Atölyede Şenlik
Wolfgang Hildesheimer
Bir kaç zamandır, evimin yanındaki atölyede çılgınca bir şenlik oluyor. Bu
duruma alıştım, gürültüden lahatsız olmuyorum, artık. Fakat bazı bazı, işi
ileri götürüp azıttıklarında ev sahibine şikâyet zorunda kalıyorum. O da
birçok defa şikâyetimden sonra, gürültüyü kendi kulağıyla duyup inanmak için
bir akşam bana geldi. Ne var ki, tam o sırada kısa bir sessizlik vardı
atölyede. Bundan ötürü, evsahibim şikâyetimi yersiz buldu. Bu dayanılmaz
durumu gözüyle görürse belki inanır diye, elbise dolabımı açtım ve duvar
kısmındaki delikten seyrettirdim, olup bitenleri. Zira dolabın arkasına
gelen duvarda, gemi kamaralarmdaki yuvarlak pencereler büyüklüğünde bir
delik var. Evsahibim bir süre seyretti. Fakat dolaptan çıktığında bütün
yaptığı, anladım gibilerden bir sırıtmak oldu. Sonra, çıkıp gitti ve birkaç
saat sonra öte yanda yine kıyaımetler koptuğunda delikten bakınca,
evsahibimi şenliğin başlıca kişilerinden biri olarak gördüm.
Biraz şaşırarak odamda bir aşağı bir yukarı dolaştım.
-1-
Fakat böyle durumlarda hep olduğu gibi, herşeyin pek tazla yerli yerinde
oluşu, gidiş-gelişlerimi güçleştirdi. Hafif bir çarpmayla bile raflardaki
kesme cam takımları şıngırdıyor, tik ağacından masa —ayaklarına her zaman
kibrit kutusu koyduğuma halete— sallanıyor ve ince ayaklı fin vazosu hemen
hemen durup dururken devriliyordu, böyle yapması gerekirmişçesine. Sonunda,
Picasso'nun «Mavi Gençlik» baskısı önünde durdum. Aslına böylesine uygun bu
kopyalar ne çok başarılı, günümüzün reprodüksiyon tekniği ne kadar da ileri,
diye düşündüm. Şu anlattığım biçimden kızgınlıklardan sonra düşüncelerimi bu
ve buna benzer yollardan başka yanlara kaydırıp yatışırım ve başka birşey
yapaimazsam, buzdolabına gider, kaynatılıp soğutulmuş bir bardak nane
içerim; bu gibi durumlarda pek iyi gelir. Yudum yudum içtikçe, düzen
bozuculara karşı savaşta bir başarı daha kazandığım doğrulanırmış gibi olur.
Bundan sonra, her zaman olmasa da, çoğu, iskambil açarım.
Zira epiydir kendi evim gözüyle baktığım bu yerde, ben yerleştim diye,
adetler değişeceği benzemiyor. îç düzene ve tesislere bağlı kalıyorlar.
Atmosfer, oturanların davranışlarını belirliyor. Hatta çoğu zaman, her hangi
bir iş bürosuna gitmeliyim, diye bir duygu geliyor içimden, ama, yeterince
kararlı olamadığımdan bu düşüncemi gerçekleştiremiyorum; hem büronun nasıl
birşey olacağını da kpstiremiyorum. Fakat bereket, herşeyin bir çaresi
bulunur belki pek doğru olmasa da diyorum, kendi kendime.
Delikten gittikçe daha seyrek bakıyorum. Öte yandaki insanların değiştiği
gözümden kaçmıyor. Başlangıçta bu şenliklere katılanlar, zamanla görünmez
oldular ve yerlerini başkaları aldı. Hatta bazıları çift oldular gibime
geliyor, aynı anda iki yerde gördüğümü sandığım şair Bernath örneği; tuhaf,
öyle olsun, istemekten gelen bir
-2-
görme yanlışı! Gehrda Stoehr saçlarını boyadı, gözümden kaçmadı. Belki de
eskiden benim olan boyalarla boyadı. Gelenler arasında, son olarak sekiz yıl
önce Maria Stuart rolünde gördüğüm ve etkisini hâlâ unutamadığım bayan
Halldorf u da görüyorum. Frau von Hergenrath görünürlerde yok, belki de öldü
bu arada! Fakat şu camcı hep geliyor, her zaman olduğu gibi, hâlâ orada.
Atölye henüz benim olduğu sıralarda bir ikindi üzeri de camcı oradaydı.
Uzun, verimsiz bir dönemden sonra yine resme başlamak istediğim o unutulmaz
ikindi üzeri, kırık bir iki camı değiştiriyor, elinde çekici, hafifçe bir
şeyler mırıldanıyordu. Karım, yandaki odada uyuyordu, dışarda yağmur
yağıyordu. Bugün gibi gözümün önünde. Haftalardır aradığım bir ilhamı
yakalamak iizere olduğum önsezisiyle sevinerek boya eziyor ve boyaların acı
acı kokusundan keyifleniyordum.
Camcı sessizce işini görüyor ve hiç konuşmuyordu. Bahatımı bozmıyacak, diye
düşündüm. Fakat tuvali sehpaya koyduğumda: «Ben de resim yaparım.» dedi Ben,
soğuk bir tavırla: «Yaa» dedim. Hatta belki, «Öyle mi» demişimdir. Cevabım,
tek heceliydi, her halde
O: «Evet» diye devam etti, cesaretlenerek «Açık renklerle dağ manzaraları
yaparım. Fakat bunlar gibi modern değil, altı neresi üstü neresi belli
olmayan resimlerden değil. Gördüğüm gibi yaparım resimleri.»
Amatörlerin saldırgan kendine güveniyle konuşuyordu: «Manzara ressamı
Linnertsrieder'i tanır mısınız? diye sordu. «Onun gibi resim yapıyorum»
O manzara ressamını tanımadığımı söyledim ve çalışmağa başlamak için,
camcının gitmesini beklemeğe karar verdim. Zira bu ruh haletinin ne demek
olduğunu bilirdim; öfkemi yenmezsem, resmin kafamdaki taslağı dağılıverirdi.
Sandalyeye oturup bir sigara yaktım; yaklaşmakta olan yaratma anını,
incitmeden kendime usulca yakınlaştırayırn diye.
-3-
Fakat camcı işini bitirmeden Frau von Hergerrath geldi. Yaptığımdan
vazgeçtim ve başıma geleceğe boyun eğdiğimi göstermemek ıçm kendimi zor
tuttum. Sakin görünmem gerekiyordu. Bu bayan, geçimime önemli yardımı
dokunan bir koruyucumdu. Zira, sanat ekmekten sonra gelir; bundan
anlamayanların sık sık ve hoşlanarak ileri sürdüğü gibi.
Kadıncağız: «Size bir bakayım diye geldim.» dedi. Bunu söylerken, beni
tabloların arasında arıyormuş gibi, çevresine bakmıyordu: «Duyduğuma göre,
verimsiz bir dönemdeymişsiniz..»
İlham perimin bana ettikleri üzerinde onunla söyleşmeğe hiç de isteğim
yoktu. Bu yüzden, durumumun tam bunun tersi olduğunu kendisine temin ettim,
yaratıcılığımın en güçlü anlarındaydım. Bunu söylerken canlı hareketler
yapıp çevremdeki tabloları tanık diye gösterdim. Gerçi eskiden yaptığım
tablolardı ve Frau von Tlergenrath hepsini de bir çok defa görmüşti, ama
hafızasının zayıflığı yardımcımdı. Gerçekten de tabloları tanımadı ve ipe
sapa gelmez tenkitlere başladı. Henüz hatırımda olan eski görüşlerinin tam.
tersi şeyler söyledi. Bu gibi durumlarda olduğu gibi, can sıkıntısıyla
dinliyordum. Fakat hiç değil camcı susmuştu. Çekiç sallamasına yine
başlamıştı, hiç sesini çıkarmadan. Yağmurun dindiğini farkettim. Çıt
çıkmıyordu, zaman durmuş gibiydi.
Bu uyuşuk ikindi üzeri, Engelhardt'ın odaya hızla girmesiyle değişiverdi;
Engelhardt, karşı durulmaz bir salon adamıydı, çok samimiydi ve ona kimse
kızamazdı zira bir Camembert peyniri gibiydi, hiç hoş olmıyan sert dış
görünüşünün altı yumuşacıktı; bundan ötürü ona kimse dayanamazdı. Hemen
omuzuma vuracağını düşünerek, bir bu eksikti, diye içimden geçirdim. Frau
von
-4-
Hergenrath'm elini öptükten sonra bana saldırdı, omuzuma vurarak: «Koca
oğlan!» dedi ve: «Sanat ne alemde?» diye sordu.
Ben: «Eh, şöyle böyle!» dedim. Böyle soruların cevabı hemen her zaman
birbirine benzer. Kısa olduğu kadar da doyurucu bir karşılık vermesini hiç
bir zaman başaramamışımdır. Fakat gerekli de değildir, zira soru soranlar,
bu baştan savma sözlerle yetinirler, çoğu.
Engelhardt, eskiden yaptığım epiyce zayii tablolara bakan Frau von
Hergerath'm yanına giderken:«llham perisi öpücüklerini senden hiç
esirgemiyor, farkındayım» dedi. «Bunu ıslatmak.»
Ceket cebinden bir şişe konyak çıkardı. Hayatta tek amacını —kendi deyimiyle
aşırı keyifliliği —gerçekleştirmek konusunda imrenilecek bir kabiliyeti
vardı. Sonra, beni kastederek, Frau von Hergenrath'a: «Kabiliyetli herif,
değil mi?» diye sordu. Bardak getirmeğe gittiğimden, her zaman yaptığı gibi,
kadıncağızı iteleyip itelemediğimi göremedim.
Bu sırada karım yanımıza geldi. Bir şişenin mantarının çekilmesi karımı hep
uyandırır, hatta epiyce uzaktan da duyulsa; çalar saatin yapamadığını bu
şişe mantarı yapar. Karım, ağır ağır yaklaştı ve bizi tutukça selâmladı.
Benden başkasını pek tanıyamamış gibi geldi, bana. Öğle uykusundan sonar
kendine gelmesi her zaman biraz güççe olurdu. Fakat bir kaç kadeh sert
içkiden sonra, -— çoğu hırçın ve şımarık olan— eski görüşlerine dönerdi.
Engelhardt, karıma dopdolu bir kadeh uzattıktan sonra Frau von Hergenrath'a
da içki vermek istedi fakat o, kadehin üstüne elini koydu ve bu saatte asla
içmediğini söyledi. Onun bu sözlerinde bana yöneltilmiş bir yan vardı;
korunulan kişi güpegündüz sanat dışı konulara kendini kapıp koyverirse,
durumu incelenmeliydi! Fakat Engelhardt bu inceliği anlamadı. O şakacı
inandırıcılığını
-5-
kullanarak, kadıncağızı yarım kadehçik içmeğe razı etti. Böylece de, temel
kuralların sınırı aşıldı ve Frau von Hergenrath, konyakların hiç birini geri
çevirmedi.
Engelhardt'm camcıya da bir kadehçik sunmasını ne yazık ki, önliyemedim.
Camcı, o ana değin rastgele çekiç sallamıştı, oysa işinin çoktan bitmesi
gerekirdi. Buradan hoşlanmıştı. Engelhardt'm isteği üzerine masaya geldi ve
«Öylesine özgürüm ki,» deyip, içkiyi —başka deyim kullanamayacağım—
gırtlağından aşağıya yuvarladı. Sonra, Engelhardt'a: «Ben de resim yaparım.»
dedi, aramıza katılmasını yerinde göstermek ister gibi. Bizimki; alaya
alarak: «Var mı resim yapmıyan?» diye sorunca, ötesini getiremedi ve
karımla, sanat üzerine —tek yanlı— bir konuşmaya girişti.
Kapı açılıp da tanımadığım bir çift, sanırım bir karı koca, girdiğinde
bizler bu biçim oturmaktaydık. Karım içki yüzünden ebsahipliği görevini
unuttuğundan, ayağa kalktım ve böyle durumlarda yaptığım gibi, pek dostça
selâmladım. Adam, kendini tanıttı ama, adını pek anlıyamadım; tanıştırma
sırasında bir gün olsun adları anlıyamamışımdır. Zira hiç beklemediğim bir
anda söylerler. Adamı, Paris'ten Hebertin'in saygılarını getirdiğini
söyledi. Ben de, o adın sahibiyle Paris'te beraber geçen günler gözümün
önüne gelmiş gibi, başımı sallayıp: «Oo? Hebertin'den mi!» dedim. Oysa,
böyle bir adı hiç duymamıştım. Yeni gelenleri karıma ve ötekilere
tanıtırken, adlarında olduğunu sandığım bazı heceleri mırıldandım,
Hebertin'in saygılarını ise iyice belirttim, fakat bu ad kimsenin aklına
birşey getirmedi. Karım, kadehleri getirdi. Engelhardt, ceketinin öteki
cebinden ikinci bir şişe çıkardı ve yeni gelenler de aramıza katılmış
oluverdi.
