Sal Altında
Gunter Grass
Bir
akıl ve ruh hastalıkları kliniğinin sabunlu sularla ovulup temizlenmiş
madenî karyolasında ve Bruno'nun gözüyle silâhlı bir gözetleme penceresinin
görüş alanı içinde uzanmış yalarak Kaschubei'deki bir patates yaprağı
ateşinin dalga dalga dumanlarını ve bir ekim yağmurunun çapraz
serpintilerini neden sonra anlatmaya kalkmak, hiç de kolay değil. Ustalık ve
sabırla kullanılırsa asıl konuyu kâğıt üzerine dökebilmem için gerekli tüm
ayrmiıları anımsayabildi teneke trampetim ve trampetimi her gün, üç dört
saal konuşlurabilmemi sağlayan hastane idaresinin izni elimde bulunmasaydı,
bir nine ve dedesinin varlığım belgelerle kamllayamayan zavallı biri
durumuna düşerdim.
Trampetim bu konuda şunları söylüyor: Bin sekiz yüz doksan yılı ekim
ikindisi Güney Afrika'da Krüger Amca,* İngiliz düşmanı gür kaşlarına
fırçayla çeki düzen verir ve Dirschau ile Karthaus arasında, Bissau
Kiremitlıancsi yakınında aynı renk dört eteklik içinde oluran büyükannem,
ermişlerin adlarını kahırlı bir edayla vurgularken, dumanların, korkuların,
göğüs geçirmelerin eşliğinde ve çapraz yağan yağmurun allında, iki
jandarmanın soruları ve dumandan bulanık bakışları önünde annem Agnes, kısa
boylu ama şişman Joseph Koljaiczek tarafından ana rahmine düşürüldü.
* Krüger Amca (18251904); Asıl adı Paul Krüger; Güney Afrika'da İngilizlere
karşı başarılı bir savaştan sonra soydaşları Boer'lerin bağımsızlığa
kavuşmasını sağladı. (1884) (Ç.N.)
Anneannem Anna Bronski, daha aynı gecenin siyahı beyaza dönüşmeden adını
değiştirip sakrament'leri* bol keseden dağıtan bir rahibin yardımıyla Anna
Koljaiczek yaptırarak Yusufçuğunun peşine düştü; Mısır eline değilse bile,
onun salcı olarak bir yere kapılanıp şimdilik jandarmaların elinden yakasını
kurtardığı Mottlau ırmağı kıyısındaki eyalet başkentine geldi.
Annemin doğum yeri olması nedeniyle Moltlau ağzındaki şimdiden adı edilmeye
değer kentin henüz adını vermiyorsam, sadece okuyucunun merakını biraz
körüklemek içindir. 1900 yılının temmuz sonu tam o sıra imparatorluk savaş
filosu için yapılacak gemi sayısının iki kalma çıkarılması planlanmış
bulunuyordu annem, aslan burcunda dünyaya açtı gözlerini. Kendine güven,
romantik bir mizaç, gönlü yücelik ve kibir. Domus vitae adı da verilen ilk
hane ascendant burcunda: Kolay etkilenebilen balıklar. Güneşle Neptün karşı
karşıya; yedinci hane ya da domus malrimonii cexorus: Karışık durumlar
beklenebilir. Bilindiği üzre dalak ve karaciğer hastalığına yol açan, ekşi
gezegen de denen, oğlak burcunda saltanat sürüp aslan burcunda tahtından
inen, Neptün'e yılanbalıkları sunup karşılığında köstebek alan, vişneye,
soğana ve pancara bayılan, lav püskürüp şarabı mayalandıran Zühal yıldızı
Zühre'ylc karşı karşıya. Sekizinci ölümcül haneye kurulan Zühal ve Zühre,
kaza ve belayı akla getiriyor, oysa patates tarlasındaki döllenme, akrabalar
hanesindeki Ularit'in koruyuculuğu altında ilerisi için en atak bir
mutluluğu müjdeliyordu.
Bu noktada annemin itirazını araya sıkıştırmadan yapamayacağım; annem,
patates tarlasında ana rahmine düşürüldüğünü asla kabul etmemiştir. Babası
bu kadarını itiraf ederdi hani patates tarlasında bu yolda bir denemeye
kalkışmıştı gerçi; ama gerek babasının durumu, gerek annesinin pozisyonu bir
gebelik için gerekli koşullan sağlayacak kadar isabetli seçilmemişti.
* Vaftiz ve evlilik gibi törenlerde kilisede rahip tarafından tsa adına
bağışlanan kutsallık. (Ç.N.)
"Bu olsa olsa ya geceleyin biz kaçarken ya da dayım Vinzent'in üstü açık
arabasında oldu. Belki de Troyl'a gidip salcıların yanında başımızı sokacak
bir yer bulduğumuz zaman olmuştur." İşte bu sözlerle annem, varlığının
temelinin atıldığı tarihi belirlemeye çalışırdı hep. Aslında gerçek durumu
bilmesi gereken anneannem de başını sallayarak söyleneni sabırla dinler ve
bütün dünyaya ilân edercesine: "Elbet a kızcağızım!" derdi. "Ya üstü açık
arabada oldu, ya Troyl'da. Ama tarlada değil bak! Rüzgârlıydı çünkü tarla;
üstelik bir yağmur yağıyor, bir yağmur yağıyordu ki, sanki göğün dibi
delinmişti."
Anneannemin kardeşinin adı Vinzent'ti. Vinzent, karısının erken ölümü
üzerine yayan yapıldak yola düşüp, Tschenstochau'a hacca gitmiş, orada Matka
Boska Czcslochowska'dan* aldığı bir direktifle eve dönmüştü: Malka Boska
Czeslochowska'ya bundan böyle Polonya'nın müstakbel kraliçesi gözüyle
bakacaktı. O gün bugün Vinzenl'in bütün işi acayip kitapları karıştırmak
olmuş, okuduğu her cümlenin Tanrı Anası'nın Polonya tahtı üzerindeki hak
iddiasını doğruladığı sonucuna varmış, elindeki çiftlikte üç beş tarlanın
yönelimini kızkardcşine bırakıp kendisi bir kenara çekilmişti. O zamanlar
çelimsiz ve gözü yaşlı dön yaşında bir çocuk olan oğlu Jan, kaz çobanlığı
yapıyor, renkli küçük resimler topluyordu; daha o erken yaşta pul
biriktirmeye başlamıştı ki hiç de hayra yorulacak bir şey değildi bu.
İşte anneannem, Polonya'nın ilâhi Kraliçesi'ne adanmış bu çiftliğe, patates
sepelleriyle Koljaiczek'i alıp getirmişti; kardeşi Vinzent de olup biteni
öğrenir öğrenmez Ramkau'a koşmuş, kapısını yumruklayarak rahibi evinden
çıkarmış, Anna'yı Joseph'e nikahlaması için onu alıp sakrament'lerle
donanmış olarak çiftliğe getirmişti. Daha rahip efendi, gözünden uyku
akarak, esneme
* Polonya'nın Kiclce bölgesindeki endüstri kenti Czeslochowska'da bir
manastır kilisesinde asılı olup, St. Luke taralından yapıldığı söylenen
Meryem Ana ikonası. Czcslothowska, Polonya'nın kutsal yerlerinden olup, her
yıl kalabalık bir haeı kafilesi tarafından ziyaret edilmektedir. (Ç.N.)
lerle uzayıp giden takdis törenini bitirip semiz tarafından bir domuz budunu
yüklenerek, o mübarek sırlçağızmı oradakilere dönüp yola koyulmaya kalmadan,
Vinzenl üstü açık arabasını koşmuş bulunuyordu. Evli çifti arkadaki
samanlarla boş çuvallar arasına yerleştirmiş, soğukta titreyerek incecikten
bir ağıl tutturan Jan'ı ise yanına oturtmuş, sonra da beygire dosdoğru ve
acar acar gece içine dalıp gitmesini çıtlalmıştı; çünkü balayı yolcularının
aceleydi işi.
Ortalık karanlıktı henüz; ama gece sona ermek üzereydi ki eyalet başkentinin
keresle limanına vardı araba. Koljaiczek gibi salcılıkla uğraşan eş dost,
kaçak evli çifte kapılarını açlı. Eh, bu durumda Vinzenl geri dönebilir,
beygirceğizini Bissau'a doğru sürebilirdi artık; doyurulmaları gereken bir
inekle bir keçi, yavrularıyla bir dişi domuz, sekiz kazla bir köpek
kendisini bekliyordu; sonra, oğlu Jan'ı yalağa yatıracaktı, çünkü hafif
ateşi vardı çocuğun.
Joseph Koljaiczek üç hafta saklandı, ortalarda gözükmedi, ikiye ayırıp yeni
bir biçim verdi saçlarına, bıyığını kesip atlı, temizinden bir kafa kâğıdı
sağladı kendisine ve salcı Joseph Wranka adıyla bir iş buldu. Peki ama,
neden Koljaiczek, bir sefer dönüşü yolda çıkan kavgada saldan aşağı
yuvarlanan, Modlin'iıı üst kesiminde Bug ırmağında boğulan, ancak âkibeli
konusunda resmi makamların bilgisi bulunmayan salcı Wranka'nin kimlik
belgesini cebine sokmuş, tomruk tüccarlarına ve hızarlara iş için
başvurmuştu? Çünkü bir süredir salcılık yapmayan Koljaiczek, daha önce
Schwelz yakınındaki bir hızarda çalışmış ve burada kışkırtıcı bir renge,
yani beyaz ve kırmızıya* boyadığı bir çil yüzünden hızarcı ustasıyla patırtı
etmişti de onun için. Bir çitten, yani bir hiç'len kavga koparılabileceğini
söyleyen deyimi herhalde haklı çıkarmak amacıyla olacak, hızarcı ustası
çillen bir beyaz, bir de kırmızı lata koparmış ve bu Polonya latalarını
Koljaiczek'in Kaschubei'lı sırtında parçalayıp o kadar çok beyaz
kırmızı yakacak
* Beyaz ve kırmızı: Polonya bayrağının rengi. (Ç.N.)
tahta parçasına dönüştürmüştü ki, sopadan geçirilen Koljaiczek, bunu kendisi
için yeter bir neden görüp, o günü izleyen yıldızlı bir gecede, yeni
işletmeye açılmış beyaz badanalı hızarı, bölünmüş, ama asıl bu bölünmeyle
birleşmiş olan Polonya şerefine kızıl alevlere boğmuştu.
Yani Koljaiczek bir kundakçı, hem de birden çok kundaklama olayının faili
olan bir kundakçıydı; çünkü söz konusu olayı izleyen günler, Batı
Prusya'daki hızarlar ve keresle yığınları, çifl renkli yanıp tutuşan milli
duygulara kundaktık yapmıştı. Polonya'nın geleceğinden her söz açılışında
olduğu gibi, bu yangınlardan da Meryem Ana payına düşeni almıştı. Başı
Polonya lacıyla süslü bir Tanrı Anası'nı birçok hızarın yangında çökmüş
çatıları üzerinde gördüğünü ileri sürenler çıkmış olabilir ve belki bu
kimselerin bazıları hâlâ hayatladır. Büyük yangınlarda hiç eksik olmayan
seyirci topluluğu, bir söylentiye göre, Boğurodzica, yani Tanrı Anası
ilâhisini okumuştu hep; kısacası, şu kadarına inanabiliriz ki Koljaiczek'in
çıkardığı yangınlarda her vakit ağırbaşlı bir hava esmiş, kundakçı aleyhinde
seyirci topluluğu boyuna yeni antlar içmişti.
Kundakçı Koljaiczek ne kadar töhmet altında tutulan ve polisçe aranan
kişiyse, o kadar masum, boynu bükük, kendi halinde, kimselerin arayıp
sormadığı, halta salak biri olan ve tütününü günlük istihkaklara bölerek
çiğneyen Joseph Wranka bundan böyle ben buradayım diyemediğinden ve kimse de
kalkıp onun hakkında nelamelli sorular soramadığından, tıpkı ırmakla boğulan
Wranka gibi bir cüsseye ve yumurta biçiminde bir kafaya sahip Koljaiczek,
Wranka'nin ceketini üzerine geçirmiş, sonra da onun şimdiye kadar bir suç
işleyip ceza görmemiş resmi belgeli tenine bürünmüş, pipo içmeyi boşlayıp
kendini tütün çiğnemeye alıştırmış, hattâ Wranka'nin en kişisel özelliğini,
yani tekleme huyunu bile ondan devralarak yıllarca tulumlu, hafif kekeme ve
efendi bir salcı kimliğiyle boyuna ormanları sallara yükleyip Njemen, Bobr,
Burg ve Weichsel yoluyla ovaya taşımıştı. Hani şurasını da unutmadan
söyleyelim ki, Veliahl'ın hassa süvari alayında, Mackensen komutasında
onbaşılığa kadar yükselmiş bir adamdı Koljaiczek; Wranka'nin henüz
askerliğini yapmamış olmasına karşın, Wranka'dan dört yaş daha büyük
Koljaiczek, Thorn'daki topçu alayında hiç de parlak denemeyecek şekilde
hizmet edip buradan terhis edilmişti.
Bütün haydutların, katillerin ve kundakçıların en azılıları, haydutluk,
katillik ve kundakçılıklarını sürdürürken bir yandan da dürüst bir işe güce
kavuşma fırsatı kollar ve kimilerinin bir arayış sonucu ya da rasgele
önlerine çıkar bu fırsat. Koljaiczek de Wranka kimliğine büründükten sonra o
ateşli huyundan öylesine şifa bulmuş ve karısı Anna'ya öylesine iyi bir koca
olmuştu ki, sadece bir kibriti görmek bile korkudan kendisini titretmeye
yetiyordu. Mutfaktaki masanın üzerine, kendilerini beğenmiş ve sere serpe,
yan gelip kurulan kibrit kutularının asla canlan güven allında değildi
arlık; bu ayartıcı nesneleri Koljaiczek pencereden dışarı fırlan fırlan
veriyor, dolayısıyla anneannem öğle yemeğini vaktinde sofraya çıkarmak için
akla karayı seçiyordu. Evde çokluk karanlıkta oturuluyor, çünkü gaz
lambasını yakacak bir kibrit bulunamıyordu.
Ama yine de Wranka kazak biri değildi. Pazarları anneannemi alıp
Niederstad'taki kiliseye götürüyor, kendisiyle resmen evli karısının patates
tarlasındaki gibi üst üste dört eleklik giymesine ses çıkarmıyordu. Kışın
ırmaklar buz tutup salcıların işi kötüye sardı mı, salcılarla istifçilerden
ve dok işçilerinden başka kimsenin bulunmadığı Troyl'da efendi efendi vakit
geçiriyor, evde kızı Agncs'e göz kulak oluyordu. Kız da babasına çekmişti
âdeta; ya emekleyip yalağın allına giriyor ya da gardırop içinde vakit
geçiriyor, misafir geldiği zaman kumaş bebeklerini alıp masanın altına
kaçıyordu.
Yani Agnes için önemli olan, bir yere gizlenmek ve gizlendiği yerde, annesi
Anna'nın eleklikleri altında babası Joseph'in bulduğundan bir başka haz, ama
ona benzer bir güvenlik bulmaktı. Kundakçı Koljaiczek, kızının korunmaya
olan ihtiyacını anlayacak kadar pişkin bir adamdı. Bu yüzden, bir buçuk
odalı evin balkonumsu cumbasında birada tavşanı kümesi çalacağı zaman
özellikle kızının boyunu boşunu ölçü almış, ona göre bir kulübecik
çalıvermişti. İşle çocukken böyle bir kulübede günlerini geçiren annem, bir
yandan bebekleriyle oynamış, bir yandan büyümüştü. Sonraları okula gidince
bebeklerinin yüzüne bakmaz olmuş, cam bilyeler ve renkli tüycüklerle
oynayarak çıtkırıldım ve nazenin güzelliklere karşı ruhundaki eğilimi ilk
kez açığa vurmuştu.
Kendi yaşam öyküsünü anlatmaya başlamak için yanıp tuluşan ben, izin
verirseniz, bundan böyle Columbus gemisinin Schichau dokunda kızaktan
indirildiği bin dokuz yüz on üç yılına kadar Wranka'lan izlemeyerek onları
kendi hallerine bırakacağım; çünkü 1913 yılına kadar aile sallan durgun
sularda kayıp gitti Wranka'larm; ama bu tarihte de, hiçbir şeyi unutmayan
polis, düzmece Wranka'nin izini ele geçirdi.
Şöyle oldu olay: Her yazki gibi 1913 Ağustosunda da Koljaiczek, Kijew'den
büyük bir sal alarak Pripet yoluyla kanaldan geçirecek, Bug yoluyla Modlin'c
getirip Weichsel'den aşağı indirecekti. Hepsi on iki salcı, hizmetinde
çalıştıkları hızarın islim üzerindeki "Radaune" römorkörüne atlayıp,
Westlich Neufâhr'den Tole Wcichscl'e doğru yola koyularak Eınlagc'yc
geldiler. Sonra Weichsel'den yukarı vurup Kasemark, Letzkaıı, Czatıkau,
Birschau ve Picckel önünden geçtiler, akşam üzeri de Thor'a varıp
demirlediler; Kijew'de tomruklar salın alınırken işin başında duracak yeni
hızarcı ustası, karadan römorköre çıktı burada. Sabaha karşı saat dörtle
Radaune demir aldığı zaman, hızarcı ustasının güvertede bulunduğu
söyleniyordu. Koljaiczek onu ilk kez kahvaltıda gördü. Karşı karşıya
oturmuşlardı; ekmeklerini ağızlarında çiğneyip arpa kahvelerini
höpürdelliler. Koljaiczek hemen tanımıştı hızarcı ustasını. Başı damdazlak
biri olan lıknaz hızarcı uslası, votka getirtip oradakilerin kahve
fincanlarına doldurltu; sofranın öbür başında fincanlara votka konulması
sürüp giderken, ağzındaki lokmayı çiğneyerek tanıtlı kendini: "Bakın, bilmiş
olasınız, ben yeni hızarcı uslanızım, adım DückerhofPlur, disiplin isterim,
anlaşıldı mı, disiplin!"
Oradakiler, hızarcı ustasının isteğine uyarak sırayla adlarını söyleyip
fincanlarını kafalarına diktiler; gırtlaklarındaki adem elmaları kalkıp
kalkıp olurdu. Sıra Koljaiczek'e gelince, ilkin fincanı kafasına dikti,
sonra: "Wranka!" dedi, bir yandan da Dückerhoffu süzdü. Dückerhoff daha önce
söylenen isimlerde nasıl başını sallanıışsa, gene öyle başını salladı; öbür
salcıların isimlerini nasıl tekrarlamışsa, gene öyle tekrarladı: "Wranka!"
Ama yine de Dückerhoff, ırmakla boğulup giden o salcının ismini özel bir
biçimde, hani sert olmaktan uzak, daha çok düşünceli bir edayla vurgulamış
gibi geldi Koljaiczek'e.
Derken Radaune, baş kıç yapıp değişik kılavuzlar yardımıyla kumsallardan
ustaca sıyırdı kendini, yalnız tek bir yön tanıyan balçıksı bozbulanık
akıntıya karşı yalpalayarak yol almaya koyuldu. Sağ ve soldaki setler
gerisinde hep aynı manzara: Hasat edilmiş pürüzsüz, pürüzsüz değilse
tümsekli tarlalar, çalılıklar, çukur yollar, katıılırnaklarıyla bezenmiş bir
boğaz; tek başına çiftlikler, çiftlikler arasında uzanan düzlükler: Süvari
hücumları için biçilmiş kaftan, soldaki kumluktan doğru çarkederek gelen bir
mızraklı süvari alayı için, çalılıklardan doludizgin geçen atlılar için
biçilmiş kaftan, genç süvari subaylarının düşlerinde yaşattıkları bir arazi,
şimdiye kadar yapılmış ve ileride boyuna yapılacak savaşlarla savaş
tabloları için birebir yerler: Tatarlar, alları üzerine uzanıp yatmış, hafif
süvariler, atlar üzerinde dimdik. Kılıçlı Rahipler Tarikatına* mensup
süvariler, allardan yuvarlanıyor ve tarikatın efendisi, larikal pelerinini
kana boyuyor, göğsündeki zırhın bülün kopçaları tamam, yalnızca Mosovien
dükünün kopardığı bir tek kopça eksik. Ve atlar, sonra hiçbir sirkle
bulunamayacak bu kır allar, yerinde duramayan, püsküller ve ince boncuklarla
süslenip bezenmiş allar; kirişlerine ve kaslarına diyecek yok; karinen
kırmızısı şişmiş burun kanatları, bulutlar püskürüyor ve bulutlan delik
deşik ediyor mızraklar; flamalar, inik mızraklar
* (Ç.N.) Hıristiyanlığı yayına amacıyla 1202'dc Livland piskoposunun önayak
olmasıyla kurulmuş bir tarikat.
gözyüzünü ve akşam kızıllığını parçalara bölüyor. Kılıçlar sonra ve orada,
arka planda her tablonun bir arka planı vardır— ufka sımsıkı perçinlenmiş
tütüp duran bir köycük, yağız atın arı bacakları arasında güzel güzel
yalıyor; sinmiş duran damlar; yosun tutmuş, üzerleri saman kaplı; evlerde
bir kenara kaldırılmış duran zırhlar, kendilerinin de söz konusu tabloda yer
alacakları, ağır süvariler arasında hafif taylar gibi, Wcichsel'in iki
yakasında, setler gerisinde uzanan ovada boy gösterecekleri yarınları
düşlüyorlar.
Wloclawek'e geldiklerinde, Koljaiczck'in ceketine hafifçe dokundu
Dückerhoff: "Söylesene bakayım a be Wranka, yıllar önce sen bir ara
Schwelz'dc bir hızarda çalışmadın mıydı, ha? Hızar da yanıp kül almadı
mıydı, ha?" Koljaiczek, hayır anlamında güçlükle başını salladı, bir şey
başını sallamasına engel olmuştu âdeta; beri yandan ustalıkla davranarak
bakışlarına mahzun ve yorgun bir ifade verdi; onun bu bakışları karşısında
Dückerhoff sormaya niyetlendiği daha başka soruları sormaktan vazgeçti.
Bug ırmağının Wcichsel'e karıştığı ve Radaunc'nin Bug içine dümen kırdığı
Modlin'e geldiklerinde, Koljaiczek, salcıların âdcline uyarak küpeşteye
yaslanıp üç kez suya tükürmüşiü ki, Dückcrhoff, elinde bir puro, yanıbaşına
gelip dikildi, ateşini istedi Wranka'dan. Ne zaman ateş ya da kibril
sözcüğünü işitse, koljaiczek'in tüyleri diken diken olurdu hep. "Bre herif,
niye kızardın öyle? Ateş isledik alt tarafı. Karı olsan neyse. Karı mısın
yoksa len?"
Modlin'i arkalarında bırakmışlardı ki, ancak o zaman Koljaiczek'in yüzündeki
kırmızılık, utanç kırmızılığı değil de bir vakit ateşe verilen hızarların
gecikmiş yansısı olan kırmızılık kayboldu.
Modlin'le Kiyev arasında, yani Bug'tan yukarı doğru çıkıp Bug'u Primet'e
bağlayan kanalda yol alırken ve Primel'i izleyip Dinyeper'e ulaşıncaya
kadar, Koljaiczek Wranka ile Dückerhoff arasında kayda değer bir
konuşma geçmedi. Salcılar arasında, dümenci ve ateşçilerle kaptan, kaptanla
boyuna değişen kılavuzlar arasında erkekler için normal sayılabilecek, halia
belki gerçeklen normal kimi olaylar geçmiş olabilir kuşkusuz. Kaschubci'lı
salcılarla Siellin'li dümenci arasında bir paiıriı çıktığı da düşünülebilir
ve römorkörde bir ayaklanmanın başlangıcını oluşturabilir bu patırdı:
Bakarsın mutfakta toplanılmış, kuralar çekilerek girişilecek ayaklanmada iş
bölümü yapılmış, parolalar belirlenip bıçaklar bilenmiştir.
Her neyse, biz bırakalım şimdi bunları. Ne politika yüzünden çıngar çıkıp
bir Alman Polonya bıçaklı döğüşü oldu, ne de gemideki yaşam
koşullarının bozukluğundan ötürü elle tutulup gözle görülür bir ayaklanma.
Kömürleri uslu uslu gövdesine indirip yoluna devam etti römorkör. Bir ara,
sanıyorum Plock'dan az sonraydı, bir kumluğa olurdu, ama kendi gücüyle yine
yakayı kurlardı. Derken Ncufahrwasser'li kaplan Barbusch ile Ukrayna'lı
kılavuz kaplan arasında kısa süren seri bir ağız dalaşı, hepsi o kadar.
Seyir defterinde kayıtlı bundan öle bir şey yok pek.
Koljaiczek'in kafasından geçen düşünceler için bir seyir defleri veya
hızarcı uslası Dückerhofl'un iç dünyasını yansıtacak bir günlük tutmak
gerekse ve tutmak isteseydim, değişik olaylar ve serüvenler, kuşkular ve
bunları doğrulayan olaylar, güvensizlikler ve bunların tez elden giderilmesi
gibi yeleri kadar anlatacak şey bulurdum. Hem Koljaiczek, hem DückerhoK,
ikisi de korkuyordu. DückerhofPun korkusu daha büyüktü; çünkü Rusya'da
idiler. Dückerhofl da Wranka'nm akıbetine uğrayıp güverteden aşağısını
boylayabilir veya artık Kiyev'e varmış bulunuyoruzinsamn koruyucu
meleğini kaybedeceği o başı sonu seçilemeyen koca tomruk labirentlerinin
birinde, ansızın bir yığından ayrılan ve bundan böyle hiçbir şeyin
durduramayacağı bir sürü tomruk arasında kalabilirdi. Ama bakarsın
kurtarılabilirdi sonra; bir Koljaiczek tarafından kurtarılabilirdi:
Koljaiczek hızarcı ustası Dückerhoff'u Pripet ya da Bug'un sularından çekip
alır, onu koruyucu meleklerin ayak almadığı bir tomruk labirentindeki tomruk
çığı önünden son anda yakalayıp kurtarabilirdi. Bu konuda, az kalsın ırmakla
boğulan ya da tomruklar allında ezilen Dückerhoff'un hâlâ güçlükle soluyup
gözlerinde bir nebze ölüm barındırarak, Wanka'nm kulağına: "Sağol
Koljaiczek, sağol kardeşim" sözlerini ve çaresiz biraz susup: "Ödeştik
gayrı, bir sünger geçelim üzerinden!" cümlesini fısıldadığını ve her
ikisinin de buruk bir dostlukla, mahcup gülümseyerek, birbirlerinin
çekingen, ama nasırlı ellerini sıktıklarını anlatabilsem, ne güzel olurdu.
Biz bu sahneyi, fotoğrafları çarpıcı bir güzellik taşıyan filmlerden
biliriz; öyle filmler ki, hani birden yöneticilerinin akıllarına eser,
harikulade bir oyun çıkaran birbirine düşman iki kardeşi, iyide kötüde
birbirinden ayrılamayan ve bundan böyle anca beraber kanca beraber, bin bir
serüvenin üstesinden gelen mıymıntı kimseler yaparlar.
Gelgeldim Koljaiczek ne Dückerhoff'un boğulmasını sağlayacak bir fırsal
geçircbildi eline, ne de onu ilerden ağır ağır yuvarlanıp gelen tomruklu bir
ölümün pençesinden çekip kurtarabildi. Dückerhoff, gözünü açıp firmasının
çıkarını kollayarak tomrukları satın aldı Kiyev'de; sonra tomruklar dokuz
sala yüklenirken başlarında bulundu; âdet olduğu üzere, salcılar arasında
ovaya dönüş için bol bol Rus parası dağıttı avans olarak; derken trene
atladığı gibi Varşova, Modlin, Dculsch Eylau, Marienburg, Dirschau
üzerinden çalıştığı hızara döndü; Klavvitter dokuyla Schichau arasındaydı
hızar.
Haftalar boyu sürecek sıkı bir çalışmadan sonra salcıları Kiyev'den alıp
ırmaklardan ve kanaldan geçirerek Weichscl'den aşağı indirmeden düşünüyorum
da, acaba diyorum Dückerhofl kundakçı Koljaiczek olduğundan emin miydi
Wranka'nm? Bana sorarsanız, hızarcı uslası, kendi halinde, iyi niyetli,
bönlüğüne karşın herkesçe sevilen Wrankay'la aynı römorkörde eğleştiği süre,
onun kendisinden her kötülük beklenebilecek Koljaiczek olabileceğine ihtimal
vermemiş, ancak trene atlayıp bir kompartımana girerek koltuklardan birine
oturduğu zaman bu inancını yitirmişti. Ve tren varacağı yere vardığı, Danzig
merkez garına girdiği vakiı hani şimdi açığa vuruyorum bunu Dückerhoff,
Dückerhoff'ça kararlarını almış bulunuyordu. Bavullarını bir faytona alıp
eve gönderdi, kendisi elini kolunu sallayarak çevik adımlarla Wiebenwal
yakınındaki polis karakoluna yollandı. Birer ikişer sıçrayarak çıktı
merdivenleri; kısa, ama yoğun bir arayıştan sonra aradığı odayı bulup girdi
içeri; oda o kadar soğuk döşenmişti ki, yalnızca olaylara değinen az ve öz
bir rapor vermeye zorladı Dückerhoffu: Hani hızara ustası bir ihbarda
bulunuyor değildi, Koljaiczek Wranka işinin bir gözden geçirilmesini
rica ediyordu, o kadar. Görevliler de bunu yapacaklarına söz verdiler.
Tomrukların, üzerinde kamıştan kulübecikler ve salcılarla değişik
ırmaklardan aşağı aheste aheste sürüklendiği ilerideki haftalar, bir sürü
resmi dairede bir sürü evrak yazılıp çizildi, Joseph Koljaiczek'in askerlik
dosyası çıkarıldı ortaya; falan filanına Batı Prusya topçu alayında silik
bir topçu olarak askerliğini yapmıştı Koljiczek. Sarhoş durumda avazı
çıktığı kadar bağırarak söylediği yarı Polonyaca, yarı Almanca bozguncu
sözlerden dolayı her defasında üçer gün olmak üzere iki kez hapis cezasına
çarptırılmıştı. Langfuhr'daki hassa süvari alayında askerliğini yapmış
Onbaşı Wranka'nin dosyasında bulunmayan yüzkaralarıydı bunlar; Wranka, adı
geçen alayda övülecek şekilde hizmet etmiş ve bir manevrada tabur habercisi
olarak Veliahl'ın dikkatini çekip takdirini kazanmış, ayrıca bir taler ödül
almıştı. Ancak bu taler Onbaşı Wranka'nin askerlik belgelerinde kayıtlı
değlidi; bunu anneannem, kardeşi Vinzent'lc sorguya çekildiklerinde yüksek
sesle yana yakıla açıklamıştı.
Ama anneannem, kundakçı sözcüğüne yalnız bu açıklamayla karşı çıkmamış,
başka belgeler de öne sürmüştü; öyle belgeler ki Joseph Wranka'nin daha 1904
yılında Danzig Niedersladl Gönüllü İtfaiyeciler Derncği'nc üye
yazıldığını ve bütün salcıların işi tatil ettikleri kış aylarında gönüllü
itfaiyeci olarak irili ufaklı birçok yangınlara karşı savaştığını tekrar
lekrar belirtiyordu. Bir belge de vardı ki, burada İtfaiyeci Wranka'nin
merkez cer atölyesinde büyük yangında yalnız yangını söndürmekle kalmayıp,
iki tesviyeci çırağını kurtardığı açıklanıyordu. Tanık olarak çağrılan
İtfaiye Müdürü Hechl de bu yolda beyanda bulunmuştu. Şöyle başhvordu
Heclıl'in tutanağa geçen sözleri: "Yangınları söndüren bir kimse nasıl olur
da yangın çıkarabilir? Heubudc'deki kilise yanarken, onu yangın merdiveni
üzerindeki haliyle hâlâ gözlerimin önünde görür gibiyim. Küller ve alevler
arasından silkinip çıkan, sadece yanan kiliseyi değil, bu dünya yangınını ve
Rabbiıniz İsa'nın susuzluğunu da söndüren bir Anka Kuşuydu sanki. Vallahi,
size söylüyorum, her kim yollarda herkesin kendisine yol açlığı, sigorta
ortaklıklarının el üstünde tuttuğu, ister bir simge olarak, isler gördüğü
işten ötürü cebinde hep biraz kül taşıyıp başına bir itfaiyeci m iği eri
geçiren bu adama, kim bu mübarek zata, kim bu eşi bulunmaz Anka Kuşu'na
kırmızı horoz der, boynuna bir değirmen lası geçirilmeyi ve..."
Sizin de hani farkeltiğiniz gibi, Gönüllü İtfaiye Müdürü Hecht, konuşmasını
bilen bir rahipti; pazardan pazara Langgarten'deki Sı. Barbara Kiliscsi'nin
ınimberindc dikilir, Koljaiczek aleyhindeki kovuşturma ve soruşturmalar
yürütülürken, cennetlik itfaiyeci ve cehennemlik kundakçıya ilişkin
benzetmelerini, benzer sözlerle cemaatinin kafasına dönüp dolaşıp sokmaya
çalışmakta bir küçüklük görmezdi.
Gelgeldim cinayet masası memurlarının Sı. Barbara Kilisesine yollan
düşmediğinden, ayrıca Anka Kusu'ıuı Wranka'yi temize çıkaran bir söz
görmeyip bunda Majestelerine yöneltilmiş bir aşağılamanın kokusunu
aldıklarından Wranka'nin gönüllü itfaiyeciliğinde bir bilyeniği sezdiler.
Çeşitli hızarlardan raporlar istenip Wranka'nin memleketinden belgeler
getirildi. Wranka, gözlerini Tuchel'dc dünyaya açmış, oysa Koljaiczek,
Thoru'da doğmuştu. Öle yandan, eski salcıların ve uzak akrabaların
ifadelerinde ufak tefek uyuşmazlıklar vardı. Testi boyuna gidip gelmişti
suya, kırılmayacaktı da ne olacaktı? Soruşturmalar lam bu noktadayken büyük
sal topluluğu, ülkenin sınırına varmış bulunuyordu ve Thorn'dan sonra el
altından denetlenmeye, iskelelerde gözaltında tutulmaya başlandı.
Ancak Dirschau'ı geçtikten sonra, ardına takılmış memurların farkına vardı,
büyükbabam. Zaten kendilerini beklemişti; bazen üzerine çöken melankoliye
benzer bir miskinlik Letzkaıı, olmazsa Kâsemark'la bir lirara yellenmekten
onu alıkoymuştu; ama böyle bir girişim şimdi geçtikleri ve kendisinin pek
iyi bildiği bu yerlerde onu seven birkaç salcı yardımıyla hâlâ
gerçekleştirilebilirdi. Einlage geride bırakılmış, sallar aheste aheste,
birbirlerine toslayarak Tote Wciehscl'dc sürüklenmeye durmuştu ki
güvertesinde gereğinden fazla tayfa bulunduran bir balıkçı teknesi, göze
çarpmadan, salların yanı başında seyrelmeye başladı. Plcchcndorl'u biraz
geçince sahildeki sazlıktan iki polis motoru fırladı şimşek gibi, sürekli
sağa sola seğirtip Tote Weichsel'in gittikçe acılaşarak limana
yaklaşıldığını müjdeleyen sularında yarıklar açlı. Heubude'nin ilerisinde,
köprünün arkasında "mavi üniformalılar"m yolu kapamak üzere çektikleri bir
kordon görülüyordu. Klawitler dok'u karşısında tomruk yığınları, küçük
kayıkhaneler, gittikçe genişleyerek Moıtlau'a doğru açılan kereste limanı,
çeşitli hızarlara ait iskeleler, sonra büyükbabamın çalıştığı hızarın
iskelesi ve salcıların iskele üzerinde bekleşen yakınları ve dön bir yandan
"mavi üniformalılar." Yalnızca karşıda, Sclıichau dok'unda görülmüyorlardı;
başlan başa flamalarla donatılmıştı Schichau dok'u, başka bir şeyler
oluyordu orada, galiba kızaktan indirilecek bir şey vardı, bir sürü insan,
marnlan ürkütüp havalandırıyordu, bir şenlik düzenlenmişti orada; acaba
büyükbabam için miydi şenlik?
Ne zaman ki büyükbabam kereste limanını mavi üniformalılarla dolu gördü ve
motorlar, gittikçe daha çok felâketi müjdeleyerek yönelecekleri yöne yönetip
sallar üzerine dalgalar yollamaya başladı, ne zaman ki büyükbabam kendi
şeıeline düzenlenen bu masraflı karşılaşmadaki niyeti sezdi, ancak o zaman
eski kundakçı Koljaiczck damarı kabardı, yumuşak başlı Wranka'yi âdeta
lükürüp atlı içinden, Gönüllü İtfaiyeci Wranka kalıbından sıyrıldı;
bağırarak ve kekelemeden, kekeme Wranka ile ilişkisini kestiğini haber verdi
kendi kendine ve tabanları kaldırdı, sallar üzerinden, sallantılı geniş
tahta yüzeyler üzerinden yalınayak, rende görmemiş bir zemin üzerinden,
tomruklan tomruğa allayarak, bayrakların rüzgârda neşeyle dalgalandığı,
kızakla bir şeylerin bulunduğu Schichau dokuna doğru tomruklar üzerinden
kaçmaya başladı; güzel güzel nutuklar alılıyor Schichau dokunda, kimse
Wranka ya da Koljaiczck diye bağırmıyor, sadece şu sözler işitiliyordu: Sana
SMS* Columbus adını veriyorum Amerika kırk bin lon üzerinde bir deplasman
otuz bin beygir gücü majestelerinin gemisi birinci sınıf bir sigara salonu
ikinci sınıl bir yemekhane, mermer bir jimnastik salonu, bir kitaplık
—Amerikaınajestclcrinin gemisi dalgalar arasında bir tunel gezinti güvertesi
yaşasın zafer çelenkli, cıvadıraya çekilen anavatan Hamasi. Prens Hcinrich
dümen başında, büyükbabam Koljaiczck ise yalınayak, ayakları tomruklara
dokunmuyor sanki, nefesli sazlar topluluğuna doğru seğirtiyor—böyle
prenslere sahip bir ulus büyükbabam saldan sala halk sevgi
gösterisinde bulunuyor, yaşasın zafer çelenkli ve bütün dokların sirenleri
çalıyor, Columbus, Amerika, özgürlük ve iki motorlu bir tekne, sevincinden
âdeta çılgına dönmüş, büyükbabamın yanı sıra, büyükbabam sandaldan sandala,
majestelerinin sandalları ve derken yolunu kesiyorlar, oyunbozanlık
ediyorlar, çaresiz duruyor büyükbabam, oysa ne de güzel hızlanmıştı, şimdi
tek başına bir sal üzerinde, Amerika'yı da görmeye başlamıştı, motorlar
salın uzunlamasına iki yanında şimdi ve büyükbabam isler islemez suya atıyor
kendini; yüzerken görenler var büyükbabamı, bir sala doğru yüzüyor ve sal
Moltlau'dan içeri kayıyor ve polis motorları yüzünden büyükbabamın suya
dalması, motorlar yüzünden sular allında kalması gerekiyor ve sal
sürükleniyor büyükbabamın başının üzerinde, bir lürlü arkası gelmiyor, sal
boyuna bir başka sal doğuruyor, senin salından sal, sonsuzluğa dek: Sal.
Motorlar motorlarını durdurmuş, amansız göz çiftleri su yüzeyini tarıyordu.
Ama bir daha dönmemek üzere veda edip gitmişti Koljaiczek; nefesli sazlar
müziğinden, sirenlerden, gemi kampanalarından ve majestelerinin gemisinden,
Prens Heinrich'in gemiyi vaftiz konuşmasından ve majestelerinin şaşkına dön
* S.M.S. (Seiner Majcslaı SchilT): Majestelerinin Gemisi. (C.N.)
muş martılarından uzaklaşmış. Yaşasın Zafer Çelenkli'den, majestelerinin
gemisinin kayması için kızağa sürülen majestelerinin sabunundan uzaklaşmış,
Amerika'dan, "Columbus"lan ve polisin sonu gelmeyen tomruklar üzerindeki
arayıp taramalarından uzaklaşmıştı.
Büyükbabamın cesedi bulunamadı. Ama ben onun sal allında can verdiğine kesin
olarak inanmıyorum; ancak, gerçeklen ayrılmamak için, büyükbabamın mucizevi
kurluluşuyla ilgili çeşitli söylentilerden de burada söz açmadan
duramayacağım.
Bir söylentiye göre, sal altında tomruklar arasında bir boşluk ele geçirmiş
büyükbabam; tam ağzını burnunu su yüzünde tutmasına, nefes alıp vermesine
yetecek kadarmış boşluk. Ama yukarıya doğru öylesine daralıyormuş ki,
gecenin geç vaktine kadar salları, halta sallar üzerindeki kamış kulübeleri
arayıp tarayan polislerin gözünden kaçmış. Sonra da büyükbabam karanlığa
sığınıp ilerisi böyle söylentinin kendini suda sürüklenmeye bırakmış;
bitkin, ama sağ salim Motllau'ın karşı kıyısına, Schichau dokunun oraya
ulaşmış, hurda demirler arasında barınacak bir yer bulmuş kendine ve
sonradan, galiba Yunanlı tayfalardan yardım görerek şimdiye kadar kaçak pek
çok insana yataklık yapmış olması gereken ne idiğü belirsiz tankerlerden
birine kapağı atmış.
Daha başka bir söylentiye göre de, o sıra henüz ciğerleri güçlü iyi bir
yüzücü olan Koljaiczck, su altında yüze yüze yalnız salı geçmekle kalmamış,
Molllau'ın karşı kayısıyla aradaki o hatırı sayılır uzaklığı geride bırakıp,
Schichau dokundaki şenliğin düzenlediği yere varmış sağ salim, ortalığı
heyecana vermeden dok işçilerinin, sonra da coşkunluk içindeki halkın
arasına karışmış, oradakilerle "Yaşa, Ey Zafer Çelenkli" dizesini terennüm
etmiş, ayrıca sık sık alkışlayarak Prens Heinrich'in "Columbus" la ilgili
vaftiz konuşmasını dinlemiş, gemi başarıyla kızaktan indirilince kalabalığa
karışıp yarı ıslak giysilerle şenlik alanından toz olmuş, ertesi günü de bir
adım daha ileri gidip —işte bu noktada ilk kurtulma söylentisi ikincisiyle
çakışıyor ne idüğü belirsiz Yunan tankerlerinden birine kaçak yolcu olarak
kapağı atmış.
Hiçbir şeyin eksik kalmaması için bir üçüncü söylentiye de değinmeden
geçemeyeceğim burada; söylentiye göre, büyükbabanı su üstünde yüzen bir
tahta parçası gibi akıntıyla sürüklene sürüklene denize varmış, burada
balıkçılar tarafından hemen sudan çıkarılıp üç millik bölge dışına
getirilerek İsveç bandıralı bir açık deniz teknesine teslim edilmiş.
İsveç'te büyükbabam yavaş yavaş, mucize denecek bir şekilde yine eski gücüne
kavuşmuş ve kalkıp Malmö'ye gelmiş ve v.b.
Bütün bunlar saçma tabiî ve balıkçı dedikodusu. Liman kentlerindeki
hiçbirine güvenilemeyecek o tanıkların beyanları da bana kalırsa beş para
etmez hani; sözde bu tanıklar büyükbabamı Birinci Dünya Savaşı'ndan az sonra
Amerika'nın Buffalo kentinde göresiymişler; Joe Colchik adını taşıyormuş
büyükbabam, Kanada'yla tomruk ticareti yapıyormuş, kibrit firmalarıyla
ortaklıklara girip yangın sigortalan kurmuşmuş; para babası olup yalnız
yaşayan bir adammış; bir gökdelende kocaman bir masa başında duruyormuş; beş
parmağının beşinde de yanıp sönen taşlı bir yüzük varmış; üzerinde itfaiyeci
üniforması taşıyıp, Polonyaca şarkılar söyleyebilen Zümrüdüanka adındaki
fedaisiyle yangın söndürme talimlerinde bulunuyormuş.