Bugün, Dünya'nın Güneş etrafında dönüyor olması ne kadar şüpheye açıksa,
evrim kuramı [s.10] da ancak o denli kuşkuludur. Yine de, Darwin'in
yaptığı devrimin
içeriği, geniş bir çevre tarafından, anlaşılmayı beklemektedir. Zooloji,
üniversitelerde
hâlâ yan bir konudur ve zooloji çalışmayı seçenler bile, çoğunlukla, bu
kuramın derin
felsefi boyutunu görmeden
kararlarını vermişlerdir. Felsefe ve "beşeri bilimler" olarak ta-
nıdığımız konular, hâlâ Darwin hiç yaşamamışçasına
öğretilmektedir. Bunun zamanla
değişeceğine dair hiç kuşkum yok. Her ne olursa olsun, bu yazı
Darwinciliğin
avukatlığını yapmayı hedeflemiyor. Bunun yerine, belli bir soruna
ilişkin olarak, evrim
kuramının getirdiği sonuçları araştıracak. Amacım bencillik ve özverinin
biyolojisini
incelemek.
Akademik yönden ilginç olmanın ötesinde, konu, sosyal yaşamımızın her
yönüne, sevmelerimize ve nefret etmelerimize, dövüşmemize ve
yardımlaşmamıza,
vermemize ve çalmamıza, açgözlülüğümüze ve eli açıklığımıza değinmesi
nedeniyle,
insancıl açıdan önemlidir. Bu savlar, Lorenz'in On Aggression
(Saldırganlık Üzerine),
Ardrey'in The Social Contract (Toplumsal Sözleşme) ve
Eibl-Eiblesfeldt'in Love and
Hate (Sevgi ve Nefret) adlı eserleri için ileri sürülmüş de olabilirdi.
Bu yazılardaki hata,
yazarların konuyu baştan aşağı yanlış ele almalarıdır. Yanlış ele
aldılar, çünkü evrimin
nasıl işlediğini anlayamadılar. Evrimdeki önemli noktanın, bireyin (veya
genin) iyiliği
değil de, türün (veya grubun) iyiliği olduğunu varsaymak gibi bir
yanılgıya düştüler.
Ashley Montagu'nun, Lorenz'i "doğrudan doğruya on dokuzuncu yüzyılın
'dişiyle,
tırnağıyla doğuştan kıpkırmızı' düşünürle- [s.11] rinin soyundan"
gelmekle suçlaması
ironiktir. Lorenz, evrim kuramına
yaklaşımından anladığım kadarıyla, Tennyson'un ünlü
sözlerini reddetme konusunda Montagu ile aynı kanıyı paylaşıyor.
İkisinin de aksine,
ben, "dişiyle, tırnağıyla doğuştan kıpkırmızı" deyiminin modern evrim
kuramını hayran
olunacak biçimde özetlediğini
düşünüyorum.
Tezimi ortaya koymadan önce, ne olduğunu ve ne olmadığını kısaca
açıklamak
istiyorum. Bize, bir adamın Şikago gangsterlerinin dünyasında uzun ve
bolluk içinde bir
yaşam sürdürdüğünü söyleseler, bu adamın ne menem bir kişi olduğu
konusunda bazı
tahminler yürütebiliriz. Bu adamın sert, hızlı tetik çekebilen ve sadık
dostlar edinebilen
biri olacağını umarız. Bunlar mutlak doğru sonuçlar olmayacaktır; yine
de, bir adamın yaşamını sürdürdüğü ve hayatını
kazandığı koşullar hakkında da bir şeyler bilirsek,
karakteri hakkında bazı çıkarsamalarda bulunabiliriz. Bu yazıtaki tez,
bizim, diğer bü-
tün hayvanlar gibi, genlerimiz tarafından yaratılmış makineler
olduğumuzdur. Başarılı
Şikago gangsterleri gibi, bizim genlerimiz de, epey rekabetçi bir
dünyada milyonlarca
sene boyunca, hayatta kalmayı başarabilmişlerdir. Buna dayanarak,
genlerimizde belirli
nitelikler olduğunu ileri sürebiliriz. Ben başarılı bir gende, baskın
özelliğin acımasız bir
bencillik olduğunu savunacağım. Genin bu bencilliği, bireyin
davranışlarında da bencil
olmasına yol açacaktır. Bununla birlikte, göreceğimiz gibi, bir genin
bencil amaçlarına
ulaşmak için tutabileceği en iyi yolun, sınırlandırılmış bir özveri
benimsemek ol- [s.12]
duğu özel durumlar vardır. Bu son cümledeki "sınırlandırılmış" ve "özel"
çok önemli
sözcükler. Her ne kadar aksine inanmak istesek de, evrensel sevgi ve
türünbir bütün
olarak- iyiliği hiç de evrimsel anlamı olmayan kavramlardır.
