(1) Bahamüt: Kitabı mukaddes’te bahsi geçen, su aygırına benzer bir hayvan.
(2) Magi: Doğuda gördükleri yıldız aracılığıyla yeni doğmuş olan Hazreti
İsa’yı ziyarete gelen üç müneccim (Matta 2: 1-12)
(3) Sibylle: Apollon rahibelerine verilen ad. Bunlar Gaipten haberler
verirlerdi.
(4) Dodona’da (Epirus - Kuzey-Batı Yunanistan), Yunan tanrısı Zeus’a ve ana
tanrıça Gaia’ya adanmış tarih öncesi bir kâhin evi vardı. Gizli bahçesinde
rahip ve rahibeler yapılacak doğru davranışları belirlemek için meşe(ya da
kayın) yapraklarının hışırtılarını yorumlarlardı.
'Eudosin d'orheon korhuphai te kai pharhagges'
'Prhones te kai charhadrhai.'
ALCMAN.
Dağ dorukları uyuyor; vadiler, sarp kayalıklar ve mağaralar sessiz.
“DİNLE beni,” dedi iblis, elini başımın üzerine koyarken. “Sözünü ettiğim
yer, Libya’da, Zaire nehri kenarında kasvetli bir bölge. Ve orada dinginlik
yok, ya da sessizlik.”
“Nehrin safran ve mide bulandırıcı bir rengi vardır ve o denize doğru akmaz,
güneşin kızıl gözünün altında sonsuza kadar dağınık ve çırpıntılı
hareketlerle devinip durur. Çamurlu nehir yatağının iki yanında dev
nilüferlerin millerce uzanan solgun çölü bulunur. Bu ıssızlıkta birbirlerine
iç çekerler, benzi atmış uzun boyunlarını semâya uzatırlar ve kör olasıca
başlarını bir ileri bir geri sallarlar. Ama aralarından yer suyunun akışı
gibi yükselen belli belirsiz bir mırıltı vardır. Ve birbirlerine iç
çekerler.”
“Yine de onların âlemlerine sınır vardır – karanlık, korkunç, azametli
ormanın sınırı. Orada orman diplerindeki çalılar tıpkı Hebrides’in dalgaları
gibi sallanır. Ama semâda rüzgar yoktur. Ve uzun yıllanmış ağaçlar,
gürleyen, kuvvetli bir sesle sonsuza kadar bir ileri bir geri salınırlar.
Yüksek zirvelerinden birer birer ardı arkası kesilmeyen çiğ taneleri düşer.
Köklerinde garip zehirli çiçekler huzursuz uykuda uzanırlar. Ve yukarıda,
hışırtılı, gürültülü bir sesle gri bulutlar batı yönünde sonsuza akarlar, tâ
ki ufkun kızgın duvarındaki bir şelaleden yuvarlanana kadar. Ama semâda
rüzgar yoktur. Ve Zaire nehrinin kıyıları ne dingin, ne de sessizdir.”
“Geceydi ve yağmur yağdı; ve düşerken su, düştükten sonra kandı. Bataklıkta
iri nilüferlerin arasında durdum, yağmur başıma yağdı – ve nilüferler
ıssızlıklarının ağırbaşlılığı ile birbirlerine iç çektiler.”
“Sonra birdenbire, ince, solgun sisin ardından ay doğdu, rengi koyu
kırmızıydı. Bakışlarım, nehrin kıyısında duran ve ayın ışığı ile aydınlanan
büyük gri bir kayaya düştü. Ve kaya griydi, solmuş ve büyüktü – ve kaya
griydi. Ön yüzünde taşa oyulmuş harfler vardı; kıyıya gelip de taşın
üzerindeki harfleri okuyabilene dek nilüfer bataklığından yürüdüm. Ama
çözemedim. Ay kıpkırmızı parlayıverdiğinde bataklığa geri dönüyordum, dönüp
tekrar kayaya baktım ve harflere; -- harfler ISSIZLIKtı.”
“Yukarı baktım, kayanın tepesinde bir adam duruyordu ve adamın hareketlerini
izleyebilmek için nilüferlerin arasına gizlendim. Ve adam uzun ve iriydi,
omuzlarından topuklarına, eski Romanın beyaz togasına bürünmüştü. Ve sureti
belirsizdi – ama simâsı, bir tanrınınki gibiydi; gecenin, sisin, ayın ve
çiğin örtüsü yüz hatlarını açıkta bırakmıştı. Alnı düşünceyle geniş, ve
gözleri kaygıyla vahşi; acının, bıkkınlığın, insanlıktan tiksinmenin ve
yalnızlığa özlemin masalını okudum yanağındaki birkaç kırışıklıkta.”
“Ve adam kayanın üzerine oturdu, başını eline dayadı ve ıssızlığa baktı.
Aşağıdaki gürültülü çalılığa baktı ve yukarıdaki yıllanmış ağaçlara ve daha
yukarıda hışırdayan semâya ve kızıl aya. Nilüferlerin siperinde ona yakın
durdum ve adamın hareketlerini izledim. Ve adam yanızlıkta ürperdi; -- ama
gece zayıflıyordu ve adam kayanın üzerine oturuyordu.”
“Ve adam bakışlarını semâdan çekip Zaire nehrinin kasvetli sularına, çürümüş
sarı sulara ve nilüferlerin solgun kalabalığına çevirdi. Adam nilüferlerin
iç çekmelerini ve aralarından gelen mırıltıyı dinledi. Ben gizlendiğim yerde
ona yakın durdum ve adamın hareketlerini izledim. Ve adam yalnızlıkta
ürperdi; -- ama gece zayıflıyordu ve adam kayanın üzerine oturuyordu.”
“Sonra bataklığın içlerine gittim ve nilüfer kırı boyunca sığ çamurda
yürüyüp bataklığın derinliklerindeki çamurlarda yaşayan su aygırlarına
seslendim. Ve su aygırları, bahamütlerle(1) birlikte sesimi duyup kayanın
ayağına geldi ve ayın altında kuvvetli ve korku veren bir şekilde
kükrediler. Ben gizlendiğim yerde ona yakın durdum ve adamın hareketlerini
izledim. Ve adam yalnızlıkta ürperdi; -- ama gece zayıflıyordu ve adam
kayanın üzerine oturuyordu.”
“Ve bulutlara, yağmura ve rüzgara buyurdum; öncesinde tek bir kıpırtı bile
olmayan semâda müthiş bir fırtına vuku buldu. Semâ fırtınanın vahşiliğiyle
mosmor kesildi – ve yağmur damlaları adamın başına çarptı – nehrin suları
çekildi – ve nehir köpüğe kesti – nilüferler yataklarında feryat etti – ve
orman rüzgarın önünde un ufak oldu – gök gürledi – ve şimşek çaktı – kaya
temelinden sarsıldı. Ben gizlendiğim yerde ona yakın durdum ve adamın
hareketlerini izledim. Ve adam yalnızlıkta ürperdi; -- ama gece zayıflıyordu
ve adam kayanın üzerine oturuyordu.”
“Sonra öfkem arttı ve sessizliğin lânetiyle nehre, nilüferlere ve rüzgara,
ormana ve semâya, gök gürültüsüne ve nilüferlerin iç çekişlerine beddua
ettim. Ve lânetlenip hareket edemez oldular. Ay semâya giden yolunda
sallanmayı bıraktı – ve gök gürültüsü dindi – şimşek çakmadı – ve bulutlar
asılı kaldı – su kendi yerine indi ve orada kaldı – ağaçlar sallanmayı
bıraktı – ve nilüferler bir daha iç çekmedi – bir daha aralarından ne
mırıltı, ne de uçsuz bucaksız çölden herhangi bir ses gölgesi yükseldi.
Kayanın üzerindeki harflere baktım, değiştiler; -- harfler SESSİZLİKti.”
“Ve bakışlarım adamın çehresine düştü, yüzü dehşetle sararmıştı. Telaşla
başını kaldırdı, kayanın üzerinde öne doğrulup dinledi. Ama uçsuz bucaksız
çölde hiç ses yoktu ve kayanın üzerindeki harfler SESSİZLİKti. Ve adam
titredi ve arkasını dönüp aceleyle çok uzaklara kaçtı, onu bir daha
görmedim.”
Magi’nin(2) ciltlerinde güzel hikayeler var – Magi’nin demir kaplı
melankolik ciltlerinde. Oradakiler derim ki Semânın ve Dünyanın, kudretli
denizin – denize hükmeden cinlerin, ve azametli semânın görkemli
hikayeleridir. Sibylle’ler(3) tarafından söylenen deyişlerde birçok eski
zaman bilgisi de vardı ve ihtiyarların Dodona(4) civarında titreşen bulanık
yapraklar sayesinde kutsal, pek kutsal şeylerden haberleri olurdu – ama
Allah varoldukça vazgeçmeyeceğim ki, iblisin kabrin gölgesinde yanıma oturup
bana anlattığı bu masal, hepsinin en iyisidir! Ve iblis hikâyesini
bitirdiğinde, kabre girdi ve güldü. Ama ben iblisle gülemedim ve gülemediğim
için beni lânetledi. Sonra ezelden beri kabirde yaşamış olan vaşak oradan
çıktı ve iblisin ayakları dibine uzandı ve gözünü ayırmadan yüzüne baktı.