Hayata Hazırlanmamış Kızlardan Kadın Olur Mu?

Nevval Sevindi


Bir ev, vücut için olduğu kadar kafa için de besin ve ısı sağlamadıkça yuva olamaz.

-Margaret Fuller

Oğlunun mümkün olan en iyi eğitimi görmesine karar veren baba, gerektiğinde iyi bir mektup yazabilen yetişkin gençler karşısında, kendi yetersizliklerinin, eksiklerinin bilincindeydi. Gene de, oğlu için eğitimin gerekliliğini acıyla ve gönülsüzce kabullenirken, gururu, kızının kendisinden daha çok eğitim görmesine elvermiyordu. Yaşamının bu döneminde ona üstünlük taslayan bir kızı olmayacaktı. Baba, içindeki tatminsizliği eşit olmayan bir biçimde yönlendirerek maddeci üstünlüğünün tipik bir gösterisi içinde dişi cinsi hedef almıştı. Baba için bir kız, sorun yaratmıyorsa, yüz kızartıcı davranışlarda bulunmuyorsa başarılıydı. Üniversiteleri bitiren kızların hoppalığa eğilimli olduklarını, ailelerine saygılarını yitirdiklerini, aile adını lekelediklerini duymuştu. Oğlunun serserice dolaşan bir kız kardeşi olmayacaktı.

Genç kızlığında cinselliğin tehdidini ve yanlış davranma korkusunu her zaman hissetmiş ve sonunda cinselliği iğrenç, gizemli ve karışık bir şey olarak algılanmaya başlamıştı. En büyük güçlülüğü cinselliğe önem vermemek olmuş, bu konuda onu babası bilinçlendirmişti.

Aile, özellikle de baba, derin bir soluk almıştı; gençlik döneminin tehlikelerine karşı kızını denetim altına alma sınavını başarıyla vermişti.

Eviyle Evli Kadınlar (Karen Delrow, Robert Seidenberg) kitabından aldığımız bu bölüm ne kadar evrensel bir sorunla boğuştuğumuzun delilidir. Emekçilikten orta sınıfa tırmanan Amerikalı bir babanın önyargılar ve toplumsal baskılarla yetiştirdiği kızı ilerleyen bir nevrozla başkaldırın ikilemini şöyle özetliyordu: “Unutulmak istemiyorum.”

Sınırlı öğrenimiyle, dünyaya ilişkin deneyimsizliğiyle genç kızlar, evliliği tek gelecek güvencesi ve başarısı olarak görürler. Zorla kabul ettirilmiş ve benimsenmiş kadınlar ve çocuklar dünyası, kadınlar için ayrı yasalar ve uygulamalar yaratmıştır. Olayların, pratik yaşamın hep dışında tutulan kızlar, topluma yabancılaşarak birey olmaktan yoksun kalırlar.

Konuşturulmayan, itiraz etmeyen ve karşı çıkmayan geleneksel yapımız genç kızlarımızı nevrotik kadınlara dönüştüren bir zorlamalar zinciridir. Coşkusu ezilen kızların içinde büyüyen kızgınlık, birikerek öfke nöbetlerine dönüşür. Bastırılmış duygularla kendinden hoşnutsuz olan genç kız, ilgi ve coşkusunu yöneltecek bir erkekten sonra, çocuk arayışına girer.

“Büyü, iyi bir evlilik yap ve ondan sonra seyis!” sloganı ülkemizde büyük bir çoğunluk için geçerlidir.

Kentlerde yaşayıp okutulan kızların dramı daha acıdır. Vücudunun tüm fizyolojik baskısına dayanarak otuzuna kadar bekle. Yani “büyü, okullarını bitir, hayatını kazan, evlen, sonra sevişirsin!” komutu da okuyanlaradır.

Bayan B.: Evli değildim. On yedi yaşındaydım. Hamile kalınca paniğe kapıldım. Bir an kendimi çok yalnız hissettim. Sevgilimin dışındaki insanlarla da sorunumu paylaşmak istedim. Özellikle de hayatta en çok sevdiğim kişi olan annemle. Ama bu mümkün değildi.

