Hikaye

 

 

Vampir

Alice & Claude Askew


Aylmer Vance’ın Piccadilly’de Dover Caddesi’nde odaları vardı ve şimdi ben onun ayak izlerini takip etmeye karar vermiştim. Psişik konularda onu yönlendiricim olarak benimsemiştim. Aylmer ve ben kısa süre içinde sıkı dost olmuştuk ve bana bilinmezden haber verme yeteneğini nasıl geliştirebileceğimi gösterecekti. Benim sahip olduğum bu özel yetenek bazı önemli durumlarda son derece işe yarayacaktı.

Aynı zamanda ben başka konularda Vance’a faydalı olmaya çalışıyordum. Onunla pek çok ilginç yolculuklara çıkacaktık. O kendi adına genel olarak insanların ne düşündüğünü önemsememişti. Kendi deneyimleri doğrultusunda ayrıntılara ulaşmaya çalışıyordu.

Biz birlikte çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra, ben hala çaylak iken, bir olay meydana geldi.

Sabah saat yaklaşık ondu. Bir ziyaretçinin olduğu söylendi. Onun adının Paul Davenant olduğu söylenmişti.

Bu isim bana tanıdık geliyordu ve benim polo oyunundan tanıdığım aynı Bay Davenant olabilir mi diye düşünmeye başlamıştım. O ayrıca amatör bir at binicisiydi. Özellikle engelli binicilikte iyiydi. Zengin ve mevki sahibi genç bir adamdı. Yaklaşık bir yıl önce evlenmişti. Evlendiği kişi güzelliği ile tanınan bir kızdı. Tüm resimli gazetelerde onun fotoğrafları yayınlanmıştı. Ben onların göz alıcı bir çift olduklarını hatırladım.

Bay Davenant içeri alındı. Öylesine solgun ve hasta görünüyordu ki başlangıçta onun düşündüğüm kişi olması konusunda tereddüt ettim. Henüz yeni evli ve zengin birisi olmasına rağmen sanki bütün kanı çekilmiş gibi görünüyordu. Yüzündeki ifade ciddi bir sorunu olduğunu ortaya koyuyordu.

Ancak o yine de aynı adamdı ve ilk izlenimin arkasında yine de sıradışı görüntüsüyle Paul Davenant vardı.

O, Aylmer’ın ona sunduğu sandalyeyi aldı ve sonra benim bulunduğum yöne kuşkulu bir şekilde göz attı. ‘Ben sana özel bir konuyu danışmak istiyorum, Bay Vance’ dedi. ‘Mesele benim için çok önemli.’

Ben odayı terk etmek için ayağa kalktım fakat Vance kolumdan tuttu.

‘Eğer mesele benim özel ilgi alanım ile ilgili ise Bay Davenant’ dedi ‘ben Bay Dexter’ın da burada kalmasını istiyorum. Bay Dexter benim çalışmalarıma yardım ediyor. Ancak yine de—’

‘Hayır’ diye sözünü kesti diğeri, ‘eğer öyleyse Bay Dexter da kalsın,’ diye ekledi. Bana dostça bir gülümsemeyle baktı. ‘Siz Oxford’dansınız değil mi, Bay Dexter? Ben sizin isminizi duyduğumu hatırlıyorum. Eğer yanlış hatırlamıyorsam kayık yarışlarıyla ilgili olarak adınızı duymuş olabilirim.’

Ben bunu doğruladım. Onunla tanıştığım için memnuniyetimi ifade ettim. O günlerde kayık yarışlarıyla yoğun bir şekilde ilgiliydim. Bu konuda yetenekli olduğum söyleniyordu.

Hızlı bir şekilde birkaç dostça hatır sormadan sonra Paul Davenant Aylmer ve bana güven duygusu içinde sorununu anlatmaya başladı.

O, kişisel görünümündeki farklılıkla ilgili olarak konuşmaya başlamıştı. ‘Siz benim bir yıl önceki adamla aynı kişi olduğuma inanmamışsınızdır’ dedi. ‘Ben son altı aydır sürekli olarak kilo kaybediyorum. Bir hafta önce İskoçya’dan geldim. Orada Londralı bir doktora danışmıştım. Fakat sonuç tatminkar olmaktan çok uzak. Doktorlar benim sorunumun ne olduğunu bir türlü bulamıyorlar.’

‘Anemi olabilir mi’ dedi Vance. O ziyaretçisini kesin bir şekilde inceliyordu. Bu pek sık olmasa da özellikle sizin gibi sporla ilgili olanların zaman zaman karşılaştıkları bir durumdur. Bu durum sizin kalp sağlığınızı da etkilemiştir.’

‘Benim kalbim gayet sağlıklı’ diye yanıtladı Davenant. ‘Fiziksel olarak mükemmel bir durumdayım. Sorun onun benim damarlarıma yeterli bir şekilde kan pompalamaması. Doktorlar benim büyük bir kan kaybı yaşamama yol açan bir kaza geçirip geçirmediğimi sordular—fakat geçirmedim. Ben hiç kaza geçirmedim. Ve anemi konusunda ise, sıradan belirtileri göstermiyorum. Açıklanamaz olan şey benim bunu bilmeden kan kaybetmiş olmam. Ve bu bir süredir açık şekilde oluyor. Ben gitgide daha kötü bir duruma düşüyorum. Başlangıçta bu neredeyse hissedilemez bir şeydi—ani bir düşüş değildi, fakat yavaş yavaş sağlığımı kaybettim.’

‘Acaba’ dedi Vance yavaşça, ‘bana danışma nedeniniz bunun psişik bir durumdan kaynaklanıyor olduğunu düşünmeniz olabilir mi? Bildiğiniz gibi ben bu tür konularda araştırma yapıyorum. Sağlık durumunuzun bozulmasının nedeni olarak bunun fizik dışı bir şey olabileceğini düşündünüz mü hiç?’

Davenant’ın yanakları al al oldu.

‘Bazı merak uyandıran koşullar var,’ dedi kısık bir ses tonuyla. ‘Ben zihnimi kontrol altında tutmaya çalışıyorum. Hangi yerden gelirse gelsin bir ışık yakalamaya çalışıyorum. İtiraf edeyim ki bu yönde çeşitli kuşkularım var. Benim batıl inançlı biri olmadığımı söylemek zorundayım. Tüm bu konuların inanılmaz olduğunu düşünüyor değilim fakat şimdiye kadar bu tür şeylere karşı çok ilgili olmadım. Ben yaşam içinde çok aktif biriyim. Ancak söylemiş olduğum gibi benim durumumda bazı merak uyandırıcı koşullar var ve ben bu nedenle size danışmaya karar verdim.’

‘Hiçbir şey saklamadan bana her şeyi anlatacak mısın?’ dedi Vance. Ben onun ilgili olduğunu görebiliyordum. O sandalyesinde oturuyordu, ayağını bir tabure destekliyordu, dirsekleri dizlerinin üzerindeydi. Elleriyle çenesini tutuyordu—bu onun yapmaktan en fazla hoşlandığı şeydi. ‘Hiç’ diye sordu ‘vücudunda sıradışı bir değişiklik gördün mü?’ Normal olmayan bir belirtiyi öğrenmek istiyordu.

‘Bu soruyu bana sormanız çok yerinde oldu’ diye karşılık verdi Davenant. ‘Çünkü ben bazı merak uyandırıcı işaretler gördüm. Bu bir tür çizik yarası gibiydi. Onu doktorlara gösterdim ve onlar bunun benim içinde bulunduğum koşul ile ilgili bir durum olmadığını söylediler. Onun bir doğum lekesinden başka bir şey olmadığını düşünmüşlerdi. Bunun ömrüm boyunca olup olmadığını sordular. Fakat ben böyle olmadığı konusunda onları temin ettim. İlk kez altı ay önce buna dikkat etmiştim. Bu benim sağlığımı kaybetmeye başladığım döneme rastlıyor. Bunu siz de görebilirsiniz.’

O gömleğinin yakasını gevşetti ve boğazını açığa çıkardı. Vance ayağa kalktı ve bu kuşku uyandıran iz üzerinde dikkatli bir incelemede bulundu. O orta çizginin biraz solundaydı doğrudan doğruya boğazın büyük damarının üzerinde yer alıyordu, köprücük kemiğinin hemen altındaydı. Dostum onu benim de incelememi istedi. Doktorların düşünceleri ne olursa olsun, Aylmer onunla açık bir şekilde çok ilgilenmişti.

Ancak görülebilen çok az şey vardı. Deri pürüzsüzdü ve hiçbir yanma izi yoktu. Bir inç aralıkla iki kırmızı iz vardı. Onların her birisi hilal şeklindeydi. Davenant’ın derisi beyaza yakın olduğu için onlar görülebilir olmuştu.

‘Herhangi bir şekilde önemli bir şey olamayacağını söylediler’ dedi Davenant zoraki gülümseyerek. ‘Onlar bu izlerin geçip gideceğini söylediler.’

‘Zaman zaman onların daha fazla yandığını hissettiğiniz oldu mu?’ diye sordu Vance, ‘Bazı özel zamanlarda daha fazla olarak!’

Davenant ‘Evet’ diye yanıtladı yavaşça ‘Kaçınılmaz olarak böyle zamanlar oluyor, özellikle sabahları uyandığımda onların daha fazla büyüdüğünü ve daha belirgin olduklarını görüyorum. Ve biraz acı hissediyorum. Bu bir karıncalanma gibi bir şey, çok hafif bir sızı. Ancak ben bundan hiç kaygılanmamıştım. Şimdi siz sorunca sabah hissettiklerimi hatırlıyorum. Ben özellikle sabahları kendimi çok yorgun hissediyordum. Tamamen benim için yabancı olan bir bitkinlik içinde uyanıyordum. Ve Bay Vance şimdi net hatırlıyorum ki bu işaretin hemen yakınında bir kan lekesi görüyordum. Ancak bunun önemli bir şey olabileceğini düşünmemiştim. Bu lekeyi siliyordum.’

‘Anlıyorum,’ dedi Vance sandalyesine otururken ziyaretçisini de aynı şeyi yapmaya davet etti. ‘Ve şimdi,’ dedi ‘size yabancı olan bir durum ile karşı karşıya olduğunuzu söylüyorsunuz. Böyle değil mi?’

Ve Davenant yakasını düzeltirken bunu onayladı. Öyküsünü anlatmak üzere oturdu. ‘Ben size olan biteni uzun uzun anlatacağım’ dedi Vance ve ben konuşmaya müdahale etmeksizin onu dinlemeye hazırdık.

Daha önce söylemiş olduğum gibi Paul Davenant zengin ve mevki sahibi biriydi. O Bayan Jessica MacThane’nin kocasıydı. O çok hoş görünümlü ve genç birisiydi. Bay Davenant sağlığını kaybetmeden önce Bayan MacThane ve onun aile geçmişiyle çok ilgili olmuştu.

O İskoçya asıllıydı ve ırkının temel özelliklerini üzerinde taşıyordu. Ancak görünüm açısından gerçekte İskoç değildi. O daha çok Güneyin güzelliğini üzerinde taşıyordu. İsimler her zaman için sahipleriyle uyumlu olmazlar ve Bayan MacThane özellikle bununla hiç uyumlu değildi. O aslında Jessica ismiyle Vaftiz edilmişti ve bu normal türden açık bir ayrılma anlamına gelen bir tür dokunaklı çaba anlamına geliyordu. Bunun yakında öğreneceğimiz bir nedeni vardı.

Bayan MacThane özellikle mükemmel kızıl saçlara sahipti. Bunlar İtalya dışında pek görülemeyecek türden saçlardı. Bu Kelt kızılı değildi. Onlar öylesine uzunlardı ki neredeyse ayaklarına kadar uzanıyorlardı. Onun ten rengi fildişi beyazıydı. Çilleri dışında tüm cildi saf bir beyazlık taşıyordu. Onun güzelliği bazı yabancı sahillerden İskoçya’ya gelen atalarından kaynaklanıyordu—ancak hiç kimse onların tam olarak nereden geldiklerini bilmiyorlardı.

