Aşağılık Kompleksi
Alfred Adler
İnsan olmanın aşağılık duygusuna kapılmak olduğunu uzun zamandan beri
ısrarla belirtmekteyim. Belki de aşağılık duygusunu hissetmemiş insanlar
vardır. Belki de bazıları bu ifade karşısında sarsıldılar ve başka bir ismi
tercih ettiler. Ben bu ifadede hiçbir sakınca görmüyorum. Çünkü, bildiğime
göre, birçok yazar bunu daha önce belirtti. Kendilerini fazla kurnaz
sananlar aldandığını göstermek maksadıyla, çocuğun aşağılık duygusunu
hissetmesi için daha önce tamlık duygusu hissetmiş olması gerektiğini ileri
sürüyorlar. Yetersizilik duygusu inatçı bir hastalıktır ve en azından bir iş
yapıncaya, bir ihtiyaç karşılanmcaya veya bir tansiyon azalmcaya kadar devam
eder. Bu, tabii olarak meydana gelen, gelişen ve bir rahatlama çözümünü
isteyen ıstıraplı bir tansiyona benzeyen duygudur. Bu çözüm Freud'un iddia
ettiği gibi, her zaman hoş olmaz. Sadece memnuniyet duygusunu doğurabilir.
Bu ise Ni-etzsche'nin görüşüne uymaktadır. Bazı hallerde bu tansiyonun
azalması, sevilen bir dostun gidişinden veya ıstıraplı bir mü-daheleden
sonra olduğu gibi, sürekli veya geçici bir ıstıraba yol açabilir. Bundan
başka, genel olarak, sonsuz acıya tercih edilen acı, bir son buluştur. Ancak
bir şakacı tarafından hoşmuş gibi düşünülebilir.
Bebekler yetersizlik duygusunu, hayatî isteklerini aralıksız olarak
gerçekleştirme ve iyileştirme eğilimini hareketleriyle açığa vurarak
yansıtır, insanlık tarihini de bir aşağılık duygusu ve bunu gidermek için
yapılan teşebbüslerin tarihi gibi düşünmek yerinde olur. Canlı madde
faaliyete başladığı günden beri daima aşağı durumdan daha üstün bir duruma
ulaşma yolunu aramıştır. Oluş kavramıyla özetlediğimiz şey işte bu
harekettir. Bunu ölüme götüren bir hareket gibi düşünmemek gerekir. Tersine
bu hareket, hiçbir zaman bir uzlaşma veya sakin bir hareketsizlik halini
almaz. Dış dünyaya egemen olma amacını güder. Freud, ölümün rüyalarında
görecek veya başka şekilde arzu edecek kadar insanları kendisine çektiğini
iddia etmektedir. Bu bile mevsimsiz bir aceleciliktir. Buna karşılık, ölümü
dış dünya güçlükleriyle mücadeleye tercih eden kimselerin bulunduğu bir
gerçektir. Çünkü bunlar, başarısızlıktan çok korkmaktadırlar. Bu insanlar
aralıksız olarak şımartılmak, işlerinin başkaları tarafından yapılmasını ve
sıkıntıdan kurtarılmalarını isteyen kimselerdir.
İnsan vücudu belli bir güvenlik prensibine göre meydana gelmiştir.
Zedelenmiş bir organın yerini bir başka organ almaktadır. Hırpalanmış bir
organ kendiliğinden ödümleyici bir enerji yapmaktadır. Bütün organlar normal
zamanlardan ziyade iş yapma imkanına sahiptir. Bir organ çoğu zaman birçok
hayatî işi yapabilir. Kendim koruma kanununa tâbi olan hayat da, biyolojik
gelişmesiyle beraber enerji ve bu enerjiden faydalanma yeteneğini
kazanmıştır.
Fakat sürekli olarak ilerleyen ve bizi kuşatan .medeniyet de bu güvenlik
eğilimini ve insanı duygusal bir aşağılık duygusu hali içinde bize
göstermektedir. Bu duygu daha büyük bir güvenliğe ulaştırmak için insanı
dürter. Harekete sevkeder. Bu mücadelede yer alan sevinci ve amacı, yürüdüğü
yolda ona yardım etmek, onu mükafatlandırmaktır. Bununla beraber, zamanın
gerçekliğine kesin şekilde uymanın, başkaları tarafından yapılan çabanın,
şımartılmış çocuğun dünya hakkındaki görüşünü istismardan başka bir yararı
yoktur. Sürekli güvenlik duygusu insanı, daha mükemmel bir gerçeğe ulaşmak
için şimdiki gerçeği aşmaya zorlamaktadır. Bizi ileriye doğru iten bu
medeniyet akımı olmasaydı insan hayatı imkansız bir hale gelirdi. Eğer
insan, tabiat güçlerinden yararlanmasını bilme-seydi bu güçlerin saldırıları
karşısında yok olurdu. însan daha güçlü varlıkların kendisini boyunduruk
altına almak için yararlanacakları herşeyden yoksundur. İklim şartları,
kendisinden daha iyi korunan hayvanlardan sağladığı giyeceklerle kendisini
soğuktan korumaya zorlar. İnsan organizması yapma bir barınağı, yiyeceğin
hazırlanmasını istemektedir. Hayat, işbölümü ve yeterli bir üretim ile devam
ettirilebilir. İnsanın organları, ruhu, sürekli güvenliğin ve başarının
arkasından koşar. Bütün bunlara hayat tehlikeleriyle ilgili daha mükemmel
bir bilgi ve ölümle ilgili daha az bilgisizlik katmak gerekir. Tabiat
tarafından bu kadar çok ihmal edilen insanın, ilahi bir lütuf eseri olarak,
kendisini daha üstün bir duruma, güvenliğe ve başarıya iten çok kuvvetli bir
aşağılık duygusuna sahip olduğundan kim şüphe edebilir? Hayata karışmış, her
bebekte uyanan ve yenileşen bu aşağılık duygusuna karşı, kendini yöneten bu
korkunç ve zorunlu mücadele, insan oluşunun temel olayım meydana
getirmektedir.
Mesela, budala çocuklar gibi fazla anormal olmadığı takdirde çocuk, vücudunu
ve ruhunu gelişmeye teşvik eden bu yükseltici gelişmeye zorlanır. Ona,
başarı mücadelesi önceden tabiat tarafından çizilir. Küçüklüğü, güçsüzlüğü,
kendi ihtiyaçlarını karşılama imkansızlığı, küçük veya büyük ihmaller,
güçlenmesine elverişli uyarıcılardır. Eksik varlığının zoru ile yeni ve
bazen değişik hayat şekilleri doğar. Daima geleceğe ait bir amaca yönelen
oyunları, hiçbir zaman şartlı reflekslerle izah edilemeyen yapıcı gücünün
işaretleridir.
Bireyin mutluluğu için olduğu kadar türün gelişmesi ile de çelişen doğuştan
güçsüzlük, şımartma ve ihmal edilme çoğu zaman çocuğun kesin başarı
hedeflerini bulmasını zorlaştırır. Amaçsız hareket yoktur. Bu amaca hiçbir
zaman ulaşılamaz. Bunun nedeni, insanın dünyaya egemen olmayacağı
hususundaki ilkel bilinçtir.
Aşağılık duygusu ruhsal hayata egemen olur. Bunun, yetersizlik, eksiklik
duygularında ve insanlığın sağladığı aralıksız çabalarda sürekli olarak ve
açık bir şekilde kendisini ifade ettiğini görürüz. Hayatın karşısına
çıkardığı sayısız problemlerden her biri insanı saldırı durumuna getirir.
Her hareket eksiklikten tamlığa geçmek için ileriye atılmış bir adımdır.
1909' da bu problemi aydınlatmaya çalışmıştım ve oluş zorlamasından doğan bu
saldırı hazırlığının, hayat stilinden meydana geldiği sonucuna ulaşmıştım.
Bu saldırı hazırlığını tamamıyla kötü bir şey gibi düşünmek ve tabii bir
içgüdüye bağlamak için hiçbir sebep yoktur.
Çocuğun yetenekleri ölçüsünde çevresine uyması, ilk yapıcı işidir. Bu işi
gerçekleştirmeye onu iten şey, aşağılık duygusudur. Durumlara göre değişen
bu uyum bir harekettir. Bu hareketi netice itibariyle bir keşif gibi
düşünürüz. Bu gelişmenin cereyan ettiği sonuçlar, genel olarak insanlığın
sınırlarıdır. Bu sınırlar, birey ve topluluğun oluş derecesiyle belli olur.
Bununla beraber, her hayat şekli bu oluş derecesinden gerektiği gibi
yararlanmaz ve böylelikle oluşun yönü ile çelişir.
Görüldüğü gibi, bireyin ve topluluğun gelişmesi için izlenilecek davranış
çizgisi sosyal duygu tarafından tayin edilir. Bu veri doğru veya yanlış olan
şeyi görmemizi sağlayan sağlam bir temeli oluşturmaktadır. Yararlandığımız
veri tipi bireysel metodun sağladığı şeylerden çok daha doğrudur. Burada
testleri uygulayan, hayatın kendisidir. Birey tarafından açığa vurulan en
küçük hareket, onun izlediği yönü ve onun toplulukla mesafesini göstermeye
yarayabilir.
İnsanın ruhsal hayatında sosyal duygunun ve "yakınını sev" buyruğunun yapıcı
öğesinin bulunduğunu anlayamayanlar, maskesi düşürülmemek ve cezalanmamak
için kurnazca kendisini saklamaktadır. "Alçağı" bulmak maksadıyla uğraşanlar
bile insanın yükselme çabasına yararlı bir uyarıcı sağlamaktadır.
Gelişmesini geciktiren stadlar üzerinde acaip bir aşırılıkla ısrar
etmektedir. Aşağılık duygusu diğer bütün insanların değersizlik inançlarında
tamamıyla kişisel ödümleme aramaktadır. Sosyal duygu fikrinin kötü bir
anlamda kullanılması, yani, topluluğa zararlı yaşayış şekillerini ve
fikirleri haklı göstermek, bunları koruma bahanesiyle, şimdiki ve
gelecekteki topluluğa zorla kabul ettirmek için sosyal duyguya ulaştıran
yolun belirsizliğinden yararlanılması bana tehlikeli görünüyor. Meslek,
savaş, düşmanların idamı ve öldürülmeleri gerektiği zaman usta savunucular
bulmaktadırlar. Bunlar daima sosyal duygu kılığına bürünüyorlar. Bütün bu
eskimiş düşünceler yeni ve daha iyi bir yol bulma güvenliğinin
yetersizliğini, bu müdahalenin aşikar bir aşağılık duygusundan meydana
geldiğini gösteren işaretlerdir. İnsanlık tarihinin, adam öldürmenin bilene
ileri sürülen fikirlerin öneminde ne de can çekişen fikirlerin yok
olmalarında hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini bize öğretmesi gerekirdi.
Cinayeti haklı gösterebilecek yalnız bir hal vardır. Bu da bizim ve
başkaları için meşru müdafaadır. Bu problemi, Hamlet adlı eserinde
insanlığın gözleri önüne seren, büyük Shakesperare'dir.
Hayatın güç problemleri, tehlikeler, acılar, hayal kırıklıkları, endişeler,
kayıplar, özellikle sevilen kimselerin kayıpları, her türlü sosyal
zorlamalar, duygusal haller ve korku, acı, ümitsizlik, utanma, utangaçlık,
sıkıntı, v.b... gibi iyi bilinen ruh halleri daima aşağılık duygusu
açısından düşünülmelidir. Burada aşağılık duygusu dinamik bir şekilde
kendini gösterir. Bu şekil; birçok hallerde heyecan nedeni, nesnenin
yanından kaçış veya hayatın sürekli isteklerinden kaçış gibi düşünülmelidir.
Zihinsel hayat kaçış düşüncelerini ve kaçış çarelerini aramak suretiyle buna
uyar. Duygusal hayat, bu hayatı incelemek imkanımız ölçüsünde, kaçış
arzusunu kuvvetlendirmek amacıyla, güvensizlik ve aşağılık halini gösterir.
Genel olarak, ilerleme mücadelesinde yararlanılan insanda, aşağılık duygusu
hayat fırtınalarında ve çetin hayat olaylarında oldukça belirli ve daha
kuvvetli bir şekilde ortaya çıkar. Her durumdaki belirtilerinin
yoğunlaştırılmış özeti her bireyin hayat stilini gösterir. Hayat stili
hayatın bütün durumlarında aynı şekilde kendini belli eder.
Daha önce söylenen duygusal hallerde, kendi kendine hiddeti yenmek
teşebbüslerinde olduğu gibi nefrette ve küçümsemede de üstün bir amacın
aranmasının ve aşağılık duygusunun uyarmasıyla meydana gelmeye zorlanan bir
hayat stilinin faaliyetini görmemek mümkün değildir. İlk hayat şekli olan
zihinsel şekil, tehlike ile dolu problemler karşısında bir geri dönüş
çizgisine bağlanır. Nevroza, psikoza, mazoşist duruma yol açar. Diğer şekil
olan heyecan ise; intihar eğiliminin, ayyaşlığın, suçun ve faal sapıklığın
meydana gelmesinde rol oynar. Burada bireyin "geri dönüş" dediği asılsız
süreç değil, hayat stillerinin yeni eserleri söz konusudur. Bundan şüphe
edilemez.
Hayat problemlerine yetersiz hazırlık, ister müşterek hayat ister işbirliği
veya humanizma, daima sosyal duygunun yetersizliklerinden meydana
gelmektedir. Problemlerin karşısındaki binlerce ruh, vücut yetersizlik
şekillerine ve güvensizliğe yol açan işte bu yetersiz hazırlıktır. Kusurlar
çok önceden itibaren her çeşit aşağılık duygusunu doğurur. Bu duygular fazla
belirli olmaz. Fakat, açık bir şekilde karakter; hareket, davranış, aşağılık
duygularının oluşturduğu düşünme tarzı ve gelişme yolundan sapma şeklinde
kendini belli eder. Sosyal duygunun yetersizliğiyle şiddetlenen aşağılık
duygusunun bütün bu ifade şekilleri, hayat problemleri, "dış neden" ortaya
çıkınca açıklık kazanırlar. Bunlardan her biri tipik başarısızlık halinde
daima kendini gösterir. Sarsıntının devamı, aşağılık duygusundan kurtulmak
için girişilen bir mücadeleden doğar. Ezilme duygusunu tipik kandırma
çabası, başarısızlıkları oluşturur. Bu hallerden hiçbirinde sosyal duygunun
avantajı inkar edilmez ve "iyi" ile "kötü" arasındaki ayrılık ortadan
kaldırılamaz. Bu hallerin her birisinde bir "evet" sosyal duygunun baskısını
bildirir. Bu duyguyu, daima büyük bir güç taşıyan sosyal duygunun
güçlenmesini önleyen bir "fakat" izler.
Bu "fakat" ister tipik, ister özel, bütün hallerde her bireye özgü bir
mahiyet taşır. En yüksek derecede, "evet"in tamamıyla ortadan kaybolduğu
sarsıntıdan doğan akıl hastalığında ve intiharda kendini gösteren tedavi
zorlukları bu "fakat" gücü ile orantılıdır.
Sıkıntı, utangaçlık, sessizlik, kötümserlik gibi karakter özellikleri uzun
zamandan beri başkaları ile yeterli münasebetlerin kurulmadığını gösterir.
Ve talihin oluşturduğu çetin olaylar karşısında iyice güçlenir. Sinir
hastalığında görülen az veya çok belirli arazlar şeklinde ortaya çıkar. Bu
daima geç kalan, karşılaştığı problemlerden fazlaca uzak bulunan bireyin
ağırlaşmış dinamizması için de geçerlidir. Hayatın bu arka planında kalma
düşkünlüğü bazen, bireyin düşünme ve delil bulma tarzı, bazen de, egemen
fikirler, boş suçluluk duygusu ile kuvvetlenir. Bireyi, karşısına çıkan
problemlerden uzaklaştıran şey, suçluluk değildir. Bireyin kişiliğini tam
olarak buna hazırlayamamasıdır. Diğer bir ifadeyle kişilik yetersizliğidir.
Bunu kolayca anlayabiliriz. Bunlar her türlü gelişmelerini önlemek için
bireyin suçluluk duygusundan yararlanır. Mesela kendi kendine mastürbasyonun
doğurduğu manasız özvarlığı suçlandırmak, tam bir pişmanlığa yol açar.
Sosyal duygunun yetersizliği halinde izlenen davranış sosyal bir problem
karşısında daima kararsızlık gösterir. Organizmanın kararsızlığını da
fazlalaştırarak organik değişikliklere yol açar. Bireyin başka yollara
girmesine yardım eder. Vücutta meydana gelen bu değişiklikler, her organda
geçici veya sürekli karışıklıklar oluşturur. Fakat, genel olarak, gerek
doğa, organik yetersizlik, gerekse aşırı derecede ilgi yüzünden ruh
karışıklıklarına en fazla tepki gösteren yerlerde önemli fonksiyon
karışıklıkları meydana gelir. Fonksiyon karışıklıkları kas kasılmalarında
zayıflama veya güçlenme, saçların dökülmesi, terleme, kalp ve sindirim
bozuklukları, solunum zorluğu, sık idrar, cinsel kızışma veya iktidarsızlık
şeklinde kendini gösterir. Aynı karışıklıklar çoğu zaman zorluk halinde bir
aile çevresinde de gündeme gelir. Sürekli baş ağrısı, baş dönmesi, ani
sararma da aynı şekilde ortaya çıkar.
Bireyin aşağılık duygusu, tutturduğu yolun yönünden de belli olabilir.
Bireyin hayat problemlerinden nasıl uzaklaştığını, ayrıldığını, hayat
problemleriyle ilgilenmediğini daha önce söylemiştim. Uzun zamandan beri,
tipik başarısızlık hallerinde aşağılık duygusunun rol oynadığını inanıyorum.
Uzun zaman en önemli sorunun çözümünü, aşağılık duygusunun nasıl meydana
geldiğini, vücutla ve ruhla ilgili sonuçlarını bulmak için uğraştım.
Bildiğime göre, bu sorun başkalarının araştırmalarında daima ikinci planda
kaldı ve hiçbir zaman çözülmedi. Aşağılık duygusunun sonuçlarının
belirtileri ve bu duygunun devamı sosyal duygunun fazla zayıf olmasıyla izah
edilmektedir. Aynı hayat olayları, travmalar ve problemler, sanki aralarında
bir benzerlik varmış gibi bireylere göre değişerek ortaya çıkar. Burada
hayat stilinin sosyal duygu muhtevası büyük bir önem taşır. Bazı hallerde
yanıltan ve bu delilin doğruluğu hakkında şüphe uyandıran şey insanların
zaman zaman, sosyal duygudan gerçekten yoksun olmalarıdır. Buna rağmen,
sosyal duygudan yoksun olanlar, aşağılık kompleksini değil de, aşağılık
duygusunun belirtilerini göstermektedir. Bunu, çok zayıf sosyal duyguya
sahip, fakat elverişli bir çevrede yaşama şansım elde eden insanlarda
görebiliriz. Aşağılık kompleksinin varlığını daima bireyin geçmişinde, eski
davranışında, çocukluğunda şımartılmış olmasında, organlarının yetersiz bir
şekilde gelişmesinde, çocukluğunda ihmal edilmiş olmasında aramalıyız.
Burada, bireysel psikolojide kullanılan araçlardan, mesela, ilk çocukluk
hatıralarından, bütünlüğü ve hayat stili ile ilgili tecrübeden ve hayat
stilinin erkek ve kızkardeşlerle kurulan münasebetlerle aldığı şekilden ve
bireysel psikolojiye göre yapılan rüya değerlendiğrmelerinden
yararlanılabilir. Cinsel durum ve bireyin gelişmesi aşağılık kompleksinde
sadece bir bütünün birer parçasıdır ve tamamıyla aşağılık kompleksinin
içinde yer alır.