Değerler Psikolojisi
Erol Güngör
Ahlâk Problemlerine Genel Bakış
Tanınmış İngiliz filozofu G.E. Moore, ahlâk felsefesi sahasında şimdiye
kadar doğru bilgiler elde edemeyişimizin sebebini, sorduğumuz sorunun
mahiyetini düşünmeden ona cevap bulmaya çalışmamıza bağlamaktadır. Moore'a
ve elbette öbür ahlâk felsefecilerine göre ahlâk felsefesinin konusu
"iyi"nin ve onun zıddı olan "kötü"nün ne anlama geldiğini araştırmaktadır.
Fakat bütün filozoflar "iyi nedir" sorusuna karşı iyinin tarifini bulmaya
kalkıştıkları için hataya düşmüşlerdir; çünkü "iyi" tarife gelen birşey
değildir, yani kendinden başka birşeyle tarif edilemeyip sadece sezgi ile
kavranabilir.
Ahlâkî düşünce ve ahlâkî hükümle ilgili bir psikolojik araştırmaya bir
filozofun görüşlerini özetleyerek başlamak ilk bakışta garip gelebilir.
Bizim maksadımız filozofla psikologun ortaklaşa araştırdığı bir sahada
birbirlerinden ne kadar farklı şeylerle uğraştıklarını iyice belirtmekten
ibarettir. Bunu söylemekle, ahlâk felsefesinin ve ahlâk psikolojisinin
birbirleriyle tamamen ilgisiz şeyler olduğunu iddia etmiyoruz. Fakat burada
ve ilerde verilen örneklerden anlaşılacağı gibi, ahlâk psikolojisinin
araştırdığı meseleleri ve araştırma metodlarını iyice kavramak bakımından
onun ahlâk felsefesinin karşısındaki durumunu bilmemizde büyük fayda vardır.
Herşeyden önce,felsefenin bir sahası olarak yüzlerce yıldır incelenen ve
hala birçoklarınca öyle bilinen ahlâk probleminin psikologu niçin, nasıl
ilgilendirdiğini belirtmek zorundayız.
Psikoloji ile ahlâk arasındaki münasebetin bulunması sadece psikolojideki
ahlâk araştırmalarının meşruluğunu göstermekle kalmayacak, aynı zamanda
ahlâkın bir bilim konusu olarak yerini de tesbit edecektir. Burada şu
sorulara bir cevap bulmamız gerekiyor: Ahlâk bir felsefî spekülasyon konusu
mudur, yoksa bir bilim midir? Ahlâk bir bilim disiplini ise öbür bilimlerle
ortak konuları olabilir mi? Ahlâk bir bilim olmaktan ziyade bir problem
sahası ise bu saha hangi ilmin veya bilimlerin konusuna girer?
Bu sorulara birer cevap bulduktan sonra ikinci merhalede daha özel
problemlerle ilgileneceğiz. Bunlar ise ahlâk değerlerinin felsefe ve
psikolojide nasıl ele alındığı, ahlâk değerleri konusunda gerek felsefede
gerek psikolojide başlıca hangi problemlerle karşılaşıldığı gibi sorulardır.
Önce birinci tip soruların cevabını aramakla işe başlayalım.
a. FELSEFE ve AHLAK
Felsefenin bir sahası olarak ahlâk (etik) felsefe ile yaşıt bir konudur.
Bugünkü felsefenin en eski kaynağı sayılan Sokrates ilk defa "nasıl
davranmamız" gerektiği hakkında sistemli fikirler ileri sürdüğü zaman Ahlâk
Felsefesinin ne olduğunu da göstermiş bulunuyordu. Daha sonra gelen bütün
filozoflar ahlâk problemlerine eğildiler, bazıları ise Kant gibi bu konuda
birer dönüm noktası teşkil ettiler. Fakat Ahlâkın Felsefe ile bu içice
münasebeti sadece eskiliğe ve geleneğe dayanmakla kalmıyor. Felsefenin
pekçok konuları bağımsız bilim disiplinlerine bırakmış olduğu son zamanlarda
bile Ahlâk Felsefeye en sadık alanlardan biri olmuştur. Bu yakın
beraberliğin en önemli sebebi Ahlâk Felsefesinin gayesi ve ahlâk konusunda
öğrenmek istediğimiz şeylerin mahiyeti ile sıkı sıkıya ilgilidir.
Sokrates, davranışlarımızda alışılagelmiş kalıpları veya başkalarının kabul
ettiği düsturları benimsemek yerine bunlar hakkında^ düşünmeliyiz diyordu.
Gerçekten Ahlâk Felsefesi ahlâkî problemler ve ahlâkî hükümler hakkındaki
düşünceden ibarettir. Başkalarının iyi dediği şeyi olduğu gibi
kabullenmeyecek, kendimiz iyinin ne olduğunu araştıracağız. Fakat "iyi
nedir" veya "iyi olmak nedir" sorusuna verilen cevaplar yalnızca değişik
kültür ve çevrelere, değişik şahsiyetlere sahip insanlar arasında farklar
göstermekle kalmıyor, aynı zamanda bu sorulan düşünme ve araştırma konusu
yapmış kimseler arasında da çok farklı görüşlere yol açıyor. Muhakkak ki
ahlâkî davranışla ilgili inançlarımız birer "değer hükmü" (yargısından
ibarettir. Bir kimsenin iyi dediği davranış bir başkasınca öyle
değerlendirilmiyor, bir kimsenin ulaşmak için çaba harcadığı hedef bir
başkasınca kıymet ifade etmiyor. Böyle olunca bizim geçen yüzyıldan beri
hayli pozitivist bir ton kazanmış olan bilim geleneğimiz ahlâk problemini
geri atacaktı. Değer hükümlerinin operasyonel tarifleri yapılamadığına göre
onların ilmi de olamazdı. Zaten gün geçtikçe gelişen sosyoloji ve sosyal
antropoloji araştırmaları değer hükümleri konusunda tam bir kültürel
rölativizmin hakim olduğuna işaret etmekteydi. Böylece, sosyal bilimlerde
ahlâk problemi insan gruplarının ne kadar değişik şeylere inandığını
göstermeye yarayan bir etnolojik malumat yığını haline geldi.
Bilim felsefecilerinin anladığı manada bir ahlâk probleminin ilmî araştırma
konusu olmayacağı fikri tamamen yanlış sayılmazdı. Gerçekten, ahlâkın ana
konusu bile kesinlikle belli değildi. Ahlâkî hüküm nedir? Hangi tür hüküm ve
eylemlere ahlâkî adını veriyoruz? Hangi türlü prensipler birer ahlâk
prensibi sayılır? Bu ve daha birçok sorulara cevap bulmakta güçlük çeken
filozof, haklı olarak bir ahlâk ilminin varlığına veya olabileceğine şüphe
ile bakacaktı. Böylece, bir tarafta ahlâkî hayatın görünüşlerini kaydeden
sosyal bilimci, öbür tarafta ise ahlâk tartışmaları için manalı bir dayanak
arayan filozof, bizim bu konuda iki bilgi kaynağımızı meydana getiriyordu.
Bilimlerin değer hükümlerinden kaçmayı prensip edindiği bir çağda "iyi" ve
"kötü" kavramlarının felsefeye ait özel bir konu olarak kalması
yadırganamazdı.
Yine de, felsefeye bu yüzyılın ilk çeyreğinde hakim olan temayül, bütün
bilgi konularının birer bilim disiplini içinde bulunması yönündeydi. Nitekim
Lojistikçi Pozitivist Viyana Grubunun lideri M. Schlick, "Ahlâk ya bilimdir,
ya saçmadır." diyordu.1 Ahlâkî hüküm dediğimiz şeyin ne olduğu sorusuna bu
yeni pozitivistler şu cevabı verdiler: Bütün hükümler bunlardan hiçbiri
olmadığına göre onları anlamlı birer önerme sayamayız. Schlick bunların
birer kaide (kural) ifadesinden ibaret olduğunu ve bütün meselenin şu soruda
düğümlendiğini söyler: Niçin birtakım kaideleri benimsiyoruz? Bu bir
psikolojik meseledir ve dolayısıyle ahlâk bir bilim konusu olunca
psikolojinin bir sahasını teşkil eder.
Yukarıdaki iddianın ne derece geçerli olduğunu araştırmadan önce, yine
felsefeden gelen bir itirazı gözden geçirelim. Toulmın'a (1964) göre
psikoloji ile ahlâk arasında benzerlikler bulunmakla birlikte bunların gaye
ve metodları arasında köklü farklar bulunduğunu unutmamak gerekir. Gerek
ahlâk gerekse psikoloji bizim davranışlarımızla ilgilenir; her ikisi de
davranışlarımızın başkaları tarafından nasıl bir tepki göreceği konusunda
tam bir güvene varmak gibi ortak bir ideale sahiptir. Fakat bu benzerlikleri
olduğundan fazla büyütmemek gerekir. Ahlâkî bir hükme varırken kullandığımız
metod ile psikolojik bir hakikati bulmak için kullandığımız metod çok
farklıdır. Şöyle ki:
1 Almanca aslından S.E. Toulmın'ın tercümesi. Bkz. Toulmın, Recıson in
Ethics.
"Fizikçi ve Tecrübî^Psikolog tecrübelerine başlarken malzemelerini
istedikleri gibi seçerler ve tertiplerler. îlk dikkat ettikleri şey
tekrarlanabilir bir sitüasyon ve karakteristik bir örnek (grup) bulmaktır.
Bu örnek ve sitüasyon üzerinde çalışırlar, elde ettikleri sonuçlar bu
ikisinin (S ve Ö) terkibine uygulanabilir cinsten şeylerdir. Burada
sitüasyon bir buhar odası veya dersane, alınan örnek ise bir parça
alimünyumlu kâğıt veya dokuz yaşında ilkokul öğrencisi bir Galli çocuk
olabilir. Öbür yandan, ahlâkî bir karar vermek durumunda bulunan bir
mühendis ve "sorumlu bir vatandaş" ellerinden ne kadar gelirse onu yapmak
zorundadırlar; bunlar malzemelerini istedikleri gibi seçip düzenleyemezler.
Zaten karşılarında iyi bilinen veya güvenilir bir şekilde tahmin edilebilen
karakteristik örnekler (%99.99) aliminyum ihtiva eden kalaylı kâğıt veya
dokuz yaşında Galli çocuk gibi) yoktur. Tam bilinmeyen bir sitüasyonda tam
bilinmeyen malzeme ile karşı karşıyadırlar. Hem gayeleri hem de düşünce
tarzları bir bilim adamının gayesi ve düşünce tarzından farklıdır. Bilim
adamının gayesi şöyle bir kanuna varmaktır: A sitüasyonunda bulunan her B
örneğinin C gibi bir değişme göstermesi beklenir. Bu kanun bir vakıanın
ifadesi şeklinde belirtilmiştir. Mühendis ise şöyle bir kanunla tatmin olur:
A sitüasyonunda B örneği ile karşılaşıldığı zaman C'yi (yapılması doğru olan
şeyi) yapmak lazımdır. Bu ikinci kanun pratik bir ihtiyaç duyulduğu zaman
kullanılabilecek olan bir kaide şeklinde ifade edilmiştir. Şu halde
davranışlarımızın başkalarında ne gibi tepkiler uyandıracağı hakkında tam
bilgi edinmek Ahlâk ve Psikolojinin ortak ideali ise ve biz böyle bir
bilgiyi edinebilirsek, o zaman her ahlâk prensibine karşılık elimizde bir
Psikoloji kanunu bulunacak demektir. Ahlâk prensibimiz şöyle olsun:
A sitüasyonunda B ile karşılaşıldığı takdirde D, davranışını yapmak doğru,
D2 davranışını yapmak ise yanlış olur.
Bunun karşılığındaki Psikoloji kanunu şöyle olur:
A sitüasyonunda herbir B için D'in genel bir mutluluğa, D2'nin ise genel bir
sefalete yol açması beklenir.
Toulmın bunları anlattıktan sonra Psikoloji bilgimizin çok eksik olduğunu,
bu yüzden Ahlâkın psikolojiden bağımsız olarak gelişmek zorunda bulunduğunu
söylemektedir. Ahlâkımızın mükemmelliğini sağlayacak olan kimse psikolog
değil moralist (ahlâkçı) olacaktır. Ahlâkçının gayesi Tecrübî Psikologun
gayesine göre daha pratiktir."
Şimdi tekrar başa dönelim ve Schlink'in sözlerini ele alalım. Schlink
Ahlâkın ancak "Bazı kaideleri niçin benimsiyoruz?" sorusuna verilecek cevap
bakımından bir bilim konusu olabileceğini ve bu soru ile de Psikolojinin
uğraşacağını söylüyordu. Burada dikkati çeken birinci nokta Lojistikçi
Pozitivistlerin Ahlâk konusunda Klasik felsefeye tamamen zıt bir tavır
takınmış olmalarıdır. Onlar için artık "İyi nedir?" veya "Neyin yapılması
daha iyi olur?", "Hangi türlü davranış gereklidir?" gibi soruların bir
anlamı kalmamıştır ve bunlar birer sübjektif duygusal ifadeden ibarettir.2
İkinci nokta ise Psikolojiye bugün onun bir bilim olarak pek benimsemeyeceği
bir fonksiyon yüklenmiş olmasıdır: Ahlâkın niçin (nasıl değil) öğrenildiğini
araştırmak. Buradaki niçin suali, anlaşıldığına göre, ahlâkın sosyal ve
psikolojik fonksiyonlarına işaret etmek üzere kullanılmaktadır: Ahlâk
kuralları psikolojik ve sosyal bakımdan neye yarar? Modern psikoloji
fonksiyonu araştırmaya yönelen niçin sorusu yerine olguyu ortaya çıkarmaya
yöne
2 Lojistikçi pozitivistlere göre dilde iki türlü cümle (ifade) vardır.
Bunlardan bir kısmı doğruluğu veya yanlışlığı isbat edilebilen olguları
(facts) ifade eder. Bir dağın şu kadar metre yükseklikte olduğunu
söylediğimiz zaman bunu ölçerek tahkik etme imkânına sahibizdir. Bazı
cümleler ise tamamen dile ait kaideleri, dilin yapısını ifade eder: "Fiilsiz
cümle olmaz." "İçine daha fazla su alan bir kabın hacmi daha az su alan bir
kabın hacminden büyüktür." gibi. Bu son ifadelerde cümle, fiil, hacim gibi
kavramların kurala uygun biçimde kullanışları belirtilmektedir.
Toulmın'den aldığımız pasajda da ahlâkın bir bilim olmadığı
belirtilmektedir. Mamafih günümüzün felsefesinde artık bunun aksine bir
iddiaya rastlanmıyor. Bütün mesele ahlâkın problem sahasını tesbit etmek ve
bu problemlerin hangi bilimlerin konusuna girebileceğini görmektir. Bu arada
bir noktayı da belirtmekte yarar olduğunu sanıyoruz. Toulmın ilmî bir karar
vermek için şartlarını istediğimiz gibi tertipleyebileceğimiz tecrübelere
başvurduğumuzu, halbuki ahlâkî bir karar konusunda ilmî tecrübenin vereceği
imkânlardan mahrum bulunduğumuzu, söylemektedir. Hakikatte bu kusur sadece
ahlâkî hüküm sitüasyonları için değil, bütün insan bilimleri için
sözkonusudur. Değişkenlerini istediğimiz gibi kullanamadığımız bir sosyoloji
ve hatta psikoloji bilim sayılırsa Ahlâkı da pekala bilim sayabiliriz. Fakat
bizim kanaatimizce Ahlâkın bilim olmayışının başlıca sebebi onda objektif
unsurlara indirgenemeyen bir sübjektif temelin
Görüldüğü gibi, ahlâkî hüküm ifade eden cümleler ne olguları ne de dilin
kurallarını belirten şeylerdir. Bu yüzden lojistikçi pozitivist için ahlâkî
hüküm cümleleri "anlamsız"dır, bize hiçbir şey bildirmezler. Ahlâkî cümleler
kıymet ifade eden şeylerdir ki, kıymetler müşahede edilemez, yani isbat
konusu değildirler. Şu halde "Ahmet kopye çekmekle ahlâksızca bir hareket
yaptı." demek "Ahmet kopye çekti." demenin bir başka şeklinden ibarettir.
İkinci cümle bir olguya işaret etmekle bize gerekli bilgiyi vermektedir;
birinci cümledeki "ahlâksızca bir hareket" ibaresi bu olguya hiçbir şey
ilave etmez.
İlk bakışta Lojistikçi Pozitivizmin ahlâkî bir problem saymadığı akla
gelebilir. Fakat onlara göre ahlâkı cümlelerin psikolojik ve sosyal
fonksiyonları inkâr edilemez; bunlar davranışı düzenleyen emir ve
kumandalardan ibarettir. Bir kimse "Yalan söylemek kötüdür." derken aslında
"Yalan söylemeyin." demek ister. Bu cümleler onları söyleyen kişilerin
duygularını ifade eder ve karşısındaki kişilerde aynı duyguları uyandırmaya
yönelmiştir. Bu konuda özellikle bkz: A. J. Ayer, Language, Truth and Logic,
1946; E.W. Hail, Modern Science and Human Values, Van Nostrand, 1957. (Hali
bu ekolden değildir.).
(kıymetler) bulunmasıdır. Ahlâk konusunda bilim (psikoloji) ve felsefenin
ayrılık noktası da buradadır. Felsefe özellikle klasik felsefe "iyi"nin
mahiyetini ve iyiliğin neden ibaret olduğunu, bilim ise "iyi" fikrinin nasıl
doğup geliştiğini, insanların hangi hal ve şartlarda neyi "iyi" olarak kabul
ettiklerini araştırmaktadır.
Filozofların ahlâkî kıymet konusunda ne düşündüklerini ana hatları ile
önümüzdeki bölümde ele alacağız. Burada genellikle ahlâk problemine şimdiye
kadar nasıl bakıldığını kısaca özetleyecek olursak filozofların iyi eski
deyimle hayr veya "doğru"nun mahiyeti hakkında başlıca üç bakış tarzı
getirdiklerini görüyoruz. Bunlardan bir kısmına göre bir şeye iyi dediğimiz
zaman ona şu veya bu cinsten bir kalite (keyfiyet) atfetmiş oluyoruz. Bir
kısmına göre, birşeye iyi diyen kimse kendi duygularını belirtmiş olur. Bir
üçüncü grup filozofa göre ise ahlâkî kavramlar başkalarına belli bir şekilde
davranmaları için verilmiş birer emir ve kumanda sayılır. Filanca şey iyidir
demek o şeyi yapın veya o şeye saygı gösterin demektir. Ahlâk felsefesi
yapan çeşitli ekolleri bu üç kategoriden birinde veya öbüründe ele almak
mümkündür.
Aslında Felsefenin sahasına neyin girip neyin girmediğini kesinlikle
söylemek çok zordur ve ahlâk konusunda da bu böyledir. Genel bir fikir
vermek istersek diyebiliriz ki, Ahlâkta ampirik araştırmanın dışında kalan
her türlü normatif düşünce ve aynı zamanda ahlâkî düşünce ile ilgili lojik,
semantik, epistemolojik problemler felsefenin inceleme konusu olmaktadır.
Ampirik ve deskriptiv ahlâk araştırmaları birer bilim (Psikoloji, Sosyoloji
gibi) konusudur. Normatif ahlâkla ilgili meseleler ise neyin iyi, neyin
haklı olduğu gibi soruları ihtiva eder ki bununla filozoflar
uğraşmaktadırlar. Nihayet ahlâk sahasının lojik, epistemolojik ilh.
meseleleri ki buna metaetik diyenler de vardır, yine felsefenin (özellikle
modern felsefenin) araştırma konusudur. Bu sonunculara örnek olarak şu iki
soruyu gösterebiliriz: Ahlâk dediğimiz zaman neyi anlıyoruz? Ahlâkî
hükümlerin doğruluğu nasıl gösterilebilir? Daha kolay anlaşılabilir ifade
ile söyleyecek olursak, filozof bir taraftan neyin iyi ve doğru olduğunu
bulmaya (normatif etik) çalışıyor, bir taraftan da birşeye iyi veya doğru
demekte niçin ve nasıl haklı olduğunu isbat etmek (metaetik) durumunda
bulunuyor.
b. BİLİM ve AHLAK
Yukarıda ahlâk konusundaki ampirik, deskriptiv araştırmaların bilim alanına
girdiğini söylemiştik. Gerçekten, ahlâkın sosyal olgu oluşu, onu sosyal
bilimlerin ve davranış bilimlerinin başlıca konusu haline getirmektedir.
Ahlâkî davranış günlük hayatın başlıca meselesidir. İnsanların birbirleriyle
olan münasebetleri nasıl olmalıdır? Ne yaparsak iyi davranmış, ne yaparsak
kötü davranmış oluruz? İyi denilen davranışları herkeste yerleştirebilmek,
özellikle bunları çocuklara öğretebilmek için neler yapabiliriz? Kötü
davranışların yerine iyilerini yerleştirebilmek için en uygun yollar
nelerdir?
Sonra bu pratik sorulara cevap bulabilmek üzere insan tabiatı dediğimiz
şeyin gelişmesiyle ilgili başka birtakım bilgilere ihtiyaç doğuyor. Ahlâkı
ne zaman, kimlerden ve hangi vasıtalarla öğreniyoruz? Davranış kuralları
arasında doğuştan getirilenler olabilir mi? İyi ve kötü kavramlarını nasıl
ediniyoruz? Hangi tip otorite ahlâk konusunda daha etkili oluyor? Ahlâkî
davranışta duygunun ve bilginin yeri nedir? Vicdan dediğimiz şey nasıl
doğuyor ve geliyor? Ahlâkî davranışta iç kontrol ve dış kontrol
mekanizmalarından hangileri daha etkilidir? Ahlâkî gelişmenin belli bir sonu
var mıdır?
Ontojenetik soruların yanısıra filojenetik sorular da zihnimizi meşgul
ediyor. Ahlâkî davranışın insanlığın tarihindeki yeri nedir? İnsanlar ahlâkı
bir çeşit sosyal mukavele şeklinde mi oluşturmaktadırlar? İyi ve kötü
anlayışımızın tarihî ve sosyal kökleri nelerdir? Ahlâk normları ve
kıymetleri hangi sosyal durumlarda doğar? Bugünkü ahlâk anlayışımız nasıl
bir tarihî gelişme göstermektedir? Toplumlar arasında ahlâk anlayışı ve
ahlâkî davranış şekilleri bakımından görülen benzerlikler ve farklılıkların
kökleri nelerdir? Üniversel bir ahlâk mümkün müdür? Ahlâkın siyasî, sosyal
ve iktisadî değişmelerle münasebeti nedir?
Dikkat edilirse, burada hangi bilimlerin ahlâkı konu edindikleri açıkça
ortaya çıkıyor. Bu bilimler Etnoloji, Tarih, Sosyal Antropoloji, Sosyoloji
ve Psikolojidir. Fakat ahlâkla ilgili konuların bilimler arasında bu şekilde
dağılışı yirminci yüzyılda varılan bir anlayışın eseri olmuştur. Bilindiği
gibi, eski yazarlar arasında Ahlâkı sırf Felsefenin dışında biraz da
sosyolojik ve psikolojik bakımlardan inceleyenler mesela Locke, Spencer gibi
bu bilimler henüz bağımsız birer disiplin olarak ortaya çıkmadığı için,
metod ve kavramları çok defa birbirine karıştırıyorlardı. A. Comte ilk defa
Ahlâkın bilimler arasındaki yerini kesin bir şekilde belirtmeye çalıştı.
Başlangıçta onun temel bilimler sınıflamasında Ahlâk yoktu. Çünkü o bütün
bilimlerde ahlâkı görüyordu. Daha sonra Ahlâkı bilim olma bakımından en
mükemmel disiplin saydı ve onu baş tarafa koydu (1852).
Bugün kabul ettiğimiz bilimler sınıflamasının Comte'unkinden hayli farklı
olduğunu hepimiz biliyoruz, fakat özellikle ahlâkın ilmî araştırma konusu
yapılması hususunda onun yazdıklarının büyük etkisinin olduğunu
unutmamalıyız. Comte'un başlıca problemi, en yüksek hedefi ve en büyük
otoritesi insanlık olan bir ahlâk için esaslar bulmak ve bu ahlâkı bir çeşit
din halinde insanlığa mal etmekti. Bu konuda ilmî ve felsefî çalışmalar
yapan büyük zihinlerin hemen hepsi de yine aynı şekilde pratik bir motive'le
hareket etmişler, hepsi de özellikle Mili, Morley, Durkheim, Spencer,
Hobehouse Comte'dan geniş ölçüde etkilenmişlerdir.
Ahlâkla ilgili fikirlerimizin oluşmasında en çok yeri olan ilmî araştırmalar
geçen yüzyılın sonlarında ve yüzyılımızın başlarında Etnologlar ve Sosyal
Antropologlar tarafından yapılan saha çalışmalarıdır. Bu çalışmalar ilk
safhada ahlâk davranışlarının çeşitli kültürlerde bir tür envanter haline
getirilmesi şeklinde olmuş ve kültürlerarası farklar bunlar arasındaki
benzerlikten daha çok dikkati çekmiştir. Bu durum bir taraftan mutlak
sayılan ahlâk değerlerini ve davranış tarzlarını alabildiğine rölativizme
iterken, bir yandan da medenî diye bildiğimiz ülkelerdeki ahlâk sisteminin
ilkel toplumlardan başlamak üzere uzun ve tek çizgili bir gelişme sonunda
ortaya çıktığı fikrini yerleştiriyordu. Fakat üniversel bir ahlâk sisteminin
bulunması için çalışan bazı filozoflar kültür farklılaşmalarının yanlış
anlaşılmaması gerektiğini özellikle belirtmeye çalışmışlardır. Mesela ahlâk
sistemlerinin ne kadar farklı olduğunu göstermek için ilk defa antropolojik
malumattan faydalanan Locke (1690) yine de ahlâk ilminin kurulabileceğine
inanıyordu. Çünkü kültürlerin "çeşitlilik" veya "farklılık"larıyla kültür
değerlerinin "rölativizm"i ayrı şeylerdi. Locke ahlâk sistemleri ne kadar
farklı olsa da ahlâkın rölativ olmadığını, her kültürde müşterek üniversel
değerlerin bulunabileceğini söyledi. Yine farklılık üzerinde çok durduğu
halde bir ahlâk ilminin kurulabileceğine inanan filozoflardan biri de H.
Spencer (1892)'dir.
Bugün Etnoloji, Sosyoloji ve Sosyal Antropoloji, birbirlerine çok yakın bir
şekilde, toplumların ahlâk sistemleri (code)'nin gelişmesi ve değişmesi veya
bu sistemlerin tasviri hakkında bize bilgi vermektedirler. Psikoloji ise
daha ziyade ahlâkın insan ferdinde geçirdiği macerayı ahlâk normlarının
teşekkülü ve benimsenmesi, ahlâkın öbür temel davranış değişkenleriyle yaş
ve cinsiyet, zekâ vs. olan ilişkileri, iç kontrol mekanizmalarının
mahiyetini inceliyor.
Özetleyecek olursak, ahlâk bugün bir bilim değil, fakat yukarıda adlarını
sayageldiğimiz çeşitli bilimlerin inceleme konusu olarak karşımıza
çıkmaktadır.