalardan birisidir.
Öz güven ihtiyacı erkek için bağımsızlık isteği, mesleki konum ile
karşılanırken, kadın için yakınlık kurma ve öz saygı gibi hislerle öz güven
tamamlanır. Erkeğin işini kaybetme korkusu, küçük düşme endişesi sırasında
yaşadığı değersizlik duygusunu kadın aşk ilişkisi bittiğinde ve terk
edildiğinde yaşar.
İnsan anlaşılmadığını düşündüğünde eş duyum becerisini geliştirmek için
kendi kendisine "Hissettiğim şeyi onun da hissetmesini nasıl sağlayabilirim?
Hislerimi anlamasına nasıl yardımcı olurum?" sorularını sormalıdır. Bu
soruları sorarken analoji [benzerlik] yöntemini kullanabilir. İnsanın
şahsiyetine ve şartlarına uygun benzerlik, "Böyle bir durumla karşılaşsan ne
hissederdin?" düşüncesini doğurur. Meselâ erkeğin asık suratlı olmasının
aile ilişkisine ne denli zarar verdiğini anlatmak için şöyle bir örnek
verilebilir:
"İş yerinde ekibinden birisi asık suratlı olarak müşteriler arasında dolaşsa
ne hissedersin?"
Bu durum ürünün satışına ve dolayısıyla işine zarar vereceğinden erkek bunu
onaylamadığını söyleyecektir. Böyle bir soruyu sormakla onda ev halkına
karşı eş duyum bilinci uyandırılabilir.
Kin Duygusu
Unutmamak ve hatırlamayı sürdürmek, sürekli geçmişte yaşamak, kadınsı bir
zaaf olarak sıkça söylenir. Çözüm, düşünen beyni devreye sokmaktır.
İnsanın geçmişinde yaşadığı psikolojik travmalar vardır. Bu travmalar beynin
derinliklerine yazılır ve kişinin iradesi dışında sürekli düşünce üretirler.
Zaman zaman kişilikten bağımsız olarak ortaya çıkan düşünceleri kafasından
atmayı başaramayan kimse, mutlaka tedavi olmalı ve ilâç kullanmalıdır.
Mazide olup biten bir hadiseyi unutmamak ve devamlı hatırlamak, sorunun
çözülmediğini gösterir. Basit bir problem çözme yöntemi olan "Çare varsa
gerekeni yaparsın, üzülmeye değmez; çare yoksa üzülsen de sonuç
değişmeyeceği için yine üzülmeye değmez" formülünü çoğu zaman uygulayamayız.
Sürekli geçmişte yaşayan bir kişi, kimseyi bağışlamaz ve hep suçlamaya devam
eder. Suçlama bizi meselenin sorumluluğunu kendi dışımızda aramak gibi ilkel
bir savunma mekanizmasına götürür. Öfke ve gerginliğe bir hedef bulunduğu
için kişi kendi eksikliğini sahiplenmekten kurtulur. Fakat bu davranış
insanı pasif duruma sokar. Çünkü kin, intikam, öç alma gibi olumsuz
duygular, kişinin çözüme yönelik adımlarını engeller, hep alarm durumunda
kalmasına sebebiyet verir. O insanla yaşayan ,onunla birlikte olmanın
zorluğunu görür ve çok çaba gerektirdiğini düşünerek uzaklaşmayı tercih
edebilir. Oysa çözüm, sorunun içindedir. Aynı durumun yeniden yaşanmaması
için yapılması gereken şey anlaşıldığında menfilikleri unutmak kolaylaşır.
Kin duygusu, mutluluğa zarar verir. Sevgiyi azaltır, zamanın ve enerjinin
boşa harcanmasına sebep olur. Kin duygusu içindeki kişi, bağışlamayı
başarabilir. Eğer kişi ve olaylar bağışlanması mümkün olmayan olaylarsa ve
mağdur edenler pişmanlık duymuyorlarsa, bu acıyı yaşamanız gerektiğini
düşünmek en akıllıca yoldur. Affetmemenin ve unutmamanın size neye mâl
olduğunu hesap etmek gerekir. Aynı olayın tekrar etmemesi için neyi öğrenmek
gerektiğini belirleyen kişi, sorunu kendisi için kazanıma dönüştürür.
