Zen Hikayeleri
Mucizem
Kurtulusun sadece buddha'nin ismini tekrarlamakla gelecegine inanan bir
shinshu rahibi, ryumon manastirinda vaaz vermekte olan zen ustasi bankei'nin
cok ilgi ceken vaazlarini kiskanip, kendisiyle atismak icin yola cikmis.
bankei vaazinin ortasindayken gelen rahip bir hayli gurultu cikarmis, oyle
ki bankei vaazini yarida kesip gurultunun nedenini sormus.
"bizim tarikatimizin kurucusu,"demis rahip, "oyle mucizevi gucleri vardir
ki, nehirin bir yakasinda elindeki kalemle dururken, nehirin oteki yakasinda
olan yardimcisinin elindeki bos kagida amida'nin kutsal ismini yazabilir.
sen hic boyle bir mucize gerceklestirebilir misin?"
bankei rahibe bakmis: "belki sizin acikgoz efendiniz boyle oyunlar yapabilir
ama bunlar zen yolu degildir. benim sahip oldugum tek mucize karnim acikinca
yemek, susadigimda da icmektir."
Hırsız
zen ustadi ryokan, dagin tepesinde bir klubede yalniz yasarmis. bir aksam
hirsizin biri kulubeye gelip calacak bir seyler aramis ama hic bir sey
bulamamis. o esnada kulubeye gelen ryokan hirsizi yakalamis.
"cok uzun yoldan buralara gelmissin." demis hirsiza. "elin bos gitmene
gonlum razi olamaz. en azindan giysilerimi hediye olarak al."
sasiran hirsiz sevincle ryokan'in elbiselerini alip gitmis.
ciril ciplak kalan ryokan, yere oturmus, sonra gokyuzundeki aya bakmis.
"zavalli adam" demis. "keske bu gokyuzundeki guzel ayi verebilseydim."
Yemek ve Zen
Bir zen ogrencisi zen ustadina gitmis:
"ustadim, cok calisip aydinlanmak istiyorum. ne yapmam gerekir
aydinlanabilmem icin? bana yol gosterin."
bunu duyan ustad ogrencisine sormus:
"yemegini yedin mi?"
"evet" demis ogrenci.
"o zaman git tabagini temizle ve bulasiklari yika."
Cennet ve Cehennem
Bir Samuray, Zen üstadı Hakuin'in karşısına dikilip şu soruyu sordu:
"Gerçekten de cennet ve cehennem var mıdır?"
Üstad: "Kimsiniz?"
"Bir samurayım."
"Sen mi?" diye dudak büktü Hakuin, "Kendine baksana bir. Hangi efendi senden
doğru dürüst hizmet umabilir? Daha ziyade dilenciyi andırıyorsun!"
Sinirden kıpkırmızı kesilen samuray kılıcını çekti.
Hakuin susmak bilmiyordu: "Vay! Kılıcı da varmış! Ama o kadar beceriksize
benziyorsun ki nasıl olsa kafamı kesemezsin!"
Kanı beynine sıçrayan samuray kılıcını kaldırdı.
Ustaya vurmaya hazırdı. O anda Hakuin sakince, işte cehennemin kapıları
böyle
açılır" dedi.
Üstadın serinkanlı tavrına şaşıran samuray kılıcını kınına soktu ve saygıyla
eğildi
Üstad sözünü şöyle bitirdi: "Cennetin kapıları da böyle açılır."
Zen Keşişi ve Budist Rahip
Bir gün budist ve bir zen kesisi bir yere gidiyorlarmis hava da
yagmurluymus. Daha sonra bir kadinin bir yerde mahsur
kaldigini görmüsler, kadin çamurdan geçemiyormus. Budist hiç o yöne bakmadan
yürücekmis çünkü bir kadina yaklasmak yasak ve kurallara aykiri. Derken zen
kesisi kadini kucagina alip karsiya geçirmis. Sonra ikisi yola devam
etmisler. Ama budist rahip kafayi yemis
yol boyunca nasil bunu yapar, nasil yasalara karsi gelir diye düsünmüs. Bi
müddet sonra dayanamamis sormus.
Bize yasak oldugu halde nasil bir kadina dokundun ve onu tasidin.
Zen kesisi demis ki..
Dostum sen onu hala tasiyormusun. Ben onu orda bırakmıştım.
En sade dogrular mi? Rengârenk yalanlar mi?
Bir zamanlar, Uzak Dogu'da, artik yaslandigini ve
yerine gececek birini secmesi gerektigini dusunen bir imparator
varmis. Yardimcilarindan ya da cocuklarindan birini secmek yerine;
kendi yerine gececek kisiyi degisIk bir yolla secmeye karar vermis.
Bir gun, ulkesindeki tum gencleri cagirmis ve:
"Artik tahttan inip yeni bir imparator secme vakti
geldi. Sizlerden birini secmeye karar verdim." demis.
Gencler sasirmislar, ancak o surdurmus:
"Bugun hepinize birer tohum verecegim. Bir tek tohum... Ama bu cok
ozel bir tohum. Evlerinize gidip onu ekmenizi, sulayip buyutmenizi
istiyorum. Tam bir yil sonra buyuttugunuz o tohumla buraya
geleceksiniz. Sizi, yetistirdiginiz o tohuma gore degerlendirip,
birinizi imparator sececegim."
Saraya cagirilan genclerin arasinda Ling adinda biri de varmis.
O da digerleri gibi tohumunu almis...
Evine gidip heyecanla olayi annesine anlatmis.
Annesi bir saksi ve biraz toprak bulup, onun tohumu ekmesine yardim
etmis. Sonra birlikte dikkatlice sulamislar. Her gun sulayip
buyumesini bekliyorlarmis.
Yeterince zaman gectikten sonra diger gencler tohumlarinin ne kadar
buyudugunu anlatirken, Ling hayal kirikligi icinde, kendi tohumunda
hicbir degisIklik olmadigini goruyormus.
Uc hafta, dort hafta,bes hafta gecmis... Hâlâ hicbir gelisme yokmus.
Digerleri yetisen bitkilerinden soz ederken Ling cok uzuluyormus.
Imparatorun onu beceriksiz sanmasindan cok endiseleniyormus.
Arkadaslarina da hicbir sey diyemiyor, sabirla bekliyormus.
Sonunda bir yil bitmis ve genclerin yetistirdikleri bitkileri
imparatorun huzuruna goturecekleri gun gelip catmis. Ling, annesine
bos saksiyi goturemeyecegini soyleyince, annesi ona cesaret verip;
saksisini goturup durust bir sekilde olanlari imparatora anlatmasini
istemis. Ling, pek istemese de, annesinin sozunu tutmus ve bos
saksiyla saraya gitmis.
Saraya varinca arkadaslarinin yetistirdigi bitkilerin guzellikleri
karsisinda sasirmis. Sonra imparator gelmis ve tum gencleri selamlamis.
Ling, arkalarda bir yerlere saklanmaya calisiyormus.
"Ne buyuk bitkiler, cicekler ve agaclar yetistirmissiniz. Bugun
biriniz imparator olacak." demis imparator.
Aniden arkada elinde bos saksisiyla Ling'i fark etmis. Hemen
muhafizlarina onu one getirmelerini emretmis. Ling cok korkmus.
"Sanirim beceriksizligimden dolayi beni oldurtecek."
Ling one geldiginde imparator adini sormus.
"Adim Ling." demis.
Diger gencler gulusup onunla alay etmeye baslamislar. Imparator onlari
susturmus. Ling'e ve elindeki saksiya dikkatle bakip kalabaliga dogru
donmus.
"Yeni imparatorunuzu selamlayin. Adi Ling!" demis.
Ling inanamamis. Cunku tohumunu yesertememis bile,
nasil imparator olurmus?...
Imparator devam etmis:
"Bir yil once burada herkese bir tohum verdim. Siz ekip, sulayip bir
yil sonra getirecektiniz. Ama hepinize kaynamis tohum vermistim. Asla
buyuyemeyecek olan... Ling'in disinda herkes agaclar, bitkiler ve
cicekler getirdi; cunku tohumun buyumedigini fark edince hepiniz onu
bir baska tohumla degistirdiniz.
Sadece Ling icinde benim verdigim tohum olan bos saksiyi getirme
cesaret ve durustlugunu gosterdi. Beklentisi gerceklesmeyince
umutsuzluga kapilsa da, durustlugunden vazgecmedi... Onun icin yeni
imparatorunuz o olacak!"
İyi Kareteci Olmak
Genc bir adam Japonya'yı bir baştan bir başa dolaşıp ünlü ustaların
bulunduğu okulları gezer.Ünlü bir okula geldiğinde bu okulun ustasıyla
görüşmek ister. Delikanlı ustanın karşısına cıktığında "Benden istediğin
nedir" diye sorar usta. Sizin tarafınızdan eğitilmek ve bu ülkenini en ünlü
Karete ka'sı olmak istiyorum"der delikanlı."Bunun için kaç sene çalışmam
gerekir?" "En az on sene" diye cevap verir usta. "On yıl çok uzun bir süre
"der delikanlı."Peki ya öğrencilerinizden iki kat dağa fazla çalışırsam?"
"Yirmi yıl "diye cevap verir usta. "Yirmi yıl!peki ya gece gündüz bütün
gücümle çalışırsam?" Bu kez ustanın cevabı" otuz yıl" olur. "Her seferinde
dağa fazla çalışacağımı söylüyorum ve siz başarıya ulaşma süremin dağada
uzayacağını söylüyorsunuz.Bu nasıl olur?"Diye sorar öğrenci. "Cevabı oldukca
basit"der usta."Bir gözünü varmak istediğin noktaya dikersen o noktaya giden
yolu bulabilmek için geriye bir tek gözün kalır.
En Güçlü Adam
Kral Hsuan, Po Kung-i'nin krallığının en güçlü adamı olduğunu işitir. Po
kralın huzuruna cıktığında kral şaşıp kalır,çünki po son derece çelimsiz bir
insandır.Kral Po'ya ne kadar güçlü olduğunu sorduğunda Po sukünetle cevap
verir."Bir cekirgenin bacağını kırabilir,bir ağustos böceğinin rüzgarına
karşı koyabilirim" Şaşıran kral hiddetle kükrer, "Ben gergedanların
derilerini yırtabilir,dokuz boğayı kuyruklarından asılarak
sürükliyebilirim.Buna karşın halen güçsüzlüğümden utanıyorum. Sen bu halinle
nasıl bu kadar ünlü olabiliyorsun." Po gülümser ve istifini hiç bozzmadan
cevap verir. "Benim ustam dünyadaki en eşsiz kuvvete sahip olan Tzu
Shang-chi'ui idi,ama onun bu gücünü en yakınları bile bilmiyorlardı çünki
güçünü hiç kullanmamıştı".
Gerçek Budo
Bir zamanlar şampiyon bir dövüş horozuna sahip olmak isteyen bir kral vardı.
Adamlarından birine horozu eğitmesini söyledi. Bunun üzerine eğitici horoza
bütün dövüş tekniklerini öğretmeye başladı ve on gün sonra kral sordu: "Bu
horozu dövüşe sokabilir miyim?" Kesinlikle hayır dedi eğitici. Yeterince
güçlü ama sürekli dövüşmek istiyor güç tek başına yeterli değil. Bunun
üzerine kral on gün daha bekleyip daha sonra tekrar sorusunu yineliyor. Ama
eğitici yine hayır yanıtını verdi. Hala çok vahşi sürekli dövüşmek istiyor.
Sonunda on gün daha bekledikten sonra kral tekrar soruyor artık dövüşebilir
mi diye. Evet artık öfkeye kapılmıyor duruşu sağlam ve gücü yerinde ona
dışarıdan baksanız gücünü ve enerjisini göremezsiniz bile gayet sakin ve
hazır. Dövüş horozu sakin bir horoz haline gelmişti. teknik eğitimin çok
ötesine geçmiş muazzam bir enerjisi vardı. Ama hepsini içinde saklıyordu Bu
şekilde diğer güç kendi içinde toplanmış oluyor diğerleri onun sakin
özgüveni ve gösterilmeyen gücü karşısında boyun eğmekten başka bir şey
yapmıyorlardı. Gerçek budonun yolu kavgadan geçmez. Onun yolu yaşamın ve
ölümün yenilginin ve zaferin çok ötesinde bir yerlerdedir. Kılıcın asıl
sırrı onu kınından hiç çekmemektir.
Kılıcın Sırrı
Bir zamanlar şampiyon bir dövüş horozuna sahip olmak isteyen bir kral vardı.
Adamlarından birine horozu eğitmesini söyledi. Bunun üzerine eğitici horoza
bütün dövüş tekniklerini öğretmeye başladı ve on gün sonra kral sordu: "Bu
horozu dövüşe sokabilir miyim?" Kesinlikle hayır dedi eğitici. Yeterince
güçlü ama sürekli dövüşmek istiyor güç tek başına yeterli değil. Bunun
üzerine kral on gün daha bekleyip daha sonra tekrar sorusunu yineliyor. Ama
eğitici yine hayır yanıtını verdi. Hala çok vahşi sürekli dövüşmek istiyor.
Sonunda on gün daha bekledikten sonra kral tekrar soruyor artık dövüşebilir
mi diye. Evet artık öfkeye kapılmıyor duruşu sağlam ve gücü yerinde ona
dışarıdan baksanız gücünü ve enerjisini göremezsiniz bile gayet sakin ve
hazır. Dövüş horozu sakin bir horoz haline gelmişti. teknik eğitimin çok
ötesine geçmiş muazzam bir enerjisi vardı. Ama hepsini içinde saklıyordu Bu
şekilde diğer güç kendi içinde toplanmış oluyor diğerleri onun sakin
özgüveni ve gösterilmeyen gücü karşısında boyun eğmekten başka bir şey
yapmıyorlardı. Gerçek budonun yolu kavgadan geçmez. Onun yolu yaşamın ve
ölümün yenilginin ve zaferin çok ötesinde bir yerlerdedir. Kılıcın asıl
sırrı onu kınından hiç çekmemektir.
Eli Boş Dönmek
bir dovus sanatlari ogrencisi hocasina gitmis ve sormus:
"dovus sanatlarinda ki yeteneklerimi arttirmak, sizin ogrettikleriniz
yaninda, bana ders verecek baska bir hocadan da yardim almak istiyorum. bu
konuda sizin dusunceniz nedir ustad?"
"iki tane tavsanin arkasindan kosan avci," demis ustad, "eve eli bos doner.”
Suyu Taşırmayan Gül Yaprağı
Uzakdou'da bir Budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri
kabul ediyordu.Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini
konusmadan açıklayabilmekti.
Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi.Yabancı kapıda öylece durdu ve
bekledi.
Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak
veya çan, zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki Budist,kapıda duran yabancıya baktı.Bir
selamlaşmadan sonra sessiz konusmaları başladı.Gelen yabancı, tapınağa
girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla
döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.
Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.Yabancı
tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun
içine bıraktı.
Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki budist
saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.
Bir Ahmak Bulunacağını Zannetmiyorum
16. yüzyılın başlarında Avrupa'da kurulan "Cizvit" teşkilâtı kurulur. Bu
teşkilat bir misyoner cemiyetidir, Hıristiyanlığı yaymak için tüm dünyaya
misyoner papazlar göndermek amacıyla kurulmuştur. Cizvit teşkilatında görev
alan papazlara da "Cizvit papazları" denilmiştir. Cizvit papazları özellikle
şarka gönderilir. Sefere çıkan kalabalık bir Pazar gurubu ortaasya’ya
geldiğinde görev dağlımı yaparak ikişer kişilik guruplar halında gidecekleri
memleketler paylaşırlar. Papazlarından ikisi Çin'e doğu yol alır.
Çin'in Kanton şehrine gelen papazlar, Kanton vâlisinden Hıristiyan dini
hakkında vaaz vermek için müsaade istediler. Vâli bunları ciddiye almadı ise
de, Cizvit papazları her gün gelip onu rahatsız ettiklerinden, nihayet:
—Ben bu mesele için Çin imparatorundan izin almaya mecburum. Kendisine haber
vereceğim, dedi ve meseleyi Çin imparatoruna bildirdi. Gelen cevapta, şöyle
denilmektedir:
"Onları bana gönder. Ne istediklerini anlayayım."
Vâli, Cizvit papazlarını Çin'in başkenti Pekin'e yolladı.
Papazların Pekin’e gelmekte olduğu haberini olan Budist rahipler, fena hâlde
telâşa düşerler. Papazlardan önce davranarak İmparatorun huzuruna çıkar ve
şöyle bir talepte bulunurlar:
—Bu adamlar, Hıristiyanlık adı altında ortaya çıkan yeni bir dini,
milletimize telkin etmeğe çalışıyorlar. Bunlar, kutsal Buda'yı tanımıyorlar,
halkımızı yanlış bir yola sokacaklardır. Lütfen onları ülkemizden
uzaklaştırın!
İmparator, Budist din adamlarına:
—Evvelâ ne söylediklerini bir anlayalım. Ondan sonra bu hususta kararımızı
veririz, dedi.
İmparator, memleketin sayılı devlet ve din adamlarından meydana gelen bir
meclis düzenledi. Cizvit papazlarını da bu meclise davet etti:
—Yaymak istediğiniz dinin esasları nedir? Anlatın! dedi.
Bunun üzerine, Cizvit papazları şöyle anlattılar:
—Semayı ve arzı yaratan Allah birdir. Fakat aynı zamanda üçtür. Allah'ın
biricik oğlu ve Ruhulkudüs de birer Allah'tırlar. Allah, Âdem ve Havva'yı
yaratıp, cennete koydu. Onlara her türlü nimeti verdi. Yalnız bir ağaçtan
yememelerini emretti. Her nasılsa şeytan, Havva'yı aldattı. Havva da Âdem'i
yanıltarak, birlikte Allah'ın emrine karşı geldiler ve o ağacın meyvesinden
yediler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, onları cennetten çıkardı ve dünyaya
gönderdi. Burada onların çocukları ve torunları doğdu. Fakat bütün bunlar,
büyük babalarının işlediği günah ile kirlenmişlerdi. Hepsi günahkârdı. Bu
hâl, tam 6000 sene devam etti. Nihayet Tanrı, insanlara acıdı ve onların
günahını affettirmek için kendi öz oğlunu onlara göndermekten ve bu biricik
oğlunu, günah kefareti olarak kurban etmekten başka çare bulamadı. İşte,
bizim inandığımız peygamber, Allah'ın oğlu olan o Rab İsâ'dır.
Arabistan'ın batısında Filistin denilen bir bölge ve orada Kudüs denilen bir
şehir vardır. Kudüs'te, Celile denilen bir kasaba, Celile'nin de Nasıra
isminde bir köyü vardır. İşte bu köyde bundan bin sene önce Meryem isminde
bir kız bulunuyordu. Bu kız, amcasının oğlu olan marangoz Yusuf ile
nişanlanmış ise de, henüz evlilik gerçekleşmemişti; bu yüzden bakire idi.
Bir gün, tenhâ bir yerde bulunurken, Ruhulkudüs gelip, ona Allah'ın oğlunu
ilkâ etti (koydu). Yani, kız bakire iken hâmile oldu. (Bundan sonra
nişanlısı ile Kudüs'e giderlerken Beytüllahm'da) bir ahır içinde çocuğu
dünyaya geldi. Allah'ın oğlunu ahırdaki yemliğin içine koydular. Doğuda
bulunan rahipler, onun doğduğunu gökte birdenbire yeniden ortaya çıkan bir
yıldızdan anlayarak, hediyelerle onu aramaya çıktılar ve nihayet bu ahırda
buldular. Ona secde ettiler.
İsâ denilen Allah'ın oğlu, 33 yaşına kadar Allah'ın melekûtu üzerine vaaz
etti:
—Ben Allah'ın oğluyum. Bana inanın, sizi kurtarmağa geldim, dedi. Ölüleri
diriltmek, âmâların gözlerini açmak, topalları yürütmek, cüzamlıları tedavi
etmek, denizde fırtınaları durdurmak, iki balıkla on bin kişiyi doyurmak,
suyu şarap yapmak, kışın meyve vermediği için bir incir ağacını bir işaret
ile kurutmak gibi daha birçok mucizeler gösterdiyse de çok az insan ona iman
etti, inandı.
Nihayet hain Yahudîler, onu Romalılara şikâyet ettiler ve haça gerilmesine
sebep oldular. Lâkin İsâ, öldükten üç gün sonra haçta tekrar dirilerek,
kendisine inananlara göründü. Bundan sonra semaya çıkıp, babasının sağ
tarafına oturdu. Babası da dünyanın bütün işlerini ona terk etti ve kendisi
geri çekildi. İşte, bizim vaaz edeceğimiz dinin esası budur. Buna inananlar,
öteki dünyada cennete, inanmayanlar ise cehenneme gideceklerdir."
Bu sözleri dinleyen Çin imparatoru, papazlara:
—Ben sizden bazı şeyleri sual edeceğim. Bunlara cevap verin, dedi ve şöyle
sormaya başladı:
—İlk sualim şudur: Siz, Allah hem bir, hem de üçtür, diyorsunuz. Bu, iki iki
daha beş eder gibi mânasız bir laftır. Bu işin aslını bana izâh edin!
Papazlar imparatorun sorusuna açıklayıcı bir cevap veremediler:
—Bu Allah'ın bir sırrıdır. İnsanların aklı buna ermez, dediler.
İmparator ikinci sorusunu sorar:
—Diğer sualim şudur: Yeri, göğü ve bütün âlemi yaratan, çok kudretli Allah,
kullarından birinin işlediği günah için onun, bu işten haberi bile olmayan
bütün sülâlesini nasıl sorumlu tutar? Kulların affı için nasıl olur da kendi
öz oğlunu kurban etmekten başka çare bulamaz? Bu, O'nun büyüklüğüne yakışır
mı? Buna ne dersiniz? dedi.
Papazlar bu soruya da cevap veremediler:
—Bu da Allah'ın bir sırrıdır, dediler.
İmparator bir başka soru sorar:
—Üçüncü sualim de şudur: İsâ, bir incir ağacından mevsimi olmaksızın meyve
istemiş, ağaç meyve vermeyince onu kurutmuş. Mevsimi olmadan meyve vermek,
bir ağacın yapamayacağı bir şeydir. Böyle olduğu hâlde İsâ'nın buna kızıp
ağacı kurutması, bir zulüm değil midir? Bir peygamber, zalim olur mu?
Papazlar buna da cevap veremediler:
—Bu işler, manevî işlerdir. Allah'ın sırlarıdır. İnsanların akılları buna
ermez, dediler.
Bunun üzerine Çin imparatoru:
—Ben size izin ve müsaade veriyorum. Gidin, Çin'in, istediğiniz yerinde vaaz
verin, diyerek onlara istedikleri izni verdi.
İmparatorun Hıristiyan papazlara izin vermesi, Budist rahipleri rahatsız
etmişti. Budist rahipler itirazlarını imparatora anlatacakları sırada,
imparator şöyle der:
—Ben Çin'de böyle saçmalıklara inanacak bir ahmak bulunacağını
zannetmiyorum. Onun için bu adamların, bu hurafeleri vaaz etmelerinde hiçbir
mahzur görmedim. Ben eminim ki, bunları dinleyen vatandaşlarımız, dünyada ne
ahmak kavimlerin, ne sapık inançların bulunduğunu anlayacaklar, dedi.