Saldırganlık ve şiddet olarak tanımlanan pek çok davranış, günümüzde giderek
çoğalmakta ve şekil değiştirmektedir. Silahların ulaşılabilirliği, küresel
ısınma, evde ve okullarda çocuklara uygulanan şiddet, medyada eğlence amaçlı
yayınlanan saldırganlık içerikli sahneler ve pek çok değişik faktör günümüz
modern toplumlarında saldırganlığın ve şiddetin boyutunun ve şeklinin
tırmanarak artmasına neden olmaktadır. Çocukların oyunlarındaki kavgalardan,
sokak çatışmalarına ve savaşa kadar geniş bir yelpazede kendine ifade biçimi
bulan, bir insanın bir diğer varlığa veya kendine acı verme, onu tahrip etme
çabası olarak karşımıza çıkan saldırganlık, belki de üzerinde en çok
araştırma yapılan insan davranışlarından birisidir. Ne var ki insanoğlunun
var olduğu günden beri süregelen bir davranış biçimi olmasına rağmen, bugün
dahi saldırganlığın herkes tarafından kabul edilen tek bir tanımını yapmak
mümkün değildir. Saldırganlık hakkında araştırma yapan pek çok araştırmacı,
başkasına acı veren ya da zarar verici etkisi olan her davranışın,
saldırganlık başlığı altında toplanarak sınıflandırılmasının doğru
olmadığını ileri sürerek, saldırganlığın temel öğesi olarak “niyet”
kavramını öne çıkarmaktadırlar. Araştırmacılar, saldırganlığın ne olduğuna
dair tek ve dolayısıyla yetersi/ kalacak bir açıklama yapmak yerine, farklı
saldırganlık türlerinin var olduğunu ve bunların birbirinden farklı
tanımlanması gerektiğini ileri sürmektedirler. Buna dayanak noktası olarak
da, farklı uyaranların, farklı fizyolojik, psikolojik ve zihinsel süreçlerde
birleşerek birbirinden farklı saldırganlık türlerinin oluşumuna kaynaklık
etmesini göstermektedirler. Sonuçta saldırganlık, özünde pek çok içsel ve
dışsal öğenin etkisi altında gelişen ve şekillenen bir davranış olarak çıkar
karşımız.
Genel olarak saldırganlık, a) fiziksel ya da sözel, b) aktif ya da pasif, c) doğrudan ya da dolaylı saldırganlık olmak üzere 3 başlıkta sınıflandırılarak açıklanabilir. Fiziksel saldırganlık kişinin bedenini ya da herhangi bir silahı kullanarak bir canlıya veya nesneye saldırmasıdır. Fiziksel saldırganlığın iki önemli sonucu vardır. Bunlardan birincisi; bu eylem sayesinde bireyin karşılaştığı engelin üstesinden gelmesi ya da engeli tamamen ortadan kaldırması ve zararlı uyaranları (davranışları) devre dışı bırakmasıdır. İkincisi ise; zararı, acıyı ya da ıstırabı yaşayan, eylemi gerçekleştiren değil, bir başka canlı ya da nesnedir. İttirmek, baskı yapmak, çekiştirmek, vurmak, ısırmak, vb. davranışlar fiziksel saldırganlığa örnek olarak gösterilir. Sözel saldırganlık ise, başka bir kişiye yönelik sözlü eylemler olarak tanımlanır. Sözel saldırganlıkta temel amaç; sözel iletişim kanallarıyla psikolojik olarak karşıdaki kişiye incitmek ve ona zarar vermektir. Sözel saldırganlığın, karşıdaki kişiyi tehdit etme ve onun varlığını reddetme olmak üzere iki türü vardır. Aktif saldırganlık, amaca yönelik bir davranış olup, bu davranış biçiminde saldırganın kurbana acı çektirme ve canını yakma amacı esastır. Pasif saldırganlıkta ise, aktif saldırganlığın zıttı olup karşıdaki kişiye aktif olarak tahribat vermek yerine, kurbanın ulaşmak istediği amacını gerçekleştirmesine engel olmak esastır. Doğrudan saldırganlık karşıdaki kişiyi kışkırtmaya ya da öfkelendirmeye neden olabilecek zararlı uyaranların direkt olarak karşıdaki kişiye gönderilmesi sonucunda oluşan saldırganlık türü iken, dolaylı saldırganlıkta ise dolambaçlı yollarla karşıdaki kişiye zarar verici uyaranların gönderilmesi söz konusudur.