İlerlemenin geçmişle hesaplaşmaktan daha önemli olduğunu düşünen insan,
başkalarını suçlamadan, beyin enerjisini geçmişe ve geleceğe dağıtmadan
yoluna devam eder. Akıllı kişi, potansiyellerini önemli amaçlara ulaşmak
için kullanır.
İnatçılık
İnatçılık, kadın erkek ilişkilerinde iletişim kazasına en çok sebep olan
duygulardan biridir.
İnatçı kişilerin temel psikolojik ihtiyaçları iki tanedir: Birincisi haldi
olduklarını göstermek—çünkü hep kendilerinin haldi oldu . ğunu
düşünürler—ikincisi kontrolün ellerinde bulunduğunu hissetmeleridir. Bu
tipler her karşıt fikri "kendilerine meydan okumak" şeklinde algılarlar.
Çünkü çocukluk dönemlerinde fazla eleştirilerek büyütülmüşlerdir ve bu da
onların kendilerini eksik hissetmelerine sebep olmuştur. İnatçılann
beyinlerinin derinliklerinden "Eksiksin, kişilikli değilsin" mesajı gelir.
Neticede sürekli varlıklarını ispatlamak ve haklılıklarını göstermek
ihtiyacına düşerler. Bu kimseler kendilerini tanıyıp geliştirme olgunluğuna
sahip olamamışlarsa çevrelerinde kibirli, küstah, saygısız olarak anılırlar.
İnatçı insanların keskin fikirleri ve düşünce katılıkları, kendilerini güçlü
ve güvende hissetmelerini sağlar. Saldırıya uğramadıkları hâlde savunma
pozisyonunda bulundukları için dışarıya yardıma kapalı oldukları görüntüsü
verir ve yalnız kalırlar.
Ancak inatçı kişiler bilmelidirler ki, insanın her zaman haklı olması mümkün
ve doğru değildir. Bir kimse her şeyi bilemez.
Her şeyi bildiğini düşünen insan da öğrenmeye kapalı olduğu için gelişemez.
Hatayı kabul etmek, kişiyi değersiz kılmaz, aksine daha cana yakın hâle
getirir. Yoksa başkalarının haksız olduğunu hissettirmek, o kişileri sizden
uzaklaştırır.
İnatçılığın cezası, insanların sizden uzaklaşmasıdır. Diğer cezası da
kişinin kendisiyle savaş hâlinde olmasıdır.
Boş Hayaller
Hayalcilik, şahsî oluşumlar için çok önemli ve gerekli bir beceridir. Amaca
yönelik hayaller, üretken düşünceyi doğurur. Zihinsel geviş getirme ve yeni
fikir doğumlarının temelinde hayalcilik vardır.
Hayalci kişiler, beklenmedik durumlar için plân yapmazlar ve kendilerini
duygusal yenilgiye hazırlamamışlardır. Ümitsiz bir duruma kesin gözüyle
bakabilmeleri, hayal kırıklığı yaşamalarına sebep olur.
Hayalperestler, sahip olmayı istemek ile sahip olmayı arzuladıkları şeye
duydukları ihtiyaç arasındaki mesafeyi koruyamazlar. Her isteklerini ihtiyaç
gibi düşünür ve buna inanırlar. Sınırlan bilemezler. Aslında çocuksu bir ruh
hâline sahiptirler.
Kıskançlık
Kıskançlık duygusu, uranyum cevheri gibidir, kişide çatlak oluşturur. Oluşan
çatlağı tamir çabası, enerji açığa çıkarır. Bu enerji yıkıcı veya yapıcı
olarak kullanılabilir. Kişi yanlış davranırsa onu harap eder, motivasyonu
kırılır, ateşin odunu yaktığı gibi onu yakar. Ama şikâyet etmek yerine
cesaretle davranan insan, "Bunu ben de yapabilirim." diyerek harekete geçer.
Benzemek istediğimiz başanlı kimselerin felsefeleri, değer yargılan,
plânları bu yolla öğrenilir.
Kıskançlık yeterli kişide utanç uyandırır. Olgun bir insan kıskançlık
duyduğunda kendini geri kalmış hisseder. Değersiz olduğunu düşünür.
Modern yaşam tüketimi artırmak için rekabeti teşvik etmiştir. Rekabet
kıskançlığa, kıskançlık ise mutsuzluğa dönüşmüştür. Gerçekte memnuniyet ve
şükür duygulanndan yoksun bir hayat, anlamlı değildir. Payına düşenden
memnun olmayan insan kıskançlık duyar. O, fakirliktir. Aza kanaat etmeyip
hep çoğu isteyen kişi, zengin de olsa yoksuldur. Gerçek zengin, elindekilere
memnun olandır.
Kıskançlığın önemli boyutlarından birisi de kadın erkek ilişkilerinde
yaşanır. İlişkilerin tehlikeli dünyasında kıskanç tipler ilişkiyi çekilmez
hâle getirebilirler.
Kıskançlık ve kuşku fırtınasını, arkasında genelde sevgi ve ilgi isteği
yatar.
Kıskançlık patlaması, suçlamayı doğurur. Suçlama, kavgaya dönüşür. Gece
uykuda eşini uyandırıp "Rüyanda kimi görüyordun?" diye soran eş, ilişkiye
zarar verir. Amacı sevgiyi artırmak iken böyle bir davranışla hedefe giden
yolu tıkar.
Bazı kıskançlık türleri beyindeki kıskançlık ve kuşkuculuktan sorumlu
alanların kimyasının bozulmasıyla ilgidir ve ilâçla düzelebilir.
Kıskançlıkta seks yaşantısı önemlidir. Kadın cinsel etkileme gücünü artınrsa
eşinin bağlılığını daha da kuvvetlendireceğini bilmelidir. Yatak odasındaki
kimlikle mutfaktaki ya da salondaki kimlikler aynı olmamalıdır. Cinsel
heyecanın ve çekiciliğin temelinde öz güven vardır. Güzel olandan ziyade öz
güven sahibi kadın, erkeği kendisine çeker. Diğer önemli nokta da, eşlerin
birbirlerine verecekleri en büyük hediyenin onlara güven olduğunu
bilmeleridir. Kadın kocasına, ona inanmaktan daha büyük bir büyük armağan
veremez. Kadın erkek ilişkisini sadece cinsel mutluluğa indirgemek gerçekçi
değildir. Sevilen, değer verilen, paylaşılan ilişki, romantik duyguların
büyüsü, iki tarafı da mutlu edecek güce sahiptir.
Cinsel Aldatmanın Altında Yatan Yanlış Düşünceler
"Güzel bir evliliğimiz vardı. Fakat şimdi eşimin ilgi duyduğu bir kadın var.
Bunu neden yaptı? Üstelik ilgi duyduğu kişi benim kadar sevimli değil! Şimdi
ben ne yapmalıyım?" soruları insanların psikolojik danışmana başvuru
sebeplerinden bir tanesidir.
İstatistikler, ABD'de erkeklerin %70'i ile kadınların %25'inin, evli
olmalarına rağmen başka birisiyle beraber olduğunu gösteriyor. Boşanmalar
1955'te %10 iken 1995'te %52'ye çıkmış durumdadır. Muhakkak ki boşanmaların
bu kadar artmasında cinsel aldatmaların rolü büyüktür.
Aile saadetine zarar verecek böyle bir davranış, onaylanacak bir davranış
değildir. Bir insan "Hem evli kalırım hem cinsel olarak istediğimi yaparım."
diyorsa, evliliğin doğasına aykırı davranır. Bu yanlış yaşayışı yüzünden er
ya da geç bedel ödemek zorunda kalacaktır. Fakat bir kimse beşerî zaaf
olarak böyle bir eylemde bulunuyor ve sonra pişman oluyorsa yapılacak şeyler
var
lır.
Bir ilişki, siz istemedikçe asla sona ermez. Ancak ilişkideki bazı hatalı
tutumlar, haklı olan eşleri haksız duruma düşürebilir. Peki bunlar nelerdir?
Birinci Yanlış: Misilleme Yapmak
İnsandaki doğal dürtülerden biri olan öç alma hissi, aldatan tarafa acı
çektirmek için yasak ilişkiye götürebilir kişiyi. İnsan bazen de bunu eşine
istenilebilir ve beğenilebilir olduğunu ispatlamak ya da kıskanmasını
sağlamak için yapabilir. Fakat sonuç iki sebepten ötürür yıkımla sonuçlanır.
Yani ya sallantıda olan evlilik bitecek yahut da taraflardan biri ceza evine
diğeri mezarlığa gidecektir.
İkinci Yanlış: Duyguları Bastırmak
İnsanın kendisini denetlemesi iyidir; ama bu, duygularını ifade etmemesi
anlamına gelmez. Kişi, hislerini mutlaka doğru yöntemlerle açığa vurmalıdır.
