Yakın zaman içinde kalbur saman içinde, yoksul bir ülke vardı şu kocaman
dünya içinde. Başvezirin ve yakınlarının bolluk içinde yüzdüğü, halkınsa
yokluk içinde boğulduğu bu ülkede, her şey tersineydi. Dereler, çaylar,
ırmaklar yukarı doğru akar, kuşlar yerde yürür, kurtlar havada uçar, kuzular
denizde yüzer, balıklar karada otlardı. Doğruların yeri hapishane,
eğrilerin, uğruların yeri devlethaneydi.
Her şeyi tersine olan bu ülkenin fabrikalarındaki, okullarındaki durum da aynıydı. Sözgelimi, yabancı ülkelerden satın alınan traktörler, otomobiller ve öteki araçlar ülkenin fabrikalarında demir, lastik, boya gibi maddelere ayrıştırılarak ucuz fiyatla dışarıya satılırdı. Sonra yine o ülkelerden, araç durumuna getirilmiş olarak pahalı fiyatla satın alınırdı.
Eski başvezirler zamanında ülkenin çeşitli okullarını iyi kötü bitirmiş olanlar da, yeni başvezirin yeniden düzenlediği okullarda eğitilerek, hiç okuma yazma bilmeyen insan durumuna getirilirdi.
Ama, gel zaman git zaman, ülke halkı bu çarkın dönüşündeki tersliği gördü. Bunun üzerine başvezir, kendisinin ve kendisi gibi düşünenlerin dışında tüm ülke halkının kapalı gözle ve geriye doğru yürümelerini öngören bir yasa çıkardı.
Ve işte ne olduysa o yasanın çıkarılmasından sonra oldu. O güne dek her şeye boyun eğen ülke halkında bir kıpırdanma oldu. Bu yeni yasaya uymayanların sayıları hızla arttı.
Başvezir de boş durmadı. Gözü açık olarak ileriye doğru yürüyenleri ve çevrelerine de böyle yapmalarını öğütleyenleri astırdı, kestirdi. Fakat bu astırıp kestirmeler de hiçbir şey değiştirmiyor, gözü açık olarak ileriye doğru yürüyenlerin sayıları çoğalıyor çoğalıyor çoğalıyordu..
Durumun pek iç açıcı olmadığını gören başvezir ilkin korktu, telaşlandı. Kızdı, köpürdü, küplere bindi. Ama boşunaydı kızması, köpürmesi, küplere binmesi. Daha çok insan astırıp kestirmesi hiç bir yarar sağlamıyordu.
Artık geceleri uyumaz olmuştu başvezir. Ne zaman gözlerini kapasa, gözleri açık olarak ileriye doğru yürüyen insan yığınları dikiliyordu önüne..
Yine gecelerden bir gece, içinde bulunduğu güç durumu düşünerek yatağına girdi. Bir türlü uyku tutmuyordu. Sağına dönüyor, soluna dönüyor, yüz üstü yatıyor, sırt üstü yatıyor, yine de gözüne uyku girmiyordu. Derken, sabaha karşı bir ara uykuya daldı. Düşünde, kalın duvarlarla çevrili geniş bir odanın içindeydi. Duvarlarda ne kapı, ne pencere vardı. Odanın tavanından binlerce ilmikli ip sarkıyordu. İpler, bir kendisine doğru yaklaşıyor, bir uzaklaşıyordu. Odanın içini hafiften bir sis kaplamıştı. Yakınlarına, kendisini buradan kurtarmaları için yalvarıyordu. Ama, duvarlara çarpan titrek sesi, yankılanıp geri dönüyordu. Tavandan sarkan ilmikli ipler boynuna geçecek gibi olunca, umarsızlık içinde yerlere yatıyor, sürünüyor, debeleniyordu..
Uyandığı zaman ter içindeydi. Korkudan tir tir titriyordu.
Başvezirlikteki odasına gittikten sonra bile bu korkunun etkisinden kurtulamadı. Ve hemen o gün yeni bir yasa çıkararak, ülkedeki ip üretimini yasakladı. Bu yasaya göre, ip alıp satmak, üzerinde ip bulundurmak ve ipten söz etmek de yasaktı.
Bu yasa da, öteki yasa gibi hiçbir yarar sağlamadı. O günden sonra, gözü açık olarak ileriye doğru yürüyenlerin yanı sıra, ipten söz edenlerin, gizli ip yapanların, ip alıp satanların ve de ipsizlerin sayısı giderek arttı.
Başvezir, artık hiç uyuyamıyordu. Çünkü, gözlerini kapamayı düşündüğü zamanlar bile aynı düşü görüyor, korkudan deliye dönüyor, sinirleri alabildiğine bozuluyordu. Aynı düşü görmektense, uykusuzluğa katlanmak daha iyiydi. İyiydi ama, bu durum da çok sürmedi. Uyanıkken de aynı düşü görmeye başladı. Bulunduğu her yer, kalın duvarlarla çevriliveriyor, yukardan sarkan binlerce ilmikli ip boğazına doğru yaklaşıp uzaklaşiyordu. Artık yanında bulunanları bile görmüyordu gözü. Kendisine,doğru yaklaşan ipleri görmeye başladığı zaman, nerede olursa olsun yerlere yatıyor, korku içinde sürünüp duruyordu.
Aynı düşü sürekli ve de her yerde gördüğü halde, yine de en çok rahat ettiği yer, başvezirlikteki odasıydı. Son günlerde oradan hiç ayrılmamaya başladı. Orada da korku peşini bırakmıyordu ama, masasının çekmecelerini, koltuğunun çevresini, dolapları günde yüzlerce kez gözden geçiriyor, ip olmadığını görünce ıkısa bir süre de olsa, rahat bir soluk alıyordu.
Bu durum epeyce sürdü. Sonunda, başvezirin kendi başının derdine düştüğünü gören halk, ne yapıp edip kendilerine yeni bir başvezir seçti. Fakat, iplerden korkan eski başveziri odasından çıkarmak olanaksızdı.
Neyse, başvezirliğe yeni gelen görevlilerden biri, bir yolunu bulup eski başveziri odasından çıkarmayı başardı.
Eski başvezirin kıyıda köşede ip olup olmadığını araştırdığı bir sırada, bu yeni görevli ansızın içeri girip bağırdı:
«Sayın başvezirim, odanızda ip var..»
Bu söz, onun yıldırım gibi dışarı fırlamasına yetti.
Neden sonra aklı başına gelip de odasına dönmek istediğinde:
«Siz artık başvezir değilsiniz. Halk sizin yerinize yeni bir başvezir seçti,» dedilerse de, buna bir türlü İnanmadı.
Durumun böyle, olacağını önceden kestiren görevliler, önlem olarak başvezir odasının kapısına ilmikli bir ip asmayı unutmamışlardı. Eski başvezir, oradakileri elleriyle iki yana itip, eski odasına doğru yürüdü. Yürümesiyle kapıda asılı duran ilmikli ipi görmesi, ilmikli ipi görmesiyle de sokağa fırlaması bir oldu. Bir daha da oralarda görünmedi.
Bugün o ülkenin yeni başveziri, eski başvezirin ters işlerini düzeltmekle uğraşıyor. Eski başvezirse, sürekli görmekte olduğu korkulu düşün etkisinden hala kurtulamadı. Korku içinde sağa sola koşarak:
«Asıl başvezir benim. Odamı bana geri verin. İpleri ortadan kaldırın. İp taşıyanları asın, kesin!..» diye bağırıp duruyor.