Bireysel Ve Toplumsal Narsisizm
Erich Fromm
Freud'un en verimli, en geniş kapsamlı bulgularından biri de narsisizm
kavramıdır. Freud kendisi de bu kavramı en önemli bulgularından biri saymış,
psikoz ("narsisist nevroz"), sevgi, hadım edilme korkusu, kıskançlık, sadizm
gibi önemli olgularla ezilen sınıfların yöneticilerine boyuneğmeye hazır
olmaları gibi kitlesel olguların anlaşılmasında bu kavramdan yararlanmıştır.
Bu bölümde ben Freud'un düşünce çizgisini izleyerek narsisizmin ulusçuluk,
ulusal nefret, savaşın ve yıkıcılığın ruhsal dürtüleri konusundaki rolünü
incelemek istiyorum.
Bu arada narsisizm kavramının Jung'un ve Adler'in incelemelerinde hemen
hemen hiç ele alınmadığını, Homey'inkilerde de bu kavrama gereken önemin
verilmediğini kısaca belirtmek isterim. Ortodoks Freud'çu kuram ve tedavide
bile narsisizm kavramı bebeğin narsisiz-miyle psikozlu hastanın narsisizmini
öncelemekten öteye geçmez. Bu belki de Freud'un adı geçen kavramı libido
kuramının içine sıkıştmna-smdan, bu yüzden de kavramın ne denli yararlı
olabileceğinin yeterince anlaşılamamasmdan doğmuştur.
Freud şizofreniyi, libido kuramı açısından açıklayabilmek amacıyla yola
çıkmıştır. Şizofren hastada nesnelere karşı (gerçekte ya da düşlerde) hiçbir
libido ilgisi görülmediğine göre Freud şu soruyu sormaya itilmiştir:
"Şizofrenide dıştaki nesnelere yönelmeyen libido nereye harcanıyor?"1 Freud
bu soruyu şöyle yanıtlamıştır: "Dış dünyadan soyutlanan libido egoya
yöneltilir; böylece narsisizm diye adlandırılabilecek bir tutum doğar."2
Freud başlangıçta libidonun "büyük bir
1 Freud, On Narcissism (Standard Edition; London: Hogarth Press, 1959), Cüt
XIV, s. 74.
depo"da toplanır gibi egoda biriktirildiğini sonradan nesnelere
yöneltildiğini ama kolaylıkla onlardan soyutlanıp gene egoya
yöneltilebileceğini varsaymıştır. Bu görüş 1922'de Freud'un, önceki
görüşünden bütünüyle vazgeçmemesine karşın, "id'i libidonun en büyük deposu
olarak kabul etmemiz gerekir" demesiyle değişmiştir.3
Bununla birlikte libidonun başlangıçta egoda mı yoksa id'de mi ortaya
çıktığı konusundaki kuramsal sorunun kavramın kendisi açısından bir önemi
yoktur. Freud şu temel fikrini hiçbir zaman değiştirmemiştir: İnsan ilk
durumunda, erken bebeklik çağında, dış dünyayla henüz ilişki kurmadığı
narsisizm ("birincil narsisizm") durumundadır; sonra normal gelişmesi
sırasında çocuğun dış dünyayla olan (libidoyla ilgili) ilişkilerinin çapı ve
yoğunluğu artmaya başlar; ama insan birçok durumlarda (bunların en ağır
olanı deliliktir) libido bağlılığını nesnelerden soyutlayıp kendi egosuna
yöneltir ("ikincil narsisizm"). Ne var ki normal gelişme durumunda bile
insan, yaşamı boyunca bir ölçüde narsisist kalabilir.
"Normal" bir kişide narsisizmin gelişmesi nasıl olur? Freud bu gelişmenin
ana çizgilerini belirlemiştir; aşağıdaki bölüm onun bulgularının kısa bir
özetidir.
Ana rahmindeki cenin mutlak bir narsisizm durumu içinde yaşar. Freud,
"Doğmakla, mutlak narsisizmden, kendine yeterli narsisizmden değişen dış
dünyanın algılanmasına, nesnelerin keşfedilmesine doğru bir adım atarız."
der.5 Bebeğin dıştaki nesneleri kendi başlarına "ben olmayan" nesneler
olarak algılayabilmesi aylar sürer. Narsisizmine indirilen darbelerle, dış
dünyayı ve bu dünyanın yasalarını gittikçe daha çok tanıyarak insan "ister
istemez" başlangıçtaki narsisizmini "nesne sevgisi"ne dönüştürür. "Ama" der
Freud, "insan, dışta libidosuna nesne bulsa da her zaman bir ölçüde
narsisist kalır."6 Gerçekten de bireyin gelişmesi, Freud'un deyişiyle mutlak
narsisizmden nesnel düşünme ve nesne sevgisi geliştirme yetisine doğru bir
evrimdir; bununla birlikte bu
Freud'un bu gelişmeyi incelemesine bakınız, a.g.y., Ek, B. Standard Edition,
Cilt XIX, s. 63.
4 Freud, Totem ve Tabu (Standard Edition) Cilt XIII, s. 88-89.
5 Freud, Group Psychology (Standart Edition), cilt XVIII, s. 130.
6 Freud, Totem ve Tabu (Standart Edition), cilt XIII, s. 89.
BİREYSEL VE TOPLUMSAL NARSİSİZM 57
yeti belirli sınırlan aşmaz. "Normal", "olgun" kişi narsisizmini bütünüyle
yok edemese de toplumca onaylanan en az duruma indirebilmiş kişidir.
Freud'un bu gözlemi gündelik yaşam deneyleriyle de doğrulanır. Öyle
anlaşılıyor ki her insanda ulaşılamayacak, her türlü çözülme çabasına karşı
direnen narsisist bir çekirdek kalır.
Freud'un teknik diline alışık olmayanlar, belki de bu olgunun daha somut bir
tanımı verilmedikçe narsisizmin ne denli gerçek ve güçlü olduğunu açık seçik
göremeyeceklerdir. Bundan sonraki sayfalarda ben böyle somut bir tanım
vermeye çalışacağım. Ama bu işe girişmeden önce terimlerle ilgili bir
açıklama yapmak istiyorum. Freud'un narsisizm konusundaki görüşleri cinsel
enerji (libido) görüşü üzerine kurulmuştur. Daha önce de belirttiğim gibi
bir mekanik libido kavramı narsisizm kavramının geliştirilmesini sağlamaktan
çok engellemiştir. Bence narsisizm kavramından daha iyi yararlanabilmek için
cinsel dürtü enerjisiyle aynı şey olmayan ruhsal enerji kavramını kullanmak
çok daha yerinde olacaktır. Bunu Jung yapmıştır; bu görüş, Freud'un
cinsellikten arınmış libido görüşünde bir ölçüde kabul edilmiştir. Ne var ki
cinsel olmayan ruhsal enerji görüşü Freud'un libido kuramından ayrılsa da
libidoya benzer bir enerji 'dir; bu kavram, belli bir yoğunluğu, belli bir
yönelişi olan, ancak belirtileriyle görülebilen ruhsal güçleri kapsar. Bu
enerji, bireyi dış dünyayla ilişkileri içinde olduğu gibi kendi içinde de
bağlar, bütünleştirir ve birleştirir. Bu görüşte Freud'un yaşamı sürdürme
dürtüsünün yanısıra cinsel içgüdü enerjisinin (libidonun) insan
davranışlarında tek önemli dürtü olduğunu ileri süren ilk görüşü kabul
edilmese, bunun yerine daha genel bir ruhsal enerji kavramı kullanılsa da,
aradaki ayırım bir çok kişinin dogmatik bir yaklaşım içinde düşünmek
istediği ölçüde büyük değildir. Ruhçözümleme diye adlandırılabilecek her
türlü kuram ya da tedavide en önemli nokta insan davranışlarının devingen
oluşudur; buna göre davranışlar çok büyük güç yüklü dürtülerle yönetilir; bu
güçler tanınmadıkça davranışların anlaşılması, önceden belirlenebilmesi
olanaksızdır, insan davranışlarının devingen olduğu görüşü Freud'un
kuramının çekirdeğini oluşturur. Bu güçlerin kuramsal açıdan nasıl
görüldüğü, mekanik maddeci açıdan mı, yoksa insancı gerçekçi açıdan mı
yorumlandığı önemli bir
sorudur; ama bundan daha önemli olan asıl sorun insan davranışlarının
devingenlik açısından yorumlanmasıdır.
Narsisizmi tanımlamaya iki aşın örnekle başlayalım: Yeni doğmuş bir bebeğin
"birincil narsisizmi"yle bir delinin narsisizmi. Yeni doğmuş bebek daha dış
dünyayla ilgi kuramamıştır (Freud'un terimleriyle söylersek libidosu henüz
dıştaki nesnelere yönelmemiştir). Başka biçimde söylersek bebek için dış
dünya diye bir şey yoktur; öylesine yoktur ki, bebek "ben"le "ben olmayan"
arasında bir ayrım yapamaz. Bebeğin dış dünyaya ilgi duymadığını, o dünyanın
"içinde olmadığını" bile söyleyebiliriz. Bebek için varolan tek gerçeklik
kendisidir. Kendi bedeni; bedeninde duyduğu üşüme ve sıcaklık, susama, uyku
gereksinmesi, başka bir bedenin yakınlığı vb. gibi birtakım fiziksel
duyumların algılanmasından oluşur bu gerçeklik.
Bir akıl hastası da temelde bebekten çok farklı bir durumda değildir. Ama
bebekte dış dünya, gerçeklik olarak henüz ortaya çıkmamışken akıl hastasında
dış dünya gerçekliğini yitirmiştir. Örneğin sanrılarda, duyumların dış
olayları kaydetme işlevlerini yitirdiğini görürüz—duyumlar ancak dış
dünyadaki nesnelere gösterilen duyumsal tepkiler gibi, öznel deneyleri
kaydeder. Paranoya kuruntularında da aynı mekanizma işler. Örneğin öznel
duygular olan korku ya da kuşku öylesine nesnel-leştirilir ki paranoid kişi
başkalarının kendisine karşı elbirliğiyle kötülük yapmaya çalıştıklarına
inanır. Nevrozlu kişiyle paranoid kişi arasındaki ayrım buradadır; nevrozlu
kişi de hep kendisinden nefret edildiğinden, kötülüğe uğrayacağından vb.
korkar; gene de bütün bunların kendi kuruntuları olduğunu bilir. Paranoid
kişideyse bu kuruntular gerçek olup
çıkmıştır.
Narsisizmin akıllılıkla delilik sınırında bulunan özel bir türü, olağanüstü
bir güç ele geçiren insanlarda görülebilir. Mısır firavunları, Romalı
Sezarlar, Borjiyalar, Hitler, Stalin, Trujillo — bunların hepsinde benzer
özellikler vardır. Bu insanlar mutlak güç elde etmişlerdir; ağızlarından
çıkan bir sözle yaşam ve ölüm konusunda olduğu gibi hemen her konuda son
karan verirler; istedikleri her şeyi yapabilme yetilerinin sının yok
gibidir. Yalnızca hastalık, yaş ve ölümle sınırlan-dınlmış tannlardır bu
kişiler, insanın varolması sorununa, bu varoluşun sınırlarının ötesine geçme
yolunda umutsuz bir çabaya girişerek çözüm bulmaya çalışırlar. Şehvetleri,
güçleri sınırsızmış gibi davranırlar; bu yüzden sayısız kadınla yatar,
sayısız adam öldürür, her yere şatolar kurar, "gökteki aya" el atmak,
"olmayacak şeyler"i ele geçirmek isterler.7 Varlık sorununu insan değilmiş
gibi davranarak çözme çabası olsa da, bir tür deliliktir bu tutum. Üstelik
hasta kişinin yaşamı ilerledikçe artan bir deliliktir bu. Kişi tannlaşmaya
çalıştıkça kendini öteki insanlardan soyutlar; bu soyutlama onu daha da
korkak yapar, herkes onun düşmanı olur; bunların sonucunda doğan korkuya
dayanabilmek için kişi gücünü, acımasızlığını ve narsisizmini gittikçe
artırır. Sezar'a özgü bu delilik türü, şu etken işe kanşmasa düpedüz delilik
olacaktır: Eline geçirdiği bu güçle Sezar, gerçekliği kendi nârsisist
düşlerine göre çarpıtmıştır. Herkese zorla kendisinin bir tann, en güçlü, en
bilge adam olduğunu kabul ettirmiştir — bu yüzden kendi megalomanisi ona
akla uygun bir duyguymuş gibi gelir. Öte yandan birçok insan ondan nefret
edecek, onu devirmeye, öldürmeye çalışacaktır — bu yüzden de hastalıklı
kuşkulan, görebildiği kadarıyla, gerçeklerle doğrulanmaktadır. Bunun sonucu
olarak Sezar kendini bütünüyle gerçeklikten kopmuş görmez — çok tehlikeli
bir durumda olsa da bu yüzden aklı bir ölçüde başındadır.
Psikoz mutlak bir narsisizm durumudur; bu durumda kişi dış gerçeklikle tüm
ilişkilerini koparmış, gerçekliğin yerine kendi kişiliğini koymuştur.
Bütünüyle kendisiyle doludur; kendi kendisinin "tanrısı ve dünyası"
olmuştur. Psikozun dinamik bir biçimde anlaşılmasını sağlayan ilk adım da
Freud'un bunu sezmesi olmuştur.
Bununla birlikte psikozun ne olduğunu bilmeyenler için önce nevrozlu ya da
"normal!1 insanlarda narsisizmi anlatmak yararlı olacaktır. Narsisizmin en
ilkel örneklerinden biri normal insanın kendi bedenine karşı edindiği
tutumdur. Insanlann çoğu kendi bedenlerini, yüzlerini, biçimlerini
beğenirler; başka bir insanın, belki daha güzel birinin yerinde olmak
isteyip istemedikleri sorulduğunda istemediklerini söylerler. Bundan daha
aydınlatıcı olan bir gerçek de çoğu insanın
Camus, Caligula adlı oyununda bu tür güç deliliğini çok doğru bir biçimde
anlatmıştır.
kendi dışkısının görünüşüne ve kokusuna aldırmaması (aslında bazılarının
bundan hoşlanması), oysa başkalannınkinden kesinlikle iğren-mesidir. Açıkça
görülüyor ki burada estetik ya da başka türde bir yargı söz konusu değildir;
aynı şey insanın kendi vücuduyla ilgili olduğunda hoş gelir, başkasının
vücuduyla ilgili olduğu zaman hoş gelmez.
Şimdi de narsisizmin daha az rastlanan başka bir türüne bakalım. Birisi
doktorun muayenehanesine telefon ederek bir randevu ister. Doktor o hafta
için randevu veremeyeceğini, bir hafta sonra gelmesini söyler. Hasta en
yakın tarihte randevu almakta direnir; açıklama olarak da bekleneceği gibi
neden acele ettiğini söyleyeceğine, doktorun muayenehanesine beş dakikalık
bir yerde oturduğunu söyler. Doktor zaman ayırmama sorununun hastanın
muayenehaneye beş dakikada gelebil-mesiyle çözülemeyeceğini söylediğinde,
öteki bunu anlayamaz; doktorun kendisine en yakın zamanda randevu vermesi
için kendi gösterdiği nedenin yeterli olduğunda direnir. Doktor bir
ruhçözümlemeciyse hastası hakkında hemen teşhisle ilgili bir gözlemde
bulunacaktır: Karşısında aşın narsisist, başka deyişle, çok hasta bir insan
vardır. Bunun nedenlerini görmek güç değildir. Hasta doktorun durumunu,
kendisininkinden ayrı bir durum olarak görememektedir. Hastanın kendi görüş
alanındaki tek gerçek, doktoru görmek istemesi ve kendisinin oraya çok kısa
bir zaman içinde gidebilecek durumda olmasıdır. Kendine özgü bir çalışma
programı, kendi gereksinmeleri olan ayrı bir kişi olarak doktor yoktur
hastanın gözünde. Onun mantığı şöyle işler: Kendisinin oraya gelmesi kolaysa
doktorun da onu görmesi kolaydır. Doktorun ilk açıklamasından sonra hasta
"A, evet doktor, anlıyorum; özür dilerim, böyle birşey söylememeliydim."
diyebilseydi, o hasta hakkında doktorun teşhisi değişik olurdu. O zaman önce
kendi durumuyla doktorun durumunu birbirinden ayıramayan, ama narsisizmi
birinci hasta ölçüsünde yoğun ve katı olmayan bir narsisistle karşı karşıya
bulunduğumuzu anlardık. Bu tür hastalar dikkatleri çekildiğinde durumu
olduğu gibi görerek buna göre bir tepki gösterirler. îkinci tür hasta
yaptığı hatayı görünce belki utanacaktır; birincisiyse hiçbir zaman utanma
duymayacaktır — bu kolaylıktan yararlanmayacak ölçüde aptal olan doktoru
eleştirecektir.
Benzer bir olgu, sevgisine karşılık vermeyen bir kadına âşık olan narsisist
bir adamda kolaylıkla gözlenebilir. Narsisist kişi kadının kendisini
sevmediğine inanmak istemeyecektir. Şöyle akıl yürütecektir: "Ben onu bu
denli severken onun beni sevmemesi olanaksız." Ya da "O da beni sevmese ben
onu bu denli çok sevemem." Sonra da kadının duygularına karşılık vermemesini
şu varsayımlarla akla uydurmaya çalışacaktır: "Beni sevdiğinin bilincinde
değil; kendi sevgisinin yokluğundan korkuyor; beni denemek, bana işkence
etmek istiyor" — buna benzer daha bir sürü neden. Daha önceki örnekte de
olduğu gibi burada önemli olan nokta narsisist kişinin başka bir insanın
içindeki gerçekliği kendisininkinden ayn bir gerçeklik olarak
kavrayamamışıdır.
Şimdi birbirinden çok ayrı gibi görünen, ama aslında narsisist olan iki
olguya bakalım. Bir kadın her gün saatlerce aynanın karşısında saçı ve
yüzüyle uğraşmaktadır. Yalnızca kendini beğenmesinden değildir bu. Kendi
bedenine, kendi güzelliğine tutkundur; tanıdığı en önemli gerçeklik de kendi
bedenidir. Böyle bir kadın belki de şu Yunan mitine en yakın düşen kişidir:
Yakışıklı bir delikanlı olan Narcissus, superisi Echo'nun sevgisinin
farkında değildir: Echo üzüntüsünden ölür. Tanrıça Nemesis Narcissus'u
sudaki yansımasına âşık olmakla cezalandırır; kendine hayran olan Narcissus
suya atlar ve gölde boğulur. Yunan mitinde bu tür "kendini sevme"nin bir
lanet olduğu, aşın durumlarda bunun kendini yoketmekle sonuçlanacağı
anlatılır.8 Başka bir kadın da (bir önceki kadının yıllar sonraki durumu
olabilir bu) hastalık hastasıdır. Bu kadın da sürekli olarak kendi bedeniyle
uğraşır, ama bu kez artık güzelliğiyle değil, hastalığıyla uğraşmaktadır.
Burada olumlu ya da olumsuz imgenin seçilmesinin kuşkusuz kendine göre
nedenleri vardır; bu nedenleri burada ele almak gereksizdir. Önemli olan her
iki olguda da insanın kendisiyle narsisist bir biçimde uğraşması, dış
dünyayla ilişkisinin kesilmesidir.
Bkz. Kendini Savunan Insan'da kendini sevme'nin incelenmesi. Burada kendini
gerçekten sevmenin başkalarını sevmekten ayn bir şey olmadığını, bencil,
narsisist bir "kendini sevme"ninse ancak, kendilerini de başkalarını da
sevmeyenlerde görüldüğünü belirtmeye çalıştım.
Ahlaksal hastalık hastalığı da temelde bundan pek değişik değildir. Bu
durumda kişi hasta olmak ve ölmekten değil, suçluluktan korkar. Böyle bir
insan hiç durmadan yaptığı yanlışlar, işlediği günahlar vb. den dolayı da
suçluluk duygusu içindedir. Başkalarının —kendisinin de— gözünde özellikle
vicdanlı, dürüst ve giderek başkalarıyla ilgiliymiş gibi görünse de böyle
bir kişi hep kendisiyle, kendi vicdanıyla, başkalannın onun hakkında
düşündükleriyle vb. uğraşır. Bedensel ya da ahlaksal narsisizmin ardında
yatan narsisizm kendini beğenmiş kişinin narsisizmiyle aynıdır; ne var ki bu
tür narsisizmin alışık olmayan bir göz tarafından görülmesi çok daha güçtür.
K. Abraham'ın olumsuz narsisizm terimiyle sınıflandırdığı bu tür narsisizm
özellikle yetersizlik, gerçekdışılık ve kendini suçlama duygulanyla
belirlenen melankoli durumlannda ortaya çıkar.
Bunlardan daha hafif narsisist eğilimler gündelik yaşamda da gözlenebilir.
Herkesin bildiği şu fıkrada bu çok güzel bir biçimde anlatılmıştın Bir yazar
bir dostuna rastlar, uzun süre ona kendinden söz eder; sonra şöyle der: "Hep
kendimden söz ettim. Şimdi biraz da senden söz edelim. Son kitabımı nasıl
buldun bakalım?" Bu kişi hiç durmadan kendileriyle uğraşan, başkalarına
ancak kendilerini yankıladıktan ölçüde ilgi duyan insanlara çok iyi bir
örnektir. Çoğu zaman bu kişiler yardımsever ve iyi yüreklidirler; ama bu
davranışlan kendilerini böyle göstermek istemelerindendir; enerjilerini,
yardım ettikleri kişinin açısından görmeye değil kendilerine hayran olmaya
harcarlar.
Narsisist bir kişiyi nasıl tanıyabiliriz. Kolaylıkla tanınabilen bir tip
vardır. Bu tip kendi kendine yeten bir kişinin tüm belirtilerini gösterir;
boş sözler ettiği zaman bile kendini çok önemli birşey söylemiş gibi
hisseder. Başkalannın söylediklerini çoğunlukla dinlemez ya da onlara ilgi
duymaz. (Zeki bir insansa, bu tutumunu sorular sorarak ya da karşısındakine
ilgi duyuyormuş gibi yaparak saklamaya çalışacaktır.) Narsisist kişiyi her
türlü eleştiriye karşı gösterdiği aşın alınganlıktan da tanıyabiliriz. Bu
alınganlık her türlü eleştirinin geçerliliğini yadsıyarak, kızgınlık ya da
üzüntüyle tepki göstererek ortaya konulur. Pek çok durumda narsisist eğilim
alçakgönüllülük ya da alttan alma tutumuyla gizlenebilir; narsisist eğilimli
bir insanın alçakgönüllülüğünü kendine hayran olmak için bir neden olarak
kullanması da az rastlanan durumlardan değildir. Değişik belirtileri ne
olursa olsun tüm narsisizm türlerinde dış dünyaya karşı gerçek ilginin
kesilmesi ortak özelliktir.9
Narsisist insan bazan yüzündeki anlamla da kendini ele verebilir. Bu
insanlann yüzlerinde bir yumuşaklık ya da bir gülümseme vardır; böyle
yüzlerdeki anlam bazılannca yumuşakbaşhlık, bazılannca da saf, güvenilir bir
çocuksuluk olarak algılanır. Narsisizm, özellikle aşın biçimlerinde çoğu
zaman kendini gözlerde acaip bir parlaklıkla belli eder; bu parlaklığı bazı
kişiler yan ermişlik, bazdan da, yarı delilik belirtisi olarak görürler.
Narsisist kişilerin çoğu hiç durmadan konuşurlar — yemekte çoğu zaman yemek
yemeyi unutur, herkesi bekletirler. Arkadaşlan ya da yemek, onlann gözünde
kendi "ego'larından daha az önemlidir.
Narsisist tüm kişiliğini her zaman narsisizmin nesnesi olarak görmez; çoğu
zaman kişiliğinin bir bölümünü, örneğin onurunu, zekâsını, fiziksel gücünü,
mizah yeteneğini, yakışıklılığını (bazan saç ya da burun gibi çok küçük
aynntılara dek inebilir bu) narsisizmiyle bütünleştirir. Bu kişilerin
narsisizmleri bazan da korkmak ya da tehlikeyi önceden sezmek gibi normal
bir kimsenin övünç duymayacağı acaip niteliklere dek uzanır. "Kişi"
kendisinin belli bir yönüyle özdeş-leşir. "Kim" olduğunu sorduğumuzda
verebileceği en doğru yanıt, onun kendi kafası, ünü, parası, penisi, vicdanı
vb. olduğudur. Çeşitli dinlerdeki putlar insanın çeşitli yanlannı gösterir.
Narsisist kişiye göre narsisizminin nesnesi onun ben'ini belirleyen bu yan
niteliklerinden biridir. Ben'ini sahibolduğu nesnelerle özdeşleştiren kişi,
onuruna yöneltilen bir aşağılamaya aldırmazken sahibolduğu nesnelere
yöneltilen saldınyı yaşamına yapılmış bir saldın olarak görür. Öte yandan
ben'ini zekâsıyla özdeşleştiren insan için aptalca bir şey söylemiş olmak o
denli acı vericidir ki bu acı derin bir ruhsal çöküntüye yol açabilir.
Bununla birlikte
Bazan kendini beğenmiş, narsisist bir insanla kendisini değersiz bulan
kişiyi ayırt etmek kolay değildir, bunların ikincisi, başkalarına ilgi
duymadığı için değil kendinden kuşkulandığı, kendini değersiz bulduğu için
övülmek ve beğenilmek ister. Gözetilmesi her zaman kolay olmayan başka bir
ayrım daha vardır: Narsisizm ve bencillik arasındaki aynm. Aşırı narsisizm
durumunda gerçekliği bütünüyle algılayabilme yeteneği kaybolmuştur, aşın
bencillikteyse bajkalanna karşı hemen hemen hiç ilgi, sevgi ya da yakınlık
duyulamaz; ama bu hiç de insanın kendi öznel süreçlerine aşın önem verdiği
anlamına gelmez. Başka deyişle aşın bencil bir kişi her zaman aşın narsisist
bir kişi değildir; bencillik ille de nesnel gerçekliği görmemek anlamına
gelmez.
narsisizmi ne denli ağırlaşırsa insan, başarısızlığı ve başkalarından
gelecek haklı eleştirileri o denli zor kabul edecektir. Karşıdaki insanın
aşağılayıcı bir tutum içinde olduğuna inanarak öfkelenecek ya da o kişinin
doğru bir yargıda bulunamayacak ölçüde duygusuz, eğitimsiz vb. olduğuna
inanacaktır. (Bununla ilgili olarak çok zeki olmasına karşın büyük ölçüde
narsisist olan birisi aklıma geldi: Rorschach testinin sonuçlarım
söylediğimde kendisinin hiç de kafasında yarattığı ideal kişi olmadığını
görüp şöyle demiştir: "Bu testi hazırlayan ruhbilimciye acıyorum; çok
paranoid bir adam olmalı.")
Şimdi de narsisizm olgusunu daha karmaşıklaştıran başka bir etkenden söz
edelim. Narsisist kişi kendi "benlik imgesi" ni narsisist bağlılığının
nesnesi olarak benimsediği gibi kendisiyle ilgili her şeyi bu hasta
bağlılığının nesnesi durumuna sokar. Onun fikirleri, onun bilgisi, onun
eviyle birlikte onun "ilgi alanına" giren kişiler de narsisist bağlılığının
nesneleri olup çıkar. Freud'un belirttiği gibi bunun en çok rastlanan örneği
insanın kendi çocuklarına karşı duyduğu narsisist bağlılıktır. Pek çok
anne-baba kendi çocuklarının öteki çocuklardan daha güzel, daha akıllı vb.
olduklarına inanır. Çocuklar ne denli küçükse bu narsisist yan tutma da o
denli yoğundur. Anne-babanın, özellikle de annenin bebeğe karşı duyduğu
sevgi büyük ölçüde bebeğe kendilerinin bir uzantısı olduğu için duyduğu
sevgidir. Ergin bir erkekle ergin bir kadın arasında sevgide çoğu zaman
narsisist özellikler vardır. Bir kadına âşık olan erkek, "onun" olduktan
sonra narsisizmini kadına aktarabilir. Kadında bulunmayan, kendisinin ona
yüklediği niteliklerden dolayı kadına hayran olur, ona tapar; kadın, salt
bir parçası olduğu için, o erkeğin gözünde olağanüstü niteliklerin sahibi
olur. Böyle bir insan çoğu zaman sahibolduğu şeylerin olağanüstü güzellikte
olduğuna inanacak, onlara "âşık olacaktır."
Narsisizm birçok bireyde yoğunluğu açısından yalnızca cinsel istekle ve
yaşama içgüdüsüyle karşılaştırılabilecek bir tutkudur. Aslında, çoğu zaman
bu isteklerin ikisine de ağır basar. Narsisizmleri bu derece yoğun olmayan
normal kişilerde bile yok edilmesi hemen hemen olanaksız narsisist bir öz
kalır. Durum böyle olduğuna göre cinsellikle yaşama içgüdüsü gibi narsisist
tutkunun da önemli bir biyolojik işlevi bulunup bulunmadığını sormak
gerekir. Bu som bir kez sorulduktan
sonra yanıtı kolaylıkla bulunur. Bedensel gereksinmeleri, ilgileri, arzulan
yoğun bir enerjiyle yüklenmiş olmasa birey nasıl canlı kalabilir? Biyolojik
olarak, yaşama içgüdüsü açısından insan, başkasına verdiğinden çok daha
büyük bir önem vermek zorundadır kendisine. Bunu yapmasa, başkalarına karşı
kendisini savunmak, yaşamını sürdürmek amacıyla çalışmak, canlı kalabilmek
amacıyla savaşmak, savunduğu şeylerde başkalarına karşı ayak diremek için
gerekli enerji ve ilgiyi nasıl bulurdu? Narsisizmi olmasa bir ermiş olup
çıkardı insan — oysa yaşamını sürdürebilen ermişlerin sayısı pek de çok
değildir. Ruhsal bakımdan en çok özlenen durum —narsisizmden kurtulma
durumu— yaşamını sürdürmek açısından en tehlikeli durum olurdu. Doğanın
düzeni açısından bakacak olursak doğa, insanı yaşamını sürdürebilmek için
gerekli en büyük ölçüde narsisizmle donatmıştır. Bunu özellikle doğrulayan
bir neden vardır: Doğa insanlara hayvanlar gibi iyi gelişmiş içgüdüler
vermemiştir. Hayvanlarda yaşamı sürdürme "sorunları" diye birşey yoktur:
içgüdüleri yaradılışlarının bir parçası olduğu için hayvanlar canlı kalma
sorununu öylesine doğal bir biçimde çözerler ki bu konuda bir çaba
göstermeleri gerektiğini düşünmek ya da bu konuda karar vermek zorunda
kalmazlar hiçbir zaman, insanda içgüdüsel mekanizma etkinliğini büyük ölçüde
yitirmiştir — bu yüzden insan için çok gerekli olan bir biyolojik işlevi
narsisizm yüklenmiş olmaktadır.
Narsisizmin önemli bir biyolojik işlevi yerine getirdiğini kabul ettikten
sonra da başka bir soruyla karşı karşıya kalıyoruz. Aşın narsisizm insanı
başkalanna karşı ilgi duymaz bir duruma sokmaz mı? Başkalanyla işbirliği
yapması gerektiğinde, kendi gereksinmelerinden bir ölçüde vazgeçme
yeteneğini elinden almaz mı onun? Narsisizm, insanı toplum dışına itmez mi?
Aşın ölçülere vardığı zaman da bir deli durumuna getirmez mi onu? Aşınya
kaçan bireysel narsisizmin, toplumsal yaşamı tümüyle engelleyici ciddi bir
neden oluşturacağı kuşku götürmez. Bu doğruysa, narsisizmin yaşamı sürdürme
ilkesiyle çatıştığı söylenebilir; çünkü birey yaşamını ancak kendisini
topluluklar içinde bir düzene sokarak sürdürebilir. Hiç kimse tek başına
kendisini doğanın tüm tehlikelerine karşı koruyamadığı gibi yalnızca
topluluklar içinde yapılabilecek çeşitli işleri de tek başına başaramaz.
Öyleyse ortaya şöyle çelişkili bir sonuç çıkıyor: Narsisizm yaşamı
sürdürebilmek için gereklidir; ama yaşam için bir tehlikedir de. Bu çelişki
iki yönde çözülebilir. Bunlardan biri yaşamı sürdürmeyi sağlayan narsisizmin
maksimal değil optimal narsisizm olmasıdır, açık söylersek biyolojik açıdan
gerekli olan narsisizmin yoğunluğu toplumsal işbirliğiyle bağdaşabilecek
derecede bir narsisizme indirgenmiştir. Çözümlerin ikincisi bireysel
narsisizmin topluluk narsisizmine dönüştürülmesidir; bu durumda narsisist
tutkunun nesneleri birey yerine boy, ulus, din, ırk vb. olmuştur. Böylece
narsisist enerji korunmuş, ama bireyin yaşamını sürdürmekten çok topluluğun
yaşamım sürdürebilmek amacıyla kullanılmış olur. Topluluk narsisizmini ve
bunun toplumbilimsel işlevini ele almadan önce hastalıklı narsisizmi
incelemek istiyorum.
Narsisist bağlılığın en tehlikeli sonucu akılsal yargıların
çarpı-tılmasıdır. Narsisist bağlılığın nesnesi, nesnel değer yargılarına
vurularak değil benim bir parçam olduğu ya da benim olduğu için değerli
(iyi, güzel, akıllı, vb.) sayılır. Narsisist değer yargısı, önyargılı ve
yan-tutucudur. Bu önyargı çoğunlukla şu ya da bu biçimde akla uydurulur; bu
akla uydurma işlemi kişinin zekâsına ve gelişmişlik derecesine göre az ya da
çok çarpıtılmış olabilir. Bir sarhoşun narsisizmine baktığımızda çarpıtılma
açıkça görülür. Karşımızda boş laflar eden sıradan bir adam vardır; ama
bunları dünyanın en güzel, en ilginç sözlerini söylüyormuş gibi bir hava ve
ses tonuyla söylemektedir. Sarhoş kişi öznel olarak yalancı bir "üstünlük"
duygusu içindedir; aslında kendini bir şey sanmaktadır. Bu örneklerle aşırı
narsisist insanın konuşmalarının ille de sıkıcı olacağını anlatmak
istemiyorum. O insan yetenekli ya da zeki birisiyse ilginç fikirler
üretecek, bunları iyi değerlendirebilirse yargılan bütünüyle yanlış
olmayacaktır. Ama narsisist kişi kendi ürettiği şeyleri zaten değerli saymak
eğilimindedir; üretilen şeylerin gerçek niteliği, değerlendirmede
belirleyici rol oynamaz. ("Olumsuz narsisizm" durumundaysa bunun karşıtı
geçerlidir. Böyle bir kişi sahi-bolduğu her şeyin değerini küçültme
eğilimindedir; yargılarında da öteki narsisist kişi ölçüsünde yantutucudur.)
Narsisist kişi, narsisist yargılarının çarpıtılmış olduğunu farkedebilse
durum bu denli kötü ol-. mazdı belki. O zaman kendi narsisist
yantutuculuğuna karşı alaycı bir tutum edinirdi — ya da edinebilirdi. Ama
buna pek rastlanmaz.
Çoğunlukla o kişi yantutucu olmadığına, yargılarının nesnel ve gerçekçi
olduğuna inanır. Bu durum o kişinin düşünme ve yargılama yetisinin büyük
ölçüde çarpıtılmasına yol açar; kişi hiç durmadan kendisiyle, ne olduğuyla
uğraştığı için bu yeteneği körelmiştir. Aynı biçimde narsisist kişi
yargılarında da "kendisi" olmayan ya da kendisinin olmayan şeylere karşı
olumsuz bir tutum içindedir. Dıştaki ("ben olmayan") dünya değersiz,
tehlikeli ve ahlâksızdır. Öyleyse narsisist insan çok büyük bir
çarpıtılmanın içinde demektir. Kendisini, kendisinin olan şeyleri aşın
değerli bulur. Kendisinin dışında kalan her şeyse değersizdir. Burada aklın
ve nesnelliğin uğradığı zedelenmenin ne denli büyük olduğu açıkça görülür.
Narsisizmde daha da tehlikeli, hastalıklı bir etken narsisizm durumunda
oluşturulan tutuma yöneltilen eleştirilere karşı gösterilen duygusal
tepkidir. Eleştiri yerindeyse, kötü bir niyetle yapılmamışsa insan normal
olarak yaptıklan ya da söylediklerinin eleştirilmesine kızmaz. Oysa
narsisist kişi eleştirildiğinde büyük bir kızgınlıkla tepki gösterir.
Eleştirinin yerinde olduğunu narsisizminden dolayı göremediği için, bunu
düşmanca bir saldm olarak görme eğilimindedir. Öfkesinin neden bu denli
yoğun olduğunu ancak narsisist insanın dış dünyayla ilişkisinin kopuk
olduğunu, bunun sonucu olarak da onun çok yalnız ve korkak bir insan
olduğunu düşünürsek anlayabiliriz. Bu kişi yalnızlık ve korkaklığını
narsisist bir biçimde kendini-büyükgörerek ödünlemektedir. Dünya kendisiyse,
dışarda onu korkutabilecek başka bir dünya olamaz; kendisi her şeyse, yalnız
değildir o zaman; bunun sonucu olarak narsisizmi zedelendiğinde tüm
varlığının tehlikeye girdiği duygusuna kapılır. Korkusuna, kendini
büyük-görmesine karşın, tek savunma yolu tehlikeye girdiğinde korkusu ortaya
dökülerek yoğun bir öfkeye dönüşür. Tehlikeyi uygun davranışlarla azaltmak
için hiçbir şey yapamadığından öfkesi daha da çoğalır, narsisist güvenliği
tehlikeye sokan şeyden onu ancak eleştirmenin —ya da kendisinin— ortadan
kalkması kurtarabilir.
Zedelenmiş narsisizmin sonucunda doğan bu öfke patlamasının yerini
alabilecek başka bir tepki de ruhsal çöküntüdür. Narsisist kişi, özdeşlik
duygusuna kendini-büyük-görerek ulaşır. Dıştaki dünya onun için bir sorun
oluşturmaz, ağırlığıyla bir baskı yapmaz ona, çünkü o kişi
kendisi bir dünya olmayı başarmıştır; kendini her şeyi bilen, her şeye gücü
yeten bir kişi olarak görür. Narsisizmi zedelendiğinde birçok nedenle,
örneğin kendini eleştiren kişi karşısında duyduğu öznel ya da nesnel
ezilmişlik yüzünden öfkelenemezse, ruhsal bir çöküntüye uğrar. Dünyayla
ilişkisi de, dünyaya karşı ilgisi de yok olur; kendisini dünyayla olan
ilişkilerinin merkezi olacak biçimde geliştirmediği için hiçbir şey ve hiç
kimse değildir artık. Narsisizmini sürdüremeyecek ölçüde zedelenmiş Ben'i
çöküntüye uğrar, bu yıkılışın yarattığı öznel tepki de ruhsal çöküntüye
dönüşür. Melankolide görülen yas tutma öğesi bence, çöküntü içindeki kişinin
olağanüstü saydığı "Ben" inden oluşan narsisist imgenin ölümüne tuttuğu
yastır.
Narsisist kişinin bu tür zedelenmelerden delicesine kaçınmasının nedeni,
narsisizminin zedelenmesiyle ortaya çıkacak ruhsal çöküntüden korkmasıdır.
Bu korkudan kaçmanın çeşitli yollan vardır. Bu yollardan biri narsisizmin
yoğunluğunu hiçbir dış eleştiri ya da başarısızlığın gerçekten
etkileyemeyeceği ölçüde artırmaktır. Başka deyişle narsisizmin yoğunluğu
tehlikeleri uzak tutacak ölçüde artırılır. Bu da elbette kişinin, kendini
ruhsal çöküntü tehlikesinden korumaya çalışırken psikoza dek varabilecek
ağır ruh hastalıklarına doğru sürüklenmesine
yolaçabilir.
Bununla birlikte narsisist kişinin bu korkudan kurtulmak için başvuracağı
bir çözüm yolu daha vardır; bu yol o kişi için daha doyurucu, ama başkaları
için daha tehlikelidir. Bu çözüm, narsisist kişinin dış gerçekliği kendi
narsisist imgesine uydurmak üzere bir ölçüde değiştirme çabasıdır. Buna
örnek olarak bir perpetuum mobile* bul-' duğunu sanan, ama aslında bulduğu
şey hiç de önemli olmayan narsisist mucidi gösterebiliriz. Başka bir önemli
çözüm de başka birisinin, olabilirse milyonlarca insanın onayını
kazanmaktır. Bunlardan birincisi folie â deux** (bazı evlilikler ve
dostluklar bu temel üzerine kurulmuştur) ikincisiyse içlerindeki psikozun
patlayarak ortaya dökülmesini milyonların alkışını ve onayını alarak
engellemeye çalışan ünlü kişilerdir. Bu sonuncusuna en iyi örnek Hitler'dir.
Aşırı bir narsisist olarak Hitler milyonlarca insanı kendi imgesine
inandırmasa, "Üçüncü Re-ich'ın bin yıl süreceği" konusunda olmayacak
düşlerine kendisi ciddi
* Perpetuum mobile: sürekli şekilde hareket sağlayan bir kaynak. (Çcv.) **
Folie â deux: iki kişinin ortaklaşa olarak yaşadığı bir çeşit delilik.
(Çev.)
olarak inanmasaydı, giderek gerçekliği, kendisini izleyenlere haklı
görünecek biçimde değiştirmeseydi, yalnızca psikozunu açıkça dışanya vurmuş
bir hasta olarak yaşardı. (Yenilgiye uğradıktan sonra Hitler için kendini
öldürmekten başka çıkar yol kalmamıştı; çünkü onun için narsisist imgesinin
yıkılışı gerçekten dayanılamayacak birşeydi.)
Tarihte hastalıklannı dünyayı değiştirip narsisizmlerine göre çarpıtarak
"tedavi eden" megalomanyak önderlere daha pek çok örnek vardır. Bunlar tüm
eleştirmenleri ortadan kaldırmaya çalışırlar; çünkü kendileri için aklın
sesinin yarattığı tehlikeye dayanamazlar. Caligula ve Neron'dan Stalin ve
Hitler'e dek bu kişilerin kendilerine inanan insanlar bulma, gerçekliği
narsisizmlerine uyacak biçimde çarpıtma, tüm eleştirmenleri yoketme
gereksinmeleri çok büyük ve sınırsızdır; çünkü bu gereksinmeler onlann,
deliliklerinin ortaya dökülmesini önlemek için giriştikleri umutsuz
çabalardır. Bu önderlerdeki delilik öğesi aynı zamanda çelişik bir biçimde
başanlı kılar onlan. Bu delilik öğesi onlara, normal insanlan çok etkileyen
kesin kararlılık, yaptıklarından kuşkulanmama gibi özellikler kazandım.
Söylemek gereksiz; dünyayı değiştirme, başkalanna kendi fikirlerini, hasta
düşlerini kabul ettirebilme gereksinmesi psikozlu olsun olmasın normal
insanda bulunmayan yetenekler ve ustalıklar gerektirir.
Narsisizmi bir hastalık olarak incelerken, bunun iki türü arasında ayrım
gözetmek önemlidir — bunlardan biri tehlikesiz narsisizm, öteki de
hastalıklı narsisizm'dii. Tehlikesiz türünde narsisizmin nesnesi, kişinin
kendi çabalan sonucu ortaya çıkan bir şeydir. Örneğin kişi marangoz, bilim
adamı ya da çiftçi olarak yarattıklanndan narsisist bir kıvanç duyabilir.
Narsisizminin nesnesi kendi çabalannın sonucunda ortaya çıktığı için, kendi
yapıtlarına, kendi basanlarına duyduğu aşın ilgi hiç durmadan çalışma
sürecine, kullandığı malzemelere duyduğu ilgiyle dengelenir. Tehlikesiz
narsisizmi yaratan etkenler bu yüzden kendi kendilerini denetler. Çalışmayı
sürdürmek için gerekli enerji büyük ölçüde narsisist özellik taşır; ama
ortaya konan yapıt gerçeklikle bağlantı kurmak zorunda olduğundan narsisizm
sürekli denetlenir, belli sınırlar içinde tutulur. Birçok narsisist kişinin
aynı zamanda büyük bir yaratıcılık gücüne sahibolması bu mekanizmayla
açıklanabilir.
Hastalıklı narsisizmdeyse narsisizmin nesnesi kişinin yaptığı ya da ürettiği
bir şey değil sahibolduğu bir şeydir; örneğin bedeni, dış görünüşü, sağlığı,
zenginliği vb. Bu tür narsisizmin hastalıklı oluşu burada tehlikesiz
narsisizmde gördüğümüz denetleyici öğenin bulunmama-sındandır. Başardığım
bir şeyden ötürü değil de sahibolduğum bir nitelikten ötürü "büyük"sem o
zaman, hiç kimseyle, hiçbir şeyle ilgilenmem, hiçbir çaba göstermem
gerekmez. Büyüklüğümü sürdürebilmek için kendimi gerçeklikten gitgide daha
çok soyutlarım; tehlikeden daha iyi korunabilmek için kendime hayranlığımı
daha da artırmak zorunda kalırım; öyle ki sonunda boş hayallerimin ürünü
olarak kendine hayran olacak biçimde şişirilmiş bir Ben çıkar ortaya. Bu
yüzden hastalıklı narsisizm kendi kendine sınır koyamaz; sonuç olarak ilkel
bir biçimde tekbenci olup çıkar; yabancılardan aşın bir biçimde korkar.
Başarmayı öğrenen kişi başkalarının da aynı şeyleri aynı yollarla
başardığını bilir — narsisizmi yüzünden kendi basanlarının başkalannınkinden
üstün olduğuna inansa bile böyledir bu. Hiçbir şey başarmamış kişi
başkala-nnın başanlannı değerlendirmekten çok uzaktır; bu yüzden de
narsisist kendini beğenmişliği içine gün geçtikçe daha çok gömülerek kendini
çevresinden koparmaya, böylece herkesten soyutlamaya itilecektir.
Buraya dek bireysel narsisizmi yaratan öğeleri tanımladık: olguyu, bu
olgunun biyolojik işlevini ve hastalıklı biçimini inceledik. Bu tanımdan
yola çıkarak toplumsal narsisizm olgusunu, bu olgunun bir şiddet ve savaş
kaynağı olarak oynadığı rolü daha iyi anlayabiliriz.
Aşağıdaki tartışmanın özü kişisel narsisizmin topluluk narsisizmine
dönüşmesi olacaktır. Topluluk narsisizminin toplumsal işlevinin bireysel
narsisizmin biyolojik işlevine koşut olduğunu belirterek başlayabiliriz işe.
Varlığını sürdürmek isteyen örgütlü bir topluluk açısından üyelerin
narsisist enerjiyle yüklenmesi gereklidir. Topluluğun ayakta kalabilmesi,
topluluk üyelerinin buna kendi yaşamlan ölçüsünde, giderek yaşamlanndan çok
önem vermeleriyle sağlanır, dahası, o topluluğun üyeleri kendi
topluluklarının öteki topluluklardan daha erdemli, daha üstün olduğuna
inandınlmalıdırlar. Bu tür narsisist birikim olmazsa, topluluğun ayakta
kalmasını sağlayan gerekli enerji ya da topluluk uğruna yapılan özveriler
büyük ölçüde azalır.
Topluluk narsisizmini yaratan öğeler arasında bireysel narsisizmle ilgili
olarak ele aldığımız benzer olgulan bulabiliriz. Burada da narsisizmin
tehlikesiz ve hastalıklı türleri arasında aynm gözetebiliriz. Topluluk
narsisizminin nesnesi herhangi bir şeyin başanlmasıysa, yukarıda incelenen
diyalektik süreç aynıyla yer alır. Yaratıcı bir şey başarma gereksinmesi
topluluk tekbenciliğinin yarattığı dar çemberin kınlmasını, ilginin
başarılmak istenen amaca yöneltilmesini zorunlu kılar. (Bir topluluğun
amaçladığı basan toprak ele geçirmekse gerçekten üretici bir çabanın
getirdiği yararlı etki büyük ölçüde yok olacaktır.) Öte yandan topluluk
narsisizminin nesnesi topluluğun kendisi, görkemliliği, geçmişteki
basanları, üyelerinin bedensel sağlamlığıysa o zaman yukanda sözü edilen
karşıt eğilimler gelişemeyecek narsisist eğilimle bunun getirdiği tehlikeler
gittikçe artacaktır. Elbette gerçek yaşamda bu iki öğe çoğu zaman birbirine
kanşmış olarak görülür.
Topluluk narsisizminin şimdiye dek ele almadığımız başka bir toplumsal
işlevi daha vardır. Bir toplum, üyelerinin çoğunu ya da büyük bir kesimini
yeterince besleyemiyorsa, toplumsal huzursuzluğu önleyebilmek için
hastalıklı bir narsisizmle doyum sağlamai: zorundadır onlara. Ekonomik ve
kültürel açıdan yoksul olan insanlar için o topluluğun bir üyesi olmanın
verdiği narsisist kıvanç tek —ve çoğu zaman çok etkili— bir doyum
kaynağıdır. Yaşamı kendilerine "ilginç" bir şey getirmediği, ilgilerini
geliştirecek olanaklan sağlayamadığı için bu insanlar aşın bir narsisizm
geliştirebilirler. Bu olgunun en iyi örnekleri son yıllarda Hitler
Almanya'sında, bugün de Amerika'nın Güney'inde görülen ırksal narsisizmdir.
Her iki örnekte de ırksal üstünlük duygusunun özü aşağı orta sınıftan
kaynaklanmıştır. Durum bugün de aynıdır; Almanya gibi Amerika'nın Güneyi'nde
de ekonomik ve kültürel açıdan gelişmemiş, (köhnemiş, cançekişen bir
toplumun kalıntılan olduğu için) hiçbir gerçekçi gelişme umudu kalmamış olan
bu geri kalmış sınıfın bir tek doyum yolu vardır: Kendini dünyada en büyük
hayranlığı toplayan topluluk sayarak, aşağı ırk diye damgalanan bir ırksal
gruba üstünlük taslayarak kendi imgesini şişirmek. Bu geri kalmış
topluluk-lann üyeleri şu duygular içindedir: "Yoksul ve kültürsüz olsam da
önemli bir kişiyim ben, çünkü bugüne dek dünyanın gördüğü en üst topluluğun
üyesiyim — "Beyaz'ım" ya da "Hıristiyan'ım."
Topluluk narsisizmini görebilmek bireysel narsisizmi görebilmekten daha
zordur. Birisinin çıkıp da başkalarına şunları söylediğini düşünelim: "Ben
(ve benim ailem) dünyanın en üstün insanlarıyız; bizden temiz, bizden zeki,
bizden iyi, bizden dürüst insan yoktur, öteki insanların hepsi pis, aptal,
ahlâksız ve sorumsuzdur." Pek çok kimse bu insanın kaba, dengesiz, giderek
deli olduğunu düşünecektir. Oysa bağnaz bir konuşmacı, kitlenin karşısına
çıkıp da "Ben" ve "benim ailem" yerine ulus (ya da ırk, din, siyasal parti
vb.) koyarak bir konuşma yaparsa ülkesini, Tann'yı vb. seven bir insan
olarak övülecek, değerli bulunacaktır. Öte yandan başka uluslardan ve başka
dinlerden olanlar horgörüldükleri için böyle bir konuşmaya kızacaklardır.
Yüceltilen topluluğun içinde her bireyin kişisel narsisizmi doğrulanacak,
milyonlarca kişinin paylaştığı bu yargılar akla uygunmuş gibi görünecektir.
(Halkın çoğunluğunun akla uygun olarak kabul ettiği şey halkın tümünün
değilse bile büyük bir kesiminin kabul ettiği bir şeydir; pek çok insanın
gözünde "akla uygunluk" yargısını akıl değil toplumun onayı belirler.) Bir
bütün olarak topluluk, varlığını sürdürebilmek için narsisizme gereksinme
duyduğu sürece topluluk narsisist tutumlarını artıracak, bu tutumları
özellikle gayet haklı ve erdemli tutumlar olarak gösterecektir.
Narsisist tutumun yayıldığı topluluğun yapısı ve boyutları tarih boyunca
değişiklikler göstermiştir. İlkel kabile ya da boylarda yalnızca birkaç yüz
üye vardır; burada insan henüz "bireyliği"ni kazanmamıştır; kendi
topluluğuna henüz koparılmamış olan "ilkel bağlar"la, kan bağlarıyla
bağlıdır.10 Bu nedenle boya olan narsisist bağlılık, üyelerin boy dışında
duygusal bir varlık geliştirememelerinden dolayı çok güçlüdür.
insan ırkının gelişiminde toplumsallaşmanın gittikçe arttığım görebiliriz;
kan bağlılığına dayanan ilk küçük topluluklar zamanla ortak bir dile, ortak
bir toplumsal düzene ve ortak bir inana dayanan daha büyük topluluklara
dönüşmüşlerdir. Topluluğun çapının büyümesi, ille de narsisizmin hastalıklı
niteliklerinin azalması anlamına gelmez. Daha önce de belirtildiği gibi
"Beyazlar"ın ya da "Hıristiyanlar"ın topluluk
' Bkz. E. Fromm'un Özgürlükten Kaçış'ta ilkel bağlan incelemesi.
narsisizmleri tek bir kişideki aşın narsisizm ölçüsünde hastalıklı olabilir.
Bununla birlikte daha büyük grupların oluşmasına yol açan toplumsallaştırma
süreci içinde, kendi aralarında kan bağlılığı bulunmayan başka birçok
değişik insan topluluğuyla işbirliği yapma gereksinmesi, topluluğun içindeki
narsisizm yükünü ters yönde etkiler. Tehlikesiz bireysel narsisizmi
incelerken ele aldığımız durum burada da geçerlidir: Büyük topluluk (ulus,
devlet ya da din) araç gereç, kültür ya da sanatsal üretim alanında değerli
bir şey yaratmayı narsisist onurunun nesnesi olarak benimsediği sürece, bu
alanlarda yapılan çalışma narsisizmin yoğunluğunu azaltacaktır. Roma Katolik
Kilisesi'nin tarihi, büyük bir topluluk içinde çeşitli narsisizmlerin
karışmasına ve bu karışıma tepki gösteren güçlere iyi bir örnektir. Katolik
Kilisesi içinde narsisizme tepki gösteren öğelerin birincisi, insanın
evrenselliği kavramı dolayısıyla "Katoliklik"in artık belli bir kabile ya da
ulusun malı olmadığıdır. İkincisi de Tanrı fikrinin kabul edilmesinden sonra
putların yadsınmasından doğan kişisel alçakgönüllülük fikridir. Tann'nın
varlığını kabul etmek hiç kimsenin Tanrı olamayacağını, her şeyi yapıp her
şeyi bilemeyeceğini kabul etmek demektir; böylece insanın narsisizmine
kapılarak kendini putlaştırmasına kesin bir sınır getirilmiş olur. Ama bu
arada Kilise yoğun bir narsisizm geliştirmiştir; Kilise'nin tek kurtuluş
yolu, Papa'nın da İsa'nın Vekili olduğuna inanan din adamları, olağanüstü
bir kurumun üyeleri olarak yoğun bir narsisizme kapılmışlardır. Aynı şey
Tann'yla olan ilişkide de görülür; Tann'nın her şeyi bilme, her şeye gücü
yetme niteliği insanın Tann karşısında alçakgönüllü olmasına yol açacağına,
birey kendini Tann'yla özdeşleştirmiş, bu özdeşleşme süreci içinde
olağanüstü bir narsisizm geliştirmiştir.
Narsisist ya da narsisist olmayan işlev arasındaki bu belirsizlik Budizm,
Musevilik, İslâmiyet ve Protestanlık gibi büyük dinlerin çoğunda görülür.
Katolikliği ele alışım yalnızca bunun iyi bilinen bir örnek olmasından değil
daha çok Roma Katolik dininin aynı tarihsel dönem içinde on beşinci ve on
altıncı yüzyıllarda, hem insancıl hem de şiddetli ve bağnaz bir dinsel
narsisizmin temeli olmasındandır. Kilise'nin içindeki ve dışındaki
hümanistler Hıristiyanlığın kaynağı olan bir insancılık adına
konuşuyorlardı. Cusa'lı Nicholas herkese karşı dinsel hoşgörüden yanaydı;
Ficino'nun öğretisine göre sevgi tüm yaratıklann
temel gücüydü; Erasmus karşılıklı anlayış ve Kilise'nin
demokratikleştirilmesini istiyordu; Kilise yasalarına başkaldıran Thomas
More evrensellik ve insanca dayanışma ilkeleri uğruna öldü; Nicholas ve
Erasmus'un çizgisini sürdüren Postel de evrensel banş ve dünya birliğinden
söz ediyordu; Pico della Mirandola'yı izleyen Siculo da büyük bir coşkuyla
insanın onurunu, akıl ve erdemini, kusursuzluk yetisini vurguluyordu.
Hıristiyan insancılığı görüşü içinde yetişen bu insanlar ve daha pek
çokları, evrensellik, kardeşlik, onur ve akıl adına konuşuyorlar, hoşgörü ve
barış uğrunda savaşıyorlardı.11
Bu kişilerin karşısına her iki yandan, hem Luther'den hem de Ki-lise'den
bağnaz güçler çıktı. Bu insancılar yıkımdan kaçmaya çalışıyorlardı; sonunda
her iki yandaki bağnaz güçler ağır bastı. Dinsel kıyım ve savaş Otuz Yıl
Savaşlan'nın getirdiği yıkımla son buldu; bu yıkım insancılığın gelişmesine
öyle büyük bir darbe indirdi ki Avrupa bugün bile kendini toparlayamamıştır
(insan burada üç yüz yıl sonra sosyalist insancılığı yok eden Stalin
örneğini düşünmeden edemiyor). Geriye dönüp on altı ve on yedinci
yüzyıllardaki dinsel nefrete baktığımızda o zamanki akıldışı durumu açık
seçik görebiliriz. Her iki yan da Tann, İsa ve sevgi adına konuşuyor, ancak
genel ilkelerle karşılaştırıldığında ikinci derecede olan bazı noktalarda
ayrılıyordu. Oysa her iki yan da birbirinden nefret ediyor, insanlığın kendi
dinsel inançlarının bittiği yerde sona erdiğine içten inanıyordu. Kişinin
kendi durumunu üstün görmesinin, bunun dışında her şeyden nefret etmesinin
özünde kendine hayranlık yatar. "Biz" hayran olunacak durumdayızdır; "onlar"
nefret edilecek durumdadırlar. "Biz", iyiyizdir, "onlar" kötüdürler. Kişinin
kendi öğretisine yöneltilen her türlü eleştiri, kötü niyetli ve dayanılmaz
bir saldırıdır; karşı tarafın durumunu eleştirmekse, onların hakikate
dönmelerine yardım etmek için yapılan iyi niyetli bir girişimdir.
Yenidendoğuş'tan başlayarak bu iki büyük karşıt güç, topluluk narsisizmi ve
insancılık, kendi çizgilerinde gelişmişlerdir. Ne yazık ki topluluk
narsisizminin gelişmesi insancılığı geride bırakmıştır. Ortaçağ' in
sonlanyla Yeniden-doğuş sıralarında Avrupa'da siyasal ve dinsel bir
insancılığın doğması umudu belirmişse de bu umut gerçekleşememiştir.
11 Bkz. Friedrich Heer'in Die dritte Kraft (Üçüncü Güç) adlı olağanüstü
güzellikteki yapıtı (S. Fischer Verlag, 1960).
Topluluk narsisizminin, yeni biçimleri türeyerek sonraki yüzyılları
etkilemiştir. Bu topluluk narsisizmi dinsel, ulusal, ırksal, siyasal binbir
biçime girmiştir. Katoliklere karşı Protestanlar; Almanlar'a karşı
Fransızlar; Karaderililere karşı Beyazlar; Yahudiler'e karşı Hıristiyanlar;
kapitalistlere karşı komünistler; içerikleri ne olursa olsun bunların
hepsinde ruhbilimsel açıdan aynı narsisist olguyla, bu olgunun sonucunda
ortaya çıkan bağnazlık ve yıkıcılık söz konusudur.12
Topluluk narsisizmi gelişirken onun karşıtı olan şey de —insancılık da—
gelişiyordu. On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda —Spinoza, Leibniz,
Rousseau, Herder ve Kant'tan Goethe'ye ve Marx'a dek— insanların bir olduğu,
her bireyin kendi içinde tüm insanlığı taşıdığı, doğuştan üstün olduğunu
savunacak hiçbir ayrıcalıklı topluluğun bulunamayacağı görüşü önem kazandı.
Birinci Dünya Savaşı insancılığa indirilen ağır bir darbe olarak topluluk
narsisizminin çılgınca çoğalmasına yol açtı: Birinci Dünya Savaşı'na katılan
ülkelerin hepsinde görülen ulusal isteri, Hitler'in ırkçılığı, Stalin'in
partiyi putlaştırması, Müslüman ve Hindu dinlerinin bağnazlaşması, Batı'daki
bağnaz anti-komünizm, Topluluk narsisizminin bu çeşitli belirtileri dünyayı
tümden yokolmanın eşiğine getirdi.
insanlığı bekleyen bu tehlikeye tepki olarak insancılığın bugün birçok
ülkede, değişik ideolojilerin temsilcileri arasında yeniden doğmakta olduğu
görülebilir; Katolik ve Protestan dinbilimcilerin, toplumcu ve
toplumcu-olmayan düşünürlerin arasında köktenci insancılar vardır. Tümden
yıkım tehlikesi, yeni insancıların fikirleri ve yeni iletişim araçlarıyla
tüm insanlar arasında kurulan bağlar gibi şeylerin topluluk narsisizmini
ortadan kaldırmaya yetip yetmeyeceği insanlığın yazgısını belirleyen etken
olacaktır.
Topluluk narsisizminin yoğunlaşması —olsa olsa din, ulus, ırk ve parti
narsisizmi diye ad değiştirmesi— gerçekten çok şaşırtıcı bir olgudur. Bu
şaşırtıcılık, her şeyden çok, daha önce de incelediğimiz gibi
Topluluk narsisizminin localar, küçük dinsel mezhepler, "eski okul
arkadaşlıkları" vb. gibi küçük toplulukları içeren daha zararsız biçimleri
vardır. Bunlarda narsisizmin yoğunluğu büyük topluluklara göre az olmasa da
narsisizm o denli tehlikeli değildir, çünkü toplulukların gücü sınırlı, bu
yüzden de zarar verme olanakları küçüktür.
Yenidendoğuş'tan bu yana insancı güçlerin gelişmesinden gelmektedir. Bundan
başka gelişmekte olan bilimsel düşünce, narsisizmi anlamsız kılmaktadır.
Bilimsel yöntem nesnellik ve gerçekçilik gerektirir; dünyayı kendi istek ve
korkularımıza göre çarpıtmadan olduğu gibi görebilmeyi zorunlu kılar. Gerçek
veriler karşısında alçakgönüllü olmayı, her şeyi bilebilme ve her şeye gücü
yetme umutlarından vazgeçmeyi gerektirir. Eleştirel bir biçimde düşünebilme,
deneylere girişme, kanıt bulma gereksinmesi duyma, kuşkulu bir tutum edinme
— bunların hepsi bilimsel çalışmanın özellikleri ve narsisist eğilime karşıt
olan tutumu belirleyen yöntemlerdir. Kuşkusuz bilimsel düşünme yönteminin
çağdaş yeni insancılığın gelişmesi üzerinde büyük etkisi olmuştur; günümüzde
en başarılı doğabilimcüerin çoğunun insancı olmaları da bir rastlantı
değildir. Ne var ki Batı'daki insanların büyük bir çoğunluğu bilimsel
yöntemi okulda, üniversitede "öğrenmiş" olsalar da bilimsel ve eleştirel
düşünme yöntemini hiçbir zaman gerçekten tanımamışlardır. Doğa bilimleri
alanında birçok profesyonel bile birer teknisyen olarak kalmış, bilimsel bir
tutum edinememiştir. Halkın çoğunluğunu düşünecek olursak, bunlara öğretilen
bilimsel yöntem daha da az etkili olmuştur. Yüksek öğretimin kişi ve
topluluk narsisizmini bir ölçüde yumuşatıp azalttığı söylense de öğrenim,
"eğitilmiş" birçok insanı çağdaş topluluk narsisizminin belirtileri olan
ulusal, ırksal ve siyasal eylemlere coşkuyla katılmaktan alıkoyamamıştır.
Bilim hiç beklenmedik bir biçimde narsisizme yepyeni bir nesne yaratmıştır —
teknik. İnsanın daha önce akla bile gelmeyen şeyleri yaratmaktan, radyoyu,
televizyonu, atom gücünü, uzay yolculuğunu bulmaktan, dünyayı tümüyle
yokedebilecek bir güç geliştirmekten duyduğu narsisist kıvanç ona kendi
kendini büyük görmesine neden olacak yepyeni bir nesne kazandırmıştır.
Modern çağda narsisizmin gelişmesi sorununu incelerken Freud'un, Copernicus
ve Darwin'in (Freud'un kendisinin de) insanın narsisizmini büyük ölçüde
zedeledikleri konusundaki sözleri geliyor akla; çünkü bunlar insanın evrende
eşsiz bir rol oynadığı, temel ve vazgeçilmez bir varlık olduğu inancını
yıkmışlardır. Bu yolla zedelenmiş olsa da insanın narsisizmi sanıldığı
ölçüde azalmış değildir, insan bu zedelenmeye karşı narsisizmini ulus, ırk,
siyasal inanç, teknik gibi başka nesnelere dönüştürerek tepkide bulunmuştur.
Topluluk narsisizmi hastalığıyla ilgili en belirgin, en çok rastlanan
belirti, bireysel narsisizmde de görüldüğü gibi nesnelliğin ve akla uygun
yargıların bulunmamasıdır. Zavallı Beyazlann Karaderililerle ilgili ya da
Naziler'in Yahudilerle ilgili yargılarına bakarsak bu yargıların
çarpıklığını kolaylıkla görebiliriz. Küçük küçük gerçekler bir araya
toplanır; oysa bu yolla oluşturulan bütün, yalanlar ve uydurmalarla doludur.
Siyasal eylemler narsisist bir biçimde kendini yüceltmeden kaynaklandığında
nesnelliğin bulunmaması yüzünden büyük yıkımlar doğar. Yüzyılımızın ilk
yansında ulusal narsisizmin sonuçlarının en belirgin iki örneğine tanık
olduk. Birinci Dünya Savaşı'ndan yıllar önce Fransızlarca benimsenen resmi
stratejik öğretide Fransız ordusunun ağır toplara ya da çok sayıda makineli
tüfeğe gereksinme duymadığı savunuluyordu; Fransız askeri Fransızlar'a özgü
gözüpeklik ve saldırganlık ruhuyla öylesine doluydu ki düşmanı yenebilmesi
için yalnızca süngüsü yeterdi. Sonuç binlerce Fransız askerinin Alman
makineli tüfekleriyle biçilmesi oldu; Fransızları yenilgiden kurtaran tek
şey Al-manlar'ın stratejik planlarındaki bazı yanlışlarla daha sonra yapılan
Amerikan yardım olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'nda da buna benzer bir yanlışı
Almanlar yapmıştır. Aşın kişisel narsisizmi yüzünden Hitler milyonlarca
Alman'ın topluluk narsisizmini kışkırtmış, Almanya'nın gücünü olduğundan çok
büyütmüş, yalnızca Birleşik Amerika'nın gücünü değil —öteki narsisist
general Napoleon gibi— Rusya'daki kışın etkisini de küçümsemişti. Zeki
olmasına karşın Hitler gerçekliği nesnel bir gözle göremiyordu; çünkü onun
kazanma ve yönetme tutkusu silâhlann, iklimin gerçekliklerine ağır
basıyordu.
Topluluk narsisizmi de tıpkı bireysel narsisizm gibi doygunluğa gereksinme
duyar. Bir düzeyde bu doygunluk insanın kendi topluluğunun üstün, öteki
bütün topluluklannsa aşağı olduğuna ortaklaşa inanmakla sağlanır. Dinsel
topluluklarda bu doygunluk şu kolay varsayımla kazanılır: Benim topluluğum
gerçek Tann'ya inanan tek topluluktur; bu yüzden tek gerçek Tann benim Tannm
olduğuna göre öteki topluluklann hepsi saptınlmış, inançsız kişilerle
doludur. Bir topluluğun üstünlüğünü kanıtlamak için Tann'ya başvurulmasa
bile topluluk narsisizmi dinsel olmayan bir düzeyde benzer sonuçlara
ulaşabilir. Birleşik Amerika'nın ve Güney Afrika'nın birçok yerlerinde
Beyazlann
Karaderililerden üstün oldukları yolundaki narsisist inançları bir
topluluğun başka bir topluluk karşısında özüstünlük ve küçümseme duygusunun
sınır tanımadığını gösteriyor. Ama bir topluluğun narsisist bir biçimde
kendini beğenmesinin getirdiği doygunluğun, gerçeklik içinde bir ölçüde
doğrulanması da gerekir. Alabama ve Güney Afrika'daki Beyazlar Karaderililer
üzerinde toplumsal, ekonomik ve siyasal aynm gözeten yasalarla
üstünlüklerini gösterebildikleri sürece narsisist inançlarına bir gerçeklik
öğesi katılmış, böylece tüm narsisist düşünce sistemi doğrulanmış olacaktır.
Aynı mantık Naziler için de geçerlidir; onlara göre de Yahudiler'in tümüyle
ortadan kaldırılması, Hıristiyanların üstünlüklerini kanıtlayacaktı (bir
sadistin gözünde adam öldürmek, öldürenin üstünlüğünü kanıtlar). Bununla
birlikte narsisist bir üstünlük duygusu içinde olan topluluğun karşısında
narsisist doygunluğun nesnesi olarak kullanılacak küçük, çaresiz bir azınlık
yoksa topluluğun narsisizmi kolaylıkla askeri fetihlere kayacaktır; 1914'ten
önceki Pan-Almancıhk ve Pan-Slavcılık fikirlerinde izlenen yol bu olmuştur.
Her iki durumda da uluslar "seçkin ulus" olma rolünde ötekilere karşı
üstünlük duygularıyla doluydular, bu yüzden üstünlüklerini kabul etmeyen
uluslara saldırmakta kendilerini haklı görüyorlardı. Burada Birinci Dünya
Savaşı'nın "tek" nedeninin Pan-Almancılık ve Pan-Slavcılık hareketlerindeki
narsisizm olduğunu söylemek istemiyorum; ama bu hareketlerin bağnazlığı
savaşın patlamasına yol açan etkenlerden biriydi. Bunun ötesinde, savaşın
başlamasından sonra çeşitli hükümetlerin savaşı başarıya götürmek için
gerekli ruhsal koşul olarak ulusal narsisizmleri nasıl körüklemeye
çalıştıklarını da hiçbir şekilde unutmamak gerekir.
Topluluk narsisizmi zedelendiği zaman da bireysel narsisizmde incelediğimiz
öfke tepkisini görebiliriz. Tarihte topluluk narsisizmi simgelerinin
aşağılanmasının deliliğe yakın bir öfke yarattığını gösteren pek çok örnek
vardır. Bayrağa karşı saygısızlık; Tanrı'nın, imparatorun, önderin
aşağılanması; savaşın ya da toprağın yitirilmesi — bunların hepsi kitlelerde
şiddetli öç alma duygulan uyandırmış, sonunda yeni savaşlara yol açmıştır.
Zedelenen narsisizm ancak saldırganın ezilmesiyle, narsisizme yöneltilen
aşağılamanın ortadan kaldırılmasıyla kurtanlabilir. ister bireysel isterse
ulusal olsun öç alma
duygusu, çoğu zaman zedelenmiş narsisizmden, bu zedelenmeyi saldırganı
ortadan kaldırarak bir anlamda "tedavi etme" gereksinmesinden doğar.
Narsisist hastalığın son bir öğesini daha eklemek istiyorum bunlara. Aşın
narsisist bir topluluk kendisini özdeşleştirebileceği bir önder bulmak
ister. Topluluk, kendi narsisizmini yansıttığı bu öndere hayranlık duyar.
Aslında birlikte-yaşama ve özdeşleşmeden başka bir şey olmayan bu öndere
boyun eğme durumu içinde bireyin narsisizmi öndere aktarılır. Önder ne denli
büyükse onun izleyicileri de o denli büyük olacaktır. Bireysel yapılan
yüzünden, özellikle kendilerine hayran olan kişiler önderin peşine takılmaya
en yatkın olan kişilerdir. Kendisinin büyüklüğüne inanmış bu konuda hiçbir
kuşkusu olmayan önderin narsisizmi kendisine boyuneğenlerin narsisizmine son
derece çekici gelir. Yandeli önderler çoğu zaman en başarılı olanlardır; ama
nesnel yargıdan yoksun olmalan, yenilgi karşısında gösterdikleri öfkeli
tepkiler, her şeyi yapabilen bir insan imgesini koruma gereksinmeleri
yüzünden bunlar yanlışlara düşerek kendi yıkımlannı hazırlarlar. Ne var ki
narsisist kitlenin isteklerini doyuracak, yetenekli ama yan psi-kozlu
kişiler her zaman bulunabilir.
Buraya dek narsisizm olgusunu, bu olgunun hastalıklı biçimini, biyolojik ve
toplumsal işlevini ele aldık. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Narsisizm
tehlikesiz kaldığı, belli bir sının aşmadığı sürece gerekli ve değerli bir
eğilimdir. Bununla birlikte tanımımız tamamlanmış değildir, insan yalnızca
biyolojik ve toplumsal olarak varlığını sürdürmekle değil, değerlerle,
kendisini insan yapan değerlerin geliştirilmesiyle de uğraşır.
Değerler açısından bakıldığında narsisizmin akıl ve sevgiyle çeliştiği
açıkça görülür. Bunun aynntılı bir biçimde anlatılması gerekmez. Narsisist
eğilim —yoğunluğuna göre— yapısı gereği kişiyi gerçekliği olduğu gibi
görmekten, nesnel olarak algılamaktan alıkoyar; başka deyişle aklın
işleyişini kısıtlar. Narsisist eğilimin sevgiyi neden kısıtladığını
görebilmek bu denli kolay olmayabilir — özellikle Fre-ud'un bütün sevgilerde
güçlü narsisist bir tamamlayıcı öğe bulunduğunu belirten sözünü düşünürsek
iş daha da güçleşir; Freud'a göre bir kadına âşık olan erkek kadını kendi
narsisizminin nesnesi yapar; bu
yüzden erkeğin bir parçası olan kadın olağanüstü bir güçle arzulanan bir
varlık olur. Kadın da erkek karşısında aynı tutumu izleyebilir; böylece
sevgi değil de bir tür/o//e â deux (iki kişilik çılgınlık) olan "büyük aşk"
ortaya çıkar. Her iki kişi de narsisizmlerinden kurtulmuş değillerdir;
(başkaları şöyle dursun) birbirlerine karşı bile gerçek, derin bir ilgi
duyamazlar; alıngan ve kuşkuludurlar; büyük bir olasılıkla ikisi de
kendilerine taze, narsisist doyumlar sağlayacak yeni kişilere gereksinme
duyacaklardır. Narsisist kişinin gözünde eşi hiçbir zaman kendi haklan olan
ya da kendi gerçekliği içinde varolan birisi değildir, yalnızca eşinin
narsisist bir biçimde yüceltilmiş benliğinin bir gölgesidir. Oysa hastalıklı
olmayan sevgi iki insanın karşılıklı narsisizmine dayanmaz. Hastalıklı
olmayan sevgi, kendilerini iki ayrı varlık olarak algılayan ama genelde
birbirleriyle açılıp bütünleşen iki kişi arasında kurulan sürekli bir
ilişkidir.
Bütün büyük insancı dinlerdeki temel öğretilerin şu tek cümleyle
özetlenebileceğini düşünürsek narsisizm olgusunun ahlaksal ruhsal açıdan
önemi açık olarak ortaya çıkar: insanın amacı, narsisizmini yenmektir. Bu
ilke belki hiçbir yerde Budizm'de olduğundan daha köktenci bir biçimde dile
getirilmemiştir. Buda'nın öğretisinde özet olarak insanın acılarından ancak
içine düştüğü sanrılardan uyanması ve kendi gerçekliğinin farkına varmasıyla
kurtulabileceği belirtilir; insan hastalığın, yaşlılığın, ölümün gerçek
olduğunu, açgözlülükle peşinden koştuğu amaçların olanaksızlığını kabul
etmelidir. Budist öğretinin söz ettiği "uyanmış" kişi, narsisizmini yenmiş,
bu nedenle bütünüyle bilinçlenebilecek bir kişidir. Aynı düşünceyi değişik
bir biçimde de söyleyebiliriz: insan yokedilemeyen benlik sanrısından
vazgeçer, açgözlülüğünün tüm öteki nesneleriyle birlikte bunu da bir yana
atabilir-se, dünyaya açılabilir ve ancak o zaman dünyaya tümüyle ilgi
duyabilir. Ruhbilimsel açıdan bütünüyle uyanma süreci, narsisizm yerine
dünyaya ilgi duyma tutumunun benimsenmesiyle aynı şeydir.
İbrani ve Hıristiyan geleneklerinde aynı amaç narsisizmin yenilmesi demek
olan çeşitli yollarla belirtilmiştir. Tevrat'ta şöyle denir: "Komşunu kendin
gibi sev." Burada istenen şey insanın narsisizmini, komşusunu hiç değilse
kendisi ölçüsünde sevecek noktaya dek yene-bilmesidir. Ama Tevrat'ta bundan
da ileri gidilerek "yabancı" birini
sevmemiz de istenir. (Yabancının ruhunu anlarsınız, çünkü siz kendiniz de
Mısır topraklarında yabancısınız.) Yabancı benim klanımdan, benini ailemden,
benim ulusumdan olmayan kişidir; narsisist bir biçimde bağlı bulunduğum
topluluğun bir parçası değildir o. Tek özelliği insan ol-jmasıdır. Hermann
Cohen'in belirttiği gibi, yabancı kişinin içindeki insan yanı bulup
çıkarmamız gerekir.13 Yabancı birine duyulan sevgide narsisist sevgi yok
olmuştur. Çünkü bu, bir insanı benden olduğu için değil, kendi özellikleri
içinde, benden farklı olduğu için sevmem demektir. Tevrat'taki "düşmanını
sev" sözü aynı düşüncenin daha aşın bir biçimde yinelenmesidir. Yabancıyı
tümüyle bir insan olarak görüyorsanız ortada artık düşman diye bir şey de
kalmayacaktır, çünkü artık siz kendiniz tam bir insan olmuşsunuzdur.
Yabancıyı, düşmanı sevebilmek yalnızca narsisizmin yenilmesiyle, "ben sen
olduğumda" gerçekleşebilir.
Peygamber öğretilerinin özünü oluşturan putlarla savaş aynı zamanda
narsisizme karşı verilen bir savaştır. Putatapma'da insanın belli bir yanı
mutlaklaştınlmış, putlaştınlmıştır. Böylece insan yabancılaştı-nlmış bir
biçimde kendine tapar. Saplanıp kaldığı put, onun narsisist tutkusunun
nesnesi durumuna gelir. Tann fikri, tam tersine narsisizmin yadsınmasıdır;
çünkü her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten varlık —insan değil— Tann'dır.
Tanımlanamaz ve açıklanamaz bir Tanrı görüşü bir bakıma putlaştırmanın ve
narsisizmin yadsınması olarak ortaya çıkmışsa da Tanrı kısa sürede gene
putlaştınlmış, insan kendisini narsisist bir biçimde Tann'yla
özdeşleştirmiştir; böylece Tann kavramının başlangıçtaki işlevine ters
düşerek din, topluluk narsisizminin belirtisi olup çıkmıştır.
İnsanın bütünüyle olgunlaşabilmesi için hem bireysel hem de toplumsal
narsisizminden kurtulması gerekir. Burada ruhbilimsel terimlerle
anlattığımız bu akılsa! gelişme temelde insanlığın büyük ruhsal önderlerinin
dinsel-ruhsal terimlerle anlattıklan gelişmeyle aynıdır. Terimler değişik
olsa da çeşitli kavramlarla anlatılan öz ve deneyler değişmez.
H. Cohen, Die Religion der Vernunft aus den Quellen des Judentums(Yalmdi
Kaynaklarına Göre Aklın Dini), (Frankfurt-am-Main: F. Kaufman, 1929).
İnsanın zihinsel gelişmesiyle akilsal-duygusal gelişmesi arasında belli bir
çelişkinin ortaya çıktığı tarihsel bir dönemde yaşıyoruz; insanın zihinsel
gelişmesi birçok yıkıcı silâhların geliştirilmesine yol açmıştır;
akılsal-duygusal gelişmesiyse insanı hastalıklı tüm belirtileriyle birlikte
belli bir narsisizmden kurtaramamıştır. Bu çelişkinin kolaylıkla yol
açabileceği bir yıkımdan kaçınmak için ne yapılabilir? Bütün dinsel
öğretilere karşın insanın daha önce başaramadığı bir şeyi başarabilme, yakın
bir gelecekte olumlu bir adım atabilme olasılığı var mıdır? Yoksa narsisizm
insanın içine çok köklü bir biçimde yerleşmiştir de Freud'un düşündüğü gibi
insan bu "narsisist özünden" hiçbir zaman kurtulamayacak mıdır? Narsisist
çılgınlığı kendisini yıkıma götürmeden insanın tümüyle insan olabilme
olanağını yakalama umudu var mıdır? Bu soruları kimse yamtlayamaz. Olsa olsa
insanın bu yıkımdan kaçınmasını sağlayacak uygun olasılıklar üzerinde
durulabilir.
Bize en kolay görünen yoldan başlayabiliriz buna. Her insanın içindeki
narsisist enerjiyi azaltmaya çalışmaksızın nesneyi değiştirebiliriz. Ulus,
ırk ya da siyasal düzen yerine topluluk narsisizminin nesnesi insanlık yani
tümüyle insanlık ailesi olursa çok şey çözülmüş olacaktır. Birey kendisini
her şeyden önce bir dünya vatandaşı olarak görebilirse, insanlıktan ve
insanlığın basanlarından övünç duymayı öğrenirse, o zaman narsisizminin
nesnesi olarak birbiriyle çatışan ulusal toplulukları değil de tüm insanlığı
benimseyecektir. Tüm ülkelerin eğitim düzenleri içinde ulusların basanları
yerine insan ırkının elde ettiği basanlara önem verilse insan olma kıvancı
daha inandıncı ve daha etkileyici bir biçimde duyurulabilir. Yunanlı ozanın
Antigone'de. "İnsan olmaktan daha güzel bir şey yoktur" sözüyle dile
getirmeye çalıştığı duygu herkesin paylaştığı bir deney olsaydı, kuşkusuz
ileriye doğru büyük bir adım atılmış olurdu. Aynca buna bir öğenin daha
eklenmesi gerekirdi: Yararlı narsisizmden, yani insanı başanya götüren
narsisizmden de daha güzel bir şey yoktur. Herkesin ben bu ırktanım diyerek
kıvanç duyacağı yükümlülükleri yalnızca bir tek grup, bir tek sınıf, bir tek
din değil, tümüyle insanlık üstlenmelidir, insanlığı ortak görevler
bekliyor: Hastalığa ve açlığa karşı elele savaşmak, haberleşme •Haçlarından
yararlanarak bilgiyi ve sanatı dünyanın tüm halklarına yaymak. Kabul etmek
gerekir ki siyasal ve dinsel ideolojilerdeki tüm
ayrılıklara karşın kendisini bu ortak görevlerin dışında tutabilecek hiçbir
insan kesimi yoktur; çünkü yüzyılımızın en büyük başarısı in-sanlann
eşitsizliğinin doğal ya da tannsal olduğu, insanın insanı \ sömürmesinin de
zorunlu ya da yasal olduğu inancının bir daha dirile-^ meyecek ölçüde
ezilmiş olmasıdır. Yenidendoğuş insancılığı, burjuva devrimleri, Rus ve Çin
devrimleriyle sömürgelerin yaptığı devrimler — bunlann hepsi bir tek ortak
düşünceye dayanır: İnsanların eşitliği. Bu devrimlerden bazıları sözkonusu
düzenler içinde insanlann eşitliğinin zedelenmesine yol açmışsa da gerçek
olan tüm insanlann eşitliği, buna bağlı olarak da özgürlüğü ve onurluluğu
fikri dünyaya yayılmıştır; insanlığın, uygarlık tarihine kısa bir zaman
öncesine dek egemen olan görüşlere dönebileceği artık düşünülemez.
Yararlı narsisizmin nesnesi olarak insan ırkının ve onun başan-lannın imgesi
Birleşmiş Milletler gibi uluslarüstü örgütler tarafından da temsil
edilebilir; bu örgüt kendi simgelerini, bayramlarını, şölenlerini yaratmaya
da başlayabilir. Oysa yılın en büyük bayramının ulusal bayramlar değil,
"insanlık" günü olması gerekir. Ne var ki böyle bir gelişmenin birçok
ulusun, sonunda bütün uluslann, kendi ulusal egemenliklerinden, insanlığın
egemenliği uğruna vazgeçebilmeleriyle, bunu istemeleriyle gerçekleşebileceği
açıktır; bu yalnız siyasal gerçeklikler açısından değil, aynı zamanda
duygusal gerçeklikler açısından da başanlmalıdır. Birleşmiş Milletleri
güçlendirmenin, topluluklar arasındaki çatışmaları akıllı ve banşçı bir
yolla çözmenin, insanlığı ve onun ortak başanlannı topluluk narsisizminin
nesnesi kılabilmek için gerekli koşullar olduğu açıkça ortadadır.14
Narsisizm nesnesinin tek tek topluluklardan tüm insanlığa ve insanlığın
ortak basanlarına aktanlması daha önce de belirttiğimiz gibi ulusal ve
ideolojik narsisizm tehlikelerini önleyecektir. Ama bu yeterli değildir.
Siyasal ve dinsel ideallere bağlıysak hem Hıristiyanlık'm hem
Bu tür bir girişim için gerekli daha etkin önlemlere bir örnek olarak birkaç
öneride bulunmak istiyorum. Tarih kitapları dünya tarihi kitapları olarak
yeniden yazılmalıdır, her ülkedeki dünya haritaları nasıl birbirinin
aynıysa, ülkelerin boyutları her ülkeye göre büyütülüp şişirilmiyorsa, tarih
kitaplarında da her ulusun geçmişi gerçekliğe bağlı olarak, çarpıtılmadan
verilmelidir. Dahası öyle filmler yapılabilir ki bunlar insan ırkının
gelişmesinin kıvancını duyurur; insanlığın ve onun ortak başarılarının,
çeşitli toplulukların attığı tek tek adımların bütünleşmesiyle oluştuğu
gösterilebilir.
de toplumculuğun özgecilik ve kardeşlik ideallerini benimsiyorsak görevimiz
her bireyin içindeki narsisizmin yoğunluğunu azaltmak olmalıdır. Kuşaklar
boyu sürecek de olsa bunun başarılmasına şimdi eskiye göre çok daha yakınız;
çünkü artık herkesin onurlu, insanca bir yaşam sürebilmesi için gerekli
maddi koşulları yaratma olanağına sahibiz. Tekniğin gelişmesi bir topluluğun
ötekini tutsak etme ya da sömürme gereksinmesini ortadan kaldıracaktır; bu
gelişme ekonomik bakımdan akla yatkın bir eylem olan savaşı gereksiz bir
duruma sokmuştur; insan ilk kez yan-hayvan olma durumundan tümüyle insan
olma durumuna geçecek, bu yüzden de maddi ve kültürel yoksulluğunu ödünlemek
için narsisist doyumlar peşinde koşmayacaktır.
Bu yeni koşullarda bilimsel ve insancı eğilimlerle insanın narsisizmini
yenme çabalarına büyük ölçüde yardımcı olunabilir. Daha önce de belirttiğim
gibi eğitim çabalarımızı her şeyden önce tekniğe değil, bilimsel bir yöne
doğru kaydırmalıyız; bu kaydırma eleştirel düşünceyi, nesnelliği, gerçekliği
kabul etmekten, hiçbir dış ölçü tanımayacak ve her türlü toplulukta geçerli
olacak bir hakikat kavramını geliştirmekten yana olmalıdır. Uygar uluslar
genç kuşaklarında temel bir bilimsellik eğilimi yaratabilirlerse narsisizme
karşı verilen savaşta çok şey başarılmış olacaktır. Aynı amacı
gerçekleştirmeye yardım edecek ikinci bir etken de insancı felsefenin ve
insanbilimin öğretilmesidir. Düşünsel ve dinsel ayrımların tümüyle ortadan
kalkacağını bekleyemeyiz. Aynca bunu istemememiz de gerekir; çünkü
"Ortodoks" olduğunu savunan bir düzenin yerleşmesi ikinci bir narsisist
gerileme kaynağı oluşturabilir. Bütün bu ayrımlara dokunmasak bile ortak bir
insanlık inancı ve deneyi vardır. Bu inanç her bireyin tüm insanlığı kendi
içinde taşıdığı, zekâ, yetenek, boy pos, renk gibi kaçınılmaz ayrımlara
karşın "insanlık du-rumu"nun değişmez ve tüm insanlarda aynı olduğudur. Bu
insanlık deneyi, insanla ilgili hiçbir şeyin bize yabancı olmadığı, "Ben'in
Sen olduğu", iki insanda insan varoluşunun öğelerinin ortak olmasından
dolayı birbirlerini anlayabilecekleri duygusundan doğar. Bu insancı deneyi
sonuna dek yaşayabilmek için bilinç alanımızı genişletmemiz gerekir. Bilinç
alanımız çoğunlukla içinde yaşadığımız toplumun izin verdiği sınırların
dışına taşamaz. Toplumun koyduğu bu sınırlara uymayan insan deneyimleri
bastırılır. Bu yüzden bilincimiz büyük ölçüde
kendi toplumumuzu ve kendi kültürümüzü yansıtır; oysa bilinçaltımız
herbirimizin içindeki evrensel insanı yansıtır.15 Bilinç alanının geniş-J
letilmesi, bilinçliliğin aşılması, toplumsal bilinçaltı alanının aydınlığa
çıkarılması insanın tüm insanlığı kendi içinde duymasını sağlayacaktır;
insan o zaman hem günahkâr hem ermiş, hem çocuk hem ergin, hem akıllı hem
deli, hem geçmişin hem de geleceğin insanı olduğunun farkına varacaktır —
insanlığın daha önce geçirdiği tüm evreleri, gelecekte geçireceği her şeyi
kendi içinde taşıdığını anlayacaktır.
insancı geleneğimizde insancılığı temsil ettiklerini savunan tüm dinsel,
siyasal ve düşünsel düzenlerce girişilecek gerçek bir yeniden-doğuş bence
bugün varolan en önemli "yenilik"e —insanın tümüyle insan olarak
gelişmesine— yol açacak ilerlemeyi sağlayacaktır.
Bütün bu düşünceleri öne sürmekle Yenidendoğuş insancılarının inandığı gibi
yalnızca eğitimin, insancılığın gerçekleştirilmesinde belirleyici bir adım
olacağına inandığımı söylemek istemiyorum. Bütün bu öğretiler gerekli
toplumsal, ekonomik ve siyasal koşullar sağlandıktan sonra etkili olabilir
ancak: Örgütsel sanayileşme yerine insancı-toplumcu bir sanayileşme;
sorumluluğun bir merkezde toplanması yerine dağıtılması; örgüt insanı yerine
sorumluluk taşıyan, her şeyi paylaşan vatandaşlar; ulusal egemenliklerin
yerine insan ırkının ve onun seçkin organlarının egemenliğinin geçerli
kılınması; "Varlıklı" ülkelerin "Varlıksız" ülkelerin ekonomik durumlarını
düzeltmek üzere onlarla işbirliği yaparak ortak çabaya girişmeleri; evrensel
bir silâhsızlanmayla eldeki hammadde kaynaklarının yapıcı görevler için
kullanılabilmesi. Evrensel silâhsızlanma başka bir nedenle de zorunludur:
İnsanlığın bir yansı öteki yarısı tarafından bütünüyle yok edilme korkusuyla
yaşıyorsa, geri kalan kesimi de her iki blokun kendisini yoke-deceği
korkusunu duyuyorsa, o zaman topluluk narsisizmi gerçekten ortadan
kaldırılamaz, insan ancak, kendisinin ve çocuklarının bir sonraki yıla
çıkacağından emin olduğu, daha pek çok yıl yaşayacağını bildiği bir ortamda
gerçekten duyabilir insanlığını.