Durumda bir kontrolsüzlük başgöstermişti. Herşeyden önce şu camcının
bakışları beni tedirginleştiriyordu;
-6-
herif, elini Frau von Hergenrath'm koluna koyımuş, ben gördüğüm şeyin
resmini yaparım, diye başlamıştı. Fakat berikinin dinlediği yoktu, yarım
sesle bir şarkı söyliyordu. Üstelik, müthiş bir hüzün kaplamıştı içimi.
Tasarladığım tablonun hayali dağılmış, ilham perisi yüzünü örtüp kaçmıştı;
arkasında sadece hafif bir trebentin kokusu bırakarak. Yabancı çifte baktım.
İkisi de puro içiyorlardı. Kendilerini pek rahat hissediyor olmalıydılar.
Kadın, Hebertin'in Marbeau caddesine taşındığını ve yazık ki eski
alışkanlıklarını hâlâ bırakmadığını, karıma anlatmaktaydı. Kadının yüz
çizgilerine bakınca, bu alışkanlığın eroin çekmekten de kötü birşey
olduğuna,hükmetmek gerekiyordu.
Herşeyi dilediği gibi yönelten Engelhardt, bu arada, bir çoklarına telefon
edip —o buna davul çalıp herkesi ayağa kaldırmak diyordu— benim evde bir
şenlik yapıldığını söylemişti. Onlardan, ille gelmelerini ve beraberlerinde
dostlarını, yakınlarını ve hepsinden önce de elden geldiğince yüklü şişeler
getirmelerini istemişti. Camcının da aynı şeyi yapmasını güçlükle önledim.
Omuzuna dostça vurup, çok kişi gelirse karşılıklı hiç bir şey
konuşulamayacağımı, oysa her toplantıda en önemli şeyin eninde sonunda
söyleşi olduğunu açıkladım. Şaşılacak şey ama, kavradı.
Önce, Gerda Stoehr geldi, yaşlıca iki bayla; her ikisi de kusursuz, kibar ve
doğuştan koruyucu kişilerdendi. Çevrelerine yabancı yabancı bakındılar.
Fakat himayelerinde getirdikleri saçları darmadağınık bayan Stoehr karımı
çocuk ağzıyla selâmlayınca, karşılıklı gülümseyip, anlaşıldı der gibi, baş
salladılar; buzlar öylesine bir çözülmeğe başladı ki, hiç birşey ve
kimsecikler artık durduramazdı.
Konuklar da akın akın sökün etti; hepsi de bir veya bir çok şişeyle
geliyordu. Aralarında,sözgelişi şu Vera
-7-
Erbsam gibi, birkaç tanış da vardı. Bu bayan, karımın can düşmanıdır,
babamın Dobritzburg'da fırıncılık yaptığını günün birinde kendisine
anlatıncaya kadar bana hep göz kırpardı; fakat o gündenberi beni üstten
süzer oldu. Yine de gelmişti; yanında yine şöylesine tanıdığım —yargıç
adayı, ya da avukat stajyeri falan— bir genç vardı. Nişanlıya benziyen bir
hali vardı, belki de onun nişanlı-sıydı. Daha sonra, kimin nesi oldukları
pek belli olmıyan film artisti karı koca Pollaniler geldi. Fakat adları
sanmam ki, doğruydu ve gerçekten karı-koca olduklarını da sanmıyordum!.
Kadının bir tablosunu yapmıştım da bu yüzden güneş gözlüğünü çıkarmıştı. Bu
arada ev sahibinin rolünü de benimsemiş olan Engelhardt'ın bayan Pollani'ye
«darling» diye seslendiğini duydum; güvenle bastığı dünyaları böylece
yeniden bir parça daha genişletmiş oluyordu.
Öteki konukları bir bir söylemek gerekli değil. Atmosferi gereği gibi
anlatmak için, gece çökmeden önce konukların iyi anlaşmış bir yığın olduğunu
ve çekine sıkıla, fakat aralıksız gelen yeni yeni kişilerin hemen kalabalığa
karışıp genel havayla kaynaşıverdiğini söylemek yeter. Az ötemdeki genç bir
meslektaşımın «Bütün hayat böylesine bir şenlik, atölyede bir şenlik
olmalıydı!» dediğini duydum. Onun yanındaki sakallı da: «Bütün hayat
atölyede bir şenliktir.» dedi. Bir sanat tenkitçisiydi, yerli yerinde
özdeyişleriyle de ün salmıştı. Onu bu akşam yemeğe çağırmış olduğum aklıma
geldi, fakat o, durumdaki değişikliğe razı olmuşa benziyordu. Ayakta durmuş,
elindeki içki kadehine dalgın dalgın bakıp gülümsüyor ve boylu boyuna yere
uzanmış dev gibi ve bir yağ tulumundan farksız Schmitt-Hohveg'i
ayakkabılarının ucuyla aralıksız dürteliyordu. Yerdeki, heykelciydi ve
bundan ötürü acı acı öfkelenir, Rabelais'nin bir sarhoşluk anında yaratılmış
gibi bir hal alırdı yüzü.
-8-
Geceyarısından az önce duvara doğru itildim hem de yüzüm duvardan yana
olarak. Bir çılgınlar alayı önümden sallanarak geçti, şöyle bir dönüp
tablolarımın üstünde oturmama engel oldu. Böylesine umutsuz bir durumda,
yanımdaki insanın cebinde bir çekiç gördüm. Bizim camcıydı. Ben: «İzin verin
bir saniye!» dedim. Oysa, bu durumda naziklik hiç de gerekmezdi. Zira
birbirimizin sözlerini güç anlıyorduk. Camcının cebindeki ceketi alıp duvara
vurmağa başladım.
Konuklarımızı teklikeye sokmamak için pek fazla geriye gidemediğimden,
epiyce yoruyordu ve elim ağır işliyordu. Önce, üst tabakayı küçük küçük
parçaladım, sonra betonu kırıp çakıl ve kumları düşürdüm ve ayaklarımın
dibine yığdım. Arkamdakilerin keyfi son hadde varmıştı ve beni hiç
ilgilendirmiyordu. Öteki köşeden doğru bir kadın sesinin açık saçık bir
şarkı söylediği, sarhoş gürültüleri arasında kulağıma çarptı. Olağan bir
durumda, bundan, Frau von Hergerath dolayısıyla pek, utanırdı. Fakat
atölyeden savuşmak üzere olduğum şu sırada hiç umursamadım. Hem, az sonra,
şarkıyı Frau von Hergenrath'm okuduğunu anladım; demek şimdiye kadar
sezemediğim huyları vardı da ortaya çıkmak için böyle az buçuk serbestlik
anları gerekiyordu.
Delik büyüyordu. Bir süre sonra öteki yana ulaştım, vuran ışık halkasında,
komşumun yatak odası durumuna bir göz atabildim. Adları Giesslich'ti.
Sanırım, hep bu adı taşırlardı ve bir bakıma hep komşumdular. Modern, aynı
zamanda dürüst kişilerdi; fakat bu sonuncu özellikleri biraz değişmiş
olmalı, hem de ilk özelliklerinden yana. Bunda benim suçlu olduğumu inkâr
etmiyeceğim.
İkisi birden yataklarında doğrulup ışığı açtılar ve beni hayretle, fakat hiç
kızmadan, selâmladılar; hatta söylemem gerekir, bir dereceye kadar sevimli
bir anlayış göstererek. Sanatçıların, hele böylesine olağanüstü
-9-
durumlarda yakınları burjuva kişilerden hiç görmedikleri bir anlayıştı.
Uyanır uyanmaz modernlikleri akıllarına gelivermişti, belki de!
Çekingenlikten, önce kısaca selâmlayıp çekiç sallamağa devam ettim, delik
şimdiki genişliğini alıncaya kadar. Sonra, şaşkın şaşkın «Biraz yaklaşabilir
miyim?» diye sordum ve cevap beklemeden, delikten geçtim öteye.
Omuzlarımdaki beton tozlarını silkeledikten sonra —bu beklenmedik gece
ziyaretimi biraz olağan göstermek için— «böyle geç bir saatte tedirginlik
verdiğim için bağışlayın» dedim «fakat gelişim, bu gece bizim evde verilen
bir atölye şenliğine sizleri de çağırmak için.»
Bir susma oldu.
«Pek neşeli geçiyor da!»
Giesslichler birbirlerine baktılar; beni rahatlatan bu tepkileri, çağırımın
incelendiğini gösteriyordu. Hemen yine atılacaktım, bay Giesslich, tatlı bir
gülümseyişle, bu dostça çağrı için bana borçlu olduğunu ve fakat kendi
yaşlarında bir karı kocanın, modern kişiler de olsalar hayatta ortak
görevleri sanat olan insanlar toplantısına pek uyamıyacaklarnı söyledi; zira
ortak bir alınyazısı da sayılsa sanattan kendilerinin nasibi yoktu. Fakat,
dedim, sanatçıların asıl özelliği kendi çevrelerinden olmıyan kimselere hiç
bir yabancılık duyurmamaktır. Hem, duvarın ötesinde, bizim atölyede, soylu
koruyucu kişilerden kendi halinde zenaatkârlara kadar her çeşitten konuk
vardı.
O gece ömrümde ilk defa olarak dilim iyice çözüldü ve böylece,
Giesslich'lerin sonunda bizim şenliğe yakınlık duymalarım sağladım, hatta
giyinmeden böyle gecelikleriyle bizim yana geçmeğe de razı ettim. Bizim
yanda herkesin şöylesine giyimli olduğunu söyleimiştim. Gerçi yalan
söylemiştim ama, artık yalnız kalmak için gittikçe artan bir istek
duymaktaydım.
Karı koca, yataklarının önünde ayaktaydılar. Bay
-10-
Giesslich'm sırtında yollu bir pijama vardı. Karısında da bir gecelik. Adam,
karısının sabahlığını sırtına geçirmesine, manto giydirir gibi yardıım etti,
sonra da, kadın tuvalet aynasının önünde saçlarını tararken, sabırsızlıkla
bir aşağı, bir yukarı gidip geldi. Demek, içlerine ateş düşürmesini
başarmıştım. Daha çok nelerin çekmiş olduğunu kendi kendime sordum.
Sanatçıların güleryüzlü oluşu mu? Ya da soylu koruyucu bayanların bulunuşu
mu? Fakat delikten baktıkça, ürkütecek kadar ortaya vurulmuş olan hafif
giyimin bunda ağır bastığını sanıyorum.
Önce bay Giesslich, delikten güçbela geçti. Hemen ayağını yere basmış olacak
ki, yüksek bir faytondan karısını alırmış gibi, elini uzattı. Ben de, benim
yandan yapışmak zorunda kaldım, zira bayan Giesslich epiyce iriydi; bugün de
öyledir. Neyse, o da ayağını yere bastı. Yalnız kalmıştım.
Biraz çabayla, ağır giysi dolabını deliğin önüne ittim; bugün de orada
duruyor.
Şimdi gürültü epiyce azalmıştı; zira dolabın içindeki giysiler, sesi
kesiyordu. Ayrıca, şenliktekiler de yorulmuş olmalıydı ve iki dönem arasında
bir sessizlik hüküm sürüyordu.
Yorgunluktan bitkin, yataklardan birine attım kendimi ve olup bitenleri bir
düşünmeği denedim; fakat öyle yorgundum ki, hemen o andaki şeylerden
gayrısına kafalm işlemiyordu, çok yorucu bir gece bırakmıştım arkamda.
Uzaklardan doğru bir lokomotif düdüğü duydum. Yandaki şenliğin çılgınca
gürültüsünden daha başka sesler de duyabildiğime pek sevindiğimi, bugün de
hatırlarım. Perdelerin arasından, dışarının ışıdığını, yani gün doğduğunu
gördüm; uyanıkken sayısız tablolar, anılar ve üzüntü veren sezişlerle bağlı
olduğum gündüz. Bu arada bir horoz sesi duydum. Şu tüylü yaratığı şairliğe
özendiren tek yanı, diye içimden geçirdim ve olağanüstü durumlarda
düşüncelerimin çoğu alabildiğine özgür davrandığını farkettim. Sonra da
uyuyakaldım. Öğleden sonra geç vakit uyandım. Deliğin öte yanma bir göz
attım. Şenlik, bütün hızıyla sürüp gidiyordu. Bundan böyle de sürüp
gideceğini anlamıştım.