Davenant görür görmez ona aşık olmuştu. Onun çok sayıda hayranı olmasına karşın aşkının karşılıklı olduğuna inanmıştı. Bu dönemde kızın kişisel geçmişi hakkında çok az şey biliyordu. Yalnızca onun anne babasını kaybetmiş fakat çok zengin biri olduğunu biliyordu. O tarihin yıllıklarında bir zamanlar ünlü olmuş bir ırkın son temsilcisiydi. O davranışlarındaki zarafet ile ilgi çekiyordu. Ancak atalarının geçmişinde vahşet ve kana susamışlık vardı. Geçmişte karmaşa yaratan bir kabile olmuşlardı. Ve onlar bir lekeli sayfa ile tarihe geçmişlerdi.

Jessica Londra’da sahibi oldukları bir evde babası ile birlikte yaşamıştı. Babası öldüğünde yaklaşık on beş yaşındaydı. Annesi İskoçya’da Jessica yalnızca küçük bir çocukken ölmüştü. Bay MacThane eşinin ölümünden çok etkilenmişti, küçük kızını alarak İskoçya’yı terk etmişti. Mesleği çiftlik kahyalığı idi. Gittiği yerde kendine uygun bir iş bulabileceğini düşünüyordu fakat artık bu tür yapılanmalar pek kalmadığı için böyle bir iş bulamamıştı. Kötü bir üne sahip olan Blackwick şatosunda çalışmaya razı olmuştu.

Bayan MacThane babasının ölümünden sonra annesi ile bir bağlantısı bulunan Bayan Meredith ile yaşamaya başlamıştı—baba tarafından hiçbir yakını kalmamıştı. Jessica gerçekten de bir kabilenin son üyesiydi ve aile geleneği sürdürebileceği şekilde bir evlilik yapması olanaksızdı. Son iki yüzyıl içinde kabile üyeleri azalmıştı ve nihayet soylarının tükenme noktasına gelmişlerdi.

Bayan Meredith, Jessica’yı toplum içine soktu. Bu, daha önce Bay MacThane’nin hiç yapmadığı bir şeydi. O aksi, bencil ve erken yaşlanma yaşayan biriydi.

Söylemiş olduğum gibi Paul Davenant Jessica’yı görür görmez ona aşık olmuştu. Ve ona evlenme teklifi yapmakta gecikmemişti. Büyük bir şaşkınlık içinde önce bir reddedilme yanıtı almıştı. Kız ona hiçbir açıklama yapmadan gözyaşlarına boğulmuştu.

O şaşkınlık ve hayal kırıklığı içinde Bayan Meredith’e danıştı. Onunla arasında sıcak bir dostluğu vardı. Jessica’nın daha önceden de birkaç evlenme teklifi aldığını ve bunların hepsi hayranlık duyulan adamlardan gelmesine karşın hepsini reddetmiş olduğunu öğrendi.

Paul Jessica’nın belki de kendisini sevmemiş olduğunu düşünerek avunmaya çalıştı. Ancak kendisine karşı ilgili olduğundan neredeyse emindi. Bu koşullar altında yeniden denemeye karar verdi.

Bunu yaptığında daha iyi bir sonuç almıştı. Jessica onun aşkını kabul etmişti fakat yine de onunla evlenemeyeceğini tekrarlıyordu. Sevgi ve evlilik ona göre değildi. Israrlardan sonra kendisinin bir lanet ile doğmuş olduğunu açıkladı—bu eninde sonunda onu bulacak bir lanetti. Bu, belki de ölümcül olabilecek bir lanetti. Sevdiği adamı böyle bir riske nasıl atabilirdi? Her şeyin ötesinde şeytan katılımsal olduğu için bundan kurtulmasının olanağı yoktu: Hiçbir çocuk ona anne diye seslenmeyecekti—o gerçekten de ırkının son üyesi olmalıydı.

Davenant ona olan hayranlığının etkisiyle Jessica’nın saçma bir fikre kapılmış olduğuna inanmıştı. Böyle bir şeye inanmak için budala olmak gerektiğini düşünüyordu. Ailesinde bir akıl hastalığı olması nedeniyle böyle düşünüyor olabileceğini savunmuştu.

Oysa Jessica ailesinde bir akıl hastalığı olmadığını biliyordu. O anlattığı her şeyin doğru olduğu yönünde temin etti.

Lanet onun antik ırkından itibaren vardı ve onunla birlikte sona erecekti. Babası bunun ıstırabını yaşamıştı ve daha öncesinde onun babası ve büyükbabası da aynı şeyleri yaşamışlardı. Hepsinin gizemli bir şekilde ölen genç eşleri olmuştu. Onlar nedeni bilinmeyen bir hastalıkla kısa süre içinde ölmüşlerdi. Artık antik dönem aile içi evlilik geleneğini sürdüremiyorlardı. Böylece aile soyun tükenişi ile karşı karşıya gelmişti.

Lanet MacThane adında doğanları öldürmeyecek! O yalnızca başkaları için bir tehlike yaratacaktı. Onların ölümcül şatoları kana bulanmış duvarlara kaplanmış gibiydi.

Jessica babasının bunun kendi içlerinde olduğunu söylediğini anlatmıştı. ‘O vampir sözcüğünü kullanmıştı. Paul, düşünebiliyor musun vampirler başkalarının kanını emerek yaşıyorlar.’

Ve daha sonrasında Davenant ona gülmüştü. ‘Hayır’ demişti kız ‘bu olanaksız değil. Düşün. Biz soyu tükenen bir ırkız. Tarihimizin erken dönemlerinden beri kana susamışlığımız ve zalimliğimizle tanınıyoruz. Blackwick Şatosu’nun duvarları şeytan tarafından kan ile sulanmış—onun her taşı sana şiddetin, acının, kederin ve cinayetin öyküsünü anlatacaktır. Ömrünü onun duvarları arasında geçirmiş kişilerden ne bekleyebilirsin ki?’

‘Sen böyle söylememeksin,’ demişti Paul. ‘Sen böyle olamazsın, Jessica. Annen öldükten sonra oradan alındın ve Blackwick Şatosu hakkında hiçbir hatıraya sahip değilsin. Ve artık oraya bir daha adım basmayacaksın. ’

‘Korkarım ki şeytan benim kanımın içinde,’ diye yanıtladı üzgün bir şekilde, ‘her ne kadar ben şimdi bunun bilincinde olmasam da böyle olduğunu hissediyorum—ve ben bu konuda ne yapabileceğimi bilmiyorum. Babam beni bu konuda uyarmıştı. Benim kendi irademe karşı koyan bazı güçler olduğunu söylemişti. Fakat bilmiyorum bilemiyorum, ve bununla nasıl başa çıkabileceğim konusunda hiçbir çözüme sahip değilim. Bütün bunların yalnızca bir batıl inanç olduğuna inanabilseydim belki yeniden mutlu olabilirdim, hayattan yine keyif alabilirdim ve gençliğimi yaşayabilirdim; ancak babam bütün bunları bana ölüm döşeğinde iken anlatmıştı.’ Kız son sözlerini kısık sesle ve dehşete kapılmış bir halde söylemişti.

Paul ona bildiği her şeyi anlatması konusunda baskı yapmıştı. Ve sonunda aile tarihinin başka bir parçası ortaya çıkmıştı. Yüz yıl önce atalarından bir çift şaşırtıcı derecede benzer bir durum yaşamışlardı. MacThane kabilesi o zamanda soyunun tükenmesi ile karşı karşıyaydı.

Robert MacThane, ailesinin geleneklerinden uzaklaşarak, kabile içinden birisi ile evlenmeyi reddetmişti. Yabancı kıyılardan bir eşi evine getirmişti. O mükemmel bir güzelliğe sahip olan bir kadındı. Kızıl saçları ve fildişi renginde teni vardı. Bu kadın nedeniyle ırk çizgisi başka bir doğrultuya gidecekti.

Kısa süre içinde bu kadın o bölgede bir cadı olarak anılmaya başladı. Onun yaptıkları hakkında tuhaf hikayeler anlatılıyordu ve Blackwick Şatosu’nun ünü daha önce olduğundan daha kötüleşmişti.

Ve daha sonra kadın bir gün ortadan kayboldu. Robert MacThane yirmi dört saatlik bir işi nedeniyle orada bulunmuyordu ve geri döndüğünde onun gitmiş olduğunu öğrenmişti. Her tarafta arandı fakat bunlar hiçbir işe yaramadı ve daha sonra Robert, eşine hayranlıkla bağlı olan ve acımasız bir adam olarak, şüphelendiği kişileri topladı ve suçlu olsun veya olmasın, onları soğukkanlılıkla öldürdü. O günlerde cinayet işlemek kolaydı. Robert iki çocuğunu bakıcısına bırakarak Blackwick Şatosu’ndan ayrıldı ve şato efendisiz kaldı.

Ancak onun kötü ünü pekişmişti. Zaida olarak adlandırılan cadının varlığını hala hissettirdiği konuşuluyordu. Köylülerin ve komşu yörelerde bulunanların çok sayıda çocuğu hastalanmıştı ve ölmüştü—bunlar tamamen doğal koşullardan kaynaklanıyor olabilirdi; fakat bu durum yörede bir terör havasının esmesine engel olamadı Zaida’nın görüldüğü söyleniyordu. O, beyazlar içinde bir giysiyle geceleyin evlerin yakınında görülüyordu ve hastalığı ve ölümü bulaştırdığı anlatılıyordu.

Ve bu dönemden itibaren ailenin yazgısı gitgide daha kötüye gitmeye başladı. Böyle geçen dönemlerden sonra Blackwick Şatosu büyük bir değişim yaşadı. Artık ailenin adı lekelenmişti. Şeytanın bir vampire dönüşmüş olarak orada yaşadığına inanılmaya başlanmıştı.

Ve yavaş yavaş Blackwick tüm yaşayanlar tarafından terk edilmişti. Onun etrafındaki topraklar işlenmemeye başlanmıştı—çiftlikler boşalmıştı. Bu durum günümüze kadar sürmüştü. Batıl inançlı köylüler hala gizemli bir beyaz kadının etrafta dolaştığına dair öyküler anlatmaktadır ve onun görünümü ölüme ve ölümden daha kötüsüne işaret etmektedir.

Ve henüz MacThane ırkının son temsilcileri atalarına ait evi terk etmiş gözükmemektedir. Zenginler rahatlıkla başka yerlerde yaşayabilmektedir fakat bazı güç durumdaki kişiler zorunlu olarak yaşamlarını oraya yakın olan bölgelerde geçirmektedir. Çok az köylü aile halen orada çiftçilik yapmaktadır.

Jessica’nın büyükbabası ve büyük büyükbabası da orada yaşamışlardı. Her biri genç bir kız ile evlenmişti. Her bir durumda da aşk öyküsü çok kısa sürmüştü. Vampir ruhu hala dışarıdaydı, kendisini gösteriyordu. Şeytanın geçmiş kuşaklarının yaşayan temsilcileri ile kendisini ifade ediyordu ve kurban olarak genç kanları talep ediyordu.

Ve onlar Jessica’nın babasına ulaşmada başarılı olmuşlardı. O doğrudan doğruya onların ayak izlerini takip etmeye başlamıştı. Ve aynı yazgı onun tutkuyla bağlı olduğu eşini de bulmuştu. O anemi hastalığı nedeniyle ölmüştü. Doktorlar böyle söylemişti ve fakat o kendisini onun katili olarak kabul etmişti.

Ancak onun ardıllarından farklı olarak, kendisini Blackwick’ten uzağa taşımıştı. Bunu çocuğunun uğruna yapmıştı. Onun bilgisi dışında, her yıl oraya dönmüştü. Orada kasvetli, gizemli koridorlarda vakit geçiriyordu. Bunu yapma konusunda direnç gösteremiyordu. Ve kızı için, kendi için olduğu gibi, hiçbir kaçış yolunun olmadığını biliyordu. Ve kızını uyardı, ölüm döşeğindeyken ona tüm olayı anlattı. Onun yazgısının ne olacağı konusunda bilgi verdi.

Bu Jessica’nın eşi olmasını isteyen adama anlattıklarıydı. Oysa adam bunları budalaca batıl inançlar olarak değerlendirmişti. Kız da onu tüm kalbiyle sevmişti, sonunda bu ürkütücü yazgının olmamasını umarak onunla evlenmeye razı olmuştu.

‘Ben bu riski alacağım,’ demişti adam ‘Hatta gidip Blackwick’te yaşayacağım eğer sen istiyorsan. ‘Seni bir vampir olarak düşünmek, benim sevgili Jessica’m! Ben böyle saçma bir şey duymadım.’

‘Babam kendisinin cadı Zaida gibi olduğunu söylemişti,’ diyerek karşı çıktı kız, fakat adam onu bir öpücükle susturdu.

Ve böylece evlendiler ve balayı dönemini yurt dışında geçirdiler ve sonbaharda Paul İskoçya’da bir ev partisine katıldı. Bir keklik avı için oraya davet edilmişti. Bu onun çok sevdiği bir spordu ve Jessica onun oraya gitmesinde herhangi bir sakınca görmemişti.

Onun İskoçya’ya gitme girişimi belki de yaptığı en akılsızca şeydi. Ancak genç çift bu kez birbirlerine daha derinden sevgi içinde olarak korkularından daha fazla arınmışlardı. Jessica sağlıklı bir görünüme sahipti. Blackwick’e komşu bir bölgede olmak eski şatoya görme konusunda merak duygularının oluşmasına neden olmuştu.

Paul bu konuda akıllıca bir plan yapmıştı. Bir gün şatodan çok uzakta değilken onlar bölgenin kahyasını buldular ve kendilerine şatoyu gezdirmesini istediler.

Burası büyük kuleleri olan bir yapıydı. Gri tona sahipti. Yüzyılların yorgunluğuyla bir harabeye dönüşmek üzereydi. Bir tepenin üzerine kurulmuştu. Bir tarafında yüz fit aşağıda bir dağ akıntısı vardı. Soyguncu MacThane ailesi kendileri için en güvenli yeri seçmişlerdi.

Onlar dağın bir yanından tırmandılar. Burası koyu renkli ağaçlarla kaplıydı. Fantastik bir görüntü vardı. Şatoya doğru tırmanırken devasa, biçimsiz insan şekilleri gördüler. Dar bir çeşitten geçerek şatoya ulaştılar. Şatoya yalnızca buradan yaklaşılabiliyordu.

Burası tuhaf görünümlü bir geçitti. Rüzgarın depolanma yeri gibiydi. Sakin günlerde bile her zaman için burada müthiş bir esinti olduğunu öğrendiler.

Bu geçidi geçtikten sonra küçük derin bir göle ulaştılar. Buraya güneş ışığı güçlükle ulaşıyordu. Tepesindeki ağaçlarla neredeyse tamamen kapalı bir alandaydı. Bu ağaçlar şatoya doğru uzanıyorlardı.

Ve şato! Davenant onu tanımlamak için birkaç sözcük kullanmıştı fakat benim gözümde orası kasvetli bir yerden başka bir şey değildi. Burası insanın kendisiyle bile iletişimini zorlaştıracak bir yapıya sahipti. Belki de benim medyum sezgilerim böyle hissetmeme yardımcı olmuştu. Orası büyük taşlarla örülü bir yapıydı. Uzun koridorları vardı. Kasvetli ve soğuktu. Yılın en parlak ve sıcak günlerinde bile burası soğuktu; karanlık odalar vardı. MacThane’in ailesi bir zamanlar düzinelerce at üzerinde bu şatoya girip çıkıyordu. Onun duvarları öylesine kalındı ki zindanlarıyla ilgili olarak anlatılan öyküler kanı donduracak türdendi.

Bay ve Bayan Davenant çiftlik kahyalarının yönlendirmesiyle tüm şatoyu gezdiler. Paul, kendi adına, buranın hoş bir yer olduğunu düşünmüştü. Gregorgen mimari hakimdi. Yapılış yıllarının tüm modern konfor araçları düşünülmüştü. Eşiyle burada kalmayı düşündü ve bunu ona teklif etti. Büyük bir şaşkınlıkla karşılaşmasına rağmen bu konuda ısrar etmişti. Kadın onun elini tuttu ve fısıldadı; ‘Paul, sen söz vermiştin, unuttun mu, benim istemediğim hiçbir konuda ısrar etmeyecektin.’

Kadın bu sözcükleri söyleyene kadar tuhaf bir şekilde sessizdi. Paul, biraz endişeli olarak, bunun yalnızca bir teklif olduğunu söyledi—ancak onun bu sözleri kalbinden gelmiyordu.

Kadın gitmek istiyordu fakat çiftlik kahyası ona incelemesi gereken bazı belge ve kağıtların olduğunu söyledi. Bu mülkiyet artık ona aitti. Sonunda o da bütün düşündüklerinin batıl inanç olabileceğine inanmaya başlamıştı. Paul onu tedavi etmişti. Böylece artık içindeki kaygıları yeniyordu.

Belgeleri incelemeye karar verdi. En azından bunu yapması gerektiğini düşünmüştü. Fakat bu biraz zaman alacaktı; veya belki de bunu gelecek sene yapacağı bir sonraki ziyarete saklaması daha iyi olacaktı.

Ancak sonrasında bunu daha fazla ertelemenin iyi olmayacağına karar verdiler. Şatoda bazı değişiklikler yapılması gerekiyordu. Ancak kadın bütün bunların boşu boşuna para kaybı olacağını düşünüyordu. Orada en fazla bir veya iki hafta kalmayı planlıyorlardı. Ancak Derbyshire’deki evleri henüz hazır değildi ve duvar kağıtlarının kuruması için zamana ihtiyaç vardı.

Böylece dostlarında bir süre kaldıktan sonra bir hafta sonrasında Blackwick’e geri döndüler. Çiftlik kahyası birkaç hizmetkarla birlikte onlara yardımcı olacaktı ve onların rahat etmeleri için ellerinden geleni yapacaklardı. Paul kaygılıydı fakat eşine düşüncelerinin batıl inançtan ibaret olduğu yönünde söylediklerinden sonra eşinin bu isteğini kabul etmek durumundaydı.

O dönemde onlar evleneli üç ay olmuştu. Ancak tanıştıkları dönemden beri dokuz aylık bir zaman geçmişti.

Kadın gözyaşları içindeydi çünkü orada kalmaya başlamalarından itibaren içinde bir ürperti vardı. Gizemli bir korku yaşamaya başlamıştı. Ancak sanki bir şey onun geri dönmesini engelliyordu. O aslında babasından bile daha cesaretliydi. Babası orada her yılın en az altı ayını geçirmişti. Geri kalan dönemde yurtdışına gitmişti.

‘Peki eşinizi oradan çıkarmayı hiç düşünmediniz mi?’ diye sordu Vance.

‘Evet, birkaç kez; fakat bunlar faydasızdı. O kısa süre içinde öylesine hasta olmuştu ki bunu yapacak enerjisi kalmamıştı. Bir defasında Dorekirk’e kadar gitmişti—burası en yakın kasabaydı. Ve ben yalnızca gece gidebileceğimizi düşünmüştüm. Ancak o benden kaçtı; pencereden çıktı ve yürüyerek oraya geri döndü. O kadar uzaklığı gece boyunca yürüyerek geri dönmüştü. Sonra oraya doktorları çağırdık; fakat doktorları çağıran o değil, bendim. O doktora görünmeyi kabul etmedi.’

‘Bütün bunlar olurken eşiniz fiziksel olarak değişikliğe uğradı mı?’ diye sordu Vance.

Davenant ‘Değişmişti’ dedi. ‘Ancak onu nasıl tanımlayabileceğimi bilmiyorum. O her zamankinden daha güzeldi—fakat bu aynı güzellik değildi. Onun dudakları daha kırmızı olmuştu. Sanki yüzüne kan gelmişti. Ve dudağının üst kısmında, gülümserken belirginleşen, daha önceden hiç görmediğim bir kıvrım vardı—benim ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Ayrıca onun saçı daha fazla dolgunlaşmıştı. Ve bana daha yakın olmaya başlamıştı. Kollarıyla boynuma sarılıyordu ve bensiz yaşamayacağını söylüyordu. Ben onun içinde bir mücadele olduğunu hissetmiştim. Ben ondan gitmemizi istediğimde tüm ifadesi değişiyordu. O kalma konusunda diretiyordu. Biz evlenmeden önce bana söylemiş olduğu şeyleri hatırlayamıyordu ve o sözcüğü burada sesini alçaltmıştı“vampir” sözcüğünü hatırlamıyordu.’

Alnına baktığımda ter içindeydi. ‘Fakat bu çok saçma gülünç’ diye mırıldandı: ‘bunlar fantastik inanışlar ve yıllarca önce kaybolmuş düşünceler, oysa biz yirminci yüzyıldayız’ diyordu.

Bir sessizlik anı olmuştu, Vance sessizce. ‘Bay Davenant, siz doktorlardan hiçbir fayda sağlayamadınız mı, onlar size yardımcı olmadılar mı? Veya eğer çok geç değilse, hala yardımcı olabilirler belki. Siz benimle aynı fikirde misiniz, Bay Dexter ve ben en kısa süre içinde Blackwick Şatosu’na geldim—hatta bu akşam olabilir. Normal koşullar altında ben size oradan ayrılmanızı söylerdim fakat, sanırım eşiniz yine buna razı olmayacak—.’

Davenant başını salladı. ‘Ben sizi misafir etmekten memnuniyet duyacağım’ dedi.

Ve kararlaştırıldı. Biz istasyonda buluştuk ve Paul Davenant ayrıldı. Yolculuk süreci ile ilgili diğer ayrıntıları konuştuk.

‘Merak uyandıran ve ilgi çekici bir vaka’ dedi Vance yalnız kaldığımızda. ‘Bu konuda ne yapabiliriz, Dexter?’

‘Sanırım’ dedim tereddüdü bir şekilde ‘bugünlerde vampirizm gelişmiş toplumlarda pek inanılan bir şey değil. Yalnızca çok yaşlı insanlar bu tür inanışlara sahip olabiliyor. Ancak daha bilinçli insanlar bu tür düşüncelere inanmıyorlar. Bu vakada yüzlerce yıllık bir güç söz konusu. Bu, kendisini gizemli bir şekilde ifade ediyor. Bunu Davenant’ın karısı aracılığı ile yapıyor. Her şey yerli yerine oturmuş olsa da bunun fiziksel olarak etkide bulunduğuna inanmak o kadar kolay değil.’

‘Öyleyse her şeyin yerli yerine oturmuş olduğunu düşünüyorsun? Eğer böyleyse Davenant’ın boğazındaki izleri nasıl açıklayabiliriz?’

Bu benim yanıtını bilmediğim bir soruydu ve bunu ifade ettim. Bu durumda geri kalanını Vance araştıracaktı.

İskoçya’ya uzun yolculuğumuz sırasında pek fazla konuşacak bir şey yoktu. Ertesi gün öğleden sonrasında geç saatte Blackwick Şatosu’na vardık. Burası tam da bize tarif edildiği gibi bir yerdi. Ortamda tam bir kasvet havası vardı. Rüzgarlı Geçiti geçerken aracımız sarsıldı. Şatonun soğuk koridorlarında ürperti hissettik.

Bayan Davenant geleceğimiz konusunda telgraf ile bilgilendirilmişti. Bizi içtenlikle karşıladı. Ancak bizim gerçek görevimiz ile ilgili hiçbir şey bilmiyordu. Bizi yalnızca eşinin dostları olarak tanıyordu. O daha çok kendisiyle ilgiliydi. Onun bende bıraktığı izlenim onun yaptığı her şeyin ve söylediği her şeyin kendisinin dışında bir güç tarafından zorlandığıydı—ancak bu bizim onun hakkında bildiklerimiz nedeniyle bizde oluşmuş bir önyargıdan ibaret olabilirdi. Diğer her yönüyle çekici bir kadındı. Olağanüstü büyüleyici bir görünümü vardı.

‘Ben Jessica’nın iyiliği için burada kalıyorum,’ dedi Bay Davenant. ‘Ben burayı restore ederken, onun da sağlığına korumasına uğraşıyorum.’

Bayan Davenant onun söz sözcüklerle ne söylemek istediğini anlamıştı. Onun kocasına hayranlığı her zamankinden daha fazlaydı ancak o doğal bir hayranlık değildi—zaten o da artık eskiden olduğu gibi normal bir kadın değildi. O, bir cadı idi—ve böyle bir durum karşı konulamazdı.

Onun gelişinden hemen sonra içindeki şeytana ilişkin güçlü kanıtlar hissetmiştim. Davenant Blackwick’te hiç çiçek açmadığını belirtmişti ve Vance evin hanımına hediye olarak birkaç tane getirmek istemişti. Beyaz güllerden oluşan bir buket satın almıştı.

Biz Bayan Davenant ile buluştuğumuzda hemen onları sunmuştu. Kadın onları aldığında sinirli görünüyordu. Onlara güçlükle dokunmaya çalışmıştı ve bu sırada Bay Vance çiçekleri bırakmış olduğu için onlar yere düşmüştü.

‘Bir an önce harekete geçmeliyiz’ dedi Vance bana yemek için aşağı inerken. ‘Hiçbir gecikme olmamalı?’

‘Sen neyden çekiniyorsun?’ diye fısıldadım.

‘Davenant bir hafta boyunca yoktu’ diye yanıtladı. O uzakta olduğunda kadın güçten düşmüştür. Bu dönemde onun daha fazla kana ihtiyacı olacak. Bu gece tehlikeli olacaktır.’

‘Bunu zaman gösterecektir.’ Vance bana döndü ve birkaç sözcük daha ekledi. ‘Bayan Davenant, Dexter şimdi iki koşul arasında gidip gelecek. Şeytan henüz tam olarak ona hükmetmiyor. O mücadele ediyor fakat yavaş yavaş ona boyun eğiyor ve bu son hafta yalnız olacak. Bu şeytanın gücünü arttıracak bir durum Bizim bakmamız gereken şey ondaki değişiklik olacak.’

Böylece ben dostumun önerisini izledim. Bu, gizemli bir güç ile bir irade savaşı olacaktı. MacThane evindeki lanet üzerine bir savaş yaşanacaktı.

Ve ben, neler olup bittiğini bilen biri olarak onu izleyecek ve anlayacaktım. Oturduğumuz yemek masasında sessiz bir yarışma olduğunu fark etmiştim Bayan Davenant pratik olarak hiçbir şey yapmıyordu ve çok hasta görünüyordu; o sandalyesinde kımıldıyordu, konuşuyordu ve gülüyordu— ancak gülümseme olmaksızın kahkaha atıyordu. Bu tıpkı Davenant’ın betimlediği gibiydi.

Daha sonra biz oturma odasında otururken, ben irade çatışmasını hissedebiliyordum. Odadaki hava elektrikli ve ağırdı, çok büyük fakat görülmeyen güçlerle yüklüydü. Ve dışarıda, şatonun etrafında, sert bir rüzgar esiyordu. Ve inleme uğultuları duyuluyordu—sanki tüm ölmüş göçmüş olan MacThane aile üyeleri kendi ırkları için savaş alanına toplanmış gibiydi.

Biz dördümüz oturma odasındaydık ve yemek sonrası sıradan bir sohbet yapıyorduk! Ancak bunun sıra dışı olan kısmı Paul Davenant’ın her şeyden haberi olmasına karşın sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmasıydı. Ben gözlerimi Jessica’nın yüzünden alamıyordum. Değişiklik olduğu zaman çok geç kalınmış olacaktı.

Sonunda Davenant kalktı ve çok yorgun olduğunu ve yatmaya gideceğini söyledi. Jessica’nın acele etmesine gerek yoktu. Adam o gece giyinme odasında uyuyacaktı ve rahatsız edilmek istememişti.

Ve bir an için iyi geceler öpücüğü olarak onların dudakları birleşti. Kadın onun boynuna sarılmıştı ve gözlerinde bir açlık parlaması görüldü. Bu değişimin geldiğini gösteriyordu.

Ürkütücü bir rüzgar esintisi vardı. Bir hayaletler ordusu sanki pencereleri tıklatıyor gibiydi. Camlar sanki bize doğru kırılacaktı. Jessica’nın dudaklarında bir titreşim meydana gelmişti. Onun kolları kocasının omuzlarından uzaklaştı.

‘Paul dedi, sesinde bir tonlama farklılığı oluşmuştu. ‘Ben Blackwick’e geri geldiğim için ne kadar kötü durumdayım, ben de senin gibi hastalandım! Fakat biz buradan uzağa gideceğiz, sevgilim; evet bunu yapacağız. Yarın beni de alıp götür olur mu? O yoğun bir içtenlikle konuşuyordu—ancak ona ne olduğu konusunda bilinçli değildi. Tüyleri ürpermişti. ‘Ben neden burada kalmak istediğimi bilmiyorum’ dedi. ‘Ben buradan nefret ediyorum, gerçekten—bu şeytan—şeytan.’

Ben bu sözcükleri duyduğumda Vance’ın başarısına övgüler yağdırdım. Ancak henüz tehlike tam olarak geçmemişti.

Karı ve koca ayrılmıştı, her biri kendi odalarına gitmişlerdi. Vance, Davenant’ın olup bitenlerden sorumlu olduğunu düşünür şekilde giderken ona bakmıştı. Yarın için ayrılma planları yapmaya başlamıştık.

‘Ben başarılı oldum,’ dedi Vance hızlıca, biz yalnız kaldığımızda ‘fakat değişim geçici olabilir. Biz bu gece izlemeyi sürdürmeliyiz. Sen yatağa git, Dexter, senin yapabileceğin hiçbir şey yok.’

Ben bu isteğe uydum—ancak yine de izlemeyi sürdürecektim. Tehlikeye karşı izleme yapmamız gerektiğini biliyordum. Kasvetli ve dağınık odama gittim. Fakat burada uyumayı düşünemeyeceğimi biliyordum. Pencerenin kenarında oturdum. Şatonun etrafındaki rüzgar şiddetini arttırmıştı. Kısık sesli inleme sesleri duyuluyordu.

Ben şato kapısının dışında beyaz bir figürün farkına vardım. Ellerini birleştirmiş halde duruyordu. Yavaşça ağaçların kenarından geçerek avluya ulaştı. Onu çok kısa bir an için görmüştüm, fakat bu kişinin Jessica Davenant olduğunu hissetmiştim.

Ve sezgisel olarak tehlikenin çok yakında olduğunu biliyordum. Tereddüt etmemeliydim. Benim pencerem yerden biraz yüksekti fakat onun altında bir alçak duvar vardı. Aşağı inmem çok kolay oldu. Doğru yönde onu takip ediyordum.

Bu vahşi takibi asla unutmayacağım. Aramızda onu rahatça izlememi sağlayacak kadar boşluk vardı. O beni fark etmemişti. Hiçbir kesişim noktası yoktu. Ağaçlar her iki taraf için sapma yapmaya olanak tanıyordu.

Ve ağaçlık alan da ürkütücü sesle dolu gibiydi—inlemeler ve gizli kahkahalar duyuluyordu. Rüzgar ve gece kuşlarının çığlığı vardı—ben yüzümde yarasaların kanatlarının çırpılmasını hissediyordum. Ancak kendimi onu izleme düşüncesinden alıkoyamıyordum. Ben onu izlediğim için tüm cehennem güçleri bana karşı birleşmişti.

Yol kasvetli gölün sınırında birdenbire sona erdi. Ve ben bunu ancak dizlerime kadar suyun içine gömülünce fark edebilmiştim. İzlemiş olduğum kadının beyaz elbiseli figürünü gördüm. O benim ayak seslerimi duyarak başını bana doğru çevirdi ve çığlık attı. Onun kızıl saçları omuzlarına düşmüştü. Bir an için görmüş olduğum yüzü büyük bir pişmanlık ıstırabı içindeydi.

‘Git!’ diye çığlık attı. ‘Tanrı aşkına bırak öleyim!’

Fakat o konuşurken ben neredeyse onun yanma gelmiştim. O benim onu tutmamdan kurtulmaya çalıştı—bana yalvardı, hızlı nefes alıyordu, neredeyse boğulacak gibiydi.

‘Onu kurtarmanın tek yolu bu!’ dedi soluk soluğa. ‘Benim lanetlenmiş olduğunu görmüyor musun?’ Ben onun yaşam kanını tükettim! Bunu şimdi biliyorum, bu gerçek bu akşam açığa çıktı.’ Ben bir vampirim, bu dünyada veya öteki dünyada hiçbir umudum yok—bırak öleyim—bırak öleyim!’

Böylesine korkunç bir şey olabilir iniydi? Peki ben—ben ne yapabilirdim? Ben kibarca onun direncini kırmaya çalıştım ve onu kıyı tarafa doğru çektim. Bu sırada o benim kollarımda neredeyse bir ölü ağırlığına sahipti. Onu yosunlu kenar kısma yatırdım. Yanında diz çöktüm ve yüzüne baktım.

Ve o zaman iyi bir şey yaptığımı anlamıştım. Benim baktığım yüz, bu öğleden sonra görmüş olduğum vampir Jessica’nın yüzü değildi. O, Paul Davenant’ın aşık olduğu kadın olan Jessica’nın yüzüydü.

Ve daha sonra Aylmer Vance kendi öyküsünü anlatacaktı.

‘Ben bekledim’ dedi, ‘Davenant uyuyana kadar ve ardından onun odasına girdim ve yatağının kenarında onu izledim. Ve o zaman kadın geldi, bu sanırım vampirdi. Onun kanını emmeye başladı. Paul’ün bedeni ve Jessica’nın ruhu birleşmişti—onlar birbirleriyle buluşmuşlardı.

‘Yani sen,’ diye tereddüt ettim, ‘Zaida, cadıdanım bahsediyorsun!’

‘Evet,’ diye onayladı. MacThane’nın evinde yaşayan kötü ruh onun ruhu. Fakat sanırım şimdi o sonsuza kadar şeytan çıkartmış olabilir.’

‘Anlat bana.’

‘O dün gece Paul Davenant’ın yanına geldi. O, eşinin aldatıcı görünümü içindeydi. Jessica’nın atalarını andıran yapısını biliyorsun. Adam kollarını açtı, fakat o kurbanına istediğini yapamadı, çünkü ben bunun önlemini almıştım; Davenant’ın göğsüne uyurken bunu yerleştirmiştim Bu vampirin gücünü engelleyecek bir şeydir. Kadın inleyerek odadan ayrıldı. Birkaç dakika önce ona Jessica’nın gözleri ile bakmış olan kadın inleyerek dışarı çıktı. Onun kırmızı dudakları Jessica’nın dudaklarıydı ve onun gözleri açıldığı zaman ve onu gördüğü zaman çağlar ötesinden gelen bir çürümüşlüğün gizli bir hayaleti ortaya çıktı. Ve o tıpkı gelmiş olduğu gibi çıkıp gitti—’

O konuşmasına ara verdi. ‘Peki şimdi?’ diye sordum.

‘Blackwick Şatosu yeryüzünden silinmeli’ diye yanıtladı. ‘Tek çıkış yolu bu. Onun her bir taşı, her bir tuğlası toz haline getirilmeli ve ateşte yakılmalı, çünkü orası tüm kötülüklerin kaynağıdır. Davenant buna rıza gösterdi.’

‘Peki Bayan Davenant?’

‘Sanırım’ dedi Vance temkinli bir şekilde, ‘onun için de en iyisi bu olacak. Şatonun yıkılmasıyla lanet ortadan kalkmış olacak. O senin sayende ölmekten kurtuldu. O düşünülenden daha az suçlu— onun kendisi avlanmaktan çok av olmuş durumda. Ancak bunun farkına vardığında kurtulmak için çaba gösterdi.

‘Anlıyorum’ diye mırıldandım Ve sonrasında kendi kendime fısıldadım, ‘Şükürler olsun Tanrım!’

 

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült