Hikaye

 

 

Tanrı Gerçeği Görür, Ama Bekler

Lev Tolstoy

 

Vladimir kasabasında İvan Dimitriç Aksionov adında genç bir tacir yaşadı. İki dükkanı, bir evi vardı.

Aksionov kumral, kıvırcık saçlı güzel bir adamdı, neşe doluydu, şarkı söylemeyi de çok severdi. Delikanlılığında kendini içkiye kaptırmıştı, fazla içtiği zaman da gürültü çıkarırdı; ama evlenince içkiyi bıraktı, arada sırada içer oldu.

Bir yaz Aksionov, Nizhny Fuarı’na gidiyordu; ailesiyle vedalaşırken karısı şöyle dedi:

İvan Dimitriç, bugün yola çıkma; seninle ilgili kötü bir düş gördüm.

Aksionov güldü:

Fuara gidince eğlence yerlerine dalacağımdan korkuyorsun, dedi.

Karısı:

Neden korktuğumu bilmiyorum, diye yanıtladı, sadece kötü bir düş gördüğümü biliyorum. Kasabadan döndüğünü gördüm, şapkanı çıkardın, saçların iyice ağarmıştı.

Aksionov güldü.

Bu iyiye işaret, dedi. Gör bak, bütün mallarımı satıp sana fuardan armağanlar getireceğim.

Böylece ailesine veda edip yola çıktı.

Yarı yolda, tanıdık bir tacirle karşılaştı, geceyi geçirmek için aynı hana indiler. Birlikte çay içtiler, sonra yan yana odalardaki yataklarına gittiler.

Aksionov sabahları geç saatlere kadar uyumaya alışık değildi; ayrıca serinlikte yolculuk etmek istediği için sürücüsünü gün doğmadan uyandırıp atları koşmasını söyledi.

Sonra arkada bir kulübede oturan hancıya gidip borcunu ödedi, yoluna devam etti. Yirmi beş mil kadar gitmişti ki atlara yem verdirmek için durdu. Bir süre hanın girişinde bekledi, sonra öndeki saçak altına çıkıp bir semaver ateşlemelerini emretti, gitarı alıp çalmaya başladı.

Birden, çınlayan çıngıraklarıyla bir troyka göründü, içinden arkasında iki askerle bir memur indi. Aksionov'un önüne gelip sorular sormaya başladı; kim olduğunu, ne zaman geldiğini soruyordu. Aksionov sorulan yanıtladı:

Benimle bir çay içmez misiniz? dedi.

Ama memur sorularına devam etti:

Dün geceyi nerede geçirdiniz? Yalnız mıydınız, yoksa bir tacir arkadaşınızla mıydınız? O arkadaşınızı bu sabah gördünüz mü? Neden handan gün doğmadan ayrıldınız?

Aksionov kendisine bütün bu soruların niçin sorulduğunu anlamıyor, merak ediyordu, ama bütün olan biteni anlattı, sonra da şöyle dedi:

Neden beni böyle bir hırsız ya da haydutmuşum gibi sorguluyorsunuz? İşlerim için yolculuk ediyorum, bana sorular sormanın hiçbir yararı olamaz.

Bunun üzerine memur, askerleri çağırarak şöyle dedi:

Ben bu yörenin polis memuruyum, size bu soruları dün geceyi birlikte geçirdiğiniz tacir bu sabah boğazı kesik olarak bulunduğu için soruyorum. Eşyalarınızı aramamız gerekiyor.

İçeri girdiler. Askerlerle polis memuru Aksionov'un eşyalarının kayışlarını çözüp aramaya başladılar. Birden memur bir çantadan bir bıçak çıkararak bağırdı:

Kimin bu bıçak?

Aksionov baktı; çantasından kanlı bir bıçak çıktığını görmek onu çok korkutmuştu.

Nasıl oluyor da bu bıçakta böyle kan var?

Aksionov yanıtlamaya çalıştı, ama sözcükler ağzından zorlukla çıkıyordu; kekeledi:

Ben bilmiyorum benim değil.