Annemizi çok severiz ama yaşamın pratiğine dair onunla hiçbir şey paylaşmadığımızı ona en çok ihtiyacımız olduğunda fark ederiz. Bundan acı duyarız.

Dr. İhsan Fahri’nin Toplumumuzda Kadın ve Cinsellik kitabından bir örnek: Baba-kız gelmişlerdi. Üniversite ikinci sınıfa geçmiş olan kızının şiddetle evlenmek arzusu olduğunu öğrenen baba telaşlanmış, bir gün önce konuştuğumuz gibi kızını kendisi getirmişti.

Genç, güzel, zeki kız, “Doktor hanım, bir yıldır ders çalışamıyorum, aşırı bir cinsel isteğim var, evlenmem gerekiyor, evlenmezsem okuyamayacağım, ” dedi.

“Kızım, eğer sadece bu nedenle evlenmeye kalkarsan, ileride beğenmeyeceğin bir erkekle evlenmiş olabilirsin. Bu cinsel açlıkla sen erkeği beğenebilirsin ama ola ki sana dert olabilecek bir erkekle de evlenebilirsin. Önce seni muayene edelim, testlerini yapalım, bu şikayetlerin bir hastalık nedeniyle olmadığını anlarsak düşünürüz...”

Doktor bu hastasına doğum kontrol hapları vererek cinsel arzusunu azaltmak ve onu gebe kalma korkusundan korumak yöntemini uygular, ona yardımcı olur. Muhafazakar babasına rağmen, böyle bir doktora danışabilen kaç şanslı genç kız vardır.

Hayatın ne olduğuna dair hiçbir fikri olmayan genç kızların çoğunlukta olduğu toplumumuz, onlardan çok şey bekler. Genç kız sokağa çıkamaz, tek başına bir eylemde bulunamaz, cinsellik konusunda bilgi edinemez ve her yaptığı izlenir.

Ben, okul etkinliklerinde, gezilerde hep tek kalırdım. Çünkü aileler kızlarına genellikle izin vermezdi. Bu yüzden Levanten ailelerin kızlarından arkadaşlarım vardı. Benim kültürümün kızları yasaklıydı. Babam, bize törelere göre davranmadığı için çevrede ve akrabalar arasında eleştirildi. Hatta annem bile onu eleştirdi. Ama o bize güven duyarak bizim kişilikli yetişmemize katkıda bulundu. Biz üç kız kardeş ondan hep destek gördük. Bize, ‘incir olup ezileceğinize ceviz olup takırdayın’ uyarısında bulunarak düzene baş eğmemizi engelledi. Kadınların başına gelen her kötülüğün erkeklerin başı altından çıktığım söyleyerek bizim doğumumuzda hissettiklerinin hata olduğunu söyledi. Gençlikte çevrenin ve toplumun baskısı onu yönlendirmişti. Ama o bizimle birlikte büyüdü. Fakültede herkes Türkiye’yi kurtarmaya çalışırken ben ailemle ilişkilerimden işe başlamayı yeğledim. Aramızda kurulan diyalog birbirimizi anlamamızı kolaylaştırdı. Türkiye kurtulmadı ama biz kurtulduk. Her şeyi uzakta aramaktan vazgeçince sorunlar daha basitleşiyor. Çocuk/genç yerine konulmaktan kurtulan kız yaşamla tanışır ve kendisinden istenen desteği verebilir.

İlkokul mezunu bir ev kadını olan U. K. psikiyatriste başvurduğundaki şikayetlerini tedavi sonrası şöyle dile getirir: İki yıldan beri, yalnız olduğumda, karanlık kapalı odalarda duramıyordum. Evde tek başıma kesinlikle kalamıyordum. Eşim olmadığı zaman tek başıma yatakta uyuyamıyordum. Asansöre falan ise kesinlikle binemiyordum. Yani, nerdeyse küçük çocuk gibiydim. Hep yanımda birinin bulunması gerekiyordu.