Bu,
beni yazının ne olmadığı konusunda söylemek istediğim noktaya getiriyor.
Ben, evrim üzerine temellendirilmiş bir ahlakın savunusunu yapmayacağım.
Ben
insanların nasıl evrimleştiğini anlatıyorum; biz insanların ahlaksal
davranışlarının nasıl
olması gerektiğini söylemiyorum. Bu noktayı vurguluyorum, çünkü varolan
bir duruma
ilişkin bir sözü, varolması gereken bir durumun savunusundan ayırmayı
beceremeyen
kişilerki sayıları çok fazla-
tarafından yanlış anlaşılma tehlikesi içindeyim. Duygularım,
sadece genlerin evrensel acımasız bencilliği yasası üzerine
temellendirilmiş bir insan
topluluğunun yaşamak için kötü bir topluluk olacağını söylüyor. Ne yazık
ki, bir şeye
karşı olmamız onu gerçek olmaktan alıkoyamıyor. Esas olarak, bu yazının
ilgi çekici
olması hedeflendi, ancak ahlaksal
bir sonuç çıkarmak istiyorsanız, biyolojik doğadan çok
az yardım bekleyebilirsiniz. Eli açık ve özverili olmayı
öğretmeye çalışalım, çünkü bencil
doğuyoruz. Kendi bencil genlerimizin ne istediğini anlayalım;
böylelikle, en azından,
onların tasarımlarını bozabiliriz.
Bu, başka hiçbir türün cesaret edemeyeceği bir şey...
Öğretme konusunda söylediklerimin bir sonucu olarak, genlerle kalıtılan
özelliklerin sabit ve değiştirilemez olduğunu düşünmek yanlış olur (hem
de çok sık
yapılan bir yanlış). Genlerimiz [s.13] bize bencil olma talimatı
verebilirler, fakat tüm
hayatımız boyunca onlara boyun eğmek zorunda değiliz. Yalnızca şunu
söyleyebiliriz:
Genetik olarak özverili olmaya programlanmış olsaydık, özverili olmayı
öğrenmemiz
şimdikinden daha kolay olabilirdi. Hayvanlar arasında bir tek insanda
öğrenilen ve
sonraki kuşaklara geçirilen etkiler, örneğin kültür, baskın
özelliktedir. Kimileri, insan
doğasının anlaşılmasında, kültürün genlerinin konuyla ilişkisiz kalacak
denli önemli
olduğunu söyleyeceklerdir. Kimileri de buna karşı çıkacaklardır. Bütün
bunlar, insanı
niteleyen özelliklerin belirleyicileri olarak "doğa mı, besleyen mi"
tartışmasında nerede
durduğumuza bağlıdır. Bu beni, yazının ne olmadığı konusundaki ikinci
noktaya
getiriyor: Bu, doğa/besleyen çekişmesinde herhangi bir konunun
avukatlığını yapan bir
yazı değil. Elbette bu konuda bir fikrim var, fakat bunu ifade
etmeyeceğim. Ta ki, son
bölümde yer alacak olan kültüre bakışa gelinceye dek.
Eğer
çağdaş insan davranışının belirlenmesinde genlerin gerçekten de önemsiz
olduğu ortaya çıkarsa; eğer
gerçekten de bu açıdan hayvanlar arasında tek ise, en azından
bizleri kuraldışı kılan bu kuralı sorgulamak yine de ilginç
olacaktır. Ve eğer, türümüz
düşündüğümüz kadar da kuraldışı değilse, bu kuralı anlamamız daha da
önemli olacaktır.
"Bu
yazı ne değildir"in üçüncüsü, insan davranışlarının kapsamlı bir
tanımlaması. Bazı gerçek detayları
yalnızca açıklayıcı örnekler olarak kullanacağım. Şunu
söylemeyeceğim: "Babunların
davranışlarına bakarsanız, bencil [s.14] olduklarını görürsünüz;
bu nedenle insan davranışlarının da bencil olma şansı yüksektir." Benim
'Şikago gangsteri' düşüncemin mantığı çok daha farklı: İnsan ve babun
doğal seçilimle
evrimleşmişlerdir. Doğal seçilimin nasıl işlediğine göz attığımızda,
doğal seçilimle evrimleşen herhangi bir şeyin bencil olması gerekiyormuş
gibidir. Bu yüzden de, gidip babunların, insanların ve diğer canlıların
davranışlarına bakarsak, bencil olduklarını görürüz. Eğer, bu
beklentimizin yanlış olduğunu bulursak, eğer insan davranışının
gerçekten de özverili olduğunu gözlersek, işte o zaman kafa karıştırıcı
bir şeyle karşı karşıyayız demektir;
açıklama gerektiren bir şeyle...
Daha
fazla ilerlemeden bir tanıma gereksinimimiz var. Bir varlık, örneğin
babun, eğer kendisi gibi bir başka varlığın rahatınıkendi iyiliği
pahasına- artıracak
biçimde davranıyorsa, özverili olarak tanımlanır. Bencilce davranışın
ise tam tersi bir
etkisi vardır. 'Rahatlık', "yaşamkalım şansı" olarak tanımlanabilir
(gerçek, yaşam ve
ölüm üzerindeki etkisi göz ardı edilebilecek denli azmış gibi görünse
bile). Darwinci
kuramın çağdaş çeşitlemelerinin şaşırtıcı sonuçlarından biri, yaşamkalım
olasılığı
üzerindeki küçücük, ancak can alıcı etkilerin evrimde geniş değişimlere
neden
olabilmeleridir. Bunun nedeni, böylesi etkilerin kendilerini
hissettirmek için çok uzun
zamana sahip olmalarıdır.
Yukarıdaki özveri ve bencillik tanımlarının öznel değil de, davranışsal olduğunu fark edebilmek önemli. Ben, burada güdülerin psikolojisi ile uğraşmıyorum. Özverili davranan insanla- [s.15] rın, bunu "aslında" gizli ya da bilinçsizce bencil güdüler için yapıp yapmadıklarını tartışmayacağım. Belki öyle, belki değil, belki de hiç bilemeyeceğim. Ne olursa olsun, yazının konusu bu değil. Benim tanımım, sadece, bu davranışların özverili ya da faydalanan olduğu varsayılan bireylerin yaşamkalım olasılığını artırdığını mı yoksa azalttığını mı sorgular.
Davranışların uzun dönemli yaşamkalım olasılıkları üzerindeki etkilerini
göstermek hayli karmaşık bir iş. Bu davranışı somuta indirgeyerek gerçek
davranışlara
uyguladığımızda, "açıkça" sıfatı ile nitelendirmemiz gerekir. Açıkça
özverili olan bir
eylem, özverili bireyin ölme olasılığını artırmaya (ne kadar az olursa
olsun) ve alıcının
yaşamkalım şansını artırmaya
yönelik gibi görünenyüzeysel- bir davranıştır. Genellikle,
yakından baktığımızda, açıkça özverili olan eylemlerin gerçekte kılık
değiştirmiş bencillik
olduğu ortaya çıkar. Bir kez daha tekrarlayalım, özverinin
altındaki güdülerin gizliden
bencilce olduğunu söylemek istemiyorum; yapılan eylemin yaşamkalım
olasılığı
üzerindeki gerçek etkilerinin, başlangıçta düşündüğümüzün tam tersi
olduğunu
anlatmak istiyorum.
Açıkça bencil ve açıkça özverili davranışlara ilişkin bazı örnekler
vereceğim.