Kavga dili haklı da olsa kişiyi haksız du > rama düşürebilir; karşı tarafi
savunmaya iter. O sebeple karşı tara fin vicdanını rahatsız edecek
anlatımlardan kaçınmak gerekir.
Üçüncü Yanlış: İşlenen Suçu Sopa Gibi Kullanmak
Bazı insanlar, sevdiklerinin hata yapmasından hoşlanırlar. Başkalarının
hatası, kendi hatalarını bastırmalarına yardımcı olur. Bu tipler, yapılan
yanlışı sevdikleri insanı denetlemek için sopa gibi kullanırlar. Ancak böyle
uygulamalar doğru yöntemler değildir. Korkunun egemen olduğu bir ilişki,
sevgiyi yıprattığı için iki tarafi da mutsuz edecektir.
Başkasının hatası yüzünden kalbi kırılan kimse "sen dili"yle değil, "ben
dilT'yle konuşmayı başarmalıdır. Semavî bağışlayıcılık idealdir, ancak
herkes bunu başaramaz. Bağışlamayı zamana bıra: kan bir insan, karşı tarafı
suçlayıp yargılamak gibi kolay bir yol yerine kendini sorgulamak, öz
eleştiri yapmak yöntemlerini kullanmalıdır.
"Suçun bir bölümü benim üzerimde" diyebilen bir insan, gizlenmiş
tehlikelerin oyununu bozacaktır.
Dördüncü Yanlış: Ayrıntılara Dalmak
Acı olayların sürekli sorgulanması, karşı tarafa kendini aşağılanmış
hissettirir. Bazı insanlarda soru sorma ve merak dürtüsü çok gelişmiştir.
Olayın ayrıntılarını dakikası dakikasına öğrenmek kötü niyetli bir dürtüdür.
Halk arasında güzel bir söz vardır: "Pisliği karıştırıp sonra kokuyor
demek." Hataların üzerine toprak örtmeyi başarabilmek zor, ama mutlu bir
hayat için gereklidir. Hatasını kabul eden bir insana sürekli hesap sormak,
onu aşağılayacak, muhtemelen kaçınmaya veya kavga dirine sebebiyet
verecektir. Aynca kendisinin kötü olduğu hissettirilen bir insan, diğer
insanlara kolay kolay sevgi duymayacaktır.
Beşinci Yanlış: Kendine Güveni Kaybetmek
Hadiselerin çözümünde meseleleri aynştırabilmek çok önemlidir.
Eşiniz baştan mı çıkarıldı, yoksa sekse çok mu düşkün? Eşiniz sizin kötü bir
eş olduğunuzu mu düşünüyor, yoksa zayıflık mı gösteriyor? Bu olay sizin
çekici olmadığınız, sevilecek bir yanınızın bulunmadığı anlamına mı
geliyor?...
Eğer bu sorular, cevaplan düşünülmeden bir kanaat hâline gelirse insanı
depresif lalar. Ancak problemleri analiz edebilen bir kişi, "Benim hatam
varsa bile böyle davranması gerekmezdi" diyerek kendine olan güvenini
muhafaza edebilir. Şu iyi bilinmelidir ki, insanın kendisine değer vermesi
ayrı, öz eleştiri yapması ayrıdır. Bir insan kendine öz güveni kaybına
uğramadan hatalarını sorgulayıp değişmenin yolunu bulabilir.
"Bu olay bana neyi öğretti?" diyebilmek, bilgece bir yaklaşımdır.
Evlilikte Zarar Gören Psikolojik İhtiyaçlar
İnsan nasıl midesi aç kalır, hava oksijensiz kalır, beden elbisesiz kalır ve
sorunlar olursa, aşağıdaki ihtiyaçların da zarar görmesi insanın mutluluğunu
ve başarısını engeller.
1. Sevmek, sevilmek ihtiyacı.
2. Güvenmek, güvenilmek ihtiyacı.
3. İlgi ve destek görme, istendiğini hissetme ihtiyacı.
4. Terk edilmeyeceğine inanma ihtiyacı.
5. Önem ve değer verilme ihtiyacı.