Bu korkuların hepsi ne kadar tanıdık... Çevremizde annemiz, teyzemiz, kızımız veya ablamız böyle hisseder. Kocası iş gezisine giden komşu kadın küçük kızımızı kendine yoldaş alır ve annesinin evine gider. Neden? Çünkü kızların küçük bir çocuk olarak kalmaları için her şey yapılır. Evlenince biraz büyürler ancak bu da kocanın izni kadar bir büyümedir. Ya da asla büyümezler, olgunlaşmayı reddederler. Kocaları tarafından bu nedenle küçümsenirler. Onlarla alay edilir. Her şeye rağmen kadının korkuları bir hastalık olarak görülmez. Kadınca bulunur. Daha sonra girdiği bunalım dahi, kadınca bulunur. Ne kadın ne erkek hastalığın farkına varır. Gün gelir birbirine olan nefretin farkına varırlar sadece.

Gerçekten kadınların çoğu, yetiştirilme tarzları nedeniyle, çocukluklarında maruz kaldıkları fiziksel ve ruhsal baskılar sonucu cinsel bakımdan soğuktur. Evleninceye kadar yaşamın kıyısından yaşamı gözetlemek zorunda bırakılan genç kız, evlilikle yaşamın içine bir tekmeyle atılmaktadır. Karı koca arasında sevgi, iletişim eksikliği ve incelikten yoksunluk, erkeklerin de kadına dair bilgilenmelerinin kel kör olduğunu göstermektedir. İlk deneyimini sınıf arkadaşının elini tutarak, masum şiirler okuyarak veya bir gölgede öpüşerek tatmanın inceliklerinden uzak, bir fahişenin insafına kalarak edinen delikanlının nasıl erkek olduğu ortadadır. Bu sevgisizlik nedeniyle evlilikler maddi temellere dayandırılır. Ekonomi belirleyicidir. Ortak duygudaşlığın oluşmasını engelleyen bu durum, ekonomik gücü elinde tutan erkeği zorbalığa, kadını ise kurnazlığa yöneltmektedir.

Hayata hazırlanması engellenen genç kızın evlilikle tüm düşleri yıkılır. Ona yol gösterecek kişi kocası da olamaz. Kadını sadece bir cinsel organ olarak tanımanın ötesinde bilgiye sahip olmadığından kadına yardım edemeyen erkekler hemen kaleme sarılıp gazetelerin Doktorunuz, Gönül Abla gibi köşelerinde dertlerine çare ararlar. “Cinsel soğukluk nedir? Bu bir hastalık mıdır? Kadınlar neden frijit olur? Evlendiğimizden beri cinsel ilişkiyi kuramıyoruz...” gibi hep aynı sorulara çözüm arayışı sürer gider.

Bayan R: 21 yaşındayım. Eşimle görücü usulü evlendim. Nişanlıyken tanıdığıma inandığım kişiyi şimdi tanıyamıyorum. Çok asabi ve kıskanç, bana nefes aldırmıyor. Sanki bana güveni yok ve her gün onu başka biriyle aldatıyormuşum gibi beni horluyor.

Birbirini tanımaktan anlaşılan, birbirini fiziki olarak görmek ve buna alışmak. Bu da hep doğal olmayan ortamlarda gerçekleşir. Herkesin gözü ve gözetimi içinde veya pastane gibi kalabalık ortamlarda oluşan bu ‘tanışma’ ancak evlenince renk verir. Her iki taraf da düşleriyle gerçekler arasındaki uçurumdan umutsuzluğa kapılır. Bu beraberliğin ilk sınavı olan ilk gece ise ülkemizde hala önemini korumaktadır.