Kendi türümüzle uğraşırken öznel düşünme alışkanlıklarımızı bastırmak
zordur. Bunun
için, örneklerimi diğer hayvanlardan seçeceğim. Önce, bireysel
hayvanların bencil
davranışlarına dair örnekler vereyim. Siyahbaşlı martılar büyük
koloniler halinde yuva
kurarlar. Yuvalar birbirinden sadece birkaç fit uzaklığındadır. Yavrular
yumurtadan
[s.16] ilk çıktıklarında küçük ve savunmasızdırlar, onları yutuvermek
kolaydır. Bir
martının, komşusunun arkasını dönmesini veya balık avlamaya gitmesini
beklediği,
sonra da komşunun yavrusunun başına çöküp bir lokmada yuttuğu çokça
görülür.
Böylece, balık avlama zahmetine girmeksizin ya da kendi yuvasını
savunmasız
bırakmasızın, besleyici, güzel bir yemek elde eder. Daha iyi bilinen bir
örnek ise dişi
peygamberdevesinin meşum yamyamlığıdır. Peygamberdeveleri iri, etobur
böceklerdir.
Normal olarak, kendilerinden daha küçük hayvanlarısinekler
gibi-yerler; hareket eden
hemen hemen her şeye saldırırlar. Çiftleşirken erkek dikkatlice sürünür,
tırmanarak
dişinin üstüne biner ve birleşir. Dişi eline bir şans geçirirse, erkeği
yiyecektir. Ya erkek
yaklaşırken veya üstüne bindikten
ya da ayrıldıktan hemen sonra, kafasını kopartarak işe
başlar. Dişinin erkeği yemek için birleşmenin bitmesini beklemesi
en mantıklısı gibi
görünüyor. Ancak, kafasını kaybetmesi sonucu, erkeğin vücudunun geri
kalan kısmı
dişinin üstünden düşmemektedir. Tam tersine, böceğin kafası engelleyici
bazı sinir
merkezlerinin yuvası olduğundan dolayı, olasıdır ki, kafasının yenmesi
erkeğin performansını artırır. Eğer bu
doğruysa, ek bir yarar oluşturacaktır. Birincil yarar,
dişinin güzel bir yemek elde etmesidir. Yamyamlık gibi uç olaylar
tanımımıza çok iyi
uymalarına karşın, "bencil"
kelimesi bunları nitelemede yetersiz kalıyor. Anlatılanları göz
önüne aldığımızda, belki de, Güney Kutbu imparator penguenlerinin
korkakça
davranışlarına biraz daha sempati ile bakabiliriz. Söz konusu [s.17]
penguenlerin suya
girmeden önce, kıyıda durup durdukları gözlenmiş. Nedeni, ayı balıkları
tarafından
yenme tehlikesiymiş. İçlerinden bir tanesi suya girse, geri kalanlar
denizde bir ayı balığı
olup olmadığını anlayacaklarmış. Doğaldır ki, hiçbiri denek olmak
istemiyormuş ve
bekliyorlarmış. Birbirlerini suya
itmeye çalıştıkları bile oluyormuş.
Bencil bir davranışa daha da sıradan bir örnek, yalnızca değerli bir
kaynağı
yiyecek, bölge veya cinsel eş gibi-
paylaşmayı reddetmeyi içerebilir. Şimdi, açıkça özverili
olan davranışlar için örnekler vereyim. İşçi arıların sokma davranışı
bal hırsızlarına karşı
çok etkili bir savunmadır. Sokucu arılar, kamikaze
dövüşçüleridir; sokma eylemi
sırasında, hayati önemdeki iç organlar genellikle vücudun dışına çıkar
ve arı, soktuktan
hemen sonra ölür. Bu intihar eylemi koloninin çok önemli besin
depolarını kurtarmış
olabilir fakat arı, bunun faydalarını görmek için ortalıklarda
olmayacaktır. Tanımımız
gereği bu eylem özverili bir davranıştır. Bilinçli güdülerden
bahsetmediğimizi hatırlayın.
Bencillik örneğinde veya bu örnekte bilinçli güdüler vardır ya da
yoktur; bu bizim
tanımımız kapsamında değildir.
İnsanın arkadaşı uğruna hayatını öne sürmesi elbette ki özverili bir
davranıştır;
ancak, arkadaş uğruna küçük bir riske atılmak da özveridir. Birçok küçük
kuş, "uçmakta
olan bir avcı" gördüklerindeşahin gibi- çok özel bir "uyarı çığlığı"
atarlar. Bu çığlık
üzerine tüm sürü kaçma eylemine girişir. Uyarı çığlığını atan kuşun
kendini tehlikeye
attığına dair dolaylı da olsa [s.18] kanıt vardır; çünkü avcının
dikkatini özellikle kendi
üzerine çekmektedir. Bu küçük bir ek risktir; yine de tanımımız gereğien azından ilk
bakışta- özverili bir eylem olarak
görülebilir. Hayvanlarda özverinin en yaygın ve belirgin
biçimi ebeveynlerin davranışlarında açığa çıkar; özellikle
anaların çocuklarına karşı
gösterdikleri davranışlarda. Kuluçkaya yatarlar; bebeklerini
vücutlarında taşırlar;
kendilerine büyük zararlar vermesi
pahasına da olsa onları besler ve avcılardan korumak
için büyük tehlikelere atılırlar. Bir örnek vermek gerekirse, yere yakın
yuvalanan kuşların
çoğu bir avcıörneğin, bir tilki- yaklaştığında çılgınca bir
dikkati başka bir yöne çekme
"gösterisine" başvururlar. Ebeveyn kuş, topallayarak ve kanadını
kırılmış gibi uzatarak
yuvadan ayrılır. Avcı, kolay bir av bulduğunu düşünerek, yem peşinde,
yavruların içinde
bulunduğu yuvadan uzaklaşır. Sonunda, ebeveyn tam tilkinin ağzına
gireceği sırada rol
yapmayı bırakır ve uçup gider.
Yuvadakilerin hayatı çoğunlukla kurtulur ama ebeveyn de
tehlikeye atılmıştır.
Hikâyeler anlatarak bir yere varmaya çalışmıyorum. Seçilen örnekler
hiçbir
zaman, geçerli olabilecek bir genelleme için ciddi kanıtlar
olmayacaktır. Bu hikâyeler
sadece bireyler düzeyinde, özverili ve bencil davranışlarla ne demek
istediğimi
açıklamayı amaçlayan örneklerdir. Bu yazı, gen bencilliği diye
adlandırdığım temel
yasanın, gerek bireysel bencilliği gerekse bireysel özveriyi nasıl
açıkladığımı gösterecek.
Ancak, önce, özveri söz konusu olduğunda ortaya çıkan özel bir yanlış
açıklamadan
bahsetmek [s.19] istiyorum, çünkü yaygın olarak biliniyor ve de yaygın
olarak okullarda
öğretiliyor. Bu açıklama daha önce sözünü ettiğim yanlış kavram üzerine
temellendiriliyor: Canlılar "türün iyiliği için" veya "grubun iyiliği
için" bir şeyler yapmak
üzere evrimleşirler. Biyolojide bu görüşün nasıl başladığı kolayca
görülebilir. Bir
hayvanın yaşamının çoğu üremeye ayrılmıştır ve doğada gözlediğimiz,
kendini kurban
etme eylemlerinin çoğu ebeveynlerce çocukları için yapılır. "Türün
devamı", üreme
kavramına ilişkin sıkça kullanılan bir başka deyim olup, tartışmasız,
üreme olayının bir
sonucudur. "Üremenin 'işlevi' türün devamını 'amaçlar'" şeklinde bir
sonuca varabilmek için mantığı bir parça çekiştirip
uzatmak yeterlidir. Buradan hareketle, bir başka yanlış
adım, hayvanların genelde türün devamını sağlayacak şekilde
davranacakları yorumunu
yapmak olacaktır. Bunu ise, türün diğer üyelerine karşı özverili
davranacakları yorumu
izler. Bu düşünce şekli, Darwinci terimlerle söylendiğinde, muğlak
kalacaktır. Evrim,
doğal seçilim yoluyla işler ve doğal seçilim de "en uygun" olanın,
farklılıkları nedeniyle
ayakta kalmasıdır. Ancak, "en uygun" ile kastedilen nedir? En uygun
bireyler mi; en
uygun ırklar mı; en uygun türler mi? Ya da başka bir şey mi? Bazı
amaçlar için bu
sorunun yanıtı çok önemli değil; ancak özveriden bahsediyorsak, can
alıcı bir nokta
olduğu çok açık. Darwin'in varolma mücadelesi olarak adlandırdığı
yarışma türler
arasında ise, bireye bu oyunda bir piyon olarak bakılabilir, o da en iyi
niyetli yaklaşımla;
bu piyon, türün daha yüksek olan çıkarları gerektiği takdirde kurban
[s.20] edilecektir.
