Hayatın Manası
Alfred Adler
Hayatın manasını araştırmak
ancak insan-evren arasındaki münasebet gözönünde bulundurulduğunda bir değer
ve önem kazanır. Evrenin bu münasebette yapıcı bir gücü olduğunu anlamak
kolaydır. Evren, tabiri caizse, her hayatın babasıdır. Her hayat, evrenden
isteklerini karşılayabilmek için sürekli olarak mücadele etmektedir. Burada
rol oynayan şey, sonraları hayatta herşeyi bir amaca ulaştırabilen ve sadece
gelişmeye çalışan bir içgüdü değil, hayata ait doğasal bir şey, bir eğilim,
bir dürtü, bir gelişmedir. Bu olmadan hayat düşünülemez. Yaşamak, gelişmek
demektir. İnsan ruhu hareket eden şeyi bir şekle ulaştırmaya, yalnız
hareketi değil, donmuş hareketi de göz önünde bulundurmaya çok alışıktır.
Biz bireysel psikologlar daima şekil olarak gördüğümüz şeyleri bir hareket
haline sokmaya uğraşıyoruz. İnsanın bir tohum hücresinden meydana geldiğini
herkes bilmektedir. Yine insanın, bu tohum hücresinin gelişmesi için zorunlu
özleri kapsadığını da anlamalıdır. Hayatın dünyada meydana geliş şekli
karanlık bir sorundur. Belki de hiçbir zaman buna kesin bir cevap
bulamayacağız.
Hayatın küçücük canlı bir üniteden hareket ederek gelişmesi ancak evren
etkilerinin yardımı ile mümkün olabilmiştir. Hayatın cansız maddede mevcut
olduğunu farzedebiliriz. Bu düşünceyi bize elektronların, protonun etrafında
nasıl hareket ettiklerini gösteren modern fizik telkin etmiştir. Bu
düşüncenin doğruluğunun görülüp görülmeyeceğini bilmiyoruz. Fakat, hayat
hakkında elde ettiğimiz bilgiden şüphe edilemez. Bu bilgi hem varlığı
korumayı amaç edinen hareketi, hem de çoğalmayı, dış dünya ile teması
belirtmektedir. Hayatın devam etmesi için bu temasın başarılı olması
gerekmektedir. Yaşayan herşeyin evrensel bir yapısının oluşla, her türün
yönünün bir amacı bulunduğunu bize gösterebilir. Bu ideal tamlık, evren
isteklerine faal bir şekilde uyma amacıdır.
Hayatın yürüyüş yönünü anlamak için dış dünya isteklerine faal bir şekilde
uyarak, gelişme yolunu izlemek zorundayız. Burada başlangıcından beri
hayatın içinde yer alan, ilkel bir şeyin söz konusu olduğunu hatırlamak
zorundayız. Daima üstünlüğe ulaşmak, bireyin ve insan ırkının korunması, hep
birey ile dış dünya arasında elverişli bir münasebet kurulması söz
konusudur. Bu en mükemmele uymayı gerçekleştirme zo-runluğu hiçbir zaman
sonra ermez. Bu faal uyma başarısızlığı, sürekli olarak "gerçeğin"
tehlikesiyle karşılaşır. Milletlerin, ailelerin, insanların, hayvan ve bitki
türlerinin yok olmalarının nedenini, bu faal uyma başarısızlığında aramak
gerekir.
Faal bir uymadan söz açarken, bu uymayı şimdiki durumla veya her canimin
ölümü ile bir tutan boş düşünceleri bir ya- • na bırakıyorum. Bundan başka,
düzenlenmiş hayat bütünlüğü gibi, vücudun ve ruhun bu son uymaya yönelmesi
gerektiği manasını taşımaktadır. Bu son uyma evrenin karşımıza çıkardığı
bütün avantajlara ve sakıncalara karşı elde edilen bir zaferdir. Belki de
bir süre devam edecek gerçek olmayan uzlaşmalar, er geç gerçekliğin ağırlığı
altında yok olurlar. Oluş akımının ortasmdayız. Fakat bundan dünyanın dönüşü
kadar az haberdar oluyoruz. Hayatın ve bireyin sadece bir parçası olduğu bu
evrene bağlılıkta, dış dünyaya başarılı bir uyma mücadelesi kaçınılmaz bir
keyfiyettir. Daha hayatın başlangıcında üstünlük eğiliminin varlığından
şüphe edenlere, geçen yüz-binlerce yıl mükemmeliyet eğiliminin doğasal bir
faktör olduğunu ve hareketin herkeste yer aldığını artık açık bir şekilde
göstermektedir. Bu görüş bize başka bir şey daha göstermektedir. Aramızdan
hiçbiri izlenilmesi gereken tek doğru yolun ne olduğunu bilmemektedir.