Bekaret öcüsüyle yetişen genç kız bu tabuyu es kaza yitirirse, devreye yine yalan girer. Tanıdığım birçok üniversiteli kızın bile evlenmeden zarını diktirerek bir yalanla yaşama başlaması düşündürücüdür. Çünkü erkek önce modernlik taşlaşa bile, evlendikten sonra bunu sık sık kadının kafasına kakmayı bir spor haline getirmektedir. Bu aşağılanmanın kadın üstündeki yıkımına hiç aldırmayan erkek, kendi mutsuzluğunun yapıcısı olur. Oysa bekaret konusunda uzmanlığıyla övünen birçok erkek rahatça aldatılmıştır. Böylece aile memnun, koca memnun. Herkes yalanın huzurunda mutlu.

Erkeğin kadını aşağılama tutkusunun nedeni, dizginleyemediği kendi şehvetidir. Bundan kadını sorumlu tutan erkek, içindeki günah duygusundan arınmak için kadını aşağılar. Günah ise kendi aşağılanmışlığıdır erkeğin muhasebesinde.

Cinsel şehveti eşdeğerde bir kadın ve erkeğin birbirini eş olarak bulması kapalı toplum modelinde mümkün değildir zaten. Çünkü namustan anlaşılan, ‘erkeğin elinin karası kadının yüz karası’ mantığı, yaşamımızda ne erkeğin ne kadının anlayışından silinebilmiştir. Sadece erkekleri suçlamak işin kolayına kaçmak olur sanırım. Bu erkekleri bu anlayışa getiren esir kızları yetiştiren kadınlarımız değil mi? Erkeklerden geri ve bağnaz birçok kadın tanıdım. Üstelik sadece diplomasızlar arasında değil. Bu konuda yüzü Batı’ya dönük bir Müslüman ülke olan Mısır’la ortak noktalarımız ilgi çekicidir: ...Okullarımızda ve üniversitelerimizde verilen ve amacı, yararlı bilgi ve kültürden çok bir diploma ya da derece sağlamak olan geleneksel eğitimin Mısır toplumunu yöneten, kökü uzak bir geçmişe dayalı geleneklerle, özellikle de cinselliğe, kızlarda bekarete, kadınlarda ise iffete ilişkin olanlarla mücadelede fazlaca etkin olmadığını da bulguladım.

Bekaret töreni olan zifaf gecesi tüm ağırlığıyla kızların üstünde baskısını sürdürmekte. Genç kızda cinsel ve psikolojik şoka yol açan bu beklenen, değişen ölçülerde soğukluğa yol açmaktadır. Sorunun çözümü ise Mısırlı yazarın bulgusudur. Evin içinde ve de dışında hayata hazırlanmasına fırsat ve bilgi verilmeyen kadınlarımızın başarı şansı çok kuşkuludur.

Ülkemizde başlık parası kırsal kesimde henüz geçerliliğini korumaktadır. Para karşılığı satılan (evlendirilen) genç kızın yaptığı fahişelik olarak algılanmaz, oysa birinde parayı aile reisi, diğerinde kadının kendisi almaktadır; ikisinin ortak noktası kızın istemediği bir erkekle beraberliğidir.

Karşılaştıkları sorunlar karşısında bir erkeğe sığınmayı seçen genç kız sayısı çok yüksektir. Sorunları anlama yeti ve bilinci gelişmemiş genç kız kendini hemen bir sığınağa atma eğilimi göstermektedir.

Yaşamın tüm iniş çıkışlarını, içeriğini kavraması engellenen kadın, güçlü bir yaratıcılıktan geri çekildiği gibi, en basit yaşam sorunlarında bile paniğe kapılır. Çünkü yaşamla başa çıkmak başlı başına bir yaratıcı eylemdir. Emek ve güç ister.

Kız yurdunda kaldığım yıllarda, memleketlerinden büyük kente okumaya gelmiş kızların yürekler acısı psişik durumlarıyla çok içlidışlı oldum.

İçlerindeki enerji bu kızları zorluyordu. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Bu özgürlük günlerini sonuna kadar değerlendirmek niyetindeydiler. Zincirden boşanmışçasına her şeyi, özellikle de erkekleri merak ediyorlardı.