Daha saygın bir şekilde dile
getirmek istersek, eğer bir grup,örneğin, bir tür ya da türün
içindeki bir topluluk- kendilerini grubun iyiliği için feda
etmeye hazır bireylerden
oluşmuşsa, kendi bencil çıkarlarını önde tutan bireylerden oluşmuş rakip
bir gruba
kıyasla, neslinin tükenmesi olasılığı daha düşüktür. Böylece, dünya
nüfusu, bireyleri
kendini adamış gruplardan oluşur. Bu, evrim kuramının detaylarına aşina
olmayan
biyologlarca uzun zamandır doğru kabul edilen, V. C. Wynne-Edwards
tarafından The
Social Contract adlı yapıtta halka sunulmuş olan "grup seçilimi"
kuramıdır. Ortodoks
seçeneğin normalde "bireysel seçilim" olarak adlandırılmasına karşın,
ben kişisel olarak
gen seçiliminden bahsetmeyi yeğleyeceğim. Biraz önce anlattığım mantık
dizisine
"bireysel seçilimci"nin vereceği ilk yanıt şöyle bir şey olabilir.
Özverili bireylerin
oluşturduğu grupta bile, herhangi bir şey feda etmeyi reddeden bir
muhalif azınlık
olacağı hemen hemen kesindir.
Diğerlerinin özverisini kullanmaya hazır bir tek bencil asi
olsa bile, tanım gereği, hayatta kalma ve çocuk sahibi olma şansı
daha fazla olacaktır. Bu
çocukların her biri onun bencil özelliklerini taşımaya eğilimlidir. Bu
doğal seçilimin
birçok nesil boyunca devam etmesiyle, "özverili grup" bencil bireyler
tarafından ele
geçirilecek; sonunda bu grubu bencil gruptan ayırt etmek olanaksız hale
gelecektir.
Başlangıçta içinde asi
bulundurmayan, arı özverili grupların olabileceğini düşünsek bile
ki bunun olma şansı çok azdır-komşu bencil gruplardan bencil
bireylerin, göç ederek ve
grup-içi evlenmelerle özverili grupla-[s.21] rın arılığını
kirletmelerini neyin durduracağını
söyleyebilmek çok zor. Bireysel seçilimci, grupların gerçekten
ölebileceğim
ve bir grubun neslinin tükenip tükenmeyeceğinin grup bireyleri
tarafından belirlene-
ceğini itiraf edecektir: Eğer gruptaki bireylerin uzağı görebilme
yetenekleri olsaydı, uzun
dönemde tüm grubun yok olmasını engellemek için bencil hırslarını
sınırlamanın kendi
çıkarları doğrultusunda olacağını görebilirlerdi. Bu, son yıllarda
İngiltere işçilerine kim
bilir kaç kez söylenmiştir? Fakat grup neslinin tükenmesi, bireysel
yarışmanın aniden
kesilmesi ve bunun etkisi ile kıyaslandığında yavaş bir süreçtir. Grup
yavaşça ve
önlenemez bir şekilde yokuş aşağı
giderken bile, bencil bireyler özverili bireyler pahasına
gelişirler. İngiltere vatandaşlarına uzağı görme yeteneği
verilmiş ya da verilmemiş
olabilir, ancak evrim geleceğe
bakmaz.
Grup
seçilimi kuramının, evrimi anlayan profesyonel biyologlar arasında çok
az
destek görmesine karşın, güçlü bir sezgisel çekiciliği vardır. Birbiri
peşi sıra, zooloji
öğrenci nesilleri, okuldan çıkıp da Ortodoks bakış açısının doğru
olmadığını öğrenince
şaşırıp kalırlar. Bu yüzden suçlanması gereken onlar değildir. Çünkü,
İngiltere'deki ileri
düzey biyoloji öğretmenleri için
yazılmış olan Nuffield Biology Teacher's Guide (Nuffield
Biyoloji Öğretmen Kılavuzu) adlı yazıta şunları okuyoruz: "İleri
düzeyde gelişmiş
hayvanlarda davranışlar, türün
yaşamda kalmasını sağlamak için intihar şeklini alabilir."
Bu kılavuzun adı bilinmeyen yazarı, neşe içinde, tartışmalı bir şeyler
söylediğinin farkına
bile [s.22] varmıyor. Bu noktada bir Nobel ödülü sahibi ile aynı
düşüncede: Konrad
Lorenz, On Aggression'da, saldırgan
davranışların "türü koruyucu" işlevinden söz ediyor.
Bu işlevlerden biri de, sadece en uygun bireylerin döl sahibi olmasını
sağlamak... Bu eşsiz
bir döngüsel tartışma. Ancak, burada vurgulayacağım nokta şu: Grup
seçilimi kuramı öylesine derin bir köklenmeye sahip ki,
Lorenz, aynen Nuffield Guide yazarı gibi,
söylediklerinin Ortodoks Darwinci
kurama karşıt olduğunun besbelli farkında değil.
Kısa bir süre önce, başka konularda çok iyi olan bir BBC televizyonu programında söz konusu konunun Avustralya örümcekleri ile ilgili çok hoş bir örneğini duydum. Programdaki "uzman" yavru örümceklerin büyük bir bölümünün başka türlere av olduğunu gözlüyor ve devam ediyor: "Belki de varoluşlarının gerçek amacı budur, çünkü türün korunması için sadece birkaçının yaşaması yeterlidir!"
The Social Contract'da, Robert Ardrey, grup seçilimi kuramını, genelde sosyal düzenin tümünü açıklamak için kullanıyor. Besbelli insanı, hayvansı dürüstlük yolundan sapmış bir tür olarak görüyor. Ardrey en azından ödevini yapmış. Ortodoks kuramla uyuşmama kararını bilerek almış ve bu nedenle de övgüyü hak ediyor.
Grup
seçiliminin bu güçlü çekiciliğinin bir diğer nedeni de, belki de
birçoğumuzun paylaştığı ahlaksal ve
politik ideallerle aynı doğrultuda olmasıdır. Bireyler
olarak, sık sık bencilce davranıyor olabiliriz, ancak daha
idealist olduğumuz anlarda
başkalarının iyiliğini üstün tutanlara gıpta eder ve saygı duyarız. Yine
de, "baş- [s.23]
kalan" sözcüğünü hangi genişlikte
yorumlamak istediğimiz konusunda kafamız karışıktır.
Bir grup içerisindeki özveri, sık sık, gruplar arası bencillikle
at başı gider. Bu,
sendikacılığın temellerinden
biridir. Başka bir düzeyde, bizim kendimizi özveriyle kurban
edişimizden en çok fayda sağlayan ulustur ve genç erkeklerin
ülkenin büyük zaferi
uğruna, birer birey oldukları için ölmeleri beklenir. Bunun da ötesinde,
haklarında farklı
bir ulustan olduklarından başka bir şey bilmedikleri başka bireyleri
öldürmek için
cesaretlendirilirler (Gariptir ki, barış zamanında bireylere yaşam
standartlarını artır-
ma hızlarında bir parça özverili olmaları için yapılan çağrılar, savaş
zamanında
hayatlarını öne sürmeleri için yapılan çağrılardan daha az etkili gibi
görünüyor).
Son
zamanlarda, dostluk duygularımızın nesnesi olarak tüm insan türünü alma
yolunda, ırkçılık ve vatanseverliğe karşı bir eğilim oluşmakta.
Özverimizin bu insancıl
genleşmesinin ilginç bir sonucu var ki, "türün iyiliği" fikrini
destekliyor. Politik
anlamdaki liberallertürün etiği konusunun en inandırıcı sözcüleri-,
şimdilerde özveri
sınırlarını biraz daha genişleterek başka türleri de içine alanları
küçük görmekteler. İn-
sanların barınma şartlarını iyileştirmek yerine, büyük balinaların
öldürülmesini
önlemekle ilgilendiğimi söylediğim takdirde, sanırım kimi arkadaşlarımı
epey şaşırtmış
olacağım.
Kişinin kendi türünün üyelerinin başka türlerin üyelerine kıyasla özel
ahlaksal
değer hak ettikleri duygusu eski ve derindir. Savaş zamanı dışında,
insan öldürmek
genelde işlenebilecek en ciddi suçtur. Bizim kültürümüzde daha da
şiddetle yasaklanmış bir tek şey var; o da insan yemek (ölmüş bile
olsalar). Bununla birlikte,
başka türlerin üyelerini yemekten hoşlanıyoruz. Birçoğumuz, canilere
bile ölüm cezası
uygulanması düşüncesinden iğrenirler, Öte yandan da, ılımlı "hayvan
zararlılarının"
yargılanmaksızın vurulmasını neşeyle desteklerler. Aslında, diğer
zararsız türlerin
üyelerini zevk ve eğlence için öldürürüz. İnsansı duyguları bir amipten
daha fazla
olmayan bir insan dölütü, yetişkin bir şempanzeye gösterilenden çok daha
ileri bir saygı
ve koruma altındadır. Yine de, şempanzenin duyguları vardır, düşünür veson deneysel
kanıtlara göre- bir çeşit insan dilini öğrenebilir. Dölüt ise kendi
türümüze aittir ve bu
nedenle anında özel hak ve ayrıcalıklarla donatılır. Richard Ryder'ın
kullandığı
"türcülük" etiği, "ırkçılıktan" daha güçlü bir mantıksal temele
oturtulabilir mi,
bilemiyorum. Bildiğim, evrimsel
biyolojide doğru temeller bulamayacağı.
İnsan etiğinde istenen özveri düzeyi konusundaki kargaşaaile, ulus,
ırk, tür ya
da tüm canlılar-, biyolojide evrim kuramına göre beklenebilecek özveri
düzeyi ile paralel
bir kargaşayı yansıtıyor. Grup seçilimini yeğleyenler bile, rakip
grupların birbirlerine kötü davrandığını gördüğünde
şaşırmazlar; sınırlı kaynaklar için olan mücadelede herkes
Ben reductio ad absurdum (bir düşüncenin doğru olduğunu göstermek amacıyla, aksinin yanlışlığını kanıtlamak) yaklaşımıyla tartışmaya devam edebilir ve grup seçilimi kuramının güçlüklerine dikkat çekebilirim, ancak bireysel özverinin açıkça varolması açıklanmayı bekliyor. Ardley işi, Thomson'un gazellerindeki zıplamada, davranışın tek açıklamasının grup seçilimi olduğunu söylemeye kadar vardırıyor. Zıplayan hayvanın bir avcının önüne atlayıvermesi, avcının dikkatini kendine çekerken bir yandan da arkadaşlarını uyarmak istemesiyle, kuşların uyarı çığlıklarına benzer. Thomson'un gazelciklerini ve benzeri olguları açıklamak gibi bir sorumluluğumuz var ve bu da ileriki bölümlerde yanıt vermeye çalışacağım bir soru.
Bundan
önce, evrime, en alt düzeyde gerçekleşen seçilim çerçevesinde
bakmanın en iyi yol olacağı şeklindeki inancımı tartışmalıyım. Bu inancın
oluşmasında,
G. C.
Williams'ın, Adaptation and Natural Selection (Adaptasyon ve Doğal Seçilim)
adlı
önemli yazınının etkisi çok büyüktür. Kullanacağım temel düşünce, yüzyılın
başlarında,
genler-öncesi günlerde A. Weismann [s.26] tarafından öngörüldü: Weismann'ın
"germ-
plazmanın süreğenliği" doktrini. Şunu savunacağım: Temel seçilim birimive
bu arada
kendi çıkarımız- ne tür ne de gruptur; hele birey kesinlikle değildir.
Gendir; yani kalıtım
birimidir. Kimi biyologlara bu, başlangıçta çok uç bir görüş gibi gelebilir.
Umuyorum ki,
ne demek istediğimi anladıklarında, alışık olmadığımız bir tarzda ifade
edilmiş olsa bile,
bu tezin aslında Ortodoksça olduğunu kabul edeceklerdir. Bu tartışmayı
geliştirmek
zaman alacaktır. İşin en başından
başlamamız gerekiyor: Yaşamın ta başlangıcından...