İnsanlık, insan gelişmesinin bu son amacını bulmak için birçok denemeler
yapmıştır. İnsanlığın bu ideal yükselmede şimdiye kadar ulaştığı mükemmel
tasarım, tanrı kavramı şeklinde kendini göstermektedir. Tanrı kavramı
gerçekten, insanın mükemmeliyet özlemini, insanların bu mükemmeliyete ulaşma
hususundaki gizli arzularını kapsamaktadır. Buna şüphe edilemez. Bununla
beraber, herkesin başkalarınkinden farklı bir tavrı, anlayışı bulunduğunu
sanıyorum. Bu mükemmeliyet prensibine hiç de yakışmayan görüşler vardır.
Fakat, en saf ifade karşısında şöyle diyebiliriz: İşte mükemmeliyet amacı
hakkında elde edilen güzel bir somut ifade. Yönetici din amaçlarının
bulunmasında çok etkin olan ve bütün insanların birbirine bağlanması gereken
ana kuvvet, sosyal duygudan başka bir şey değildir. Bu duygu oluş esnasında
meydana gelmiştir. Oluşun zorunlu itmesi boyunca kendini gösteren üstünlük
çabasının bir eseridir. Bunu böyle düşünmemiz gerekmektedir. Tabiatıyla bu
ideal mükemmeliyet amacının tasarımında çok sayıda denemeler yapılmıştır.
Biz bireysel psikologlar özellikle, hekim olanlarımız ve başarısızlıklarla
karşılaşanlarımız sinir, akıl hastalıklarına tutulmuş, suç işlemiş,
kendilerini içkiye kaptırmış kimselerle uğraşanlarımız, bunlarda da bir
üstünlük amacını görmekteyiz. Yalnız bu amaç burada akla uymayan bir yön
alır. Bu uymamazlık bu yönde bir mükemmeliyet amacının bulunduğunu görmemize
imkan vermez. Mesela, biri, başkalarına egemen olmaya çalışmak suretiyle
amacını somutlaştırma denemesi yapıyor. Bu üstünlük amacı bize, bireye veya
kitleye yol gösterici mahiyette görünmüyor. Çünkü hiç kimse böyle bir
mükemmeliyet amacını kendisine zorla kabul ettiremez. Ettirdiği takdirde
oluşun baskısıyla karşılaşmak, gerçekliği hiçe saymak ve kendisini sıkıntılı
bir şekilde gerçeklikten ve gerçekliği izleyenlerden korumak zorunda kalır.
Başkalarının desteğinde arayan insanlarla karşılaştığımız zaman, bu
mükemmeliyet amacını da akla aykırı buluruz. Mükemmeliyet amaçlarını
başarısızlıklarla karşılaşmamak için hayat problemlerinden kaçmakta
arayanların bu amaçları da, birçoklarınca kabul edilse bile, bize tamamıyla
yersiz görünmektedir.
Görüşümüzü genişletelim: "Kusurlu bir mükemmeliyet amacını kabul eden,
yanlış bir yolu izleyen topluluğun ilerlemesine yarayan yolu bulamamaları
yüzünden faal uymada başarı gösteremeyen varlıklar ne olurlar?" sorusunu
soralım.
Türlerin, ırkların, aşiretlerin ve münferit birçok bireylerin bu dünyada
hiçbir şey bırakmadan yok oldukları, bir birey için doğruya yakın yolu
bulmasının da ideal mükemmeliyet amacı bakımından ne kadar zorunlu olduğu
ortadadır. Zamanımızda da ideal mükemmeliyet amacı bireyin kişiliğinin
gelişmesi; görme, düşünme, tartma gibi ifade tarzları; duyguları ve dünya
görüşü üzerinde etki yapmaktadır. Bu bir gerçektir. Gerçekten bir ölçüde
kayan bir davranış çizgisi birey için zararlıdır, hatta bireyin yokluğuna
yol açmaktadır. Her bireysel psikolog için bu açık ve anlaşılır bir şeydir.
İzleyeceğimiz yön hakkında elde edebileceğimiz daha fazla bilgi mutlu bir
buluş olur. Çünkü, oluş akımı içinde bulunuyoruz ve bu akım tarafından
sürükleniyoruz. Genel mükemmeliyet eğilimini bulurken yaptığı gibi, burada
da bireysel psikoloji büyük bir iş gördü. Çok sayıda tecrübelerden
yararlanarak bir görüşe ulaştı. Bu görüş, bir ölçüde, ideal bir
mükemmeliyete ulaşmak için izlenecek yönün bulunması olanağını
sağlamaktadır. Bireysel psikoloji bir sonuca sosyal duygunun kurallarını
bularak ulaşmıştır.
İnsanlık için iyi birşeyler yapmayan insanlar ne oldular? İşte cevap: Hiç
birşey bırakmadan yok oldular. Onlardan kalan hiçbir şey yoktur. Vücutça ve
ruhça kayboldular. Toprak onları yuttu. Evrenin verileriyle ahenk kuramayan
yok olmuş hayvan türlerinin akıbetlerine uğradılar. Burada aslında gizli
bir buyruk vardır. Evren sanki şöyle demektedir: Defolun, siz hayatın
manasını anlamadınız. Gelecekten birşey bekleyemezsiniz. Bugünkü kültür
hayatına uyguladığımız ve çocuğun şimdiden sosyal duygusunun derecesini
bütün hayatı için ve sonraları elverişli müdahaleler olmadığı takdirde
değişmez bir şekilde saptadığını belirttiğimiz zaman bazı genel şartlar
dikkatimizi çeker. Bu şartların etkileri çocuğun sosyal duygusunun gelişmesi
için büyük ölçüde zararlı olabilir. Savaşta ve derslerde savaşın övülmesi
bunlardan biridir. Sosyal duygusu, yetersiz veya zayıf olan çocuk,
istemeden, insanların makinelere, zehirli gazlara karşı mücadeleye
zorlanabilecekleri, mümkün olduğu kadar fazla insanların öldürülmelerinin
bir zafer sayılacağı bir dünya için hazırlanır. Aynı şeyi ölüm cezası için
söyleyebiliriz. Bunun çocuk ruhu üzerindeki etkileri, bu cezaya
çarptırılanların topluluğun üyeleri olmadığı, topluluğa karşı cephe alan
varlıklar olduğu hususundaki düşünce ile fazla hafiflemezler. Ani ölüm
problemi zaten zayıf bir işbirliği eğilimine sahip olan çocuğun sosyal
duygusunun gelişmesini birdenbire durdurabilir. Aşk, anne olma ve doğum
problemleri korkunç birşey gibi tanıtılan kızlar da aynı tehlike ile
karşılaşırlar. Çözülmeyen ekonomik problem, gelişme halindeki sosyal duygu
üzerinde büyük bir ağırlık yapar. İntihar; suç; sakatlara, yaşlılara,
dilencilere karşı yapılan kötü muameleler; batıl inançlar; insanların,
memurların, ırkların ve dinsel toplulukların karşılaştıkları haksız
davranışlar; çocuklara karşı girişilen sert davranışlar, ailedeki çekişmeler
ve kadını aşağı bir duruma sokmak için yapılan bütün teşebbüsler sosyal
duygunun gelişmesine son verir (çocuğu şumartmak, hırpalamak, ihmal etmek,
servetin ve ailenin önemini belirtmek gibi yersiz hareketler de aynı zararlı
sonucu yaparlar.) Burada yaşadığı taktirde bireyin, bütünün bir öğesi olarak
başarı arzusu duyduğunu, gerektiği gelişebileceğim belirtmiştim. Okuyucuya
bilimsel bir açıklamanın sözkonusu olduğunu anlatırken, bunun daha önceden
yeter derecede delillerini verdim. İnsan sadece bir bütünün alan ve veren
öğesidir. Gözlerimizle, kulaklarımızla ve sözle başkalarıyla temasa geçeriz.
Ancak, dış dünyada başkalarına karşı ilgi duyduğu zaman insan gerçekten
görür, işitir ve konuşur. İnsan başkaları, mutlak gerçeklik tarafından
kontrol edilir. Büyük eserler yapmak için belki de en büyük olanakları
taşıyan estetik duygularımız ve anlayışımızı ancak oluş akışında insanlığın
mutluluğuna yardım ettikleri zaman ebedi bir değer kazanırlar. Bütün organik
ve ruhsal fonksiyonlarımız yeter derecede sosyal duygu kapsadıkları ve
işbirliğine yatkın bulundukları zaman normal, doğru ve sağlam bir şekilde
gelişirler.
Faziletten söz açtığımız zaman, birinin işbirliğine katıldığını söylemek
istiyoruz. Kusurdan söz açtığımız zaman, birinin işbirliğini zorlaştırdığını
söylemek istiyoruz. Bundan başka başarısızlığı gösteren herşeyin bir
başarısızlık olduğunu, çünkü topluluğun gelişmesini zorlaştırdığını, çetin
ve sinirli çocukların intihar isteklerin suçluların söz konusu olduğunu
ispat edebilirim. Bütün bu hallerde işbirliğinin yetersizliği görülmektedir.
İnsan hayatının bütün problemleri bir işbirliği yeteneğinin hazırlığını
istemektedir. Bütün karakter özellikleri sosyal duygunun derecesini
belirtirler. İdeal üstünlük amacına ulaştıran bir yolu izlerler. Bunlar
hayat stilinde birbirine karışmış davranış çizgileridirler. Hayat stili bu
çizgileri yapar ve sürekli olarak aydınlatır. Dilimiz ruh hayatımızın en
ince eserlerini bir sözle ifade edecek kadar zengin değildir.