Feminizm Nedir
Dr. Dilek İmançer
"Kadın hakları" 60'lı yıllardan sonra sıkça duymaya başladığımız bir kavram
olmaya başlamıştır. Bu kavramın içeriğinin doldurulmasında ise feminist
hareket etkili olmuştur. Feminist hareket çerçevesinde kadın sorununu sadece
kadın-erkek eşitsizliği açısından ele almak tek boyutlu bir çözümleme
olacaktır.
Zira kadın sorunu ekonomik, politik, ideolojik psikolojik yönlerin iç içe
geçtiği karmaşık bir olgudur. Bu çalışmada feminist politikaların
belirlenmesinde etkin olan düşünce akımları boyutundan kadın haklarının
kültürel olarak geçirdiği süreç ortaya konulmaya çalışılacaktır. Feminizmi
genel olarak kadın=erkek ayrımcılığına karşı çıkarak, cinsler arasında
siyasal, ekonomik ve toplumsal eşitliği savunan görüş olarak tanımlamak
mümkündür. Batıda Fransız devrimi ile birlikte kadınların seçme ve seçilme
hakkı, mülkiyet hakkı kadın özgürlüğü kavramı çerçevesinde savunulmuştur.
Çeşitli eylem ve reformlar sonucunda kadınlar açısından bazı haklar elde
edilmiştir. Feministler bu hakları elde ettikten sonra özgürlüklerinin
yalnız bu haklarla sınırlı olmadığını, asıl sorunun erkeğin kültürel
egemenliği olduğunu savunarak mücadelelerine devam etmektedirler. Feminist
hareket tarihsel açıdan I. Dünya Savaşı öncesi ve 1968 sonrasında.olmak
üzere iki döneme ayrılmaktadır. Bu hareket ile bir çok kadın bir araya
gelmiş "daha önemlisi kadın-erkek eşitsizliğine karşı bir şeyler yapılması
gerektiğini, bu konuda ilgisiz birçok kadına fark ettirmişlerdir.
Feminizm 1968 sonrasında daha geniş bir tabana yayılma eğilimi göstermiştir.
Günümüzde feminizm bazı vurgu farklılıklarıyla değişik ülkelerdeki çeşitli
kadın gruplarınca benimsenmektedir. Batıda kadın haklan teorik olarak
çeşitli düşünce akımlarının etkisinde tartışılıp gelişirken, Türk toplumunda
kadın hakları, sadece kültürel nedenlerle değil, Tanzimat'tan günümüze kadar
ülkenin kalkınması açısından ekonomik bir temele de dayanarak, kadına
işletmenin kâr maksimasyonu açısından hesaba katılması gereken bir araç;
toplumbilimsel deyişle cinsiyet rolünün gereklerine uygun olarak hesaba
alınan birimler olarak bakılması ile gündeme gelmiştir. Temelde ataerkil
toplumsal düzenini eleştiren feminist görüşü bir bütün olarak çözümlemeye
imkân tanıyan bir teoriyi geliştirilemediğinden, feminist düşünürler,
liberalizm, marksizm, psikanaliz, varoluşçuluk, radikalizm gibi düşünce
akımlarının etkisinde kalarak oluşturdukları teoriler ile kadın haklarına
alternatif çözüm arayışlarını sürdürmektedir. Bu feminist teoriler,
kadınların ataerkil toplumsal düzen yapısı içinde değersizleştirildiklerini
varsaymakta ve bunun nedenini sorgulamaktadır.
LİBERAL FEMİNİZM
Kadın hakları konusunda mücadelenin mihenk taşı olan liberal anlayış kadının
özel alan ile sınırlı kalmasına karşı çıkarak, birey olarak kendini
geliştirecek potansiyele sahip olması gerektiğini savunmaktadır. Kadın
doğumda cinsiyetini belirleyemediğine göre, hayatı boyunca bulunacağı konu-
mu belirleyebilmelidir. Fransız ihtilalinden sonra aydınlanmacılık ve
akılcılık çağı olarak adlandırılan dönemde savunulan insanların vazgeçilmez,
doğal olarak kabul ettikleri haklara hükümetler müdahale edemez ilkesinden
hareket eden liberal feminist görüş, erkeklerin bir vatandaş olarak sahip
oldukları doğal haklara, kadınların da sahip olabilecekleri konusundaki
ümitleri boşa çıkarmıştır. Kadının, kocasının himayesinde aileye ait olduğu
fıkrî tüm liberal erkek kuramcıların ortak düşüncesidir. 17. ve 18.
yüzyıllar boyunca -öncesinde ve sonrasında- kadının eş ve anne olarak evine
ait olduğu varsayımı neredeyse evrenselleşmiştir. 18. yüzyılın ortasından
itibaren ve özellikle 19. yüzyılın başında tarihsel dönüşümler, özellikle de
sanayi devrimi, kadını özel alanda tecrit ederek, işyeri ile ev mekânını
birbirinden ayırmıştır. "Makineleşmiş fabrikalar ve ev ekonomisinin çöküşü
ile birlikte işin kamusal dünyası evin özel dünyasından daha önce hiç
olmadığı kadar birbirinden ayrılmıştır. Bu gibi eğilimler, akılcılığı
kamusal alanla, akıl dışılığı ve ahlâkı özel alanla ve kadınla özdeşleştiren
aydınlanma düşüncesini desteklemiştir"2. Liberal feminist kuram kadınlara
siyasal temsil hakkı verilmesini, vergi mükellefı olmalarını ve evli
kadınların ölü vatandaş olmalarını eleştirmektedir. Zira o dönemde kadın
eğer evliyse kanunlar önünde vatandaşlığı sona ermiş gibi gösterilmekteydi.
Erkek, kadının mülkü üzerindeki tüm haklarını almaktaydı. Evlilik
anlaşmasında kadın kocasına karşı itaatkâr olmaya zorlanmaktaydı. Liberal
feminist teorinin klasik savunucusu olarak Mary Wollstonecraf kabul
edilmektedir. "Vindication of the Rights of Women" isimli kitabında
"kadınların da erkekler kadar Tanrı'nın yarattığı varlıklar olduğu, daha
ciddi bir biçimde eğitilmeleri ahlâksal ve zihinsel yeteneklerini
geliştirmelerine izin verilmesi gerektiği"3 tezini savunmaktadır. Ayrıca bu
kitapta, esas olarak, burjuva erkeğiyle eşitliği-eğitim, hukuk ve siyaset
alanlarında eşitliği savunulmaktadır. Aynı zamanda da "kadınsılık"
kavramının eleştirisi yapılmaktadır. "Wollstonecraf bir akılcı ve Stoacı
olarak, eleştirel düşünmenin bireyi sadece fıziksel varlığını akılsızca
yinelemekten özgürleştireceğine ve uygun bir eğitimin kadının erkeğe hizmet
etme rolüne boyun eğmesini engelleyeceğine inanmaktadır".
Frances Wright, Sarrah Grimke gibi feminist yazarlar da eleştirel düşünmenin
yararına inanmışlardır. "Wright bir tanrıtanımaz olarak dini, kadınların
bağımsızlığını sürdürülmesini engelleyen en önemli güçlerden biri olarak
görmüştür. Ve kadınların "aklını esaret altında" tutmakta başarılı olan "aç
gözlü ruhban" kurumuna karşı kin besler". Grimke ise; kadınlara uygulan~n
baskıyı meşrulaştırmak için kullanılan kutsal kitaptaki temel bölümlerle
ilgili yaptığı metin analizlerine dayanarâk dini eleştirmektedir. Ona göre
"kadınlar yüzyılların kemikleşmiş görüşlerinin, geleneklerinin ağırlığı ile
çarpışmak için kendi hakikatlerini dillendirmek ve meşrulaştırmak zorunda
olduklarını" belirtmektedir. Grimke, kadınların özel alana ait oldukları ve
kamusal sorunlarla ilgili akılcı düşünmelerinin uygunsuz olduğu fıkrine
karşı çıkmaktadır, fakat yine de Grimke Viktoryan değerlerden dolayı
kadınların yönetimde yer almaları fikrinden ürkmektedir. 1966'da kurulan
National Organization for Women (NOW) (Ulusal Kadın Örgütü) amaç maddesinde,
kadınların öncelikle, toplumda erkekler ile eşit haklara sahip olduğu ve
insanî potansiyellerini tam anlamı ile geliştirme şansına sahip olmalarının
şart olduğu önermesine sadık kalınmıştır. Kadınların bu tür bir eşitliğe
ancak siyasî, ekonomik ve toplumsal hayatta karar verici rol alarak,
toplumdaki diğer insanlarla sorumlulukları paylaşarak ulaşabileceklerine
inanılmaktadır. Sonuçta aydınlanmacı Feminist teoride bazı temel problemler
bulunmaktadır. Bunların birincisi; liberal çözümlemenin özel alanı
dokunmadan bırakmış olmasıdır. Kadınların, erkeklere bağımlılıklarına,
ataerkil ya da erkeğe hizmet eden eğitim sistemine ve toplumsal kurumlara
karşı bir sınıf olarak niteleyen birçok liberal feminist, radikal feminist
duruşa doğru kaymıştır. Liberal feministler tarafından sonuçsuz bırakılan
bir soru da kadın ve erkek arasında ruhsal ve ahlâkî yetenekler açısından
gerçekten farkın olup olmadığıdır. Bazı liberaller genel olarak var olan
farkların küçük olduğunu ve içinde bulunulan koşullar sonucu oluştuğunu
savunmaktadırlar.
Liberal feministler, "yalnızca sınıf farklılıklarını değil, daha uzlaşmaz
olabilen cinsiyet farklılıklarını da görmezden gelmek istiyorlardı"5. Diğer
bazı feministler ise kadınların erkeklerden farklı olduğunu savunmuşlardır.
Kadınların erkeklerden farklı olduğunu, kültürel feminizmi savunan
kuramcılar vurgulamaktadırlar. Kültürel Feminizm kuramını savunanlar liberal
feminizmin eleştirel düşünme ve kendini geliştirmenin önemini kabul etmeye
devam ederlerken, hayatın akıldışı, sezgisel ve genellikle kolektif yönü
üzerinde durmaktadırlar. Kadınlarla erkekler arasındaki benzerlikleri
vurgulamak yerine, genellikle kadınlık niteliklerinin farklılıkları üzerinde
dururlar. Kültürel feminist kuramcılara göre, aile ilişkilerine - ilişkin
konular eril bakış açısından düzenlenmiştir. Kadının erkek himayesinde
insanca gelişmesi engellenmiştir. Bu duruma son vermek için ev hayatında
radikal değişiklikler gerekmektedir. Ataerkil bakış açısının baskıcı, yıkıcı
ve savaşçı değerleri yerine kadınların olumlu bakış açılan bir kez daha
yönetimin kamusal gücüne ve dine katılmalıdır. Babaların ev hayatına
katılımı ile özel alanın zenginleşeceğini ve kamusal alanın annelerin
varlığı ile yükseleceğini öne sürerler. Kültürel feministler toplumsal
cinsiyet kimliğinin oluşumunun biyolojik farklılıklardan ziyade toplumsal
inşâ sorunundan kaynaklandığına inanmak- tadırlar. Kimlikler ve kültür
üzerine temellenen, değişime açık olan bu görüş, J. Donovan tarafından
değişmesi mümkün olmayan biyoloji olgusuna dayanan ideolojiye göre daha az
güvenilir olarak görülmektedir.
MARKSİST FEMİNİZM
Feminist teorinin gelişmesinde Marks ve Engels 'in görüşlerinin büyük önemi
vardır. Özellikle kadınların bilinçlerinin yükseltilmesinde Marksist
tarihsel materyalist görüşlerin etkisi kuşku götürmemektedir. Bu görüş
kültür ve toplumun köklerinin maddî ve ekonomik koşullarda yattığını savunan
maddeci determinizm düşüncesine dayanmaktadır. Engels ise, Marks 'ın
görüşünü şöyle temellendirmektedir: Tarihsel gelişim sürecinde ilkel
toplumlarda kadın ve erkeğin iş bölümü vardır, fakat cinsiyet
uzlaşmazlığının bulunmadığını savunmaktadır. İlkel toplumda ev içindeki
üretim araçları kadınların ev dışındakiler de erkeklerin denetimin- deydi.
Daha sonra Engels, üretimin ev dışında yoğunlaştığını söyler (Büyük- baş
hayvancılık, maden işletmeciliği, dokumacılık v.s. gelişmesi). Erkeklerin
alânındaki emek üretkenliğinde görülen bu servet olarak edinilebilecek bir
fazlanın yaratılmasına yol açtı, bu da erkeğin kadın üzerinde yeni bir
ekonomik güç elde etmesini sağladı. Elde edilen ekonomik güç erkeklerin
kadınlara karşı analık hukuku yerine babalık hukukunu (mirasın babadan
devralınması, babalık hakkı v.s.) geçirmelerini sağlamıştır. Artı-değerin,
erkeğin üretim alanında olması onun servet sahibi aynı zamanda mülkün sahibi
olmasının koşulunu doğurmuştur. August Bebel bunu şöyle yorumlamaktadır:
"Kişisel mülkiyetin kurulmasıyla, kadının erkeğe bağlı olması kesinlik
kazanmıştır. Bu bağlılık sonucu kadın aşağı bir yaratık olarak görülmüş ve
küçümsenmiştir. Anaerkil, komünizmi ve herkesin eşitliğini meydana
getirmişti. Babaerkil kişisel mülkiyeti, mirası, kadının bağlılığını ve
tutsaklığını meydana getirdi"6. Engels kapitalist düzende kadınların özel
alanda ev işleriyle sınırlı tutuldukları ve üretici çalışmadan dışlandıkları
sürece toplumsal bağlamda erkeklerle eşit olmalarının mümkün olmadığını
söylemektedir. Ona göre: "Kadınların kurtuluşu ancak kadınlar üretime, geniş
toplumsal ölçekte katıldıkları ve ev içindeki görevleri yalnızca iyice
önemsiz hâle geldiği zaman mümkün olur. Ve bu da ancak, yalnızca kadınların
üretime geniş çapta katılmalarına izin vermekle kalmayıp bunu kesinlikle
gerektiren ve ayrıca özel ev işlerini de daha kamusal bir sanayiye
dönüştürmeye çabalayan modern geniş çaplı sanayiinin bir sonucu olarak
mümkün hale gelmiştir"~. Engels 'in kadınların gelecekteki kurtuluşuna
ilişkin tasarımı; toplumsal olarak örgütlenmiş üre- timde ekonomik kurtuluşa
kavuşma ev işiyle sınırlı olmaktan kurtuluş ve toplumsal cinsiyet
ayrımcılığından da kurtuluş olarak özetlenebilir.
Marksist Feminist anlayışta, ataerkil toplumsal sistemdeki aileye karşı
alternatif bir aile tarzı sunulmaktadır. Alternatif aile anlayışında
"ataerkil ailenin yerine iş ortaklaşmasının getirilmesi hiç kuşkusuz
devrimci kafa eğitimi sorununun temelidir"8. Marks 'a göre, toplumsal
devrimin başlıca görevlerin- den biri ailenin ortadan kaldırılmasıdır.
Toplumcu ortaklaşmacılığın kan ortaklığına değil, iktisadî işlev ortaklığına
göre oluşması gerekmektedir. Marksist görüşten etkilenen feminist
kuramcılar, Marks'ın kapitalist üre- tim sürecinde insanın emeğinden
yabancılaşması öğretisini, asıl kadınların ev işlerinde yaşadığını iddia
etmektedirler. Dalla Costa gibi yazarlar gerçek ev işinin soyutlayıcı
olduğu, önemsiz ve tekrar edici olduğundan dolayı yabancılaştırıcı olduğunu
iddia etmişlerdir. Heidi Hartman ise, kadınların emek gücünün erkeklerin
denetiminde olmasını ataerkinin dayandığı maddî temel olarak görür. Maddî
temeli kadın emeğinin denetimine dayanan cinsel iş bölümü kendi ideolojisini
de yaratmaktadır. Marksist feministler toplumsal iş bölümünü değiştirmek
için bilinçlenmenin şart olduğunu savunmaktadırlar. Onlara göre: "Maddî
varlık bilinci belirleyebilir, fakat varlık koşullarının devrimci dönüşümü
sınıf bilinci düzeyinin yükseltilmesine bağlı olacaktır"9. Feminist teori
Marksist teoriden etkilenmekle birlikte ideolojik yapısının temelini maddî
koşullar yerine cinsiyet ayrımı oluşturmaktadır. Emek marksizm için neyse,
cinsellikte feminizm için odur. Marksist teorinin diyalektik materyalizm
yöntemini, feminist teori bilinç yükseltme olarak yorumlar. Zira çağdaş
feminist teorinin başat varsayımı bilinç yükseltmenin kendisinin devrimci
bir praksis olduğudur. Devrimci praksis kavramı bir takım alternatif
düzenlemeler geliştirilmesi anlamına da gelmektedir. Bu da beceri
gerektirmeyen, monoton işlerden kaçınarak, üretime dayalı insanın kendini
geliştirecek işlere yönelerek pratik içinde yeniden örgütlenme biçimleri
yaratmaya dayanmasıdır.
FEMlNİZM VE VAROLUŞÇULUK
Feminist kuramlar içinde kadının kişi olarak kendi benliğini oluşturması
gerektiği görüşü varoluşçuluk felsefesinden türetilmektedir. Bu konuda en
önemli çalışmaları Simone de Beauvoir "ikinci cins" isimli kitabı ile
yapmıştır. Yazar bu kitabında görüşlerini şöyle açıklamaktadır: "Erkeğin,
kendisini çocukluktan itibaren hissettiren avantajı, bir insan uğraşının
hiçbir şekilde bir erkek olarak yazgısına ters düşmemesidir... Buna karşılık
kadından, kadınlığını gerçekleştirebilmesi için kendisini nesne ve kurban
haline getirmesi istenir: bu da, egemen özne olma iddialarını bir yana
bırakmak zorunda kalması demektir. Özgürleşmiş kadının durumuna özellikle
damgasını vuran, işte bu çelişkidir. Eksik olmayı kabul etmediği için
kendisini kadın rolüyle sınırlandırmak istemez; öte yandan kendi
cinselliğini yadsımak da eksik olmak anlamına gelir. Erkek, cinselliği olan
bir insandır: kadında ancak cinselliği olan bir insan olduğu zaman erkek ile
eşit bir birey olur. Kadınlığını yadsıması insanlığının bir bölümünü
yadsıması demektir"~°. Varoluşçu felsefeye göre insan doğayı aşabildiği
ölçüde insandır. İnsan olmak sadece yaşamak değil, yaşama değer katacak
projeler üretmek, yeni araçlar icat etmek, geleceği biçimlendirmektir. Var
olan koşullara boyun eğen, insanlıktan uzak yaşama koşullarını da benimsemiş
olmaktadır. Kısacası insan yaşadığı sürece varlığının anlamını sorgulamak
zorundadır. Beauvoir'e göre "Ataerkil toplum düzeninde kadın, ensoi ya da
öteki rolüne mahkûm edilirken, erkek poursoi'nin aşkın ayrıcalıklarının
tadını çıkarıyordu. Tasan aracılığıyla doğaya ve kadına egemen oldu". Bu
bağlamda kadınların var olan toplumsal düzende öteki olarak yaşamayı kabul
edip içselleştirirlerse şizofreniye ve ümitsizliğe kapılacağını
söylemektedir. Bu aynı zamanda nesne olmayı da kabul etmek anlamına
gelmektedir. Yazar diğer feminist yazarlar gibi kadınların kendilerini
geliştirebilmek için akılcı özelliklerini ve eleştirel yetilerini
güçlendirmelerini önermektedir. Kadınlar nesne olmayı ret ederlerse onları
nesne olarak görenleri, onları özne olarak görmeye zorlayacaklarını
söylemektedir. Adrienne Rich ise, kadınların, onlara ideolojik olarak boyun
eğdiren sahtelikleri kırabilmeleri için, kendi haklarında doğruyu söylemeyi
öğrenmelerinin zorunlu olduğuna dikkat çeker.
Feministlerin de kendi doğrularının değerlendirileceği karşı bir gelenek
yaratmaları gerekmektedir, çünkü "gerçekliğin toplumsal inşâsı" ortak bir
çaba gerektirmektedir. Kişinin gerçekliği ve doğrularının değer görmesi,
toplumsal hayatta başkaları ile etkileşimi sayesinde olmaktadır. Böylece
ataerkil kültüre karşı alternatif bir tanıklık ile onu tanımlamak ancak, ona
karşı alternatif bir "öteki" kültür oluşturabilecek- tir. Alternatif "öteki"
kültürün oluşumu için ise radikal feminist kuramcılar farklı çözüm yollan
üretmektedirler.
RADİKAL FEMİNİZM
Radikal feminizm kadınların sömürülmesi ve baskı altında tutulmasının temel
nedenini, kadınlarla erkekler arasındaki biyolojik farklılıkta gören bir
kuramdır. Radikal feminist kuramcılar arasında kadının şimdiki durumu
konusunda farklı anlayışlar hakimdir. Radikal feministler arasında geniş
ölçüde kuramsal düşünceler oluşturmuş olanlar; Kate Millett ile Shulamith
Firestone'dur. Radikal feministler kadının baskı altında olması ve kadın
erkek arasındaki çelişkinin temelde aile kurumundan türediğini
savunmaktadırlar. Kate Millett 'e göre "aile gençleri ataerkil ideolojinin
rol, mizaç ve statü kategorilerince öngörülen tutumlar içinde"ız
toplumsallaştırmaktadır. Aile, ataerkil düzen içinde kadınları erkeklere
hizmet etmeye ve bu hizmet etme rolünü kabul etmeye şartlandıran erkek
egemen ideolojisinin, yeniden üretilmesini sağlayan kurum olarak
görülmektedir. Bu nedenle aile kurumunu radikal feministler ret
etmektedirler. Shulamith Firestone ise kadınların baskı altında
tutulmalarının temelinde biyolojik cinsiyet farklılıklarının yattığını
söylemektedir. Kadınlar doğum ve annelik rolleri ile sınırlanmaktadırlar.
Firestone buna çözüm olarak teknolojiyi, kadınların biyolojik kaderlerinden
kurtulmak için kullanmak gerektiğini düşünmektedir. "İnsan türünün, her iki
cinsin yaran için yalnız bir cins tarafından üretilmesinin yerini (hiç
değilse bir seçme olarak) yapay üreme alacaktır. Çocuklar her iki cinse de
eşit olarak doğrulabileceklerdir. Ya da ikisine de bağlı olmaksızın
doğabileceklerdir"ı3. Böylece çocuk bakımı topluluğun üyeleri tarafından
kolektif bir şekilde üstlenilecektir. Erkekler ve kadın- lar cinsiyete
dayalı rol sorumluluklarıyla tanımlanmış olarak belirlenmeyerek yeni bir
kültür oluşturulmaya çalışılacaktır. Mary Daly "Gyn/Ecology"` isimli
çalışmasında ataerkilliğin dışında bir dünya keşfedilmesi için kullanılan
dilin radikal biçimde yıkılması ya da yapısının çözülmesini önermektedir.
Ayrıca kadınların lezbiyen olmalarını ve kendilerini baskıdan tamamen
özgürleştirebilmek için erkeklerden tamamen ayrı yaşamaları gerektiğini
vurgulamaktadır. Radikal kuramcılar teknolojiye bağlı üreme gibi doğaya
aykırı önerilerden dolayı eleştirilmektedirler.
PSİKANALİZM VE FEMİNİZM
Psikanaliz kadın erkek ayrımını psikolojik olarak açıklamaya çalışmaktadır.
Freud 'un kadın ve erkeğin aile içinde rollerini belirlemek amacıyla yap-
tığı deneysel çalışması daha da önemlisi çocuğun yetişme sürecinde geçirdiği
cinsel kimlik sürecini betimlemesi, çağdaş feminist teoı~inin en önemli
temel taşlarından birini oluşturmaktadır. Freud kadın hakları hareketinin
düzeltmeyi amaçladığı durumları yalnızca teşhis etmektedir. Freud 'a göre,
Oidipal dönemde "cinsel arzuları uyanan çocukta annesine yoğun bir cinsel
istek ve bağlılık gelişir. Onun bu isteği babasını kendisinin karşıtı rakibi
olarak görmesine yol açar... Babasını rakibi olarak görmesi aynı zamanda
onda iğdiş (hadım) edilme korkusunu da geliştirir"ı4. İğdiş edilme korkusu
erkek çocukta annesiyle cinsel bağ kurma arzusundan baskın çık- maktadır.
"Bu durum erkek çocuğun babasıyla güçlü bir biçimde özdeşleşerek babayı ve
böylelikle de diğer erkeklerle de ilişki olarak fallik (erkek cinsel organı)
gücü ve iktidarı annelik bağına tercih etmesiyle gerçekleşir". Kısacası bu
devre çocuğun karşıt cinsteki ebeveyne yönelik cinsel fanteziler ve bunların
bastırılmaya uğramalarıdır. Bu Viktoryan burjuva evlerinde cinselliğin derin
bir şekilde bastırılmasının bir parçası olarak açıklanmaktadır. "Penise,
çocuğun cinselliğinin simgesi ve gelecekteki gücün kaynağı ya da kız
çocukların durumunda ise güç yoksulluğu olarak da önem vermektedirler.
Freud'a göre de, erkek üreme organı biyolojik bakımdan da kadın üreme
organından üstündür. Feministler Freud 'un görüşlerinin, libidonun eril
olması gibi ön kabullerinin erkek yanlısı olduğuna inanmaktadırlar. Karen
Horney, Freud 'un görüşlerini "eril özseverlik" olarak nitelemekte ve onun
görüşlerini eleştirmektedir: "Psikanaliz, erkek bir dahinin yaratısıdır ve
onun düşüncelerini geliştiren hemen hemen herkes erkektir. Bu nedenle "kadın
psikolojisi" şimdiye kadar sadece erkek bakış açısından ele alındı ve
kadınların psikolojisi aslında erkeklerin arzu ve düş kırıklıklarının bir
tortusunu oluşturur. Horney, asıl ihtiyacımızın kadın psikolojisinin otantik
bir betimlemesini oluşturmak için "bu eril düşünme tarzından" kendimizi
kurtarmamız gerektiğini savunur." Shulamith Firestone "Cinselliğin
Diyalektiği" isimli kitabında, Freud'un salt bilimsel geleneğe uygun olarak
ruhsal oluşumları toplumsal bağlamlarını hiç dikkate almadan gözlemlediğini
savunmaktadır.
Oedipus kompleksi ataerkil aile düzeninin egemenlik ortamında geçerlidir.
"Freud'un bu kompleksi ataerkil toplumdaki çekirdek ailede yetişen normal
bireylerde görülen bir kompleks olarak gördüğünü, fakat ataerkinin çekirdek
aile yapısında var olan eşitsizlikleri azdıran bir toplumsal düzen olduğunu
unutmamız gerekir. Erkeklerin daha az egemen oldukları toplumlarda Oedipus
Kompleksi'nin etkilerinin azaldığını gösteren bazı kanıtlar vardır. Ataerkil
zayıflaması da birçok kültürel değişimlere yol açacağı anlamına gelmektedir.
Juliet MitchellMichellLacan, ataerkil düzeni sembolik "fallus düzeni" olarak
tanımlamıştı ve kadın bu sembolik düzenden (dil, yasa, kültürel düzen v.s.)
dışlanmıştır. "Bu düzende kadınlar ve onların gerçekleri reddedilip yok
edilmektedir. Kadınlar, söylemin sınırlarında, sembolik alanın dışında" yer
aldıkları için farklı bir mekânda kalmaktadırlar. Bu alanda fallusun
sembolik düzenini çözmeye çalışan yıkıcılar olarak durmaktadırlar. Aynı
zamanda kadınlar kendi öteki deneyim alanlarına ilişkin değer ve görüşlerini
olumlamak zorundadırlar, ataerkil düzen ölüm yönelimli, onlarınki ise hayatı
olumlayan yöndedir. Kadınlar bu sembolik düzeni olumlar ve bu düzene
girerlerse Xaviere Gauthier 'e göre şizofrenik olmakta ve farkına varmadan
ikinci cinsiyet denilen cinsiyete dönüşmektedirler. J. Kristeva ise "kadının
sembolik olan karşısında yaşadığı ikileme dikkat çekmektedir. Ya bunun içine
girecek ve işlev- sel erkeklere dönüşecektir, ya da fallik olarak kabul
edilen her şeyden kaçarak sessiz denizaltı canlısının cesaretine sığınacak
ve böylece tarihte yer almaktan vazgeçecektir" Fransız feministler kadının
öteki olarak kendi söylemini geliştirmesinin ataerkil düzeni altüst
edeceğini savunmaktadırlar. Ayrıca erotik pre-oedipal dönemi anneyi baskı
altına alınmamış kadınsı imgelimin kaynağı olarak görmektedirler. Sonuçta
kültürün kıyısında yer alan kadınların kendi kültürlerini oluşturmaları
ancak kültürel bir devrim meselesi olmaktadır. Psikanalist yaklaşımı
benimseyen feministler, bütün kadınları erkeklerden "başka", ancak birbirine
benzer olarak ele almaktadırlar. Farklı kültür, tabaka ve toplumlardaki
kadınların yaşam deneyimleri, duygulan, değerleri ve psikolojileri
arasındaki farklılıkları görmezlikten gelinmekte, bu farklılıkların bazen
aynı toplumdaki kadın-erkek farklılığından bile daha belirgin olabileceği
üzerinde durulmamaktadır. Batıda kadının toplumsal kimliğini kazanma süreci
farklı teorik yaklaşımlarla açıklanmaya çalışılırken, Türk toplumunda ise
kadın ve erkeğin kimlik kazanma süreci Osmanlı toplumsal yapısının izlerini
taşıyarak kendine özgü bir gelişim göstermektedir.