Büyük Otelin Koridoru
Dino Buzatti
Tuvalete gitmek gereksinimi duyduğumda, oteldeki odama geç saatte dönmüş,
yarı soyunmuştum.
Odam, sonu gelmeyen, az aydınlatılmış bir koridorun neredeyse dibindeydi;
yaklaşık yirmi metrede bir, mora çalan cılız ışıklı bir lâmba, kırmızı
halının üstüne ışık demetleri yansıtıyordu. Tam ortada, bu lâmbalardan
birinin karşısında, bir yanda merdiven, bir yanda da tuvaletin camlı kapısı
vardı.
Üstüme bir sabahlık geçirip bomboş koridora çıktım. Neredeyse tuvalete
vardığımda, karşı yönden gelerek gölgeden sıyrılan, benim gibi sabahlıklı
bir adamın karşısında buldum kendimi. Uzun boylu, iriyarı, VII. Edward
sakallı biriydi. O da aynı yere mi gidiyordu? Böyle durumlarda olduğu gibi,
ikimiz de bir an bocaladık, az kalsın çarpışıyorduk. Sonunda, nedendir
bilmem, onun gözleri önünde tuvalete girmeye utandım, sanki başka bir yere
gidiyormuş gibi yürümeyi sürdürdüm. O da aynı şeyi yaptı.
Ama birkaç adım sonra, yaptığımın aptallık olduğunu anladım. Ne yapabilirdim
şimdi? İki olasılık söz konusuydu: ya koridorun sonuna dek yürümeyi sürdürüp
bu arada sakallı adamın gitmiş olmasını umarak geri dönebilirdim. Ne var ki,
adamın bir odaya girip ortalığı bana bırakacağı kesin değildi; belki o da
tuvalete gitmek istiyordu, benimle karşılaşınca, tıpkı benim gibi utanmıştı;
şu ara, benim gibi sıkıntılı bir durumdaydı. Bu
-1-
nedenle geri dönersem, bir kez daha onunla karşılaşmak, daha da aptal yerine
geçmek sakıncasıyla karşı karşıyaydım.
Ya da —ikinci olasılık— bir sürü kapı arasından loş birini seçip oldukça
içerlek boşluğuna gizlenerek, koridorun kesinlikle boşalmasını
bekleyebilirdim. Durumu ayrıntılı bir biçimde değerlendirmeden, böyle
yaptım.
Ancak bu daracık boşluklardan birine (90 numaralı odanın kapısıydı) hırsız
gibi büzüldükten sonra, kafamı toparladım. Her şeyden önce, oda doluysa,
müşteri dışarı çıkacak ya da içeri girecek olursa, beni kapısının önünde
gizlenmiş görünce ne derdi? Daha da kötüsü: bu odanın sakallı adamın odası
olmadığı ne malûmdu? Sakallı geri döndüğünde, karşısında beni bulacaktı.
Davranış biçimimi garipsemesi için, özel bir kuşku duymasına gerek
kalmayacaktı. Kısaca, burada kalmak düşüncesizlikti.
Yavaş yavaş başımı uzatıp koridoru kolaçan ettim. Bir baştan bir başa boştu.
Ne bir gürültü, ne bir ayak sesi, ne yankılanan bir konuşma, ne de açılan
bir kapının gıcırtısı duyuluyordu. Tam sırasıydı: gizlendiğim yerden çıktım,
rahat adımlarla odama doğru yürüdüm. Giderken bir ara tuvalete girerim, diye
düşünüyordum.
Ama aynı anda, belli ki benim gibi davranmış olan sakallı adamın, dipteki
kapılardan birinin, belki de benim kapımın boşluğundan çıkıp kararlı bir
biçimde bana doğru gelmekte olduğunu gördüm, artık iş işten geçmişti, yine
gizlenemezdim.
Sıkıntımız daha da artmış olarak, ikinci kez tuvaletin önünde karşılaştık ve
ikinci kez, karşımızdakinin bizi görmesinden utanarak, ikimiz de tuvalete
girmeyi göze alamadık; evet, artık gülünç olma tehlikesiyle karşı
karşıyaydık.
İçimden, saygıya da utanmaya da söve söve, çaresiz, odama yöneldim.
-2-
Odaya varınca, kapıyı açmadan önce geriye dönüp baktım: dipteki loşlukta,
sakallı adamın daa, benim gibi odasına girmekte olduğunu gördüm gözucuyla; o
da dönmüş benden yana bakıyordu.
Öfkelenmiştim. Ama suç benim değil miydi acaba? Bir gazeteyi okumaya
çalışarak yarım saatten fazla bekledim. Sonra büyük bir özenle kapıyı açtım.
Otel, terk edilmiş bir kışla gibi büyük bir sessizliğe gömülmüştü; koridor
her zamankinden de ıssızdı. Bir oh çektim! Tuvalete ulaşmak telâşı içinde,
neredeyse koşarak fırladım.
Ama karşı yönden, şaşılacak bir zamanlamayla, sanki bir önsezi dürtmüş gibi,
sakallı adam da, aniden odasından çıktı ve belirgin bir aceleyle tuvalete
doğru yürüdü.
Böylece üçüncü kez, buzlu camlı kapının önünde karşı karşıya geldik. Üçüncü
kez ikimiz de gerçeği gizledik, üçüncü kez ikimiz de içeri girmeden yürümeyi
sürdürdük. Durum öylesine gülünçtü ki, buzları eritmek, etrafı kahkahaya
boğmak için bir hiç, bir işaret yeterli olacaktı. Ama benim de, belli ki
onun da, işi şakaya vurma isteği yoktu; tersine; azgın bir öfke, bir tür
karabasan gelişiyor, sanki gizemli bir düzenek bize cephe alıyordu.
İlk çıkışta olduğu gibi, yine rastgele bir kapının boşluğuna süzülerek,
neler olacağını beklemeye koyuldum. Sakıncaları sınırlamak için, hiç
kuşkusuz benim gibi, koridorun öbür ucuna sinmiş olan sakallının, gizlendiği
yerden daha önce çıkmasını beklemek doğru olacaktı şimdi: onun iyice
ilerlemesini bekleyip son anda ben de çıkacaktım ortaya; böyle yapmaktan
amacım, onunla artık tuvaletin önünden çok daha önce karşılaşmaktı;
karşılaşmadan sonra, can sıkıcı bir tanık olmaksızın, istediğim gibi
davranacaktım. Buna karşılık o, benimle karşılaşmadan önce tuvalete girmeye
karar verecek olursa, daha da iyi olurdu; işini gördükten sonra
-3-
odasına çekilir, gece boyunca ortada görünmezdi bir daha.
Gözümün birini kapının pervazından ucu ucuna çıkartarak (uzaklık nedeniyle,
sakallının da aynı şeyi yapıp yapmadığını göremiyordum) uzun süre tetikte
bekledim. Ayakta durmaktan yorulunca, bir ara dizlerimin üstüne çöktüm, ama
gözlemeyi sürdürüyordum hep. Ne var ki adam çıkmaya karar veremiyordu bir
türlü. Oysa, hep karşıdaydı, gizleniyordu, benimle benzer koşullar
içindeydi.
Saatin iki buçuğu, üçü, üç on beşi, üç buçuğu çaldığını duydum. Artık
dayanamıyordum. Sonunda uykuya dalmışım.
Kemiklerim sızlayarak uyandığımda saat sabahın altısı olmuştu. O an, hiçbir
şey anımsayamadım. Ne olmuştu? Burada, yerde ne işim vardı? Sonra yüzlerce
ve yüzlerce kapının girintisine büzülmüş uyuyan, benim gibi sabahlıklı
ötekileri gördüm; kimi diz çökmüştü, kimi döşemeye oturmuştu, kimi katırlar
gibi ayakta uyukluyordu; bir savaş gecesi ertesinde gibi solgun,
bitkindiler.
-SON-