Paradokslar üzerine
Ürkek Saksağan Usta, Yaşlı Çınar
Usta'ya sordu*14, "Değerli ustadan hep şöyle sözler duyarım: 'Kutlu kişi
işinin peşinde koşmaz. O, ne yarara yönelir, ne zarardan kaçar; ne mutluluğu
arar, ne Tao'yu izler. O, konuşmadan söyler ve konuşurken susar. O, dünyanın
tozunun ve kirinin ötesinde gezer.' Değerli usta bu tür sözleri, kaynağı
belirsiz deli dalgalara benzetir hep. Oysa bana kalırsa bunlar Tao'nun
gizemine işaret ediyor. Nasıl buluyorsunuz benim bu görüşümü?"
Yaşlı Çmar Usta yanıt verdi: "Bunlar öyle sözlerdir ki, değil ben15, Sarı
Hakan gelse onu bile zıvanadan çıkarırlar. Hem sen beklentilerinde pek
acelecisin: Yumurtayı görür görmez horozun öttüğünü duymak istiyorsun.
Tatarokunu görür görmez, hemen sofraya kızarmış kuşlar gelsin istiyorsun.
Gel ben sana biraz bu tür delice laflardan biraz edeyim de, sen de deli gibi
dinle bu lafları, bak...
Gün olur, düşünde keyifle şarap içer insan, uyanınca acılar ve gözyaşları
içinde açar gözlerini. Gün olur, düşünde acı çeker, gözyaşları döker,
uyanınca neşe içinde ava çıkar. Düş görürken fark etmez düşte olduğunu.
Hatta düşün ortasında yorumlamaya da kalkar onu. Bir de uyanır bakar ki,
hepsi düşmüş!
Ama bir de büyük uyanış var: O uyanışta da şu büyük düşü anlar insan. Kimi
budala da uyanık olduğuna inanır, kendisinin hakan mı, çoban mı olduğunu pek
iyi bildiğini sanır. Demek sen de, ben de uykuda düş görmekteyiz! İyi ama,
öyleyse benim sana 'düş görüyorsun' demem de düş değil mi?
İşte bu tür sözlere paradoks16 derler. On bin kuşakta bir kutlu kişi gelir
de bunları çözerse, sen ona var de ki, güneşin doğuşundan batışına kadar
geçen süre içinde geldi!" (2, 9)
*14 "Ürkek Saksağan Usta":
Juciao Zi (Cü-syav Dzı). „ Yaşlı Çınar Usta": Changwu Zi (Çang-hu Dzı).
*15 Orijinal metinde "Sen de, Qiu (Çyu) da... ", Qiu, Chuangwu Zi'nın öz
adı. Ama bu aynı zamanda Konfüçyüs 'ün de öz adı olduğundan, kimi yorumcular
bunu "Sen de, Konfüçyüs de" diye okur, polemik olarak değerlendirirler. .
*16 "Paradoks ": Diaogui (dyav-gvi), "Kendini asan-çelişki". Eski Yunan'da bunun benzeri Epimenides antinomisi: Gi-ritli F.nintcTn4es__ZGiritlilerin hepsi yalan söyler!" der...
Kim haklı, kim haksız?
Diyelim ki seninle tartışıyoruz, tartışmada sen beni yeniyorsun, ben seni
yenemiyorum: Bu, senin haklı olduğunu, benim haksız olduğumu gösterir mi? Ya
da ben seni yeniyorum, sen beni yenemiyorsun: Bu, benim haklı olduğumu ve
senin haksızlığım gösterir mi? Gerçekten ikimizden birimiz haklı, birimiz
haksız mı? Yoksa ikimiz de haklı, ya da belki ikimiz de haksız mıyız? Sen ve
ben bilemeyiz bunu. Peki ama, insanlar böyle bir kararsızlık içindeyken,
kime başvurabilirler hakem olarak? Kararı seninle aynı görüşte olan birine
mi bırakalım? Ama seninle aynı görüşteyse, nasıl tarafsız karar versin ki?
Yoksa benimle aynı görüşte olan birine mi bırakalım? Ama benimle aynı
görüşteyse, nasıl tarafsız karar versin? Yoksa karan ikimizden de farklı
görüşte olan birine mi bırakalım? Ama ikimizden farklı görüşteyse, nasıl
karar versin? Ya da, ikimizle de aynı görüşte olan birine mi bırakalım? Ama
ikimizle aynı görüşteyse, nasıl karar versin?
Şimdi sen ve ben, ve de başkaları, daha birbirimizle bile anlaşamazken, bir
de kalkıp dışımızda bir şeye mi bağımlı hale getireceğiz kendimizi?.. İyisi
mi, zamanı da unut, görüş ayrılıklarını da. Sonsuzluğa yüksel, sınırsızı
vatan edin kendine! (2, 10)
Gölge ve "öteki"
Gölgenin kenarları, gölgeye sordu: "Beyim, bakıyorum bir eğiliyor, bir
dikleşiyorsunuz; bir yürüyor, bir duruyorsunuz. Ne iştir bu?"
Gölge dedi ki: "Aman efendim, bu ne tuhaf soru! Neden böyle olduğumu ne
bileyim? Ben, ağustos
böceğinin içi boşalmış kabuğu gibi, yılanın değiştirip attığı derisi
gibiyim. Ama bunlardan farklıyım da: Ateş başında, güneş ışığında
güçlenirim. Karanlıkta ve geceleri zayıflar, solarım. Ve 'ötekine'
bağımlıyım ben. - Ki o da bir başkasına bağımlı! O gelir, ben gelirim. O
gider, ben giderim. O güçlü ve sağlıklıysa, ben de güçlü olurum. İkimiz de
güçlü ve sağlıklıysak, nedenini niye sorayım?" (27, 5)
Tehlikeli uğraşlar
Yaşamımız sonludur. Bilgi ise
sonsuzdur. Sonlu bir araçla sonsuz bir şeyin peşine düşmek tehlikelidir. Bu
nedenle, insan bilgi edinme uğraşına tüm benliğiyle girişirse, yaşamı
tehlikeye düşer.
İyilik eden, hemen iyi üne kavuşmaz. Kötülük eden, hemen cezasını bulmaz.
Ama her kim yaşamın can damarını izlerse, o, kendine zarar vermeden de
başkasına yarar verebilir ve böylece ömrünün yıllarım eksiksiz olarak
tamamlayabilir. (3, l)
Aşçı
Wenhu Bey'in*17 aşçısı, kesilmiş bir sığırı
parçalıyordu. Eliyle bastırıyor, omuzuyla yükleniyor, ayağını basıyor,
dizini dayıyor, şrakkadak deriler soyuluyor, etler doğramyordu: Tüm bunlar
sanki bir oyun havası temposuyla oluyor ve aşçının bıçağı her seferinde
kemikler arasındaki eklemleri buluyordu.
Wenhu Bey, "E vallahi bravo!" dedi. "Ben ustalık diye buna derim işte!"
Aşçı, bıçağını bir kenara koyup konuştu: "Kulunuzun yüreği Tao'dadır; bu
ustalıktan farklı bir şeydir. Sığırları parçalamaya ilk başladığımda, önümde
basbayağı sığırlar görürdüm. Üç yıl geçtikten sonra sığırları parçalanmış
halleriyle görmeye başladım.
Şimdi artık yalnız tinsel gözüme güveniyor, kendimi gözlerimin gördüğüne
bağlamıyorum. Duyuların verdiği bilgiyi bıraktım artık. Şimdi yalmz
sezgilerimle çalışıyorum. Doğal hatları izler, derin aralıklara girer, derin
boşluklar boyunca ilerlerim. Tümüyle doğallığa teslim ederim kendimi. Yalmz
kemikler arasındaki eklemleri değil, kaslar ve kıkırdaklar arasındaki en
göze görünmez aralıkları bile duyarlıkla izlerim.
İyi bir aşçı bıçağını yılda yalnız bir kez değiştirir. Beceriksiz bir aşçı
ise bıçağını balta gibi kullandığından, her ay değiştirmek zorunda kalır.
Kulunuz on dokuz yıldır aym bıçağı kullanırım. Binlerce sığır doğradım
onunla, hâlâ yeni bilenmiş gibi keskindir. Eklemler aralıklıdır; bıçağın
çeliğinin kalınlığı yoktur. Kalınlığı olmayan şey ise kolayca her aralığa
girer, hiç bir engel çıkmaz karşısına. İşte bu yüzden bıçağım, on dokuz
yıldır kullandığım halde hâlâ yeni bilenmiş gibidir.
Yine de, iki eklemin birleştiği noktalarda işin birden zorlaştığını
duyumsarım. O zaman tüm dikkatimi toplarım: Nerede durmam gerektiğini
bilirim; öylesine yavaş ilerler ki bıçağım, gözle izleyemezsiniz yerinden
kıpırdadığını - sonra birden her şey çözülür, koca bir parça, bir kaya
parçası gibi düşer yere. İşte o zaman elimde bıçağım, durur çevreme bakarım.
Bir an duraksarım huzur içinde. Sonra bıçağımı temizleyip kaldırırım."
Wenhu Bey, "Aşkolsun!" dedi. "Bir aşçıyı dinledik ama, nasıl yaşamak
gerektiğini öğrendik." (3, 2)
*17 Wenhu Jun (Ven-huCün, İ.Ö. 370-335), Savaşan Krallıklar döneminde We Kralı Hui (Huy) adıyla kral oldu.
Yararsız ağaçlar üzerine
Hui Zi bir gün Chuang Tzu'ya
dedi ki: "Büyük bir ağacım var. Gövdesi öyle eğri büğrü ki, düzgün bir
kereste kesemezsiniz. Dalları öyle eğri büğrü ki, ölçüp biçemezsiniz. Yol
üstünde durur da, bir marangoz bile dönüp bakmaz yüzüne. Sizin sözleriniz
de, usta, o ağaca benziyor: Büyük ama yararsız. Bu yüzden de kimse kulak
vermiyor size."
Chuang Tzu, "Sansarı bilirsiniz, usta," dedi.
"Nasıl pusuya yatar da bekler avını? Dev kütüklerin bile kolayca üstünden
atlar. Ta ki bir tuzağa düşene, bir ökseye tutulana dek. Buna karşılık manda
ise kasırga bulutu gibi kıpırtısız ve görkemlidir. Ama o fare tutamaz sansar
gibi. Şimdi siz de dev gibi bir ağaç bulmuşsunuz da, yararsızlığından
yakınıyorsunuz. Bozkırın ortasına ya da ağaçsız boş bir alana dikseydiniz ya
şunu! Amaçsız-kaygısız gezerdiniz çevresinde, dallarının altında aylak aylak
yatardınız. Ne balta kısaltırdı ömrünü onun, ne keser. Bir şeyin yararı yok
diye kaygılanmak niye?" (l, 5)