Daha sonra öğrenci benzer bir eylemde daha yakalandı. Ve yine Bankei konuyu önemsemedi. Bu, hırsızın ayrılmasını talep eden, aksi taktirde toplu şekilde orayı terk edeceklerini bildiren bir dilekçe hazırlayan diğer öğrencileri kızdırmıştı.
Bankei dilekçeyi okuduktan sonra herkesi yanına çağırdı. "Siz aklı başında kardeşlerimizsiniz" dedi. "Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilirsiniz. Siz başka bir yere öğrenmek için arzu ederseniz gidebilirsiniz. Ama zavallı kardeşiniz neyin doğru neyin yanlış olduğunu bile bilmiyor. Eğer ben öğretmezsem kim öğretecek? Hepiniz ayrılsanız bile onu burada tutacağım."
Hırsızlık yapan biraderin yüzünden gözyaşları sel gibi aktı. Tüm çalma arzusu yok olmuştu.
Hikâye bir meditasyon kampında, bir meditasyon seansında gerçekleşiyor. Bu yüzden meditasyonun ne olduğunu anlamak zorundasın. Bu yüzden derin meditasyon içine girdim aksi taktirde öykünün ana fikrini kaçırabilirdin. Bu hikâyeler sıradan öyküler değildir, bunların büyük bir birikime ihtiyacı vardır. Meditasyonun ne olduğunu anlamadığın sürece, "Bankei haftalar süren meditasyon inzivasını düzenlediğinde" diye okuyacaksın ama anlamayacaksın.
... Japonya'nın pek çok bölgesinden öğrenciler katılmak için geldi. Bu toplantılardan birinde öğrencilerden biri çalarken yakalandı.
Bu öğrenciler her yerdedir çünkü insan son derece para-zihinlidir. Ve çalan kişinin çaldığı kişilerden çok da farklı olduğunu zannetme; onlar aynı gemidedir. Her ikisi de para-zihinlidir. Birinin parası vardır, diğerinin yoktur; fark budur. Ancak her ikisi de para-zihinlidir.
Suçlunun kovulması talebi ile konu Bankei'ye iletildi. Bankei, olayı göz ardı etti.
Niçin o bu durumu göz ardı etti? Çünkü her ikisi de para-zihinlidir, her ikisi de hırsızdır; bir hırsız diğer hırsızdan bir şeyler götürmeye çalışıyor hepsi bu. Bu dünyada eğer bir şeyi istiflemeye çalışıyorsan bir hırsıza dönüşürsün, eğer bir şeye sahip olursan hırsız haline gelirsin. Dünyada iki tür hırsız vardır: Birincisi saygıdeğer hırsızlar, devlet tarafından tanınan, tasdik edilmiş, onaylanmış, devlet tarafından lisans verilmiş hırsızlar ve diğeri. Kendi kendilerine çalışan lisanslı olmayan insanlar. Yasal ve yasal olmayan hırsızlık. Yasal olanlar saygı duyulanlardır; yasal olmayanlara elbette saygı duyulmaz çünkü onlar kurallara karşı gelir.
Kurnaz insanlar asla kurallara karşı gelmez, onlar kuralların etrafından dolanarak çalmanın yollarını bulurlar. Ancak o kadar kurnaz olmayan birkaç insan vardır. Bu kuralları takip ederek hiçbir şeye sahip olamayacağını görüp bu kuralları bir kenara koyup yasadışı şeyler yaparlar. Ancak herkes bir para manyağıdır. Bu yüzden Bankei olayı görmezden gelmişti.
Daha sonra öğrenci benzer bir eylemde daha yakalandı. Ve yine Bankei konuyu önemsemedi.
O her ikisinin de aynı teknede olduğunu bilir; pek bir fark yoktur.
Bir adamın yasadışı eylemlerinde başarılı olduğunda saygıdeğer hale geldiğini bilmek seni şaşırtacaktır. Eğer sadece başarısız olursa, o zaman bir suçlu olur. Başarılı soyguncular kral haline gelirler ve başarısız krallar soyguncu haline gelirler. Şayet kudretliysen sen muhteşem bir imparatorsun. Şimdi, şu İskender, Büyük İskender nedir? Büyük bir soyguncu; fakat o başarmıştır.