6. Korunma ve güvenlik ihtiyacı.
7. Açık iletişim ihtiyacı.
8. Cinsel mutluluk ihtiyacı.
9. Kişisel özgürlük ihtiyacı.
10. Ana baba olma ihtiyacı.
11. Eğlenme ve finansal eşitlik ihtiyacı.
12. Kendini geliştirme ve manevî değerler ihtiyacı.
Aile terapileri sırasında kadın erkek ilişkilerinde cinsel mutluluk ve
kişisel özgürlük ihtiyacını abartan bireylere, diğer ihtiyaçlarına zarar
verebileceklerini ısrarla vurgularız. Özgürlük için evliliği kurban etmemek,
doğru ve akla yakın bir yaklaşımdır.
Aldatmaların bunca arttığı dünyada konuyla ilgili bazı çözüm önerileri
getirmek, insan psikolojisi için faydalı olacaknr:
1. Toplumda ahlâkî erdemler sür'atle zayıfladığından manevî değişime ihtiyaç
duyulmaktadır. Buna yönelik çalışmaların artırılmalısı tüm insanlık için
yarar sağlayacaktır.
2. Vicdanlarda yasak olmadıkça iki kişi arasındaki özeli yasalarla önlemek
mümkün değildir. Önce vicdanlardaki uyan sistemine hitap edecek
sosyopsikolojik çalışmalar yapılmalıdır.
3. Aileyi korumak için ve cinsel aldatma [zina] eyleminin onaylanmadığını,
vurgulamak maksadıyla—bu suçu işleyenlere— müeyyide olarak para cezası ve
mağdura yüksek tazminat alabilmenin yolu açılmalıdır.
İlgisizliğin İlâcı İçtenlik
Çiftlerin birbirlerine zaman ayırmamalan, doğru bir şekilde tartışmayı
bilmemeleri, evliliği monotonluktan kurtarma çabalanmn yetersiz oluşu,
taraflann birbirlerini değiştirmeye çalışmalaıı, cinsel problemlerini
konuşamamalan, para sıkınası gibi sorunlar evlilikte mutluluk puanını
düşüren durumlar gibi görünse de gerçek sebebin ilgi azlığı olduğunu
söylemek yanlış değildir. Nasıl bir hane bakılmadığında, bir ateş
ilgilenilmediğinde hasar görür ve sönerse evlilik de ilgi azlığı sebebiyle
dağılmaya yüz tutar. Aşk ateşini, ilgi alevlendirir. En iyi âşıklar,
sanıldığı gibi duy.ısal insanlardan öte, zamanlarını sevdikleriyle
geçirenlerdir. Birste iyi vakit geçirmenin yöntemi ise nitelikli
beraberliktir. Sevgi iolu bakış, tebessüm, güzel birkaç söz, aşk ateşini
hemen canlanlırır. Bu güzellikleri tetikleyen unsur da temelde var olan
içtenmr. Kadın erkek ilişkilerinde dostluk ve arkadaşlık boyutu, içtenliğin
var oluşuyla mümkündür. İyi ve kötü günde beraber olma lâli, insanların
kendilerini güvende hissetmeleriyle olur. Çıkara İdayalı beraberlikte
içtenlik ikinci plâna düşer. İnsan eşini değil, ondaki çıkarını sevmektedir.
"Karşılıksız sevgi" dediğimiz şefkaItin olmadığı bir beraberliğe evlilik
demek gerçekçi olmayacaktır. Boşanma Travması Evliliğin sonlandınlmasıyla
yapılan fayda zarar analizinde fatuj ra çoğu zaman çocuklara çıkar. Çocuklar
boşanmadan kendilerini sorumlu hissederler. Boşanma sonucu erkeklerde alkol
ve sigara I tüketimi artarken, kadınlarda depresyon oranı yükselir. ABD'de
bugün her üç çocuktan biri boşanmaya şahit olmaktadır. Nüfusun %50'den
fazlasını, boşanmış çiftlerin oluşturur. Yaşanan psikolojik kopuş ve
yalnızlığın, toplumdaki depresyon hızını ve hatta intihar salgınını
artırdığı biliniyor. Evlenen çiftlerin boşanmayı bir seçenek olarak
düşünmemeleri gerekir. Evlilikten önceki "Olmazsa boşanırız!" düşüncesi,
kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşebilir. Erkeğin ve kadının
konforunu sağlayan ilişkilerde boşanmanın olması manasızdır. Eğer sorunlar
kaçınılmaz bir noktaya geldiyse kısa, orta ve uzun vadeli kriz plânlan olayı
en az zararla aşmaya yardımcı olur. (5,11,19, 27, 41, 48)