PLATON (MÖ: 427-347)
Elimizdeki bilgilere göre, Platon 80 yıldan fazla yaşamış bir düşünürdür.
Bir an için, insan ömrünü 100 yıl kabul etsek, onunla bizim aramızda 25 veya
30 kuşak geçmiş sayılır.
Böyle bakıldığında, bunun çok uzun bir zaman süresi olmadığı görebiliriz.
Aynı zamanda, bu insanların düşüncelerini hala daha nasıl olup da, günümüze
dek etkilerini sürdürebildiklerini anlayabiliriz.
Onları, çok uzun süreler, asırlar önce yaşamış olarak algılamak, bizim
koşullandırılmış bakış açılanınıza bağlıdır.
Platon 40 yaşlarındayken «Atina Akademisi»ni kurmuştur.
Bu akademideki öğrenci ve öğretmenler hep birlikte konuşup tartışır; o zaman
için ellerindeki sınırlı bilgilerin anlamı üzerinde, genellemeler yapmaya
çalışırlardı. Psikoloji tarihi içinde bizi ilgilendirdiği kadarıyla,
Platon'un iki temel görüşü üzerinde durmakta yarar vardır. Bunlar «gerçeğin
doğası» ve «ruh'un özellikleri»
görüşleridir.
Onun bu konulardaki görüşleri, uzun yıllar felsefi düşünme biçimlerini
etkilemiş; sonuçları.günümüze dek tartışmalara neden olmuş ve hala da
olmaktadır.
Gerçeğin Doğası :
Konuya bir örnekle başlayalım.
Diyelim ki, bir ağaç gördük. Platon'a göre bu görülen nesne, oradaki gerçek
bir ağaç değildir.
Onun yerine, duyu organlarımızın, gözümüzün bir durumu, gerçeğin eksik ve
kusurlu bir «simgesi»dir. Platon, bu konuyu açıklamak için sırtını bir
mağaranın açık kapısına dönmüş bir adam benzetmesi yapmıştır.
Bu adam yüzünü mağaraya dönmüşken, arkasından geçen insanların kendilerini
değil, mağara duvarlarına yansıyan gölgelerini görmektedir.
İşte, Platon'a göre, insan beyni de, aynen mağaraya sırtını dönmüş adamın
nesneleri algılayışı gibi işlemektedir.
Duyu organları ile algılananlar, yalnızca, nesnelerden bize yansıyan
gölgelerdir.
Buna bir başka örnek de, renk körlüğü olan bir kimsenin hiç bir zaman
kırmızı ve yeşili algılayamamasıdır.
'İnsan'da, renk körlüğü olan kişi gibi, hiçbir zaman nesnelerin gerçeğini
algılayamaz. Çünkü nesneler algılayana göre değişkendir. Bir sinek veya keçi
gözü ile algılanan dünya ile, insan gözünün algıladığı dünya arasında fark
vardır.
Bununla beraber, Platon, bu «değişken nesneler» dünyasının dışında, «gerçek»
bir dünyanın, «idea»lar dünyasının, varlığına inanmıştır. Ona göre,
bilinmeyen bir yerde, bilinmeyen bir biçimde, her gördüğümüz «nesne»nin,
değişmez, mutlak bir durumu olmalıdır. Bizim algıladığımız 'nesne'ler, bu
mutlak ve değişmez 'idea'ların, bize yansıyan gölgeleridir.
«Platonik ideal» deyimi de bu görüşlerden kaynaklanmaktadır. Platon'a göre,
bu idealar dünyasında, duyu organlarımızla algıladığımız her şeyin, kesin ve
değişmez bir «form»unun bulunması gerekmektedir. Bu «ideal form»la olduğu
sürece, evrendeki nesneler de algılanabilir.
«Platonik ideal» doktrini bugün için «metafizik»olarak kabul edilmekte ve
üzerinde durulmamaktadır.
«Metafizik» bilindiği gibi, «fizik ötesi» veya «doğal dünya ötesi» anlamına
gelmektedir.
Eğer «platonik ideal» doktrini sizin için anlamsızsa, bunun nedenini
metafizikçi olmayışınızda arayabilirsiniz.
Ancak, deneysel psikologlar, algılarımızın aslında gerçekte var olan
nesnelerin belki de kusurlu birer simgesi olduğu konusunda, Platon'un
görüşlerini paylaşmaktadırlar.
Diğer bir deyişle, yaşadığımız dünya, belki de, onu yaşadığımız biçimde var
olmamaktadır.
Örneğin kırmızı bir ışık gördüğümüz düşünelim.
Bu kırmızı ışık, gerçekten kırmızı ışık olarak mı vardır; yoksa, var olan
şey, aslında, belirli bir dalga boyundaki elektromanyetik enerji midir?
Platon'a göre bunun yanıtı olumsuz olacaktır.
Çünkü, O'na göre, «kırmızı» olgusu, algılama davranışı sonucu yaratılan bir
'kavramdır'. İnsandan insana değişir.
Yukarıda sözü edilenler, bilimsel tartışmalarda sürekli rastlanılan
«sübjektiflik» (öznellik), «objektiflik» (nesnellik) ikilemini dile
getirmektedir.
Bu ayrım, özellikle psikoloji tarihi içinde, zaman, zaman değişik biçimlerde
ortaya çıkacaktır. Şimdilik, bu tartışmaların başlangıç noktasının,
Platon.'a kadar gittiğini anımsatmakla yetineceğiz. «Ruh» un özellikleri :
Platon'un ikinci önemli görüşü, insan «ruh»unun ölümsüzlüğüdür.
Bu görüşün etkileri günümüze dek sürmüştür.
Bunu açıklamak için önce, «Platon'un «ruh» deyince ne demek istediğine
bakalım.
Platon düşüncesinde «ruh», «gövde» den farklıdır ve «gerçek benlik» veya
«zihin» anlamına gelebilmektedir.
«Ruh» için kullanılan Latince sözcük «psyche» (psişe) dir.
Bu da, «psychology» psikolojinin en eski anlamı ile, «ruh» bilimi veya
«zihin» bilimi olduğunu düşündürmektedir.
Platon'a göre, «ruh» ve «gövde» iki ayrı şeydir. Ruh ölümsüz ve sonsuzdur.
Bu nedenle, ölümlü nesnelerin yasaları, ruh için geçerli değildir.
Gövde ölümlüdür ve nesne (madde) yasalarına bağlıdır. Bugün bile pek çok
kişinin düşündüğü gibi, Platon'un bu görüşünü olduğu gibi kabul edecek
olursak, psikolojinin bir doğa bilimi olduğunu savunmak olanaksızlasın
Doğa bilimi anlayışıyla, ruhsal davranışları incelemek, onları değiştirmek
ve kontrol etmek söz konusu olamayacaktır.
Bunun yanında, bu görüşün aksini savunanlar da vardır. Onlara göre, «ruhsal»
veya «zihinsel» davranışlar, doğa yasaları ile açıklanabilir. Görüldüğü
gibi, kişinin bu konuya ilişkin alacağı tavırlar, onun «bilimsel
Psikoloji»ye ilişkin görüşleri ile aynı doğrultuda olacaktır.
Kısaca, eğer kişi, Platon'un «ruh» un özelliklerine ilişkin görüşlerini
benimsemişse, madde dışı bir şey üzerinde deney yapılamayacağı için,
«psikoloji bilimi»diye bir bilim alanını, bugünkü «bilim» tanımı içinde
düşünemeyecektir.
Platon'a göre, «ruh» ölümsüz ve madde dışı olduğundan, onu işlevi,, bizleri
duyu organlarımızın algıladığı dünyanın ötesine, «form»lar (idealler)
dünyasına götürmektir.
İnsan böylelikle, «doğruya» veya«gerçeğe», çevresini duyu organlarıyla
algılayarak değil, «ruh»u veya «zihni» aracılığıyla ulaşabilecektir.
Platon'un, «ruh» üzerinde pek çok şey yazmakla beraber, her zaman tutarlı
olduğu söylenemez. Ancak «ruh»un ikili özelliğine ilişkin ileri sürdüğü bir
görüş, daha 2000 yıl öncesinden onu, Freud'un habercisi olarak
nitelendirebilmemize neden olmaktadır. Platon'un düşüncesine göre, «ruh»,
«rasyonel ruh» ve «rasyonel olmayan ruh» şeklinde iki bölümden oluşmuştur.
Rasyonel ruh, kişinin mantıklı düşünen yanıdır. Rasyonel olmayan ruh ise,
kişinin istekleri ve ihtiraslarından oluşmuştur.
Freud, tartışılırken bunlara yeniden değinilecektir.
ARİSTO (MÖ.384-322)
Antik çağda görüşleri ile en etkili olan düşünür Aristo’nun yanılgılarının
bile birçoğu, insanlık tarafından fark edilmeden, 16. ve 17. yy'lara kadar
süregelmiştir. Söylenenlere göre, Aristo, bir süre, Platon'un öğrencisi
olarak, «Akademi»de çalışmıştır. Ancak, bu ikilinin pek yakın bir ilişkide
oldukları düşünülmemektedir.
Bu görüşün doğruluğu kuşkuludur.
Zira, kayıtlara göre, Platon 60 yaşlarında iken, Aristo 16 yaşında
görülmektedir.
Bununla beraber, Aristo'daki pek çok kavramın, Platon'un görüşlerinin
çürütülmesi amacıyla geliştirilmiş olduğu varsayılacak olursa, Platon'un
öğretisi ile yakından ilgilenmiş olduğu söylenebilir.
Aristo, 50 yaşlarında iken, Atina'da «Lyceum»u kurarak, kendi ekolünü
geliştirmiştir.
Bu ekolün temel yaklaşımı, gerçeklere dayanan bilgilerin araştırılmasıdır.
Ruh («psyche») :
Aristo için «ruh»un ne anlama geldiğini belirlemek biraz güçtür.
Daha önce de belirtildiği gibi, «psyche»kavramı, «benlik», «ruh» ve «zihin»
kavramları ile yakından ilişkilidir.
Bu kavramların, gerçek dünyada Aristo yöntemi ile «gözlenmesi» olanaksız
olduğuna göre, tanımlarının da fazla açık olmaması doğaldır.
Bu nedenle, Aristo'nun bunlarla ilgili olarak üzerinde durduğu nokta, söz
konusu kavramların «tanım»ları değil, «işlevleri»idi.
Diğer bir deyişle, Aristo, «ruh»un «ne» olduğuyla değil, «nasıl» işlediğiyle
ilgilenmiştir.
Aristo'nun yaklaşımını bugünkü terminoloji içinde «işlevselci» fonksiyonel)
olarak nitelendirmek olanaklıdır.
Aristo, insanın çevresi ile nasıl bir ilişki içinde olduğunu; başka bir
deyişle, «davranışlarını» araştırmaya çalışmıştır.
Buna bağlı olarak, psikoloji bilimi de, «davranış»m veya «zihnin
işlevlerinin bilimi» haline dönüşmüştür. Zihin veya «ruh»un bu işlevlerinden
bazıları «algılama», «arzu etme», «tepki gösterme» ve «düşünme»dir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Aristo'nun bu işlevleri, temel bir
bütünün, «ruh»un, parçalan olarak ele almasıdır.
Aristo'nun bu görüşleri çağdaş psikologların «içlerine su serpilmesi»
açısından çok önemlidir.
Ona göre tüm bilimlere saygı gösterilmelidir, ancak «ruh» (psyche) bilimi
(psikoloji), bunlar içinde, en saygı değer olanıdır.
Algılama :
Günümüzdeki 'beş duyu'ya ilişkin sınıflandırmaların geçmişi, Aristo'ya kadar
gidebilmektedir.
Bu beş duyu, bilindiği gibi, görme, duyma, dokunma, tat alma ve koku
almadır.
Aristo'nun, Platon'dan kesin olarak ayrıldığı noktalardan biri, işte, bu
duyumlara ilişkin geliştirdiği görüşlerdir. Aristo'ya göre, insan duyu
organları aracılığıyla gerçek dünyayı «doğrudan» algılama yeteneğine
sahiptir. Bu işlev sırasında, bazı hataların olması doğaldır. Ancak, bu
hatalar, Platon'un dediği gibi algılanan şeylerin, aslında «gerçek
form»ların birer kopyası oluşlarına
bağlanamaz.
Algılama işlevi sırasındaki hataların kaynağı ne olursa olsun, bunlar
yalnızca, birer «hata»dırlar.
Gerçek dünya, zihindeki algılanan görünümünden çok farklı değildir. Bu
açıdan bakıldığında, Aristo'nun algılama konusundaki görüşlerinin,
günümüzdekilere ne kadar yakın olduğunu söylemek olanaklıdır.
Aristo görüşü doğrultusunda, «gerçeğin» doğrudan algılanışı olgusunu, bir
örnekle şöyle açıklayabiliriz.
Bir mum ve mühür düşünelim.
Eğer sıcak bir mühürü alıp, mum üzerine bastıracak olursak, müdürün
gerçeğine çok yakın bir izini, mum üzerinde oluşturabiliriz.
Bu işlem sırasında, mühürde hiç bir değişme olmadığını da görürüz.
İşte, Aristo'ya göre, duyu organlarımız da, benzer bir şekilde çalışmakta;
dış dünyadan sürekli izlenimler alıp, bunları bellekte kaydetmektedirler.
Bu kaydın yapılması, gerçeği hiç bir şekilde değiştirmemektedir.
Anımsama :
Aristo, «anımsama» işlevi üzerindeki görüşlerini belirtirken, bugün bile
psikolojide geçerliliğini sürdüren, üç temel «çağrışım» ilkesine dikkati
çekmiştir.
Bunlar; «benzerlik», «zıtlık» ve «yakınlık» (bitişiklik) ilkeleridir.
Bellek güçlendirici araçlarda veya bazı bellek oyunlarında, bu ilkelerden
yararlanıldığı görülmektedir. Bilindiği gibi, benzer sözcükler ve birine zıt
sözcükler, daha kolay anımsanabilirler.
Anı şekilde, alanda veya zamanda birbirine yakın (bitişik) şeyler de, şimşek
ve gök gürültüsü gibi, birlikte anımsanırlar.
Arzu etme ve Tepki Gösterme :
Aristo'ya göre, bir şeyi arzu etme veya tepki gösterme, haz/acı ilkesi ile
açıklanabilir.
Diğer bir deyişle, davranışlarımıza ilişkin motivasyonumuzu, hedonistik
ilkelere bağlamamız olanaklıdır.
Bu ilke doğrultusunda, tipik bir davranış örüntüsü, aşağıdaki gibi oluşur:
Diyelim ki, taze ve güzel bir elma gördünüz. Bu, davranış öncesi, çevrenin
algılanması olayıdır.
Bu algılama işlemi sırasında, bellekte aynı zamanda, yukarıda sözü edilen
hedonistik ilkeler doğrultusunda, algılanan nesneye ilişkin bazı çağrışımlar
yapılır ve nesneye yaklaşılır ve uzaklaşılır.
Yine örneğimizle devam edecek olursa, diyelim ki, daha önce en son elma
yediğinizde, çok büyük bir haz duymuştunuz.
İşte, Aristo'ya göre, bu 'haz' duygusunu yeniden yaşamak isteyeceğinizden
davranışınız.elma'ya yaklaşma ve onu yeme biçiminde gelişir.
Yukarıdaki örnekte de görülebileceği gibi.Aristo, çağdaş psikolojideki
'uyaran' ve 'tepki' yasalarını, daha o zamanlardan farkederek, bu konudaki
görüşlerini belirtmiştir.
Kendisi, aynı zamanda, 'uyaran' ve 'tepki' arasında geçen diğer oluşumlarla
da ilgilenmiştir. Bu durum, onun «arzu», «haz» ve «acı» kavramlarına
değinmiş olmasında, açıkça görülebilir.
Onun bu görüşü, «uyaran» ve «tepki» ikilemini birbirine bağlayabilirle
yolunda, olumlu bir atılımdır.
«Haz» ve «acı» veya «hedonistik» ilkeye ilişkin sorunlardan biri, bu
sözcüklerin birbirinden bağımsız tanımlarını yapmaya çalışırken ortaya
çıkmaktadır.
Eğer «haz»ı. «arayış» ile tanımlayacak olursa; «acı»yı da, «kaçış» ile
birlikte tanımlayabiliriz.
Bu durumda ise «haz ve «acı», davranışın «sonuç»larını belirleyen terimler
haline geldiklerinden, davranışın önceden tahmin edilmesi olanağını ortadan
kaldırmaktadırlar.
Bilimin amaçlarından biri, davranışı önceden tahmin etmek olduğuna göre,
böyle bir tanımlama, ortaya bir sorun çıkarmaktadır.
Aristo bu sorunu, «haz»ı, «doğal olan» ile; «acı»yı da, «doğal olmayan» ile
birleştirerek çözmeye çalışmıştır.
Diğer bir deyişle, kişi, doğal olan şeylere yaklaşır; onlardan haz duyar;
onlar için arayış içindedir. Bunun tersi, doğal olmayanlardan ise, acı
verdikleri için, kaçınır. Ancak, Aristo'nun bu açıklamasını, bazı
davranışlar konusunda (örneğin paraşütle atlamak, tehlikeli serüvenlere
isteyerek girişme davranışları gibi) yeterli bulmaya olanak yoktur.
Bununla beraber, Aristo'nun bu kuramı, her şeye rağmen, uzun yıllar
insanların düşüncelerini etkilemiş, günümüzde de etkisini sürdürmektedir.
Düşünme :
Eğer tüm davranışlar, uyarım ve tepki ilkelerine göre düzenlenmiş olsaydı, o
zaman toplumların oluşması olanaksız duruma gelirdi.
Bunu yine bir örnekle açıklayalım.
Diyelim ki, bir lokantaya gittiniz.
Açsınız ve yemek istiyorsunuz.
Orada, herhangi bir kişinin önündeki yemek dolu tabağı çekip, alabilir
misiniz?
Sizi bu davranışı yapmaktan alıkoyan nedir?
Niye kendi masanıza kadar gidip, istediğiniz yiyeceklerin size getirilmesini
beklemek zorundasınız?
Aristo'ya göre, bu soruların yanıtlan, insanın düşünme yeteneğine
dayanmaktadır.
İnsan, düşünme yolu ile, doğal olan dürtülerini kontrol altında tutar ve
onları doyurabileceği zaman, yer ve yolu arar. Sırasını da bilerek ve
isteyerek, kendini engeller. Aristo, bu davranışın, yine «haz» ilkesi ile,
ancak, daha uzun dönemde alınacak, daha «büyük bir haz» ile
açıklanabileceğini söylemiştir.
O, insanı düşünebilen ve doğal dürtülerini bastırabilen, tek hayvanların bir
kademe üzerine çıkarmaktadır.
Böylelikle, Aristo düşüncesinde, 'insan' uyarım/tepki refleksleri arasına,
düşünme yeteneğinin de girişi ile, davranışları değiştirebilir bir
«organizma» olarak algılanmaktadır.
Tabula-Rasa :
«Tabula-Rasa» veya «boş plaka» görüşü, Aristo'nun eserlerinden bize kalan en
önemli düşüncelerden biridir.
Bu görüşe göre, insan zihni, doğuşta, boş bir plaka gibidir.
Diğer bir deyişle, insan hiçbir şey bilmeden doğar. «Sevgi»yi «sevilerek»
öğrenir.
Aristo'nun bu şekilde açıklamasına karşılık, aynı örneğin, Platon'un
görüşlerine göre açıklanması farklıdır. Platon'a göre, ölümsüz formlar,
idealler dünyasında, gerçek bir sevgi vardır ve insan, kendi ruh'unun
ölümsüz gücü ile bunu farkeder.
Aristo'nun 'tabula-rasa' görüşü, daha sonraki bölümlerde yine karşımıza
çıkacaktır, ancak, burada, bu konuda psikoloji tarihi boyunca epey
tartışmalar olduğunu bir kez daha belirtmekte yarar vardır.
Sağduyu :
Aristo'nun sağduyu'dan anladığı ile, bizim bugün «sağduyu» denilince
anladığımız şey; farklı olmakla beraber, bu terimin kökeninin ona kadar
uzandığı söylenebilir.
Aristo'nun önerdiği sağduyu terimi beş duyuyu birleştiren, altıncı bir duyu
gibidir.
Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz. Diyelim ki herhangi bir nesnenin
hareketini algıladık. Bu hareket hakkındaki bilgiyi bize hangi duyu
organımız verir?
Gözlerimiz mi, kulaklarımız mı? Eğer bu nesne, gittikçe uzaklaşan bir tren
ise, trenin uzaklaştıkça küçülmesi ve bunun retina'daki simgesi, bize
hareket hakkında bir bilgi vermektedir.
Ancak, aynı hareketi, trenin gittikçe tizliğini kaybeden düdük sesini
duydukça da, düşünebiliriz. Başka bir deyişle, iki ayrı duyu organından
etkilendiğimiz halde, tek bir hareket düşünürüz.
işte, Aristo'ya göre, ayrı, ayrı duyu organlarının işlevlerini birleştiren,
bir altıncı duyu vardır; bu da «sağduyu»dur.
Sağduyu, bize aynı zamanda, kendi varlığımızın farkına varabilmemiz
açısından da yardımcı olmaktadır.
Bu duyumuz aracılığıyla, kendi kendimizi algılayabiliriz.
Sonuç :
Bazı yazarlara göre, Platon ve Aristo'nun eserleri, eğer çok dikkatli
incelenecek olursa, bunlarda çağdaş psikolojinin temel kavramlarından pek
çoğunu bulmak olanaklıdır.
Bu görüşler doğru olabileceği gibi, biraz abartılmış olarak da
nitelendirilebilir.
Çünkü, o gün için, belki de sadece ilk «adımlar» sayılabilecek ve pek de
açık olmayan bu kavramları, biz ancak, bu günkü birikimimiz içinde,
böylesine etraflıca açıklama ve geliştirme olanağını bulabilmiş durumdayız.
Başka bir deyişle, eğer bilim, bugünkü duruma gelmeseydi, belki de Platon ve
Aristo'nun 2000 yıl önce ileri sürdükleri bu görüşler, bu kadar iyi
anlaşılamayacaktı.
Herşeye rağmen, Platon, Aristo ve diğer Antik çağ düşünürlerinin, insanlığı,
üzerlerinde hâlâ tartışılan düşünme yollarına yöneltmelerindeki önemleri
yadsınamaz. Bugün bile, çağdaş psikolojinin çeşitli alanlarındaki bilim
adamları, kendilerine, Platon veya Aristo'nun görüşlerini temel alarak,
farklı ekolleri savunmakta ve diğerlerini eleştirmektedirler.
Platon ve Aristo arasındaki en önemli ayrılama noktası, «gözlem» yönteminin
bilimdeki yeri, konusunda olmaktadır.
Platon, gerçeğe giden yolun, «ruh»un sezgi gücünde olduğunu; gözlemin,
kişileri yanıltabileceğini söylemektedir.
Böyle bir varsayımla, iki ve ikinin toplamının, 4 olduğunu söyleyebilmek
için, gerçek yaşantıdaki nesneleri alıp saymak gerekmez.
Kişi aynı sonuca, matematiksel mantık yolu ile, daha güvenilir olarak
varabilir.
Kanıt kesindir ve gözleme dayanmaz.
Aslında, gözlemin de kendine özgü sorunları olduğu doğrudur.
Örneğin, Aristo kendi gözlemlerine dayanarak, kurbağaların her ilkbaharda
kendiliklerinden oluştuklarını söylemiştir.
Aristo'nun gözleme dayalı bu «yanılgı«sı, 2000 yıl sonrasına kadar,
Pastör'ün yaşamın kendiliğinden oluşamayacağını kanıtlayışına kadar,
süregelmiştir. Günümüzde, her canlının ancak kendisinden önceki bir canlıdan
geldiği genellikle kabul edilmekle beraber, yine de gözlemlerine bağlı
olarak zaman zaman bu yanlış düşünceye saplanıp, çürüyen etteki kurtların
kendiliğinden oluştuğunu düşünenler çıkabilmektedir.
Platon ekolünde olup da, rasyonel düşüncenin (sezgi) gücünü benimseyen bir
düşünürün, insanlığın bugünkü geri kalmışlığını, Aristo'nun peşinden
gidilmiş olmasına bağlayabileceği düşünülebilir.
Diğer bir deyişle, bu düşünür, «Eğer insanlık hatalı bir yöntem olan
'gözlem' yöntemini asırlarca kullanmak yerine, sonuca mantıksal yollarla
varmayı seçmiş olsaydı, bugün çok daha ileri gitmiş olabilirdi» diyebilir.
Platon ekolündekilere göre, sorunlara gerçek çözümler, deneylerle bulunmaz.
Bunun tek yolu, sezgi gücü ile elde edilen verilerin, mantık çerçevesi
içinde yorumlanmasıdır.
Gözlemlere bağlı hataların gerçekliğine rağmen, günümüzde varılan kanı,
bilimin, gözlem olmadan ilerleyemeyeceğidir.
Ancak, gözlemlerin geçerlik ve güvenirliğini arttırmak için, belli
yöntemlerle ve çeşitli hata kaynakları kontrol altında tutularak, yapılmaya
çalışılması çok önemlidir.
Buraya kadar görüldüğü gibi, çağdaş psikoloji, kuramlarını Aristo ekolü
temellerine oturtmayı daha uygun bulmuştur.
Ancak, her iki düşünürün de etkileri süregelmiştir. Daha fazla ileriye
gitmeden, Platon'un etkilerinin Alman psikolojisinde; Aristo'nun etkilerinin
de İngiliz ve Amerikan Psikolojisinde yansıdığı söyleyebiliriz.