Senin politikacı dediklerinin hepsi soyguncudur. Onlar diğer soyguncuları mahvetmeye çalışıyorlar; onlar kaçakçılığa karşı olabilirler, hırsızlığa karşı olabilirler, şuna ve buna karşı olabilirler. Ancak derinlerde onlar en büyük kaçakçılardır, en büyük hırsızlardır. Ancak onlar bu şeyleri yasal olarak yaparlar; en azından bir şekilde yapmakta oldukları şeyi yasalmış gibi göstermeyi başarırlar. Ve onlar, en azından iktidardayken başarılıdırlar. İktidar gittiğinde, o zaman onlar hakkındaki tüm o güzel hikâyeler basitçe kaybolur.
Bir politikacı iktidardan düştüğünde çirkin bir şeye dönüşür. O bir Richard Nixon olabilir yahut bir Indira Gandhi olabilir. Bir kez bir politikacı iktidardan uzaklaştırıldığında, güç elinden gittiğinde, artık seni korumak için iktidar olmadığında, o zaman her şey açığa çıkar. Şayet bir kimsenin nasıl zengin olduğunu bilirsen ona saygı duyamayacaksın. Ancak, şayet bir kişi gerçekten zenginse, o zaman insanları sessiz tutmayı başarabilir. Ve o zaman insanların hafızası çok küçüktür; unuturlar.
Bir tarih kitabında okuyordum, İngiltere'den yirmi kişi sürgün edilmişti; onlar deniz korsanıydı. Ve otuz yıl sonra ne oldu? Bu yirmi kişiden bazıları Avustralya'ya gitti, bazıları da Amerika'ya gitti. Onlardan birkaçı Amerika'da vali oldular, bazılarıysa bankerler, arazi sahipleri olmuşlardı. Yirmi kişinin hepsi son derece saygıdeğer insanlar haline geldiler.
Bu yüzden Bankei bu durumu göz ardı etti. Bu konuyu dikkate almadı, bu konuyu önemsemedi. "Sorun yok, dünyada işler böyle yürüyor." Para zihnine sahip olmayan birisi bunu göz ardı edecektir.
Bu, hırsızın ayrılmasını talep eden, aksi taktirde toplu şekilde orayı terk edeceklerini bildiren bir dilekçe hazırlayan diğer öğrencileri kızdırmıştı.
Şimdi, bu insanlar hiç de meditasyon yapmak için orada değillerdi. Meditasyon yapmaya geldiysen bazı şeyleri anlamış olman gerekir: Daha az para-zihinliliğe doğru gelişmen, tüm sahip olduklarından belirli bir düzeyde kendini ayrı tutabilmiş olman gerekir. Birisinin birkaç rupee senden almış olması bir şey fark etmez, bu bir ölüm-kalım meselesi değildir. Zihnin nasıl işlediğini, insanların ne kadar para-zihinli olduğunu anlamalısın.
Sen hırsıza senin paranı almış olduğu için kızgınsın. İyi ama o nasıl senin oldu? Onu başka birisinden bir başka şekilde almış olman gerek; çünkü hiç kimse dünyaya parayla gelmez, hepimiz ellerimiz boş geliriz. Sahip olduğumuz her şeyin bizim olduğunu iddia ederiz ama hiçbir şey hiç kimsenin olamaz. Şayet bir kimse gerçekten meditasyon yapmaya geldiyse, onun tavrı bu olmalıdır: Hiçbir şey hiç kimseye ait değildir. Onun nesnelerle bağı giderek ve giderek azalır.
Ancak bu insanlar para-zihinlidir, doğal olarak da politika devreye girer. Hırsızın ikinci kez göz ardı edildiğini gördüklerinde, şöyle düşünmüş olmalılar: "Bu ne tür bir usta? Anlaşılıyor ki hırsızın yanında!" Onlar onun bunu niçin göz ardı ettiğini anlayamadılar. O bunu, kendi para-zihinliliklerini bırakmaları için göz ardı ediyordu. Evet, çalmak kötüdür ama onların para-zihinli olmaları da iyi değildir.
Onlar bunun iki kez göz ardı edildiğini gördüklerinde, kızgın hale geldiler. "Hırsızın ayrılmasını, aksi taktirde toplu şekilde orayı terk edeceklerini talep eden" bir dilekçe hazırladılar: Hemen politika devreye girer; imza toplamalar, protestolar.
Şimdi, onlar hiç de meditasyon yapmak için orada değiller. Şayet meditasyon yapmak için orada olsalardı, onların bu probleme yaklaşımı bütünüyle farklı olurdu. Bu adamcağız için, onun para tutkusu için birazcık şefkat duyarlardı. Onlar şayet gerçek meditasyoncular olmuş olsalardı, para toplayıp bu adama verirlerdi: "Çalmaktansa, lütfen bu parayı al sende kalsın." Bu onların meditasyon yapmak için, dönüşüm yaşamak için orada olduklarının bir göstergesi olurdu.
Ancak onlar şimdi hırsızın kovulması için toplu bir dilekçe hazırlıyorlar. Sadece bu da değil; beraberinde, şayet bu yapılmazsa topluca orayı terk edecekleri tehdidi de var.
Bankei gibi bir ustayı tehdit edemezsin.
Bankei dilekçeyi okuduktan sonra herkesi yanına çağırdı. "Siz aklı başında kardeşlerimizsiniz" dedi. "Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilirsiniz. Siz başka bir yere öğrenmek için arzu ederseniz gidebilirsiniz. Ama zavallı kardeşiniz neyin doğru neyin yanlış olduğunu bile bilmiyor. Eğer ben öğretmezsem kim öğretecek? Hepiniz ayrılsanız bile onu burada tutacağım."
Pek çok şeyin anlaşılması gerekiyor. Usta, "siz aklı başında kardeşlerimizsiniz" dediğinde, onlarla alay ediyordur, onlara basitçe, sertçe darbe indiriyordur. Onların aklının başında olduğunu söylemiyor, onların sırılsıklam salak olduklarını söylüyordur. Ancak tüm aptallar kendini akıllı sanır. Aslında kendini akıllı zannetmek aptal olmanın en temel koşullarından birisidir. Akıllı insanlar akıllı olduklarını düşünmezler. Aptal insanlar her zaman kendilerini akıllı zannederler.
Şimdi, bunlar aptallardır. Onlar paraları olması için orada değillerdi, onlar para elde etmek için orada değillerdi; onlar çok daha büyük, çok daha yüksek bir şey elde etmek için oradaydılar ama bunu tamamen unutmuşlardı. Aslında bu adam onlara görmeleri için bir fırsat vermişti. Şayet onlar gerçek meditasyoncular olsalardı bu adama gidip ona teşekkür ederlerdi: "Bize paraya ne kadar bağlı olduğumuzu görmemiz için bir fırsat verdin. Bizi ne kadar rahatsız ettin! Biz meditasyonu tamamıyla unutmuştuk, buraya niçin gelmiş olduğumuzu unutmuştuk. Bunu unutmuştuk usta Bankei."
Yüzlerce kilometre ötelerden gelmiş olmalılardı. O yıllarda seyahat etmek kolay olmadığından aylarca yol almış olmalılardı. Gelmişlerdi, bu ustayı duymuş olmalılardı ve onunla meditasyon çalışması yapmak için çok uzak yerlerden gelmişlerdi. Ve birisi hırsızlık yapar ve her şeyi unuturlar! Hırsıza teşekkür etmelilerdi: "Bir şeyi bilincimize getirdin; paraya olan çılgın bağlılığımız yüzeye çıktı, kabardı."
Bankei, "Siz akıllı kardeşlerimizsiniz" derken şaka yapıyor. O şöyle diyor: "Siz silme salaksınız. Ama siz akıllı olduğunuzu sanıyorsunuz, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bildiğinizi sanıyorsunuz. Hatta bana bile neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğretmeye çalışıyorsunuz. Bana, 'Bu adamı kovun aksi taktirde biz burayı terk edeceğiz' diyorsunuz. Bana kurallar dayatmaya çalışıyorsunuz. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bildiğinizi mi sanıyorsunuz? O zaman nereye isterseniz gidebilirsiniz çünkü çok akıllı olduğunuzdan, herhangi bir yerde öğrenebileceksiniz. Ama bu adamcağız nereye gidecek? O, o kadar aptal ki!"
Konunun özünü, ironisini anlamaya çalış. Unutma, haklının haklılığı her zaman doğru değildir. Haklı olduklarını düşünen insanlar neredeyse her zaman için aptal olanlardır. Hayat son derece karmaşıktır ve hayat o kadar inceliklidir ki, senin haklı olduğuna ve başka birisinin yanlış olduğuna o kadar kolayca karar veremezsin. Aslında, birazcık anlayış sahibi bir insan, asla haklı olma tuzağına düşmeyecektir.
Şimdi, Bankei'nin bu öğrencileri neyin doğru, neyin de yanlış olduğunu bildiklerini ve bu hırsızın yanlış bir şey yaptığını ve ustanın onu kovması gerektiğini zannediyorlar. Ve usta onu kovmazsa eğer, usta da yanlış yapmış olur. Artık onlar akıllarının çok fazla içerisindedir; onlar bildiklerini zannediyorlar. Onlar ustanın şefkatini görmezler, onlar ustanın meditasyonunu görmezler. Onlar ustanın bir buda haline gelmiş olduğunu görmezler; Bankei Zen'in en büyük ustalarından birisidir. Onlar önlerinde duran kişinin kim olduğunu göremezler ve onu protesto ederler ve tehdit ederler.
İnsan o kadar aptaldır ki; asırlar boyunca her türden aptallığı yapmıştır. Ve en aptalca şeyler bir budanın olduğu yerlerde yapılmıştır. Çünkü senin karşındakinin kim olduğunu anlayamazsın, göremezsin. Sen kendi toy ve çocukça yollarından gitmeye devam edersin; saçma sapan konuşmaya devam edersin.
Bankei der ki:
Siz akıllı kardeşlerimsiniz. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilirsiniz. Siz başka bir yere öğrenmek için arzu ederseniz gidebilirsiniz. Ama zavallı kardeşiniz neyin doğru neyin yanlış olduğunu bile bilmiyor. Eğer ben öğretmezsem kim öğretecek?
O yüzden siz gidin ve ben onu bırakmayacağım, ona öğreteceğim.
Hepiniz ayrılsanız bile onu burada tutacağım.
Bazen öyle olur ki, haklı olduğunu düşünen bir kişiye bir şey öğretmek haklı olmadığını düşünen bir kişiye öğretmekten daha zordur. Bir suçluya öğretmek bir azize öğretmekten daha kolaydır. Derinlerde yanlış bir şeyler yaptığını hisseden birisine öğretmek daha kolaydır çünkü o öğrenmeye açıktır. Onun kendisi bu halden kurtulmak ister. Ancak "Ben haklıyım" diye düşünen bir insan; o bu halin dışına çıkmak istemez, o bundan son derece memnundur. Onu değiştirmek mümkün değildir. Usta ne için "Hepiniz gidebilirsiniz ve ben bu adamı, bu zavallı kardeşimizi bırakmayacağım" der? Niçin? Çünkü bu zavallı kardeşin bir olasılığı, bir potansiyeli vardır.
Bir gün bir adam —büyük bir suçlu, katil, günahkâr— Buda'ya onun yoluna girmek için gelmişti. Geldiğinde insanlar onun içeri girmesine izin vermeyecek diye korkuyordu; müritler onun Buda'yı görmesine izin vermeyebilirdi. Bu yüzden o çok fazla insanın olmadığı bir zamanda gelmişti. Ve o ana kapıdan girmemişti, duvarın üzerinden atlamıştı.
Şans eseri Buda orada değildi —o dilenmeye gitmişti— ve adam yakalandı. Müritlere, "Bir şey çalmaya veya bir şey yapmaya gelmedim, sadece beni ana kapıdan içeri sokmayacağınızdan korktum. Herkes beni tanır. Buralarda tanınmış birisiyim. Bu civarda en çok nefret edilen ve korkulan kişiyim, herkes beni tanır. Bana izin vermeyeceğinizden korkmuştum. Bir mürit olmak istediğime inanmayabilirsiniz."
Bunun üzerine onu Buda'nın en büyük müritlerinden birisi olan Sariputra'ya götürdüler. O aynı zamanda bir astrologdu ve insanların geçmiş yaşamlarını okuyabilme yetisine, telepatik kapasiteye sahipti. Sariputra'ya sordular, "Bu adama bak, bu hayatında onun bir katil, bir günahkâr, bir hırsız olduğunu biliyoruz ve o her şeyi yapmıştır. Ama belki de geçmiş yaşamlarında bazı erdemlere sahip olmuştu; belki de bu yüzden o bir sannyasin olmak istiyordur. Onun geçmiş yaşamlarına bir bak."
Sariputra onun seksen bin geçmiş hayatına baktı...ve o her zaman aynıydı! Sariputra bile bu adamı görünce titremeye başlamıştı. O tehlikeliydi; seksen bin kez bir katil, bir suçlu, her zaman bir günahkâr. O tescilli bir günahkârdı. İmkânsızdır; bu adamda herhangi bir değişiklik yapmak imkânsızdır. Buda dahi bir şey yapamaz.
Sariputra, "Bu adamı dışarı atın, onu hemen uzaklaştırın çünkü Buda bile bu adamda başarısız olacaktır. O tescilli bir günahkârdır. Nasıl ki Buda tescilli bir budadır o da tescilli bir günahkârdır. Seksen bin hayat gördüm ve bunun ötesine gidemiyorum, bu kadarı yeter!" dedi.
Bunun üzerine adam geri çevrildi. Kendisi için hiçbir şansın olmaması onu çok incitmişti. Canlı olarak Buda'nın etrafında olamazdı, bu nedenle o intihar etmek istedi. Ana kapının hemen köşesindeki duvara gitti ve kafasını duvara vurup kendisini öldürecekti. Ve ansızın Buda dilenme turundan geri dönüyordu ve adamı gördü. Onu durdurdu ve onu sannyas yapmak üzere içeri aldı.
Ve hikâyeye göre yedi gün içinde adam bir arhat oldu; yedi günün içinde o aydınlanmış bir adam haline geldi. Şimdi herkes çok şaşkındı. Sariputra Buda'ya gitti ve "Bu nedir? Benim tüm durugörüm, tüm astrolojim sadece bir saçmalık mı? Bu adamın seksen bin hayatına baktım! Eğer bu adam yedi gün içerisinde aydınlanabiliyorsa o zaman insanların geçmiş yaşamlarına bakmanın ne anlamı var? O zaman bu tamamıyla saçmalıktır. Böyle bir şey nasıl olabiliyor?" diye sordu.
Ve Buda, "Sen onun geçmişine baktın ama onun geleceğine bakmadın. Ve geçmiş geçmiştir! Bir kimse herhangi bir an değişmeye karar verdiğinde değişebilir. Belirleyici olan kararın kendisidir. Ve bir adam seksen bin hayat boyunca ıstırap çektiyse o bilir ve o değişmek için yanıp tutuşur. Ve onun değişme amacının yoğunluğu sonsuzdur. Bu yüzden de yedi günde o gerçekleşebilir" dedi Buda.
"Sariputra, sen henüz aydınlanmadın. Sen iyi bir adamsın, senin iyi yaşamların var; geçmişin ağırlığını hissetmiyorsun. Kendi etrafında bir tür erdeme sahipsin. Pek çok hayatında bir Brahmin, bir din bilgini, saygıdeğer bir insan oldun. Ama bu adama bir bak, bu seksen bin hayatı onun üzerine yük olarak binmiş. Ve o özgürleşmek istedi. O gerçekten özgürleşmek istedi; bu yüzden mucize oldu: Yedi gün içinde hapishanenin dışına çıktı. Onun geçmişinin yoğunluğu, onu yönetiyordu."
İnsanların dönüşümünde anlaşılması gereken temel şeylerden birisi budur. Suçluluk hisseden insanlar kolaylıkla dönüşürler. İyi, haklı hisseden insanlar çok zor dönüşürler. Dindar insanların dönüşmesi çok zordur, dindar olmayan insanlar daha kolay dönüşür. Bu yüzden ne zaman bana dindar birisi gelse onu çok dikkate almam. Ancak ne zamanki dindar olmayan birisi bana gelir, ben onunla gerçekten ilgilenirim. Ben onun üzerine düşerim, onunla birlikte olurum, tamamıyla onun yanında olurum çünkü onda bir olasılık vardır.
Bu yüzden Bankei şöyle der:
"Eğer ben öğretmezsem kim öğretecek? Hepiniz ayrılsanız bile onu burada tutacağım."
Hırsızlık yapan biraderin yüzünden gözyaşları sel gibi aktı. Tüm çalma arzusu yok olmuştu.
Ve ustadan yağan bu şefkatin içinde hırsız artık bir hırsız değildi, o bütünüyle arınmıştı. Ağlamaya başladı ve bu gözyaşları onun kalbini arındırdı. Hırsızlık yapan biraderin yüzünden gözyaşları sel gibi aktı. Tüm çalma arzusu yok olmuştu. Bir ustanın varlığının mucizesi budur. Ve öykü tüm bu politik insanlara ne olduğu hakkında herhangi bir şey söylemiyor.
Hayatın gizemi budur. Hiçbir zaman haklı olduğunu hissetme ve hiçbir zaman haklıymışsın gibi davranma. Asla böyle bir fikre takılıp kalma. Ve asla başka birisi ile ilgili olarak onun yanlış olduğunu düşünme çünkü her ikisi de birlikte var olur: Eğer kendinin haklı olduğunu hissedersen her zaman için diğerlerini kötülersin ve başka birisinin yanlış olduğunu zannedersin. Asla birisini kötüleme ve asla kendini yüceltme; aksi taktirde ıskalayacaksın. İnsanları nasıl olursa olsun kabul et. Onlar böyleler ve onların doğru ya da yanlış olduğuna karar vermek için sen kim oluyorsun. Eğer onlar yanlışsa acı çekerler, eğer onlar doğruysa kutsanırlar. Fakat onları kınamak için sen kim oluyorsun.
Senin kınaman sana belli bir ego getirir. Bu nedenle insanlar başkalarının yanlışları hakkında bu kadar çok konuşur. Bu onlara kendilerinin haklı olduğu hissini verir. Birisi bir katildir. Ve onlar iyi hissederler: "Ben bir katil değilim; en azından ben bir katil değilim. Birisi bir hırsızdır ve onlar iyi hisseder: "Ben bir hırsız değilim." Ve bu böyle sürüp gider ve onların egoları güçlenmeye devam eder. İnsanlar, başkalarının günahları ve başkalarının işlediği suçlar ve başkalarının hayatında yanlış giden tüm şeyler hakkında konuşurlar. İnsanlar bunlar hakkında konuşmaya devam edip durur. Bunu abartırlar ve bundan zevk alırlar; bu onlara "Ben iyiyim" duygusu verir. Ancak bu duygu bir engel haline gelecektir.
Sevgi dolu ol, zeki ol, şefkatli ol. Diğerlerine yargılama olmaksızın bak. Ve asla erdemli hissetmeye başlama, asla bir tür kutsallık hissetmeye başlama. Asla bir "Kutsal Adam" ya da "Kutsal Kadın" haline gelme. Asla.
Sıradan kal, hiç kimse olarak kal. Ve senin hiç kimseliğinin içine ölümsüz misafir gelir...senin hiç kimseliğinin içinde sen, bir ev sahibi olursun.