Tüm bu tanımlar baz alındığında, özünde olumsuz duygulanımlar ve acı verici yaşantıların var olduğu ve saldırganlık başlığı altında sınıflandırılan fiziksel, sözel ya da sembolik davranışların temelinde hangi güç veya güçlerin var olduğu sorusu akıllara gelir. Geniş kapsamlı pek çok araştırma sonucu saldırganlığın sadece tek bir faktöre ya da psikolojik sürece bağlı kalınarak açıklanamayacağı görüşü kabul edilmiştir. Diğer pek çok psikolojik süreçte olduğu gibi saldırgan davranışların oluşumunda da, büyük olasılıkla sayısız eğilim, kişilik özelliği ve birbirinin içine geçmiş pek çok faktörün, çevresel koşullarla da birleşerek saldırganlığın oluşumuna zemin hazırladığı bilinmektedir. Nörolojik, hormonal ya da diğer fiziksel anormallikler, genetik aktarım, doğum sırasında yaşanan sorunlar ya da travmatik faktörler ve daha pek çok sayısız sebep kuşkusuz ki saldırganlığın oluşumunda etkili olan faktörler arasında yer alır. Bununla birlikte, çevresel koşullar, ailesel ve düşünsel özellikler, saldırganlığın öğrenilmesini ve dışavurumunda önemli bir rol üstlenmektedir. Çocukluk döneminden itibaren insanoğlu, saldırganlık eğilimlerini dışa vurmak için pek çok fırsat yakalar ve bu noktada bireylerin bakımını üstlenen kişilerin tutumu, saldırgan davranışların oluşumunda ve sergilemesinde önemli bir faktör olarak karşımıza çıkar.
Saldırgan davranışların oluşumu hakkında en güçlü ve kapsamlı açıklamalardan biri bağlanma kuramından gelir. İnsanoğlu için yaşamın ilk yılları, özel ve sağlıklı ilişkiler kurmak için oldukça kritik bir evredir. İlişki, insanın korunma, çalışma, sevme-sevilme ve üreyebilme gibi ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli bir ön koşuldur. İlişki türleri günlük yaşam sürecinde çok değişik şekillerde form bulurken en güçlü, en çok haz ve acı verici derin ilişki kipleri aile, arkadaş ya da sevilen kişi/kişilerle kurulur. İlk ilişkilerin kurulduğu dönemde, yani bebeklik ve çocukluk döneminde empati, kaygı paylaşımı, saldırganlığın ketlenmesi, sevme-sevilme, mutluluk, bağlanma vb. davranışların temeli ve bu davranışların niteliğinin nasıl olacağı belirlenir. Bağlanma kuramı, yaşamın ilk yıllarında çocuğun ilk ilişki kurduğu insanların, onun yaşamında başka şeylerle kıyaslanamayacak kadar önemli bir etkiye sahip olduğunu ileri sürer. Çocuğun ilk ilişkilerini kurduğu insanlarla (bakımını üstlenen kişi, çoğunlukla annesi ve diğerleri) bağı, sevgi veya nefretle de olsa ya da daha sıkça rastlandığı gibi sevgi ve nefretle karışık da olsa bu geçerlidir. İlk ilişkilerin önemi bir bakıma bağlılıkların daha sonraki ilişkilerin yapamayacakları kadar çocuğun gelişim yönüne etki etmesinden kaynaklanmaktadır.
İlk ilişkiler temel alınarak “önemli diğerlerine” ilişkin olarak geliştirilen inanç, beklenti ve duygularının temelinde bağlanma figürünün “ulaşılabilirliği” ve bireyin “ihtiyaçlarına karşı duyarlılığı” yer almaktadır. Aynı şekilde, bireyin kendine ilişkin değerlendirmelerinin temelinde de bağlanma figürünün gözünde nasıl kabul edildiği ya da edilmediğine dair inanışları yatar. Bu yapı, yani anne duyarlılığı; bebeğin gönderdiği sinyalleri almaya hazır olma, onun verdiği tepkileri doğru bir şekilde ayıklama, anlama yorumlama, yanıt verme, davranış ve bakım sağlar. Annenin ya da bakım verenin çocuğun gönderdiği sinyallere verdiği yanıtlar, çocukların duygusal deneyimlerini organize etmelerini ve kendilerini güvende hissetmelerini sağlar. Eğer bağlanma figürü ulaşılabilir ve sıkıntı verici durumlarda çocuğun gönderdiği sinyallere uygun yanıtlar verebilirse, bu sıkıntı verici durumlar çeşitli stratejilerle yeniden düzenlenir. Bağlanma figürünün ulaşılabilir ve duyarlı olmaması çocuğun sık sık öfke duygusunu yaşaması na neden olur. Yapılan araştırmalar güvenli bağlanan bireylerin ilişkilerinde daha az olumsuz duygulanımlar yaşadıklarını, öfkelerini uygun bir şekilde problem çözme stratejileriyle birleştirerek kontrollü ve herkesin en az etkileneceği şekilde dışa vurduklarını ortaya koymaktadır. Güvenli bağlanan bireyler, kendilerini sevilmeye değer, başkalarını ise güvenilebilir, ulaşılabilir, destekleyici ve iyi niyetli olarak algılama eğilimindedirler. Pek çok araştırma, güvenli bağlanma ilişkisi geliştiren bireylerin, duygularını daha az bastırdıklarını, yaşadıkları olumsuz duygular karşısında daha az acı yaşadıklarını, daha az öfkelendikleri buna karşın başkalarının acılarını anlayıp onları teselli ettiklerini ve başkalarına daha empatik yaklaşabildiklerini ve dolayısıyla güvensiz bağlanma ilişkisi geliştiren bireylere nazaran daha az saldırganlık tepkileri ortaya koyduklarını göstermiştir.
Güvensiz bağlananlarda ise, bakım veren kişinin / annenin çocuğun gönderdiği sinyallere yeterince duyarlı olmaması, bu sinyallerin içeriğini doğru bir şekilde yorumlayıp karşılık verememesi söz konusudur. Güvenli bağlanamayan çocuklar, kolaylıkla isteklerinden vazgeçme, ihtiyaçlarını erteleme ve sürekli olarak memnuniyetsizliklerini dile getirme eğilimi içine girerler. İsteklerin ertelenmesi, görmezden gelinmesi, arzulara karşı kayıtsız kalınması ya da tüm istek, arzu ve ihtiyaçlara uygun ve zamanında yanıtlar verilememesi çocukta öfke, kaygı ve özellikle de güvensizlik duygusunun çok yoğun olarak yaşanmasına yol açar. Bu ilişki kipi içinde büyüyen çocuk, bakım veren kişiyi duygusal olarak ulaşılamayan, reddedici, ya da varlık-yokluk, sevme-sevmeme, güvenli-güvensiz paradoksu içinde algılama eğilimine girer. Sonuçta da, bu ilişki modeli, yaşamında karşılaşacağı diğer ilişkilerin niteliğinin temel belirleyicisi durumuna dönüşür. Güvensiz bağlanan bireyler gerek içsel, gerekse kişilerarası ilişkilerinde öfke, kızgınlık, güvensizlik, kaygı ve memnuniyetsizlik duyguları içinde sıkışıp kalırlar. Yaşamının ilk yıllarında sürekli olarak olumsuz ve/veya reddedici türde yaşantıları deneyimleyen bireyler, yaşamının ileriki dönemlerinde, olumsuz duygularına daha fazla odaklanırlar. Bu nedenle istenen düzeyde olumlu duygu kontrolü geliştirmekle zorlanırlar ve dolayısıyla yakın ilişkilerinde daha çok çatışma ve daha fazla saldırganca davranışlarda bulunma eğilimi gösterirler. Yapılan pek çok araştırma, güvensiz bağlananların etraflarındaki insanları düşman olarak algılama eğiliminde olduklarını ve bunun sonucunda da kışkırtıldıklarında sert tepkiler gösterdiklerini ve şiddet içeren davranışlar sergilediklerini ortaya koymuştur.
Güvensiz bağlanma türlerinden biri olarak karşımıza çıkan kayıtsız kaçman bağlanma açısından bakıldığında, bu bağlanma stiline sahip bireylerin başkalarını değersiz, sevgiye layık olmayan, olumsuz kişiler olarak görme eğiliminde oldukları, buna karşın kendilerini ise değerli, sevgiye layık bireyler olarak yansıttıkları bilinmektedir. Bu noktada, kayıtsız kaçınanların kendilerine yönelik “olumlu” duygularının aslında gerçeği değil; bir kurgulamayı yansıttığı vurgulanmalıdır. Yani bu kişilerin kendileri duydukları saygı aslında o kadar da yüksek değildir; bu insanlar kendilerini toplumda sanki kendilerine çok saygı duyuyormuşçasına “sunarlar”. “Karizmatik” ya da “delikanlı” diye nitelendirilen insanların kayıtsız kaçınan olma ihtimallerinin yüksek olduğu söylenebilir. Bu “kendine duyulan saygının yüksek olması” hali gerçek değil; tamamen savunmaya yöneliktir, olası terk edilmelerin ve reddedilmelerin yarattığı acıya, ızdıraba karşı bir savunma mekanizmasıdır aslında. Kayıtsız kaçman bireylerin bağlanma ilişkilerinde; değersizlik, kayıtsızlık, önemsizlik ya da ilgisizlik ön planda olup, kişilerarası ilişkilerinde reddedilmemin yaratabileceği hayal kırıklığına uğramamak için, başkaları ile yakın ilişki kurmaktan kaçınma ve böylelikle özerkliği koruma ve devam ettirme çabası söz konusudur. Kayıtsız kaçınan bireyler, bilişsel ve davranışsal açıdan acı verici yaşantılardan uzak durma çabası içindedirler. Bunu da görünüşte dikkatlerini saptırarak ve bilgilerin ayrıntılı olarak zihinlerinde kodlanmasını engelleyerek daha doğrusu bu yaşantılarını bastırarak yaparlar. Bu kişiler, üzücü ve kaygı verici yaşantılarını hatırlamak istemezler. Bağlanma kuramına göre, kayıtsız kaçınanların yetişkinlikte yaşadıkları problemlerine, bakım veren kişiyle kurduğu ilk ilişkilerindeki kişilerarası soğukluk ve düşmanlık yön vermektedir. Kayıtsız kaçınanlar kişilerarası ilişkilerinde yaşadıkları sorunlarda ve/veya kendilerine yöneltilen bir tehdit ya da engellenme durumunda benlik saygılarını korumak adına başkalarını olumsuz ve haksız olarak görürler, buna karşın kendilerini ise, olumlu ve haklı görürler. Bu sebeplerle, sosyal ilişkilerinde karşılaştıkları bir engel ya da sorun karşısında sık sık öfkelenirler; gösterdikleri saldırganlık ve şiddet de aslında bu öfkenin dışa vurumudur.
Bağlanma figürüyle kurduğu ilişki neticesinde kendisine ve diğerlerine ilişkin olumsuz yönde değerlendirmeleri olan korkulu kaçınanlar da yine bir kaçınandırlar, ancak kayıtsız bireylerdeki gibi, kendilerini olumlu olarak değil; olumsuz olarak değerlendirirler. Kendilerine duydukları saygı ve güven düşüktür, derin bir değersizlik, bir “hiçlik” duygusu yaşarlar. Kendileri de hayat da her şey de anlamsızdır sanki. Başkalarının duygusal anlamda kendisine yakınlaşmasından ürken bir korkulu kaçman, kendisi için önemli olabilecek insanlara yaklaşma, yakınlaşma, onlara tam anlamıyla güvenme ve bağlanma konusunda yoğun kaygı ve korkular yaşar. İlişkilerinde alıngan, duygusal, kırılgan tavırlar sergileyen, genel itibarıyla yakın ilişki kurmaktan korkan ve bu nedenle yakın ilişkilerden kaçan bu kişiler kurdukları “yakın” ilişkilerinde de sıklıkla olumsuz duygular (çatışma, öfke patlamaları, kavgalar gibi) yaşarlar. Yaşanan tüm bu olumsuz deneyimlerin onların yaşamına geri dönüşü yoğun bir hayal kırıklığı, kırgınlık ve öfke şeklinde olur. Korkulu kaçınanlar yaşadıkları öfke ve olumsuz duyguları bastırma yolunu seçerek genellikle sözel ve dolaylı saldırganlık davranışlarında (dedikodu gibi) bulunurlar.
Değersizlik ve reddedilme duygusunun çok yoğun olarak yaşandığı kaygılı / kararsız bağlanma stiline sahip bireyler ise, kendilerini değersiz/sevilmeye layık olmayan ve başkalarım da sevilmeye değer, olumlu, “iyi insan” şeklinde algılarlar. Bu kişilerin ilişkilerinde birbirine zıt duyguların savaşı hakimdir. Temel bağlanma figürleri olan anneleriyle kurdukları ilk ilişkilerinden itibaren ikircikli, gelgitli duygulanımların esareti altındadırlar ve kendileri için önemli olan insanlarla kurdukları ilişkilerde hep kendilerini kabul ettirme çabasındadırlar. Ancak, yakın ilişki kurmak ve sürdürmek konusundaki çabaları genellikle başarısızlıkla sonuçlanır. Acı verici olaylar hakkında uzun uzun düşünme, bu yaşantılarına odaklanma eğiliminde olan kaygılı / kararsızlar yaşadıklarının kendilerinde yarattığı duygusal gerilimi ve acıyı azaltmak yerine, olumsuz başa çıkma mekanizmalarını kullanarak gerilimin, acının ve sonuçta ise öfkenin dozunu arttırırlar. Böylelikle yaşadıkları rahatsız edici olayların, kendileri için daha da kötü bir duruma gelmelerine neden olurlar. Olumsuz duyguların ve öfkelerinin de etkisiyle, karşılaştıkları bir engeli ya da rahatsız edici durumu genellikle düşmanca ya da kin dolu saldırganlıkla çözme yolunu seçerler.
Sonuç olarak, bağlanma kuramına göre, anneyle çocuk arasında kurulamayan sağlıklı ve güvenilir bağlanma ilişkisi, bireyin kendisine ve başkalarına yönelik algılarına da yansıyarak, kişilerarası ilişkilerde düşmanlık, güvensizlik, kindarlık ve kuşku yaşanmasına yol açar. Yaşamın ilk yıllarında karşı karşıya kalınan, içselleştirilen, yıkıcı ve zayıf nitelikteki anne-bebek ilişkisinin daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan saldırganlığı ve şiddeti hem doğurduğu hem beslediği hem de şekillendirdiği söylenebilir.
• Ailende, K. L. (2004). Relationships violence: Women perpetrators, Unpublished Doctoral Dissertation, La Verne University, USA.
• Anderson, C. A. 8c Bushman, B. J. (2002). Human aggression, An- nual Revievvs of Psychology, 53, 27-51.
• Ainsworth, M. (1969). Object relations, dependency and attach- ment: A theoretical review of infant-mother relationships, Child Development. 40, 969-1025.
• Ainsvvorth, M. S. £c Bell, S. M. (1970). Attachment, exploration, and separation: Illustrated by the behavior of one-year-olds in a strange situation, Child Development, March, 49-65.
• Ainsvvorth, M., Blehar, M., Waters, E. 8c Wall, S. (1978). Patterns of Attachment: A Psychological Study of the Strange situation, USA: Erlbaum.
• Aronson, E., Wilson, T.D. 8c Akert. R. B. (2005). Social Psychology, USA: Pearson.
• Baldvvin, M. W., Fehr, B„ Keedian, E., Seidel, M. 8c Thomson, D. (1993). An exploration of the relational schemata underlying attachment styles: Self-report and lexical decision approaches, Personality and Social Psychology Bulletin, 19, 746-754.
• Bartholomevv, K. 8c Horovvitz, L.M. (1991). Attachment styles among young adults: A test of a four- category model, Journal of Personality and Social. Psychology, 61 (2), 226-244.
• Belsky, ]. 8c Cassidy, J. (1994). Attachment: Theory and evidence, In. M. L. Rutter, D. E Haya 8c S. Baron-Cohen (Eds), Development Through Life: A Handbook for Clinicians, pp. 373-402, UK: Black - vvell.
• Belsky, J. (2002). Developmental origins of attachment styles, Attachment 8c Human Development, 4 (2), 166-170.
• Berkovvitz, L. (1990). On the formation and regulation of anger and aggression, American Psychologist, April, 494-503.
Bowlby, J. (1969). Attachment and Loss, Vol. 1: Attachment, UK: Hogart Pres.
Bowlby, J. (1973). Attachment and Loss, Vol. 2: Separation, Anxiety and Anger, UK: Hogart Pres.
Bowlby, f. (1977). The making and breaking of affectional bonds: Etiology and psychopathology in the light of attachment theory, Bri- tish Journal of Psychiatry, 130, 201-210.
Bovvlby, J. (1982). Attachment and Loss, Vol 3: Loss, Sadness and Depression, USA: Basic Books.
Bradford, E. & Lyddon, W. J. (1994). Assessing adolescent and adult attachment: An update, Journal of Counseling & Development, 73, 215-219.
Brenner, C. (1998). Psikanalizde Temel Kavramlar, (Çev.: I. ve Y. Savaşır), Ankara: HYB Yayıncılık
Casas, J. F., Weigel, S. M., Crick, N. R., Ostrov, J. M., Woods, K. E., Jansen Yeh, E. A. & Huddleston-Casas, C. A. (2006). Early parenting and childrens relational and physical aggression in the preschool and home contexts, Journal of Applied Developmental Psychology, 27, 209-227.
DeMulder, E. K„ Denham, S., Schmidt, M. 8c Mitchell Jennifer. (2000). Q-sort assessment of attachment security during the preschool years: Links from home to school, Developmental Psycholog, 36 (2) 274-282.
Deptula, D. R. & Cohen, R. ( 2004). Aggressive, rejected, and delin- quent children and adolescents: A comparison of their friendships, Aggression and Violent Behavior, 9, 75-104.
Edens, J. F. (1999). Aggressive childrens self-systems and the quality of their relationships with signifıcant others, Aggression and Violent Behavior, 4 (2), 151-177.
Erten, Y. (2001). Yanlızhk-yaşlılık, Psikanaliz yazıları, 29-39, İstanbul: Bağlam Yayınları
Etzion-Carasso, A. Oppenheim, D. (2000). Öpen mother-pre- schooler communication: Relations with early secure attachment, Attachment 8c Human Development, 2, 347-370.
• Felsten, G. 8c Hill, V.( 1999). Aggression questionnaire hostility scale predicts anger in response to mistreatment, Behavior Research and Therapy, 37, 87-97.
• Ferris, C. F. 8c Grisso, T. (1996). Understanding aggressive behavior in children, Annals of the New York Academy of Sciences, 794, 426-794.
• Furman, W., Simon, V. A., Shaffer, L. 8c Bouchey, H. A. (2002). Adolescents' vvorking models and styles for relationships vvith pa- rents, friends, and romantic partners, Child Development, 73 (1), 242-255.
• Gehlbach, L. A. N. (2000). The relation between emotional State, so- cial cognition, and aggression in boys. Unpublished Doctoral Dis- sertation, Southern Illinois University, USA.
• Griffin, D. 8c Bartholomevv, K. (1994). Models of self and others: Fundamental dimension underlying measures of adult attachment, Journal of Personality and Social Psychology, 67 (3), 430-445.
• Hazan, C. 8c Shaver, P. (1987). Romantic love conceptualized as an attachment process, Journal of Personality and Social Psychology, 52, 511-524.
• Huesmann, L. R. (1987). An information processing model for the development of aggression, Aggressive Behavior, 14, 13-24.
• Kobak, R. R. 8c Sceery, A. (1988). Attachment in late adolescence: Working models, affect regulation, and representations of self and others, Child Development, 59, 135-146.
• Levy, K. N., Blatt, S. J. 8c Shaver, P. R. (1998). Attachment styles and parental representation, Journal of Personality and Social Psychology, 74, 407-419.
• Lounds, J. J., Borkowski, J. G., Whitman, T. L., Maxwell, S.L. 8c Weed, K. (2005). Adolescent parenting and attachment during infancy and early childhood, Parenting: Science and Practice, 5, 91-118.
Lui, J. H. (2004a). Concept analysis aggression, Issues in Mcntal 1 Ie- alth Nursing, 25, 693-714.
Lui, J. H. (2004b). Childhood externalizing behavior: Theory anıl implications, Journal of Child and Adolescent Psychiatric Nursing, Jul-Sep 17, (3).
Markus, R. F. & Kramer, C. (2001). Reactive and proactive aggression: Attachment and social competence predictors, Journal of Gene- tic Psychology, 162, (3), 260-278.
Mickelson, K. D., Kessler, R. C„ & Shaver, P. R. (1997). Adult attachment in a nationally representative sample, Journal of Personality and Social Psychology, 73, 1092-1106.
Morris, C. G. (2002). Psikolojiyi Anlamak, (Çev.: B. Ayvaşık ve M. Sayıl), Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.
Perry, B. D. (1996). Bonding and Attachment in Maltreated Child- ren: Consequence of Emotional Neglect in Childhood, Maltreated Children: Experience, Brain Development the Next Generations, USA: Norton.
Shaver, P.R. & Mikulincer, M. (2002). Dialogue on adult attachment: Diversity and integration, Attachment & Human Development, 4 (2), 243-257.
Walker, S. & Richardson, D. R. (1998). Aggression strategies among older adults: Delivered but not seen, Aggression and Violent Behavior, 3 (3), 287-294.
Waters, E., Wenfield, N. S. & Hamilton, C. E. (2000). The stability of attachment security from infancy to adolescence and adulthood: General discussion, Child Development, 71 (3), 703-706.
Waters, E., Merrick, S., Treboux, D., Crovvell, J. & Albersheim, L. (2000). Attachment security in infancy and early adulthood: A twenty-year longitudinal study, Child Development, 71, 684-689. bruceperry/bonding.htm Ziv, Y., Oppenheim, D. & Sagi-Schwartz, A. (2004). Social informati on processing in middle childhood: Relation to infant-mother attach ment, Journal of Attachment and Human Development, 6, 327-348.