Çok hata yapıyorlardı. Erkeklerle birlikte olmuyor, karşılıklı oynuyorlardı. ‘Namuslu ve ciddi’yi oynadıkları bu oyunun ‘esas oğlan’ından başka erkekleri de, zevki de tanımaya çalışıyorlardı. Akıl almaz çapraşık bu düzenin sonuçları her zaman parlak olmazdı elbette. O zaman da ‘ben bittim’ ağlamalarıyla krizler geçirirlerdi.

Yurtta en çok dikkatimi çeken, hemen hemen hiç kitap okunmamasıydı. Kurnazlık, alavere dalavereden okumaya zaman kalmıyordu. Bu özel yurdun yöneticisi hanım ise sadece kapıların saatinde kapanmasına, cezalara ve ödenecek paralara duyarlıydı.

Daha sonra kaldığım yurdun müdiresi daha da ilginçti. Çok tutucu bir çevreden okumak için gelmişti. Okulu bitirmesinin mümkün olamayacağım anlayınca bir devlet dairesine girmişti. Ailesi yalnız yaşamasına izin vermediğinden yurtta kalıyor ve yöneticilik yapıyordu. Lafın gelişi tabii, çünkü yurtta kalanlar onu idare ediyordu. Genellikle geceleri dışarıda geçirirdi.

Oysa gerektiği kadar özgür ve kültürlü bir kadının yaşamında cinsellik bu denli rol oynamaz. Cinsellik yaşamın sadece bir bölümüdür, bütünü değil. Enerjisi kanalize edilmemiş, amaçları belirlenmemiş'»bir atış sahası gibi olan yaşamlarda ise tek hedef, erkek olarak belirlenmektedir. Eğitim ve gelir düzeyi düşük katmanlarda aldatan, kaçan veya koca öldüren kadınların gazete haberleri eskisinden daha fazla. Çaresizlik ve çözümsüzlük sonucu felaketler... Sonuçlarla ilgili bir toplum olarak nedenlerle hiç meşgul değiliz. Ahlaki tutumumuzdaki çifte standart, çelişkilerle dolu tablolar sunmaktadır bize. Bu ikiyüzlülük ebeveynler ve eğitim tarafından desteklenmekte. Yasalarla veya göstermelik söylevlerle uygulamanın başarısızlığı arasında dağlar bulunmaktadır. Dinsel, geleneksel ve ailevi öğretinin tam karşıtını oluşturan pratik yaşam, medya, genç kızları bunalıma itmekte. Televizyonlardan izlenen Batılı yaşam tarzları, şarkıcı türkücülerin yaşamlarıyla dolu dergiler, gazeteler, sokaktaki saldırgan atmosfer... Belki de artan sayıda genç kızın örtünme nedeni korunma içgüdüsüyle alınmış bir karardır, diye düşünüyorum. Toplumdaki ve devletteki çifte standarda bir tepki. Çünkü örtünen genç kız kendi konumunu ve dış çevreyi belirlemiş olur. Mesajını konuşmadan çevreye ileterek saldırgan atmosferden korunmakta. Çünkü örtünmüş bir kıza elle sarkıntılık edecek, kötü gözle bakacak erkekler sayısında ani bir düşüş gerçekleşir. Çevre ve aileniz size güvenir ve saygı duyar. Gideceğiniz geleceğiniz yerlerden arak kuşku duyulmaz.

Çünkü kapanmayı seçen namusu seçmiştir. Kız rahatlar. Eve saklanmak için kapanmadığını da çeşidi yollarla anlatmaya çalışan bu genç kızların isteği, aydınlar tarafından da kabul edilmektedir. Çünkü çoğu okumakta, meslek sahibi olarak toplumsal katmanlarda yer almaktadır. Her şeyi yapmaya istekli bu insanların başörtü konusundaki inatları sadece siyasi provokasyonlarla açıklanabilir mi? Yoksa ikiyüzlü sistemin ve irrasyonel düzenin suçu mudur?

Yasalarca korunmayan, toplumda yaşanan derin çelişkilerin tüm faturasını yüklenen kadın çaresini kendi mi üretmektedir? Bu bir tespittir. Doğru veya yanlış olduğu konumuz değildir. Batılı olmayı sadece görüntü olarak benimseyen, işin ruhuna ve aklına hiç dokunmayan sistem her türlü ucubenin doğmasına uygun bir ortam oluşturmaktadır.

Hızlı enflasyon ve ticari değerlerin hızla yayılışı geleneksel yapının kurduğu tüm değerleri yerle bir etmiştir. Kadın bedeni de bundan fazlasıyla nasibini aldı.

Dr. Sidney O. Cohlan şöyle diyor: Nasıl ki hiçbir çocuk tam olarak annesinin hayallerine uymazsa, her anne de kızının bir annenin nasıl olması gerektiği yolunda kurduğu hayallere tam olarak uymayacaktır.

Annemizin yapaklarından çok yapmadıklarıyla ilgili olduğumuz bir gerçektir. “Eğer beni konservatuara gönderseydi ben balerin olacaktım.” “Eğer beni bıraksaydı okuyacaktım.” “Beni sıkmasalar bu adama kaçmayacaktan.” Ya da evlenmeye dair isteksizliğini belirtir çoğu genç kız. ‘Her şeyimi engellediler’ daha yaygın bir sözdür. Tüm yasaların temelinde yatan ise cinselliktir. Anne ve baba ‘sorun senin kızlık organın’ diyemediğinden çeşitli mazeretlere sığınmaktadır. Cinsellikten konuşmayınca cinsellik ortadan kalkacakmış gibi bekleyen ana baba hüsrana uğrayarak sonuçta kızını yitirir; ister evlenerek ister diyalogun kopmasıyla.

Erkek arkadaş edinmesi yasaklanan kızlar artık gazetelere geçen haberlerle kadınlara yöneliyor. Lezbiyenlik tahminlerin üstünde bir potansiyel. Ergenlik dönemindeki kızların cinsellik deneyimlerinde bu tehlikesiz oyun, çoğunlukla yer almaktadır. Yani kızlara yapılan uyarılara kızlar uyar görünmekteler sadece. Onları yasaklar ve uyarılarla boğmak yerine kişilik kazandırmak ne evdekilerin ne de eğitim sisteminin aklına gelmektedir.

Dr. İhsan Fahri’nin kitabından bir alıntıyı yorumsuz veriyorum:

Doktor hanım, evlenince hep bir şey olacağını sezinledim ama bana kimse bu olayı anlatmadı. Hep, “Zamanı gelince öğrenirsin, genç kızlar böyle ayıp konuları konuşmaz,” dediler. Şimdi ben mi anormalim, yoksa kocamda mı bir gariplik var bilemiyorum. Evli bir arkadaşım “Doktora ayıp olmaz,” dedi. Efendim, ben görücü usulü evlendim. 17 yaşındayım. Evleneli iki gün oluyor, ilk kez bir erkekle bu denli yakın oluyordum. Büyük bir heyecana kapılmışken, birden irkildim, kocamı izlemeye başladım. “Eyvah, galiba bu adamın bir hastalığı var, sara mıdır nedir, ne yaparım ölürse!” diye dehşete düştüm, içimde ne sevme isteği kaldı ne sevilme. Durmadan, “Ay ne oluyorsun, neyin var?” diye soruyordum. Can acısını bile unutmuştum. O sürekli büyük soluklar alıyor, adeta havale geçiriyor, kendini hızla yanıma attığı zaman kahkahalarla gülüyordu.

“Şekerim, sen bu denli mi bilgisizsin? Durmadan ‘Ne oluyorsun diye sordun, bu yüzden bir şey anlamadın. ”

Ya, doktor hanım, bir de böyle demez mi? “Ne bir şey anlaması Allah aşkına? Üstümde ölüp kalacaksın diye ödüm koptu. Neden o kadar inledin, bir yerin mi acıdı?” dedim.

“Böylece sen de evliliğin ilk dersini almış oldun. Hadi korkma, ben sevişirken ölecek yaşta değilim.”

Yani doktor hanım, her şey bir yana, en ağırıma giden, böyle alay etmesi oldu. Daha ilk geceden sıtkım sıyrıldı ondan. Acaba tüm erkekler böyle midir? Yoksa ben mi anormalim?

1940’ta ölen Amerikalı yazar Emma Goldman, yaşam hakkında bilgisi olmayan kızların nasıl kolaylıkla tuzağa düştüklerini, cehaleti anlatır: Cinsellik sorunundan söz ediyorum: Pek çok insan bu sözcüğün sadece telaffuz edilmesi halinde bile ahlakçılık nöbetlerine tutulur. Kadının cinsel bir nesne olarak yetiştirildiği bilinen bir olgudur, ama yine de kadın, cinselliğin anlamı ve önemi konusunda mutlak bir cehalet içerisinde bırakılır. Bu konuyla ilişkili her şey örtbas edilir ve bu müthiş karanlığa biraz ışık t utmak isteyenlere baskı uygulanır, hapse atılır. Oysa, bir kızın kendi başının çaresine nasıl bakacağını, hayatın en önemli yanının yerine getirdiği işlevin ne olduğunu bilmemesi halinde, fahişeliğin ya da onu salt cinsel haz sağlayan bir nesne durumuna indirgeyecek başka bir ilişki biçiminin kucağına kolaylıkla yuvarlanan bir av olmasına hiç şaşırmamak gerektiği açıktır.

Bu cehalet nedeniyledir ki, bir kızın tüm yaşamı ve doğası engellenmekte ve sakatlanmaktadır... İnsan doğası kendini, hiçbir yasayı dinlemeden duyurur. Kaldı ki, doğanın kendini çarpık bir ahlak anlayışına uydurmak zorunda olmasının hiçbir mantıklı nedeni olmaz.

Çocukluk, kadınlar için geçerli değildi. Kız çocuk, kundaktan sonra doğrudan yetişkin kadın giysilerine geçiyordu. Kızlar okula gitmiyordu. Dokuz-on yaşındaki bir kız çocuktan, tam bir küçükhanım gibi davranması beklenirdi; uğraşları, yetişkin bir kadının yap tıklarının aynısıydı. Yeniyetmeliğe erişir erişmez, daha on-on iki yaşlarındayken, kendisinden çok yaşlı bir erkekle evlendirilirdi... (Shulamith Firestone, Cinselliğin Diyalektiği)

XVI. yüzyılı anlatan yukarıdaki satırlar bugünün Türkiye’sinde size yabancı sayılır mı? Kırsal kesimde genç kız, hatta çocuk yaşında, yaşlı erkeklere rahatlıkla verilmektedir. Kentsel kesimde ise bu, yoksul, gelir seviyesi düşük katmanlarda, yani kırsal kökenli çevrede yine sürmektedir. Kentte yaşlı erkek-genç kadın modeli genellikle çok yoksul veya çok zengin çevrede gözlenebilir, iki zıt ekonomik boyutta aynı davranış biçimi!

Annenin ‘mat etmeye’ uğraştığı küçük kızı, baba ve çevre tarafından ayrıca baskı altına alır. Eğitim ise bunu sabitleştirir. Tek tip örnek üretim merkezi olarak çalışan eğitimimiz, tek örnek ‘kız’ istemektedir. Terbiyeli, çalışkan, bekareti tamam. Duygular mı? Doğa mı? Ne demek bu saçmalıklar?

Ülkemizde kızları ‘babasının’ olmaktan alıkoyan ve onların babadan güç alarak topluma girmelerini engelleyen ‘evin eşiğini geçme’ yasası kadar yetersiz babalık olmasın? Babanın bir ‘idol’ olmaması onunla eşit bir durumu hedeflemeyi olanaksız kılmaktadır. Bu nedenle kız çocuğunun kişilik gelişimi üstünde baba etkisi zayıftır. Annenin güçlü etkisi ise gelenek ve tabuların sürekliliğini sağlamaktadır.

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült