Yan evde oturan kızlardan biri taşınmaya hazırlanıyordu. Karım ve ben
onların lezbiyen olduğunu düşünüyorduk, ama emin değildik. Zaman zaman
iniltiler, sarsılan ve duvara çarpan karyola sesine benzer bir şey
duyuyorduk. İri kızlardı. İri çarpma sesleri.
Bir keresinde onlara karınca problemiyle ilgili bir şey sormaya gitmiştim. Bir istila. Kızların ikisi de orada değildi, ama arka kapıları açıktı. İçeri girdim ve bir kapının daha açık olduğunu gördüm. Dağınık bir yatak odası; pirinç kapı kollarına ter lekeli sutyenler asılmıştı. Kupları yumruğumdan daha büyük. Şifonyerin çekmecesini açtığımda sessizliğin ıslığını dinledim. Serilmiş külotlar ve gıcır gıcır prezervatif ambalajları. Sifonun çekildiğini duydum.
Karım ön taraftaki odada mekik çekiyordu. Çıplaktı.
Elimde sabah kahvesiyle içeri girdim. “Hoş bir manzara,” dedim.
“Teşekkürler,” dedi.
“Kahve için mi?” diye sordum.
Kahvesinden bir yudum aldı ve cevap vermeden önce göğsünü dizlerine eğdi. “Ve başka her şey için,” diye cevap verdi.
“Dün geceki sen miydin? Burada? Birtakım sesler geliyordu?” dedim.
“Hayır. Kanepede uyuyakalmışım.” Cümleleri egzersizine yer verecek kadar kısaydı. Oflayıp puflamalar arasında “Lezbiyenler,” dedi.
“Şu lezbiyenler kendi seslerinden hoşlanıyorlar,” dedim. Bir fincan yoğurdun içine biraz M&M döktüm ve parmağımla göbek deliğimi yokladım. Şişmanladıkça göbek deliğim de derinleşiyordu.
Karım odadan çıkarken “Karıncalar yine geldi,” dedi.
“İşte, karınca krallığı böyle çalışır,” dedi tamirci çocuk James. “İşçi karıncalar, kraliçe için yiyecek bulmak üzere dışarı gönderilir. Kırıntı falan ne bulurlarsa alıp kraliçenin bulunduğu yere getirirler. Kraliçe koskocaman, yaşlı bir kaltak olabilir. Boyları on beş santime kadar çıkabilir.” Kocaman parmaklarını açarak tahmini bir büyüklük gösterdi. Parmaklarından birinde kan dolaşımını kesecekmiş gibi görünen bir yüzük vardı.
“Ciddi olamazsın,” dedim.
Bir UFO avcısı gibi gözlerini koskocaman açarak “Ah, evet,” dedi. “O kraliçeler bir yılanı ya da sincabı öldürebilir.”
“Sincap mı?”
“Eh, bir keresinde bir tanesini bir hamsteri yerken gördüm,” Montunun cebinden plastikten yapılmış ufak yuvarlak şeyler çıkardı. Superdome’un minyatür modellerine benziyorlardı. “Bu tuzaklarda zehir var, işçi karıncalar, kraliçelerine döndüklerinde üstlerine zehir bulaşmış olacak. Bu şeylerin kokusu kraliçede üreme isteği uyandırıyor, böylece işçilerinden birkaçıyla seks yapıp en sonunda ölüyor.”
Gözümün önünde tuhaf bir karınca pornosu canlandırmaktan kendimi alamadım: böceklerin zehirli grup seks sahnesinde teneke seslerini andıran tekno müzik çalıyor.
Sabahın erken saatleri. Uyanmak için çok erken. Belki saat daha altı bile değil. Yatak odamızdaki duvarların arkasından gelen ritmik bir çarpma sesi beni rüyamdan uyandırdı. Karım kanepede uyuyakalmıştı, ama şimdi kalkmış, yatağa yanıma gelmeye hazırdı. Ön odadaki televizyonumuzda ev güzelleştirme yarışması gösteriliyor. İnsan sesi ya da en azından keskin, boğuk bir çığlık falan duyabilmek umuduyla kulağımı tekdüze çarpma sesine verdim. Duyma yetim karanlıkta iyiydi. Penisim sertleşiyordu.
Karım kapının eşiğinden, “Ne yapıyorsun?” diye sordu.
Gözlerim yarı kapalı, “Hiçbir şey,” dedim. Kafamla duvarı işaret ettim. “Bu ses sana lezbiyen sevişmesi gibi geliyor mu?”
“Bir erkeğin temposuna benziyor, değil mi?” Sesler kesildi. Ne çığlık ne inleme ne de soluk alıp verişler duyuldu. Karım ışığı yaktı. Örtüler Kızılderili çadırı biçimini almıştı.
Birkaç hafta önce, James öğle yemeği için eve gitmişti. Bizim evin yalnızca birkaç blok ötesinde büyükannesiyle yaşıyordu. Büyükannesi her zaman ona yemek pişiriyordu. Kahverengi kese kağıdı. Çoğu gün, onu kamyonetinde öğle yemeğini yerken görüyordum. Ama bugün, enchilada yemiş ve büyükannesiyle birlikte pembe dizi seyretmişti. Bahçemdeki su ısıtıcısını tamir ediyor olması gerekiyordu, ama her zamanki gibi geri kalmıştı.
James işe geri dönerken, durmasını işaret eden bir kadının yanından geçti. Kadının yardıma ihtiyacı olduğunu düşündü. Köşeyi dönüp arka sokaktan dolaştı. Geri döndüğünde, kadının muhtemelen otuz yaşlarında çekici bir kadın olduğunu gördü. Yolcu tarafındaki camı indirdi.
“Biraz eğlenmek ister misin?” diye sordu kadın. “Evet. Ee. Ne, ah, ne yapıyorsun?”
Kadın eteğinin kenarını tutarak kıpırdandı ve arabaya doğru eğildi. James’in eski bir kız arkadaşına benziyordu. “Binebilir miyim? Dışarısı sıcak,” dedi.
James gergindi. Daha önce hiç bir fahişeyle birlikte olmamıştı. Bu konudaki yasaların, protokolün ne olduğunu hatırlamaya çalıştı. Kendini zorlayarak “Polis misin?” diye sordu.
“Beni içeri al. Sana kukumu göstereceğim. Böylece, polis olmadığımı anlamış olursun.”
James onun için kapının kilidini açtı. “Buralarda senin gibi fazla kız görmüyorum,” dedi.
Kadın arabaya bindi ve ona gülümsedi. Bluzunu biraz kaldırdı ve eteğinin üstündeki kemeriyle külotunu indirdi. Karnı hafif tombuldu. “Bak, sana kukumu göstereceğim. Gördün mü? Şirin bir kukum var.”
James elini uzatıp dokunmak istemesine karşın, yalnızca baktı. Yine de dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Eğer bu o hilelerden biriyse, büyükannesi ne derdi? Hapse girerse? Para çıkarmazsa, güvende olacaktı. Kadının sadece bir deli, bir nemfoman olmasını umdu. “Sen yalnızca bir, eee.. teşhirci falan mısın?” Kadınla konuşurken yutkunuyor gibi oluyordu. Yarı gurur, yarı yapışkan havadan.
“Evet, tam olarak öyle,” dedi kadın. “Şimdi, ne yapmak istersin? Ağzıma alabilirim ya da düzüşebiliriz.”
James, yumuşak başlı bir tavırla “Sen ne yapmak istiyorsun?” diye sordu.
“Ben düzüşmek isterim,” dedi kadın. “Bugün düzülmedim.”
Komşu kızlar, güneş batarken dışarıda oturmuş, içki ve sigara içiyorlardı. Ön taraftaki odada bantla sarılıp üst üste dizilmiş kutuları görebiliyordum. O gün daha büyük birkaç parça eşyayı Uhaul şirketinden tuttukları bir kamyonla götürmüşlerdi.
Sevgili mi, kardeş mi, yoksa yalnızca arkadaş mı olduklarını anlamak gerçekten zordu. Çok benziyorlardı, ama bir tanesinin saçları daha güzeldi. Karımla ben onları birbirine dokunurken hiç görmemiştik. Çoğunlukla arkadaşları hakkında konuşuyor ve bizim bilmediğimiz isimlerden söz edip bize yabancı olan fiil kombinasyonları kullanıyorlardı. Ön kapımız açıktı ve sigara dumanlarının bir kısmı içeri girmeye başlamıştı. Aniden, birbirlerine bağırmaya başladılar.
“Hala yumurta yapmayı öğrenemedin,” diye bağırdı güzel saçlı olan.
“Boktan bir çocukluğum oldu,” diye yanıtladı öbürü.
“Artık çocuk değilsin.”
“Yalnızca...”
Sonra sesleri yavaş yavaş alçaldı ve kesildi.
Tekrar içeri girip kapıyı kapattıkları zaman, bir tanesi şöyle dedi: “Hepimizin zayıf noktaları olduğu ortada.”
Birkaç saat sonra, tekrar duvardan o sesler gelmeye başladı. Birbirlerine şarkı mı söylüyorlardı.
Duvara bir bardak bile bastırdım.
Sonra, serbest kalan kulağımla bir siren sesi duydum. Yükseldi. Çalar saatimin sesiymiş.
Karım kanepede uyuyakalmıştı. Dudaklarında şarap izleriyle.
“Bunu yalnızca haftada bir kez yapıyorum,” dedi Molly, James’e. Düzüşmeyi tercih ettiğini dile getirdikten hemen sonra ona adını söylemişti. “Öğrenciyim,” dedi. “Bunu sadece okul masraflarına katkı olsun diye yapıyorum. Prezervatifin var, değil mi?”
“Hayır, üzgünüm. Sen de var mı?” Yalnızca bir an önce seks kısmına geçmeyi diliyordu. Bir kenarda durmayı ve kızı arka koltuğa yatırmayı.
“Bu dükkan,” dedi kız, eliyle işaret ederek. “Tek satıyorlar.”
James yüksek bir kaldırım kenarına sürtünüp çarparak güçlükle köşeyi döndü. Mini marketin önüne park edip hızla içeri girdi.
Sırada duran insanlar vardı. Biri bir deste piyango bileti alıyordu. Koltuk değnekli bir adamın elinde bir kasa bira vardı. James’in arkasındaki kadının elinde bir kavanoz salsa sosu ve bir gazete. James pencereden dışarı baktı ve Molly’nin arabasında beklediğini, kucağındaki bir şeye baktığını gördü. Bacağına dokunan penisinin küçüldüğünü hissederek ağırlığını verdiği ayağını değiştirdi. Molly kafasını kaldırmış bakmıyordu. Kasiyer yavaş çalışıyordu, belki de gerçekten geri zekalıydı, piyango bileti alan heyecanlı adama, mırıldanarak bir şeyler söyledi. İkisi de güldüler. Koltuk değnekli adam içini çekti, sidik ve tütün kokmaya başladı. James neredeyse ne için sıraya girdiğini unutmuştu. Arkasındaki kadının önüne geçmesine özellikle izin verdi. Molly arabasında sigara içiyordu. Dikiz aynasında asılı duran oto kokusunu alıp çantasına attı.
Karım mutfakta karıncaları öldürüyordu. Parmağının ucuyla eziyordu. Sessizce arkasına sokuldum ve kollarımla onu sararak göğüslerini avuçladım. Ben onu ellerken o ellerini sıcak sudan geçirdi. “Komşuların evinde ne yapıyordun?” diye sordu.
“Ne zaman?” dedim
Kollarımın arasından sıyrılarak “Dün,” dedi. “Seni oradan çıkarken gördüm Nedir bu?”
“Onlar lezbiyen,” dedim hıçkırarak.
“Nereden biliyorsun? Onları yaparken gördün mü?”
“Hayır.”
Ona güzel saçlı olandan söz etmedim Onu ağlarken gördüğümü söylemedim Konuştuğumuzu söylemedim Kapıyı kilitlediğimizi.
“Orada ne yapıyordun?”
“Hiçbir şey. Etrafa baktım”
Ona, kardeş olduklarını söylemedim. Birbirimize sarılmamızdan bahsetmedim Nasıl bir his olduğunu söylemek istemedim Parmaklarımın gömüldüğü yumuşak vücut. Adı Jodi’ydi. Çenemi tuttum Sessizdik.
Bir mutfak havlusuyla ellerini kuruladı. “Ne arıyordun?”
“Karınca,” dedim. “Onlarda da aynı sorun olup olmadığını merak ettim.”
James güçlükle soluk alıyor, büyükannesine açıklamaya çalışıyordu. Kanepede oturuyordu. Büyükannesi, büyük sallanan sandalyesindeydi. “Babamın eski kız arkadaşıydı, Denise. Sekiz dokuz yaşlarındayken bana bakıcılık yapıyor ve fahişelik yaptığı zamanla ilgili hikayeler anlatıyordu. Yapmak zorunda olduğu şeyler. Tuhaftı. Macera hikayelerine benziyorlardı. Bu hikayeleri seviyor gibiydim Ne zaman birinin arabasına bindiğini anlatsa, bunun bir kaçırma olayına benzediğini hayal ediyordum Sanki oradan kaçmak zorundaymış gibi. Çoğunlukla kaçışla ilgili oluyordu, maceranın sonuna gelip parayla oradan uzaklaşmak. Babam onun bana bu hikayeleri anlattığını bilmiyordu. Denise bana babamla buluştuğunu da anlatmıştı. Babamın hala annemle birlikte olduğu sırada.”
Önlerindeki televizyon hala açıktı, sesi sıfırlanmıştı. James iç çekti. Sözlerinin odayı, büyükannesinin şömine rafındaki fotoğrafları, sandalyeleri, kahverengi halıyı lekelediğini hissediyordu. O sırada büyükannesine bakamıyordu. Televizyona yönelttiği gözleri bir şeye odaklanmış değildi, bu özel anla hiçbir ilgisi olmayan bulanık imgeler. Boğazı tıkanıyor ya da hastalıkla dolup taşıyor gibiydi.
“Bana bazı şeyler gösterdi,” diye devam etti. “Bana cinsel organlarını gösterdi.”
Büyükannesinin hafifçe inlediğini duydu. Gözleri yaşlarla doldu.
“Babam daha sonra bana onun deli olduğunu söyledi. Denise’in konuşacak hiç arkadaşı olmadığını söyledi. Ama bu tuhaftı. Çünkü ben onu çoğu kişiden daha çok seviyordum Bu yüzden, arkadaş olduğumuzu düşünüyordum Bana sırlarını anlatıyordu ve ben de bunu şaşırtıcı buluyordum Babam bana hiçbir şey söylemedi. Paylaşabileceğimiz bir şey yoktu. Denise gittiğinde ben de gidip onu bulmak istedim, ama daha araba kullanabilecek kadar bile büyümemiştim. Yeterince büyüdüğümde ise şehrin o kısmına gidecek cesareti bulamadım Bir kadına böyle yaklaşamazdım. Denise’in ya da onun gibi birinin beni bulmasını, beni seçmesini umdum hep.”
Gözlerini kapadı ve yanaklarının ıslandığını hissetti. Yüzünü örttü ve devam etmeden önce derin bir nefes aldı. “Bunu çok fazla seveceğimden korkuyorum yalnızca. Daha şimdiden bambaşka biri oldum”
Dışarıdan, büyükannesinin kedisinin sesi geldi, komşu kedilerden biriyle kavga ediyordu. James kapıyı açmak için ayağa kalktı. Kediye seslendi. Bu şekilde konunun değişmesinden hoşnuttu. Kaskatı kesilmiş boynunu sağa sola çevirerek kapıdan dışarı baktı. Dışarının havasını içine çekti. Kedi bir köşeyi son sürat koşarak döndü ve eve girdi. Sallanan sandalyeye, James’in büyükannesinin yanına zıpladı. Kadın irkilerek uykusundan uyandı.
Sesler yine geliyordu. Daha yeni uykuya dalmıştım, ama artık yine tamamen uyanıktım Duvara vurmak istedim, ama kendimi tuttum Kendimi inandırmaya çalıştım Onlar kesinlikle hoş kızlardı. O kadar çok gürültü yaptıklarını muhtemelen bilmiyorlardı. Hala uyuyan karıma baktım; ağzı yarı açıktı ve kenarları ıslanmıştı, göz kapakları seğiriyordu, bir kolunu, sanki öğretmenin kendisini tahtaya kaldırmasını bekliyormuş gibi başına dolamıştı. Yataktan çıktım ve eşofmanlarımı giydim. Mutfaktaki arka kapıdan dışarı çıkarken mutfağın üzerinde bir karınca sürüsünün büyük peynir ve Ritz kraker kırıntılarını çeke çeke götürmekte olduklarını gördüm Biraz kağıt havlu aldım ve karıncaları açık bir kese kağıdının içine topladım Bir tanesini bile bırakmamaya özen gösterdim, ama o zaman bile kese kağıdından dışarı çıkmaya çalışıyorlardı. Birbirlerine seslendiklerini ya da bağırdıklarını duyar gibi oluyordum Yatak odasından gelen çarpma sesi daha da yükseldi ve hızlandı. Kese kağıdını alıp dışarı çıktım Kızların dairesini dikizleyerek bir şeyler görmeye çalıştım Pencerelerin birinden perdelerin çevresini ve yatak odasını görebiliyordum Güzel saçlı kız orada uzanmış, kitap okuyordu. Başka kimseyi göremiyordum İçerisi sessizdi. Kendi evime dönmeden önce, karıncaları koyduğum kese kağıdını kaldırıma bırakıp ateşe verdim
Bütün o patlamalar, tıslamalar ve dumandan sonra, yatak odasından gelen çarpma seslerini yine duydum.
Ertesi sabah, Jodi gelip “geceleri, mümkünse, biraz daha sessiz olmamızı,” rica etti. Şaka mı yapıyordu, yoksa kızgın mıydı, anlayamadım Karım güldü ve ona bizim de kendisinden aynı şeyi rica etmeyi düşündüğümüzü söyledi. Jodi bana tiksintiyle baktı. Karım gülmeyi kesti. Hepimiz orada öylece durup düşündük. Gidip James’i aradım.
James yanında bir kutu karınca zehri ve kaba saba nesnelerin asılı olduğu ağır bir alet kemeriyle geldi. “Buradan içeri girebileceğimiz bir yer var, böylece duvarlarınıza zarar vermeyeceğiz.” Jodi’yi, karımı ve beni bodrumdaki bir yere götürdü. “Bazen aşağıda muzır hayvanlar oluyor,” dedi.
Bu konudaki tamamen ciddi olup olmadığından emin değildim “Muzır” kelimesinin taşralıların kullandığım uydurma bir kelime olduğunu düşünüyordum
“Artık her ne ise, geceleri ortalık sessiz olduğu için daha faal olabilir. Şu anda uyuyor olabilir,” dedi James. “Burada daha önce rakunlar vardı. Eğer yine rakunlarsa, buraya birini daha çağırmak zorunda kalabilirim” Onu yatak odamızın altında bir yere çıkardığını tahmin ettiğim küçük bir kapıyı ittirerek açtı. Büyük bir el fenerini yaktı. Arkamızı işaret ederek “O bankın üzerine çıkın,” dedi. Geri doğru seğirterek bankın üstüne çıktık. Bodrum katı öbür kiracıların depoya koyduğu eşyalar, testereler, borular, boya fırçaları gibi tamir aletleriyle doluydu. Birisi, tanımadığım ergen bir kız şarkıcının duvara bantla yapıştırılmış posterinin yanına eğri büğrü bir havuz masası dayamıştı.
James kafasını ve omuzlarını kare bir boşluğa soktu. Gerekirse, bir kişinin sürünerek içine girebileceği kadar geniş görünüyordu. Acaba birisi buraya hiç ceset sokmuş mudur, diye düşündüm James kafasını geri çıkardı ve öksürdü. Gözlerini sildi ve yere tükürdü. “Lanet olsun,” dedi ve kafasını tekrar içeri soktu.
Hepimiz onu izliyor ve biraz endişelenmeye başlıyorduk. “Bunu yapmak güvenli mi?” diye seslendi karım James orada kaldı, birkaç saniyeliğine çıktı, sonra, ayağıyla duvardan destek alarak kendini yukarı doğru çekti. Artık görebildiğimiz tek şey karanlık delikten sarkan sol bacağıydı. Küçük bir hışırtı duyuldu. Bir dakika sonra, tekrar aşağı inip delikten çıktı.
“Söylediğiniz yer tam olarak burası,” dedi bize. Orada sanki yapacak başka bir şey bulmaya çalışıyormuş gibi durdu. Yalnızca bana işaret ederek “Gel, bak,” dedi.
Öne doğru yürüdüm ve bunun ne olabileceğine dair gözlerinde bir ipucu aradım. “Sorun değil,” dedi. “Uykusu ağırdır.”
Dönüp karıma baktım ve yüzünde sanki duvarların arasındaki karanlığa bakan kendisi olmak istiyormuş gibi bir kıskançlık ifadesi gördüm Jodi’ye döndü ve “Erkekler çok aptal,” dedi. “Bırakalım da erkekler pislensin,” diye yanıtladı Jodi. “Hepsi de pislenmeyi severler.”
Önden el fenerini içeri soktum Burada gerçekten de pislik varmış gibi görünmüyordu. Daha çok parlak pembe izolasyon malzemelerine giden kaba çimentodan bir su yoluna benziyordu. Duvarların arasında tahmin ettiğimden daha geniş bir alan vardı. Biraz daha yukarı tırmandıktan sonra, bir hareket gördüm İlk başta, bir kuyruk olduğunu sandım, ama çabucak bunun bir karınca dizisi, daha geniş bir açıklığa doğru giden iki parmak kalınlığında bir ordu olduğunu anladım Ayağımı koyabileceğim bir yer arayarak altımdaki duvara bastırdım Sıcaklığını kontrol ettikten sonra bir boruya tutundum ve açık alanı görebilmek için kendimi yukarıya kadar çektim
Gördüğüm manzara karşısında gözlerim kocaman açıldı ve dondu kaldı. Her yerde tozlu karınca leşleri vardı, kanatları koparılmış ve kafaları korkunç bir şekilde ezilmiş erkek karıncalar. Bütün bunların ortasında, yumurta yapan kraliçe arı duruyordu. Aşağı yukarı elim büyüklüğündeydi ve kum gibi görünen bir toprak yığının üstüne yayılarak oturmuştu, bir karıncanın ne kadar yayılabileceğini düşünebilirseniz o kadar. Birkaç erkek karınca onun o devasa göğsüne asılmış çiftleşirken bile kıpırdamıyor ya da irkilmiyordu. Çiftleşmek isteyen kanatlı bir erkek de başının çevresinde hafifçe kanat çırpıyordu.
Meşgul koloniden yükselen karışık bir kokuyu almaya başladım Önce limon, sonra peynirli patlamış mısırın kütlü kokusu, sonra yanmış ekmek.
Karıncalardan birkaç tanesi kraliçe için kavga ediyor, birkaç değerli saniye için kraliçenin göğsüne yapışana kadar sürünerek birbirlerinin üstünden geçiyorlardı.
Birinin, “Her şey yolunda mı?” diye sorduğunu duydum Ya Jodi ya da karımdı.
Kraliçe karınca, o zaman biraz kıpırdandı ve seğirmeye başladı. Karnından birkaç yumurta çıkıyor ve düşüyordu. Kraliçe bunu yaparken bile erkeklerden birçoğu onunla saldırgan bir şekilde çiftleşmeye devam ediyordu. Tam o sırada çarpma sesini fark ettim Bulunduğum yerde gümbürdeyip yankılanıyordu. Kulaklarımı kapamaya çalıştım ve kraliçenin bana doğru uzattığı başıyla öne doğru eğildiğini fark ettim Altın yeşili gözlerini seçebildiğimi düşündüm Kraliçe bu hareketi yaparken kuvvet alıyormuş ya da düşünüyormuş gibi görünüyordu. İsteksiz bir şekilde baktım ve ilk kez olarak kendimi davetsiz bir misafir gibi hissettim
(1) Louisiana'da New Orleans kentinde kubbe biçimindeki büyük stadyum. (ç.n.)
(2) İçine et ve peynir gibi malzemeler konulup kırmızı biber sosuyla yenen Meksika dürümü. (ç.n.)