Bunun üzerine polis memuru şöyle dedi:

Bu sabah tacir arkadaşınız yatağında boğazı kesik olarak bulundu. Bu işi yapabilecek tek kişi sizsiniz. Han içerden kilitliydi, başka kimse de yoktu. Çantanızda kanlı bir bıçak var, ayrıca yüzünüzle davranışlarınız da sizi ele veriyor! Söyleyin, nasıl öldürdünüz, ne kadar para çaldınız?

Aksionov öldürmediğine, taciri birlikte çay içtikten sonra görmediğine, kendi sekiz bin rublesinden başka parası bulunmadığına, bıçağın kendisinin olmadığına yemin etti. Ama sesi kısılmış, yüzü solmuştu, korkudan bir suçluymuş gibi titriyordu.

Polis memuru askerlere Aksionov'u bağlayıp arabaya koymalarını emretti. Ayakları bağlanıp arabaya sokulurken Aksionov haç çıkardı, gözlerinden yaşlar süzüldü. Parası, malları elinden alındı, en yakın kasabaya gönderilip cezaevine atıldı. Vladimir'de kişiliğiyle ilgili soruşturma yapıldı. Tacirler, kasaba halkı, önceleri içki içtiğini, aylaklık ettiğini, ama artık iyi bir insan olduğunu söylediler. Sonra yargılama başladı: Ryazan'lı bir taciri öldürüp yirmi bin rublesini çalmakla suçlandı.

Karısı umutsuzluk içindeydi, neye inanacağını bilemiyordu. Çocukları küçüktüler; biri kucakta bebekti. Onları yanma alıp kocasının bulunduğu kasabaya gitti. Önce onu görmesine izin vermediler; ama uzun süre yalvardıktan sonra memurlardan izin almayı başardı. Kocasını cezaevi giysileriyle zincirler içinde, hırsızların, katillerin arasında görünce düşüp bayıldı, uzun bir zaman kendine gelemedi. Sonra çocuklarına sarılıp adamın yanına oturdu. Evde olan bitenden söz etti, onun başına neler geldiğini sordu. Adam her şeyi anlattı; kadın sordu:

Şimdi ne yapabiliriz?

Suçsuz bir insanı çürümeye bırakmaması için Çar'a başvurmalıyız.

Karısı, Çar'a bir dilekçe göndermiş olduğunu, ama dilekçesinin kabul edilmediğini söyledi.

Aksionov bir şey demedi, üzgün üzgün önüne baktı.

Karısı:

Düşümde saçlarının ağardığını görmem boşuna değilmiş, dedi. Anımsıyor musun? O gün yola çıkmamalıydın.

Parmaklarını kocasının saçlarından geçirdi:

Vanya, sevgilim, karma doğruyu söyle; bu işi yapan sen değil miydin?

Demek sen de benden kuşkulanıyorsun! dedi Aksionov, yüzünü ellerinin arasına alarak ağlamaya başladı.

Sonra bir asker gelip karısıyla çocuklarının gitmeleri gerektiğini bildirdi; böylece Aksionov ailesiyle son kez vedalaştı.

Onlar gidince, Aksionov konuştuklarını düşündü, karısının bile kendisinden kuşkulandığım anımsayınca, kendi kendine şöyle dedi:

Öyle görünüyor ki yalnızca Tanrı bilebilir gerçeği; yalnızca ona başvurmalı, yalnızca ondan aman beklemeliyiz.

Böylece Aksionov artık hiçbir dilekçe yazmadı; bütün umutlarını yitirdi, yalnızca Tanrı'ya dua etti.

Aksionov kamçılanmaya, madenlerde çalışmaya mahkûm edildi. Düğümlü bir kamçıyla kamçılandı, yaraları iyileşince de öbür mahkûmlarla birlikte Sibirya'ya gönderildi.

Yirmi altı yıl Sibirya'da bir mahkûm olarak yaşadı. Saçları kar gibi bembeyaz oldu, sakalı uzadı, seyrekleşti, ağardı. Bütün neşesi yok oldu; beli büküldü; yavaş yürüdü, az konuştu, hiç gülmedi, ama sık sık dua etti.

Cezaevinde ayakkabı yapmayı öğrendi, biraz para kazandı, bu parayla Azizlerin Yaşamı’nı satın aldı. Yeterli ışık buldu mu hemen bu kitabı okurdu; pazarları ise cezaevi kilisesinde Kutsal Kitap'dan parçalar okur, koroda şarkı söylerdi; sesi hala güzeldi.

Cezaevi yetkilileri Aksionov'u sessizliğinden ötürü sevdiler, öbür mahkûmlar da ona saygı duydular: "Büyükbaba" diye, "Aziz" diye çağırdılar. Herhangi bir konuda cezaevi yetkililerinden bir dilekleri olsa, sözcü olarak hep Aksionov'u seçtiler, aralarında bir anlaşmazlık çıksa işi yoluna koyması, sorunu çözmesi için hep ona başvurdular.

Aksionov evinden hiç haber alamadı, hatta karısının, çocuklarının sağ olup olmadıklarını bile bilmiyordu.

Bir gün cezaevine yeni bir suçlu kafilesi geldi. Akşam eski mahkûmlar yenilerin çevresine toplanıp onlara geldikleri kasabaları, köyleri, ne suç işlediklerini sordular. Ötekilerin yanı sıra Aksionov da yeni gelenlerin yakınına oturup, başı önünde, anlatılanları dinledi.

Yeni mahkûmlardan biri, uzun boylu, ağarmış sık sakallı, altmışlık, güçlü bir adam, ötekilere niçin tutuklandığını anlatıyordu.

işte, arkadaşlar, dedi, sadece bir kızağa bağlı bir atı aldım, hırsızlıkla suçlanıp tutuklandım. Salt eve çabuk gidebilmek için aldığımı söyledim, sonra bırakacaktım; üstelik kızağın sürücüsü de arkadaşımdı. "Bunda bir şey yok," dedim. "Hayır," dediler, "çaldın." Ama nasıl, nerede çaldım, söyleyemediler. Bir kez gerçekten bir suç işlemiştim, aslında buraya çok önce gelmem gerekirdi, ama o zaman beni bulamamışlardı. Şimdi buraya bir hiç uğruna gönderildim... Eeh,yalan söylüyorum size; Sibirya'ya daha önce de geldim, ama çok kalmadım.

Nerelisin? diye sordu biri.

Vladimir'liyim. Ailem o kasabadandır. Benim adım Makar, Semyoniç diye de çağırırlar.

Aksionov başını kaldırıp:

Söyle bana, Semyoniç, dedi, Vladimir'li tacir Aksionov'ları biliyor musun? Hala yaşıyorlar mı?

Bilmek mi? Elbette biliyorum. Aksionov'lar zengindirler; ama babaları Sibirya'da: Bizler gibi bir günahkar olduğu anlaşılıyor! Ya sen, büyükbaba, sen nasıl geldin buraya?

Aksionov kendi talihsizliğinden söz etmeyi sevmezdi. İçini çekip şöyle dedi:

Günahlarım için yirmi altı yıldır cezaevindeyim.

Ne günahı? diye sordu Malcar Semyoniç.

Aksionov yalnızca:

Ah, ah, bunu, hak etmiş olmalıyım! dedi.

Daha fazla bir şey söylemeyecekti; ama arkadaşları yeni gelenlere Aksionov'un Sibirya'ya nasıl gönderildiğini, nasıl birinin bir taciri öldürüp bıçağı Aksionov'un eşyaları arasına koyduğunu, Aksionov'un nasıl haksız yere mahkûm edildiğini anlattılar.

Makar Semyoniç bunları duyunca Aksionov'a baktı, elini dizine vurdu, yüksek sesle şaşkınlığını belirtti:

Ya, bu olağanüstü! Gerçekten olağanüstü! Ama ne kadar ihtiyarlamışsın, büyükbaba!

Ötekiler ona neden bu kadar şaşırdığını, Aksionov'u daha önce nerede görmüş olduğunu sordular; ama Makar Semyoniç onların sorularını yanıtlamadı. Yalnızca şöyle dedi:

Burada buluşmamız olağanüstü bir şey, çocuklar!

Bu sözler Aksionov'u acaba bu adam taciri öldüreni biliyor mu diye bir kuşkuya düşürdü:

Belki, Semyoniç, sen bu işi daha önce duymuştun, ya da belki beni daha önce gördün? dedi.

Nasıl duymamış olabilirim. Dünya dedikoduyla dolu. Ama çok zaman geçti üstünden, duyduklarımı unuttum.

Belki taciri kimin öldürdüğünü de duymuşsundur? diye sordu Aksionov.

Makar Semyoniç güldü, şöyle dedi:

Bıçak kimin çantasında bulunduysa katil o olmalı! Bıçağı Oraya bir başkası sakladıysa da, "Hırsız yakalanana kadar hırsız değildir," der atasözü. Başının altındaki çantana bir başkası nasıl bıçak saklar? Seni uyandırması kaçınılmazdı.

Aksionov bu sözleri duyunca, taciri öldürenin bu adam olduğunu kesinlikle anladı. Kalkıp oradan uzaklaştı. O gece sabaha kadar gözüne uyku girmedi. Son derecede mutsuzdu, kafasında değişik anılar canlandı. Fuara gitmek için evden ayrıldığı sıradaki haliyle karısını gördü. Canlı gibiydi; yüzüyle, gözleriyle karşısındaydı; konuştuğunu, güldüğünü duydu. Sonra çocuklarını gördü, küçüktüler, o zaman oldukları kadar: Birinin sırtında küçük bir pelerin, öbürü annesinin kucağında. Sonra kendini anımsadı, o günlerdeki haliyle — genç, neşeli. Tutuklandığında nasıl hanın önündeki saçak altında gitar çalmakta olduğunu anımsadı, ne kadar kaygısızdı. Kamçılandığı yer, kamçılayan adam, çevrede durmuş bakan insanlar; zincirler, mahkûmlar, yirmi altı yıllık cezaevi yaşamı, zamanından önce ihtiyarlayışı gelip geçti gözünün önünden. Bunları düşünmek onu öylesine çaresiz bir havaya soktu ki, kendini öldürebilirdi.

"Hepsi bu alçağın yüzünden!" diye düşündü Aksionov. Makar Semyoniç'e büyük bir kin duydu, ondan intikam almak için her şeye katlanabilirdi; ölüme bile. Bütün gece dua etti, gene de dinginliğe eremedi. Gün boyunca Makar Semyoniç'e yaklaşmadı, hatta ondan

yana bakmadı.

İki hafta geçti böyle. Aksionov geceleri uyuyamadı, öylesine kötü bir durumdaydı ki ne yapacağını bilemiyordu.

Bir gece koğuşta dolaşırken, mahkûmların üstünde uyudukları kerevetlerden birinin altından dışarı toprak atıldığını gördü. Ne olduğunu anlamak için durdu. Birden Makar Semyoniç sürünerek kerevetin altından çıktı, ürkmüş bir yüzle Aksionov'a baktı. Aksionov ona bakmadan yürüyüp geçmek istedi, ama Makar eline sarıldı, duvarın altından bir geçit kazdığını, toprakları çizmelerine doldurup her gün mahkûmlar iş yerlerine götürülürlerken yolda boşalttığını anlattı.

Sen sadece sus, ihtiyar, seni de kaçırırız. Gevezelik edersen, beni kamçılayarak öldürürler, ama daha önce ben seni öldürürüm.

Aksionov düşmanına bakarken öfkeyle titredi. Elini çekerek:

Kaçmak istemiyorum, dedi, beni öldürmene de gerek yok; beni çok önceden öldürdün! Seni söylememe gelince — söylerim ya da söylemem, buna Tanrı karar verir.

Ertesi gün, mahkûmlar iş yerlerine götürülürlerken askerler adamlardan birinin çizmelerinden toprak boşalttığım gördüler. Cezaevi arandı, tünel bulundu. Vali geldi, geçidi kazanın kim olduğunu anlamak için bütün mahkûmları sorguya çekti. Kimse bir şey söylemedi. Makar Semyoniç'i ele vermediler; ölümüne kamçılanacağım biliyorlardı. Sonunda Vali dürüst bir adam olarak tanıdığı Aksionov'a döndü, şöyle dedi:

Sen dürüst bir ihtiyarsın; bana Tanrının önünde söyle, kim kazdı tüneli?

Makar Semyoniç, Aksionov'a bir an bakıp gözlerini Valiye çevirdi, ilgilenmiyormuş gibi durdu. Aksionov'un dudakları, elleri titredi, uzun bir süre tek sözcük söyleyemedi. Düşündü: "Yaşamımı yıkan adamı niçin koruyayım? Bana çektirdiklerinin karşılığını ödesin. Ama söylersem, onu kamçılayarak belki de öldürürler; ya ondan kuşkulanmakla bir yanılgıya düştüysem. Üstelik bunun bana ne yararı olacak?"

Hadi ihtiyar, diye yineledi Vali, söyle bana gerçeği: Duvarın altını kim kazdı?

Aksionov, bir an Makar Semyoniç'e bakıp:

Söyleyemem, efendim, dedi. Tanrı istemiyor söylememi. Bana ne yaparsanız yapın; elinizdeyim.

Vali ne kadar uğraştıysa da, Aksionov başka bir şey söylemedi; sorun da böylece ortada kaldı.

O gece Aksionov yatağına uzanıp tam uyuklamaya başladığı sırada, birisi yavaşça gelip kerevetin kenarına oturdu. Karanlıkta Makar'ı tanıdı.

Daha ne istiyorsun benden? diye sordu Aksionov. Niye geldin?

Makar Semyoniç susuyordu. Aksionov doğrulup:

Ne istiyorsun? dedi. Çekil git, yoksa gardiyanı çağıracağım!

Makar Semyoniç, Aksionov'un üzerine doğru eğilip fısıldadı:

İvan Dimitriç, bağışla beni!

Niçin? diye sordu Aksionov.

Taciri öldüren, bıçağı senin eşyalarının arasına saklayan bendim. Seni de öldürecektim, ama dışarda bir ayak sesi duydum, bıçağı çantana saklayıp pencereden kaçtım.

Aksionov susuyor, ne söyleyeceğini bilemiyordu. Makar Semyoniç kerevetin kenarından kaydı, yere diz çöktü.

İvan Dimitriç, dedi, bağışla beni! Tanrı aşkına, bağışla beni! Taciri öldürdüğümü itiraf edeceğim, seni bırakacaklar, evine gideceksin.

Bunu söylemesi kolay, dedi Aksionov, yirmi altı yıldır senin için acı çekiyorum. Şimdi nereye gidebilirim?... Karım öldü, çocuklarım beni unuttular. Gidecek hiçbir yerim yok.

Makar Semyoniç kafasını yere vurdu:

İvan Dimitriç, bağışla beni! diye bağırdı. Beni düğümlü iplerle kamçıladıkları zaman bile acım şu anda sana bakarkenki kadar dayanılmaz değildi... Gene de beni korudun, söylemedin. İsa aşkına bağışla beni, çok aşağılığım!

Hıçkırmaya başladı.

Onun hıçkırıklarını duyunca Aksionov da ağlamaya başladı.

Tanrı bağışlasın seni! dedi. Belki ben senden yüz kez daha kötüyümdür.

Bu sözcüklerle yüreğinde bir ferahlama oldu, evine kavuşma isteği de silinip gitti. Artık cezaevinden kurtulmayı özlemiyordu, tek umudu son saatinin gelmesiydi.

Aksionov'un söylediklerine karşın, Makar Semyoniç suçunu itiraf etti. Ama cezaevinden çıkarılması için emir geldiğinde, Aksionov artık ölmüştü.

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült