Narsisizm ve narsistik son yıllarda gerek psikolojide ve psikoterapide
gerekse gündelik konuşma dilinde gittikçe ilginin odağı olan iki
kavramdır. Genel anlamıyla kendini sevmedir. Genelde özdeğer
bozuklukları “kendini beğenmişlik, kendini ispat ihtiyacı ve
benmerkezciliğin abartılması” anlamında kullanılır. Narsistik ve
Narsisizm, hayatı sınırlayan ve sevgi dolu, sürdürebilir ilişkileri
büyük oranda imkansız kılan temel bir eksikliği tarif eder. Bozukluk
kavramı bozuk olmayan bir durumun varlığını aktarır. Bu bana göre
kendini sevmenin ve kendini yaşamanın daha büyük veya daha az bir
rahatsızlığı olarak mevcuttur. Narsistik hastalıklar her insanın özdeğer
duygusunu en azından bir süreliğine sallantıya götürüyor. Bozukluğun
farkı sallantının gücü ve kalitesindedir. Sağlam bir özdeğer sistemine
sahip bir insanın, buna göre narsistik bozukluğu varsayılmaz, bir
reddetme veya eleştiri karşısında üzülür veya kızgın tepki verebilir ama
kendine olan sevgisini ve var olma hakkını kaybetmez. Narsistik
bozukluğu olan bir insan eleştiriyi büyük bir güvensizlikle karşılar ve
özdeğer duygusunu ayakta tutacak bir durumda olamaz. Belki hastalığı
nedeniyle o kadar incinir ki kendi varoluşu hakkında tereddüde düşer.
“Benim gibi eleştirilen bir insanın daha yaşamaya ne hakkı olsun?”
Stephen Johnson bu nedenle narsistik kişilik tarzıyla narsistik kişilik bozukluğunu birbirinden ayırır. Onları bir devamlılık olarak görür ve narsistik kişilik tarzı “günlük narsisizm’i anlatırken narsistik kişilik bozukluğu daha ağırdır çünkü ben işlevleri ve savunma daha kırılgandır. Katrin Asper’e dayanarak narsistik bozukluğu ben “insanın öz sevgisinin zedelenmesi şeklinde anlıyorum (çocuğun duygusal olarak terk edilmiş olması koşuluyla).”
Ancak özsevginin yanı sıra öz kabul ve öz bakını gibi bir ikinci alan daha var narsisizme dahil olan; o da özgüven. Gerek kendi yetkinliğine gerekse başkalarının onayına. Ancak kendini rahat hisseden ve yetenekli/ehil olarak gören kişi özel yetenekler ve mükemmel bir görünüm aracılığıyla kendini sevimli yapmaya çalışmaz ve bu şekilde eksik olan özgüven duygusunu dengelemeye çalışmaz.
Ben Bulimik hastalarının (Yeme-Kusma bağımlıları) kişiliğini ayrıntılı olarak incelerken Dişi Narsisizm’in taslağını oluşturdum. Bu kadınlar bende acı, ilgi ve merak uyandırdılar. Aynı zamanda onların acılarını hissettiğimde etkilenmiştim. Yüzeysel bakılınca yemekle olan ilişkileri hariç hiçbir şeyleri eksik olmayan, kendine güvenen, aktif kadınlarla uğraşıyordum. Kendilerini uyanık, geniş görüşlü, kendini ifade edebilen, kendiliğinden motivasyona sahip gibi gösteriyorlardı. Ama açık ve net ortaya konmayan yıllarca çektikleri işkenceydi; günde defalarca yeme krizine girip sonra da yediklerini tuvalette kusmalarıydı. Bunun üzerinde ayrıntılı olarak konuşmaktan utanıyorlardı ve ancak tam sorgulamalarla, hastalığın derin öz şüphelerle, güçlü değersizlik duygularıyla yalnızlık ve soyutlanmışlıkla ve duygu kaosuyla bağlantısını öğrenebildim. Kendi acıları ve ümitsizlikleri hakkında pek konuşmak istemiyorlar, eğer konuşurlarsa da duygusal bir mesafe koyarak bunu yapıyorlar. Kusursuz yüzlerinin arkasına saklanmakta marifetli oldukları için sık sık beni tongaya düşürdüler. Yemelerinin ve kusmalarının çok da kötü olmadığına beni ikna etmeyi başardılar. Bunu gerçi günde altı veya daha fazla kez yapıyorlar ama acıları hakkında tek kelime etmiyorlardı. Bu da keşfedilme korkusuyla ve kendilerini yemek ve kusmaktan alıkoymasın diye diğer insanlara karşı oluşturdukları dirençle bağlantılıydı. Ümitsizliklerini aktarmaları, kendilerine ve dünyaya oynadıkları bu her şeye kadir rolünü bırakmaları zaman alıyor.
