I Büyük hurma yapraklarının, acayip bambuların, tepesi nemli duran
okaliptüslerin, akşam güneşi meyvalı narların, incirlerin, ağır akışlı
berrak suların arasında kendisini, hâlâ eskisi gibi sanmak istiyordu. Fakat
birçok şey değişmişti. Uykusunda Rabbı görmüştü. Rab üstüne doğru eğilmişti.
O zaman vücudu her zamankinden başka türlü kımıldamış, meleklerin kendisine
öğrettiklerinden gayrı dualar mırıldanmışlardı. O zaman Rab ona gülmüş ve
geniş, yaratıcı eli sol böğrüne kapanmıştı ve o, henüz kıvamını bulmamış
muhayyilesinin etrafındaki şeylere bulanık bir ayna olan yarım uykusu içinde
birdenbire bir tarafının boşaldığını, sonra yanıbaşında küçük, beyaz bir
şeyin kımıldadığını, kendisine üşür gibi, korkar gibi sokulduğunu duymuş ve
bu duygu ile kendisini tekrar uzandığı su başında, büyük geniş yapraklı
otlar üstünde bulmuştu.
Etrafında bir yığın hayvan vardı. Hepsi uzaktan hiç görmedikleri bir şey
gibi ona bakıyorlardı. Başının üstünde bir sürü kuş uçuyor, gidiyor,
geliyorlardı. Fakat o bunların farkında değildi. Arkasına yapışan, yumuşak
varlığı düşünüyordu. ilk defa bakmaktan, görmekten korkuyordu. İlk defa
içinde bir telaş vardı. Önce gözlerini yummuş, kendi kendine "Acaba nedir?"
diye düşünmüştü. Sonra dayanamadı, döndü ve kendi böğründen çıkan bu sıcak
yumuşak varlığı, benliğine doğru bir düşünce, bir vehim, bir azap, bir haz
gibi sokulan varlığı gördü. Bilmeden onu kendisine doğru çekti. Ve bir eli,
az evvel eşyanın tembelliğinden başka bir şey olmayan uykusu içinde böğrüne
kapanan Rabbın eli gibi, onun beyaz vücudu üzerine kapandı. Sıcak, yumuşak
bir şey avucunun şeklini aldı. Fakat o bu sıcaklığı, yumuşaklığı
düşünmüyordu bile. Kendi içinden yanı başına geçen, avucunun içine hapsolan
parmaklarının arasında ezilen bu aydınlık tenden ziyade kendi elini
seyrediyordu. Sert, toprak renkli eli bu yumuşak aydınlığın üzerine
şaşırtıcı bir kudretle kapanmıştı.
Adem kendi eline bakıyordu. Avucunun açılışı ber şeyin ütüne böyle kapanışı
onu şaşırtmıştı. Sonra yerinden doğruldu. Artık aydınlığın malı olan
rüyasının üstüne eğildi. Saçlarının arasına gömülü yüzüne baktı.
Hayır, bu bir melek değildi.Yıldızlardan biri de olamazdı. Onların köpüğüyle
yıkanmış onların parıltılarını almıştı. Fakat kendisi yıldız değildi. Hiçbir
yıldıza, hiçbir meleğe bu kadar yakınlık duymamıştı. Burada bütün
yakınlıklar Rabba giderdi. Ondan gayrısına kimse kendini yakın bulmaz, hiç
bir şey ondan gayrısına bağlanmazdı Halbuki şimdi bu küçük mahlûka kendisini
çok yakın buluyordu. İçinde Rabdan ayrı, onun iradelerini kabule hazır,
fakat ondan uzak, bu küçük ve canlı aydınlık parçasının etrafında yeni bir
âlem kurulmuştu. Sanki Kadîm Nizam'dan kopmuştu.
Kendi kendine "Acaba nedir?" diye gökyüzüne baktı. Bir şimşek çaktı. Büyük
billur menşurlar bir saniye için tutuştu. Fakat hiç bir cevap gelmedi O
zaman etrafına baktı. Her zaman yanıbaşında dolaşan ayaklarının dibinde
otlayan, koynunda çöreklenip uyuyan hayvanların kendisinden uzaklaştıklarını
gördü.
Ne olabilir? diye tekrar sordu. Ve rüyasını olduğu gibi hatırladı; Rab
üstüne eğilmiş ona gülüyordu. Büyük yaratıcı eli böğrüne kapanmıştı Sonra
yanıbaşında bu küçük, kımıldanan, saçlarıyla örtünen, uzun kirpikleriyle
düşünen mahlûku bulmuştu. Eliyle saçlarını ayırdı, yüzüne baktı; kollarını,
göğsünü, Küçük bir güneş kurşuna benzeyen karnını, kalçalarını, pembe
topuklarını uzun uzun seyretti. O seyrettikçe kadın sanki çok derin bir
uykudan uyanıyor, kat kat perdelerden sıyrılıyordu. Tekrar gözlerini göğe
çevirdi. Tekrar aydınlığın kaynağına sordu. Tekrar Büyük Tavus, içinde
yüzdüğü mücevher tasta kımıldandı. Tekrar büyük ağaçların tepeleri dehşetle
tutuştu Her tarafta görünmez avizeler yandı. Yine bir cevap gelmedi.
Fakat bu sefer aydınlığın bu dehşet tecellisinde ikisi birbirine
sarılmıştılar. Kadının beyaz gül yaprağı erkeğin göğsüne gömüldü ve erkeğin
elleri onun kalçasına kapandı. Adem tekrar
eline ve elinin altında kımıldayan, ürperen bu şeye baktı.
O zaman ona sordu:
Kimsin? dedi.
Benim, senden bir parçayım, dedi.
Evet, ama nesin?
Kadın cevap vermeden ona sokuldu. Fazla bilmek için büyük bir iştihası
yoktu. Ondan bir parça idi. Başlarının ucunda bir yığın kanat hışırtısı,
aydınlığı üstlerine eleyen uçuş gördüler. Bunlar meleklerdi. Her türlü
mücevher parıltısı içinde her an değişerek onları seyrediyorlardı. Hayretten
hepsi Rabbı teşbih ve tahmid etmeği unutmuştular. Adem onlara sordu:
Yalnızlığının aynası, dediler. Adem, içinde hiç bir şey değişmemiş gibi
onlara:
Ben yalnız değilim ki. Sizlerle beraberim, dedi.
Şimdiden sonra bizden ayrısın... Yalnızsın, diye cevap verdiler. Ve bu,
yalnızlığının aynasıdır. Ve hepsi, Rabbın bir tasavvuru olmaktan çıkan bu
son gelene hasetle güldüler.
O zaman Adem yalnızlığının aynasına yeni baştan döndü. Onu kollarının
arasına aldı. Uzun uzun baktı. Daha sonra, Semuştu. Eliyle saçlarını ayırdı,
yüzüne baktı; kollarını, göğsünü, Küçük bir güneş kurşuna benzeyen karnını,
kalçalarını, pembe topuklarını uzun uzun seyretti. O seyrettikçe kadın
sanki çok derin bir uykudan uyanıyor, kat kat perdelerden sıyrılıyordu.
Tekrar gözlerini göğe çevirdi. Tekrar aydınlığın kaynağına sordu. Tekrar
Büyük Tavus, içinde yüzdüğü mücevher tasta kımıldandı. Tekrar büyük
ağaçların tepeleri dehşetle tutuştu Her tarafta görünmez avizeler yandı.
Yine bir cevap gelmedi.
Fakat bu sefer aydınlığın bu dehşet tecellisinde ikisi birbirine
sarılmıştılar. Kadının beyaz gül yaprağı erkeğin göğsüne gömüldü ve erkeğin
elleri onun kalçasına kapandı. Adem tekrar
eline ve elinin altında kımıldayan, ürperen bu şeye baktı.
O zaman ona sordu:
Kimsin? dedi.
Benim, senden bir parçayım, dedi.
Evet, ama nesin?
Kadın cevap vermeden ona sokuldu. Fazla bilmek için büyük bir iştihası
yoktu. Ondan bir parça idi. Başlarının ucunda bir yığın kanat hışırtısı,
aydınlığı üstlerine eleyen uçuş gördüler. Bunlar meleklerdi. Her türlü
mücevher parıltısı içinde her an değişerek onları seyrediyorlardı. Hayretten
hepsi Rabbı teşbih ve tahmid etmeği unutmuştular. Adem onlara sordu:
Yalnızlığının aynası, dediler. Adem, içinde hiç bir şey değişmemiş gibi
onlara:
Ben yalnız değilim ki. Sizlerle beraberim, dedi.
Şimdiden sonra bizden ayrısın... Yalnızsın, diye cevap verdiler. Ve bu,
yalnızlığının aynasıdır. Ve hepsi, Rabbın bir tasavvuru olmaktan çıkan bu
son gelene hasetle güldüler.
O zaman Adem yalnızlığının aynasına yeni baştan döndü. Onu kollarının
arasına aldı. Uzun uzun baktı. Daha sonra, Sebüsbütün başka duydu. Havva'nın
göğsünde her şey unutuluyordu. Bu yumuşak ve kokulu yastıkta her azap
dinebilirdi. Her acı burada serinleyebilirdi.
Fakat içinde korku vardı. Bilinmezin korkusu içine çöreklenmişti. O, kendi
vücudundan yeni doğan bu yastıkta uyuyordu.
Dişleri birbirine vura vura:
Belki de Rabbı artık eski yüzüyle göremem, diyordu.
Ve belkemiğine doğru sert bir rüzgarın estiğini duyuyor, acayip bir sıtma
içinde üşüyordu. Ayıbı çok büyüktü, meleklerin en üstünü, şimdi onu
kaybetmişti. Onlar bunu biliyor, bulundukları yükseklikten onu belki de
seyrediyor, ona acıyor, yahut çamurun çocuğu diye küçümsüyorlardı.
Ve Adem bunu görmemek, bunu düşünmemek için Havva'nın vücuduna doğru
gittikçe daha fazla gömülülyordu. Ona:
Sakla beni!... Sakla beni, diyordu. Ve istiyordu ki başı ve bütün vücudu
Havva'nın gecesine her an daha fazla gömülsün. Ve Havva ona kaybettiklerinin
karşılığı olarak bütün vücudunu hediye ediyor, gizlenmek için kendi
vücudunda üst üste geceler buluyor, onu en kuytu gecesinde avutmağa
çalışıyordu.
Bir uğultu ikisini birden uyardı. Başlan birbirinden ayrıldı. Dudaklarında
hiç tanımadıkları lezzetlerin hatırasıyla etrafa bakındılar. Artık tek
başına değildiler; hiç bir şeyi yalnız başlarına yapmıyorlardı. Her
hareketleri birbirinde cevap buluyordu.
Gökyüzünde siyah bir nokta vardı ve genişleye genişleye ilerliyordu. Adem'le
Havva, gözleri bu siyah çemberde, bunun ne olabileceğini düşünüyorlardı.
Etraflarında meleklek telaşla kaçışıyorlardı; tüyleri solmuş, eski
parlaklığını kaybetmişti. Hepsinin yüzünde bir uykudan uyanmış, çok
derinlerden gelmiş olmanın hali vardı. Hepsi kainatlarını yadırgıyor,
eşiğinden atlayamayacaklarını bildikleri bir haddin ötesinde duruyor
gibiydiler. Sanki oradan bu gittikçe yaklaşan yuvarlağa, bu siyah dumana
bakıyorlardı. Adem, utanmasını unutarak onlara sordu:
N'oldu, bu nedir?
Birisi yanlarından geçerken hırsla ona bağırdı:
Kader uykusundan uyandı. Bir başkası hasetle güldü.
Toprağın çocuklan mesut olun! Artık sizin devriniz başlıyor Değişmez
Şevkler bahçesinin bütün hayvanları bir tarafa
sinmiş. Edebiyetin neşesini teganni eden kuşlar susmuş. Adların tecellisi
Remizler ferlerini kaybetmişti. Büyük ağaçlar boyunlarını bükmüşler, renkli
çiçekler ışıklarını kısmış, bu yuvarlana yuvarlana yaklaşan kalabalığı
görmemek için, kendi üstlerine kapanıyorlardı.
Yalnız Havva ile Adem ona büyülenmiş gibi bakıyorlardı. Bu siyah çığı,
gittikçe büyüyen karanlığı, nerede ise çarparak her şeyi kül edecek ayrı ve
bilinmez varlığı, onun döne döne yaklaşışını seyrediyorlardı. O,
kendileriyle başlayan bir şeydi O, manasını henüz bilmedikleri, fakat adını
tanıdıkları Kaderdi. Aden bahçelerinin çok uzağında, büyük karanlıklarda
mahpus imkânlar silsilesi idi.
O, Rabbin tasavvuru olan bu ebedî şevkler diyarının biricik sırrı ve masalı
idi.
Nihayet büyük yuvarlak geldi ve Adem'le Havva'nın önünde durdu. İkisi birden
korka korka ona baktılar. Adem, Aden bahçesinin birdenbire sararmış otları
üstünde diz çökmüş, korkudan büyümüş gözlerle bir taraftan ona bakıyor, öbür
taraftan korumak istermişçesine Havva'yı kollarıyla tutuyordu.
Önce birşey görmediler. Sanki iç ve dış gözleri beraberce sönmüştü. Sonra
siyah yuvarlak cilalanmış bir abanoz sathı gibi parladı; orada ilk önce
kendilerini, demin beraber oldukları zamanki halleriyle gördüler. Sonra
yeryüzünü gördüler.Aden bahçesinin, büyük, her şeyin ilk kaynağı ve aynı
ebediyet remizlerinden, mücevher parıltılı çiçeklerinden, acayip ve
rüzgârsız ağaçlarından başka remizler, başka türlü çiçekler, başka türlü
ağaçlar gördüler.
Ve otların arasından kıvranan, atılan, bükülen avlanan, yavrularını emziren
hayvanları ve cins cins kuşları gördüler. Coşkun dereleri, ağır başlı büyük
nehirleri, köpüre köpüre akan selleri, dumanlı dağ başlarını, yeşil ovaları,
sararmış tarlaları gördüler. Sonra denizi gördüler, fırtınalı havalarında
büyük dagaların göğe doğru kalkışını, küçük çırpıntıların her türlü hayal
oyununa elverişli köpüklerini, dalgaların sedef rengi kumsallarda ilerleyip
gerileyişini, denizi ve onun değişik yüzlerini gördüler. Kulübeden başlayıp
şehirlere doğru genişleyen mahşer yığınını, büyük ve aydınlık sarayların
yoksulluğunu ve can sıkıntısını, fakir evlerinin kanaatli sabrını ve
sükûnunu tattılar. Akşamın altın tozlan arasında sürülerin dönüşünü,
arslanlanların sabah saatlerinde derelerden su içişlerini, boğa yılanlannın
büyük ağaç gövdelerine sarılmış halkalannı, arıların kaya kovuklarında bal
yapmalarını gördüler. Çeşitli meyvaları seyrettiler.
Sonra Gece ile Gündüz önlerine geldi. Birinin başı ucunda beyaz güvercinler
uçuyordu. Öbürünün gözlerinde bilmedikleri kuşlar tünemişti, belinde
yıldızlarla süslü siyah bir atlas vardı ve vücudu dinlenmenin hazları içinde
gevşemişti. Arkasından dinç ve kaygısız Gençlikle, muztarip ve bîçare
ihtiyarlık ve daha sonra siyah ölüm geldi. Onları mevsimlerin geçidi takip
etti. Hepsi önlerinde kuşaklarını çözdüler ve onlara sepetlerindeki
hediyeleri uzattılar. Böylece her şey, bütün hayat teker teker gözlerinin
önünden geçti. Onlar geçtikçe Adem'in alnı üzüntüden kınşıyor, acayip bir
korku içini sarıyordu. Fakat Havva'nın içi gururla dolu idi. Karnı sevinçten
ve gururdan bir güneş gibi parlıyordu. Adem bunu görünce üzüntülerini ve
korkusunu unuttu. Oluşlar âleminin düğümünü, bu güneş parıltılı imkânlar
peteğini öptü ve onu öptükçe Kaderin aynasına daha emniyetle baktı. Sonra
ikisi birden Rabbin sesini duydular. Bu ses Adem'in kalbinde büyük bir çınar
gibi yeşerdi ve Havva'nın yüzünde gül, kamında su çiçeği gibi parıldadı. Rab
onlara: - Yolunuz açık olsun, diyordu. İnsanoğluna ve Toprağa bizden rahmet
ve selâmet... Ve ses devam etti: - Hayrın ve şerrin, Hazzın ve Istırabın,
Aşkın ve Ölümün bahçeleri sizindir. Rahmet ve selâmetimiz Toprağa ve
İnsanoğluna olsun. Ve ses devam etti: - Sizi kendi suretimce yarattım. Size
Arzı bahşettim... Ayı ve Yıldızlan ve Güneşi bahşettim. Sizi Hayatın ve
Ölümün efendisi yaptım. Rahmet ve selâmetimiz Toprağın ve İnsanoğlunun
üzerine olsun. Ve Rab onların içinde böyle üç defa bağırdı. Birincisinde
Aden bahçeleri Adem'le Havva'nın etrafından ve başları üstünden, yorgun
uyuyan çöl yolcusunun başı üstünden fırtınanın birdenbire aldığı bir çadır
gibi kalktı. Ve onlar boşlukla hayretten titreşip kaldılar. İkincisinde
siyah, yuvarlak, çok kalın bulutlar gibi etraflarını aldı. Onlar kendilerini
Kaderin mahpusu bildiler. Üçüncüsünde Rabdan sonra melekler hep birden
çığrıştılar: - Arza ve Melekûta rahmet, dediler, Rabbim rahmeti ve selâmeti
Toprağın ve İnsanoğlunun üzerindedir. Arza ve Melekûta rahmet, dediler. Ve
hepsi birden secde ettiler. Ve Melekût İnsanoğlunu böyle uğurladı. Ve
böylece siyah, yuvarlak bir gemi gibi yerinden kımıldadı, henüz yolunu
arayan yıldızlarn yer yer parçaladığı karanlıklar içinden inmeğe 38 başladı.
Büyük rüzgârların, yıldız kasırgalarının arasından geçtiler. Korkunç
derinliklerden atladılar. Adem bu karanlığın içinde Havva'nın vücuduna
sığmıyordu. Nergis gibi bir aydınlık görüyor, Havva onun kollan arasına
gömülüyordu. Rabbim takdis ettiği aşklarını toprağa götürdükleri için ikisi
de mesuttu. Sonra birbirlerini görmemeğe başladılar. Adem'le Havva'ya
birbirinden ayrılmanın hüznü çöktü. Adem Havva'nın inci dişlerine, gül
yaprağı yüzüne, çizgisiz alnının bilmecesine, sıcak nefesine, beyaz
kollarına hasret duydu. Havva onun kollarının kuvvetini, kendisine hüviyet
veren korku ve azaplarını özledi. Bu yakıcı azabı içlerinde duyar duymaz, o
kadar uzaktan görmeğe alışmadıkları yıldız parıltılarının kimsesizliği
arttırdığı bir gece saatinde kendilerini yeryüzünde buldular. Havva
Ye-men'de bir kuyu başında idi. Adem Serendib'te bir dağ tepesinde idi.
Havva Adem'i nasıl arayacağını, Adem Havva'yı nerede bulacağını düşünüyordu.
O zaman ikisi birden birbirlerini çağırmağa başladılar. Yıldızlara doğru iki
feryat birbirini karşılıyordu: - Havva Havva... - Adem Adem... Ve yeryüzünü
dolduran çeşit çeşit hayvanlar oldukları yerde bu hiç duymadıkları sesi
işittikçe ürküyor, büyük kartallar avlarını bırakıp kaçıyor, yırtıcı
hayvanlar otlar ortasına başlarını sokup saklanıyor, ilk yaradılış
çağlarının tecrübesi canavarlar toprağın efendiliğini kaybettiklerinden
küskün, ölmek için kendilerine köşe arıyorlardı. Ve karşılıklı çığlık devam
ediyor, Havva çağırıyor, Adem yürüyor, Adem sesleniyor, Havva kuyusunun
başında onu bekliyordu. Ve insan sesine susamış toprak bu sesleri dinledikçe
ısınıyor, değişiyordu.