Aynı çelişkiyi bedensel düzlemde de görüyoruz: Bu kadınlar kural olarak çekici, dış görünüşlerine çok değer veriyorlar, genelde iyi bir fiziğe sahipler ama kendilerini baştan reddediyorlar, kendilerini çirkin buluyorlar, şişman, hiçbir çekici tarafı olmayan ve her şeyden önce sevilmeye değmeyen! Yakınlığa ve sevgiye özlem duyuyorlar ama biri kendilerini gerçekten sevdiğinde kaçıyorlar. Tam da yalnız kalma duygusundan muzdarip oldukları halde sürekli kendilerini yalnızlaştırıyorlar. İlgi ve kabul görmek için “kendimi harika hissediyorum” rolü oynuyorlar ama bu esnada kendilerini üzgün ve depresif hissediyorlar. Duyguları ve davranışları güçlü biçimde karşıtlıklarla ve gerçekte kim olduklarını bilememekle şekillenmiş durumdadır.
Sanki sürekli kendi etraflarında dans ediyorlar ama hiç kendileriyle karşılaşmıyorlar gibi. Kendilerine yabancılar ve bu kendine yabancılaşmaktan acı çekiyorlar. Derinlerinde gerçekten üzgün, depresif kadın mı yoksa coşkulu biçimde başkalarını yüksek moraliyle etkileyen kişi mi olduklarını bilmiyorlar. Dışarıdan da bu sorunun cevabı için yeterli bir yönlendirme alamıyorlar. Çevre de onları problemsiz, yardımsever, genelde morali iyi, içten sağlam olarak görüyor. Ama kendilerini ancak az sayıda parlak saatlerinde böyle hissediyorlar. Durum bir kısır döngü gibi ve bu ikilemden çıkış yok
30 yaşında bir bayan olan ve ilişki kurmada zorluklar yaşayan dişi-narsist kişilik yapısına sahip olan Brigitle kendi içindeki çelişkiyi şöyle açıklıyor:
Sevgiye, yakınlığa ve güvenliğe olan özlemimi saklamak zorunda olmaktan yorgun ve bitkin düştüm. Ama hayır, kimse görmemeli nasıl olduğumu! Birisi benim özgüven ve egemenlik maskemin altındaki muhtaçlık durumumu görecek olursa utançtan ölebilirim.
Kendimi şöyle gösteriyorum: İyi bir dış görünüm, güleryüzlü bir karşılama ve sevgi dolu muamele şekilleri için çaba harcıyorum. Başkaları şöyle düşünmeli: Bu genç, dinamik, aktif, özgüven sahibi ve geniş görüşlü. İnsanlarla ilişki kurabiliyor, kendini ve pozisyonunu ortaya koyuyor, fark edilmeden geçip gidilmesine izin vermiyor, usta iş çıkartıyor ve hazır cevap. Kendimden kişisel olarak hiçbir şey göstermiyorum, sadece meslek hayatında başarılı ve hayatta tutunabilmiş bir kadın izlenimi vermeye konsantre oluyorum.
Ve kendimi şöyle hissediyorum: Kimse benim gerçekten ne durumda olduğumu asla ortaya çıkartmamak. Gülümse Brigitle gülümse, belki biri seni inceliyordun Bunlar beni zaten aptal yerine koyuyor ve ciddiye almıyor. Sanki mutluymuşum gibi, her şeyi alıyormuşum gibi ve hiçbir şey beni sarsarımmış gibi davranmalıyım. Dışarıya karşı sorunsuz ve kendimden emin bir etki bırakıyorum çünkü diğerleri beni öyle zannediyor. Ama çoğunlukla kendimi öyle güvensiz hissediyorum ki ilerdeyse yerin dibine geçebilirim. O zaman hiçbir şeyi doğru yapamamaktan korkuyorum, yanlış davranmaktan, aptalca bir şey söylemekten ve geri çevrilmekten korkuyorum. Başkalarının benim hakkımda ne düşündüğü üzerine çok fazla kafa yoruyorum ve keşke herkesin hoşuna gitsem diyorum. Ama çoğunlukla kendimi anlamsız ve değersiz hissediyorum. Böyle kimin hoşuna gidebilirim ki?
Bu açıklama dıştaki güçlü maske ile içteki güvensizlik ve değersizleştirme arasındaki çelişkiyi açık ve net gösteriyor. Kimse bunu bilmemeli! Çünkü gerçekte kim olduğu bir ortaya çıkarsa bütün numarası uçar: güya özgüven sahibiymiş, oynuyor sadece! Aslında kendine güvensiz ve muhtaç.
Ama sadece bulimikler değil kendilerini böyle hisseden ve bizim kimlik dediğimiz şeyden uzak olanlar. Kendilerini güvensiz hissettikleri ve gerçekte kim olduklarını bilmedikleri halde dışarıya karşı özgüven sahibi gösteren, kendileri hakkında derin şüpheleri olan ve ilişkilerinde, beraberliklerinde problemi olan pek çok kadın var.
Bu nedenle bu kitabı aslında başarılı oldukları halde değersizlik duygularından muzdarip olan, iyi göründükleri halde kendilerini değersizleştiren ve büyük özlem duydukları halde hiçbir kalıcı ilişkiye girmelerine izin vermeyen kadınlar için yazdım. Bu kitap bir veya daha fazla bağımlılıkları olanlar, bulimikler veya alkolikler, anoreksikler veya ilaç bağımlıları düşünülerek yazıldı. Ama hiçbir bağımlılığı olmayanlar için de yazıldı. Hala duygusal olarak eski çocukluk duygularında boğulduğu için ilişkilerinde zorluklar yaşayan kadınlar için yazıyorum. İçlerinde boşluk hisseden, gerçekten sevilecekleri duygusuna sahip olmayan, büyük çabalarla yakınlık ve şefkat arayan ama bulunca da bununla pek bir şey yapamayan kadınlara hitap etmek istiyorum. Kendilerini içten terk edilmiş (yalnız) hisseden, kendilerine ve dünyaya güven duymak yerine boşluk ve tehdit hisseden kadınlar için yazıyorum.
Dişi Narsisizmin taslağıyla bu kadınların içlerinde ne olup bittiğini, çocuk olarak neyi öğrenmeyi kaçırdıklarını, bugün hangi gelişim adımlarını telafi etmek zorunda olduklarını ve içlerindeki hapishaneden hangi çıkış yolları bulunduğunu yazmak istedim. Bu amaçla narsislik kişilik yapısının gelişimini destekleyen arka planını anlatacağım. Ben pek sebeplerden bahsetmeyi sevmem, çünkü o zaman nedensel bir bağlantı kuruluyor: Eğer A şartı meydana geldiyse kaçınılmaz biçimde B durumu oluşuyor. Bu bakış açısı psikolojik yöntemlerde kullanılmaz çünkü pek çok birbirini etkileyen faktörün rolü vardır. Bu yüzden çoğu narsist kişiliklerin çocukluğunda bulunabilen bazı hadiseleri tasvir edeceğim. Ama tek tek yetiştirme ölçütleri veya geçmişteki yaşantılar kişilik oluşumunda belirleyici değildir, daha ziyade bireyin çocuk olarak onu işleme tarzı belirleyicidir. Metnin bazı yerlerinde yemek yemenin ve kusmanın anlamına gönderme yapıyorum ama ağırlık noktasını dişi narsist dinamiğe veriyorum Yemek yemek, yeme bozukluğu olmayanlar için de rahatlatıcı, nahoş duygulardan korunmak ve içlerindeki boşluğu doldurmak anlamlarına sahip olabilir ve bir yedek tatmin vazifesi görebilir.
Dişi narsist kişilikte pek çok kadın, bedenlerini ve kilolarını kabul etmekle zorlanıyorlar ve bu yüzden de alışılmış anlamda yeme bozukluğuna sahip olmasalar da yemek yemekle muhtemelen sıkıntılar yaşıyorlar. Onlar aslında açlık olmayan ve daha fazla yemekle doymayan, çünkü bedensel değil ruhsal bir açlıktan kaynaklanan açlık duygularından muzdaripler. Özellikle hayal kırıklığı, üzüntü, yalnızlık gibi durumlar, başka zaman yemekle normal bir ilişkisi olanların da daha fazla yediği veya yemeyi reddettiği durumlardır. Aynı şekilde özdeğer sorunlarını da güzel, ince bir bedenle ortadan kaldırmaya çalışılıyor. Kaç kadın huzur, rahatlık duygularım kilolarına bağlı görüyor ve daha zayıf olduğunda daha fazla sevilmeye değer olduğunu düşünüyor? Bu sayı hiç de az değil ve kadınların yaşam kalitesini düşürüyor.
Bu düşünce yeme bozukluklarının belli bir şekli için karakteristiktir, henüz bağımlılık olmayan ama bağımlı olma yolunda giden: gizli yeme bağımlılığı7. Burada normalle bağımlı yeme davranışı arasındaki akışkan geçiş daha nettir. Gizli yeme bağımlılığından sert bir şekilde kontrol altında tutulan yeme davranışını anlıyoruz, bir çeşit ömür boyu diyet yapmak. Mağdurlar iradeleriyle ve akıllarıyla yeme isteklerini dizginliyorlar, kilo almaktan korkuyorlar ve daha ne yiyebilecekleri ve ne yiyemeyecekleri konusunda sürekli düşünüyorlar. Kendi ihtiyaçlarına ve beden sinyallerine hiç güven duymuyorlar veya çok az bir güven duyuyorlar ve yemeği gerçekten keyifle yeme konusunda da nadiren bir yetenek gösteriyorlar. Bu karakteristik bulimikler ve auoreksikler için de geçerli8. Aradaki temel fark; gizli yeme bağımlılığı olan bir kadın kural olarak kusmaz, kilo kaybı göstermez ve yeme davranışlarında dikkat çekmez. Durum hala kontrolü altındadır, elinden henüz kaçmamıştır bağımlı kadınlarda olduğu gibi. Ama bu özkontrol başarısızlığa uğrarsa o zaman sıkı bir yeme bağımlılığı geliştirme tehlikesi oluşur.
Burada bir not daha belirtelim. Yeme bozuklukları olan kadınlarla yaptığım terapi çalışmalarında bu kadınların asıl sorunlarının öyle görünse de yemek veya açlık olmadığını öğrendim. Ne de olsa tedaviye yemekle baş edemedikleri ve kustukları için veya açlık çektikleri için geliyorlar. Buna rağmen yeme bozukluğu bu kitapta bahsettiğim özdeğer ve ilişki bozulduklarıyla bağlantılı olan yüzeysel bir sebeptir. Uzun süreli bir iyileşmeyi olanaklı kılmak için tedavide dikkate alınması gerekmektedir.
Uzun yıllar yeme-kusma bağımlılığı olan 30 yaşındaki bayan Gundi, klinikteki birinci yılının sonunda bozuk yeme davranışının esas sebeplerini yazdı. Bu aynı zamanda dişi-narsist sorununun da bir betimlemesidir:
Yeme krizlerim ve kusmalarım olmadan yaşayabileceğimi hayal edemezdim. Şimdi bunu yapabileceğimi biliyorum. Sadece belirtiyi değil esas sebepleri de kısmen anladım. Yaşadığım müddetçe hep kendimi değersizleştirdim. Özdeğer duygusu yok, özgüven yok. Suçluluk duygularım vardı, mutlu olduğumda ki bu genelde sahte bir mutluluktu ve alkolle, yemek yemekle ve erkeklerle bağlantılıydı, kendimi kötü hissederdim. Sadece olumsuza bakıyordum, sınırlarımı algılayamıyordum, güç ve düşünce bağımlısıydım. Hayatımın ters aktığını biliyordum ve ben de terstim.Özellikle beni sürekli kafa karışıklığına sürükleyen zorlayıcı düşüncelerimi şimdi anlayabiliyorum. Olumsuz düşüncelerimi hep gerçek olarak gördüm, kötü olduğum fikrini de. Şimdi biliyorum ki bu düşünce hastalığımın bir parçası. Bununla eskisinden daha iyi yaşayabiliyorum. Duygularım için sorumlu olduğumu anlamama da çok yardımcı oldu. Terapiden önce kendimi kötü hissettiğimde bunu dışımdaki değiştiremeyeceğim olaylara bağlıyordum. Yani kendimi kötü hissetmeye devam ediyordum ve zorla yiyordum. Şimdi biliyorum ki kızmak veya birinin beni yaralamasına izin vermek bana kalmış ve bunu değiştirebilirim. Telaşım ve huzursuzluğum için de sorumlu olduğumu hiç düşünemezdim. Ne yapalım ben böyleyim derdim ve bu durumda ancak Baldrian alabilirdim. Tanrıya şükür burada da kendimi strese sokan ben olduğum için burada da bir şeyler değiştirebileceğimi biliyorum.
En azından sadece içkiyi bırakmakla kalmayıp ayık olmayı umuyorum. Çok arsız oldum çünkü gerçekten mutlu olmak istiyorum. Her gün hayatla cebelleşmek ve huzursuz olmak istemiyorum. iç huzurum için bir şeyler yapacağım. Bu aralar biraz coşkunum, yeni bir hayat hediye edilmiş gibi hissediyorum. Ama eminim kolay olmayacaktır. Daha önceden de sık sık bu güzel, yuvarlak, memnun, mutlu duyguyu içimde hissetmiştim ve bunun hayat olduğunu tahmin etmiştim. Böyle her şeyi dolduran bir sıcaklık. Bu duygu bana hala gizemli ama bugüne kadar hissettiğim en güçlü duygu ve bunu hayatımın içeriği olması için destekleyeceğim.