Hikaye

 

 

Rus Kızı

Celil Memmedgülüzade


Miladi takvimin 1894 yılında ünlü yaya gezgin Raingarten yürüye yürüye Rusya'dan bize gelmişti. Şimdi Kafkasya'dan İran'a, oradan da Hindistan'a, Çin'e, Japonya'ya, Japonya'dan deniz yoluyla Amerika'ya geçecek, Amerika'dan sonra İngiltere, Fransa, Almanya ve böylece batıdan ülkesi Riga (39) kentine varacaktı.
Raingarten bu yolculuğunu dört yılda bitirebileceğini düşünmüştü ama benim anımsadığıma göre ancak altı yıl sonra Rus gazeteleri onun Riga'ya döndüğünü yazdı.
Nahçivan'a gezgin ilkbaharda nisan ayının başlarında geldi. Burada tanıştığı insanlar arasında ben de vardım her nasılsa, dostlukta önlerine bile geçtim. Çünkü yürümesini seviyordum. Nahçivan'dan onunla beş altı saat yürüyerek Culfa'ya (İran sınırındaki ilçe) geldik. Burada gümrük kapısında görevliler ona saygıda kusur etmeden işlemleri gerçekleştirdiler. Raingarten burada bir gün kaldıktan sonra Aras Irmağı'nı yelkenliyle geçti ve İran toprağına ayak bastı. Çok iyi anımsıyorum, uğurlayan kalabalık topluluğun içindeydim. Sağanak başladı ve benim geçici ama eşi benzeri bulunmayan dostum hurçunu sırtladı, elinde sopası, yürüyerek Tebriz'in sisli yolunda gözlerden kayboldu. Kendisine kötü koşullarda ata ya da arabaya binmesini önermiş olmamıza karşın kuşkusuz bizi dinlememişti, çünkü ününü yürüyerek sağlamaktaydı.
Ben o geceyi eski dostum ve hemşehrim Meşhedi Gulamhüseyin'in evinde geçirdim. Bu dostum yıllardan beri Culfa'da ticaret ve komisyonculuk yapıyor, durumu iyi. Ayalı yanında değil. Meşhedi İmamali adında bir İranlı hem yemesine içmesine bakar, hem de ticari işlerine yardım eder.
Meşhedi Gulamhüseyin yaşlı bir adam. Sakalını karaya boyamasına bakmayın, yaşı elliden daha az değildir. Dış görünümüne göre namazına niyazına çok bağlı ve inançlıysa da aslında keyfine düşkün, işreti kaçırmayan bir adam. Dostluğa gelince çok sadakatlı, vefalı ve içtenlikli. Aramızdaki dostluk da çok eskilere dayanıyordu, yaş farkımız çok olduğu halde huylarımız birbirine yakın. Şakalaşırdık durmadan, sabahtan akşama dek söyleşir gülerdik.
Hava kararmaya yüz tutunca ayaklandım, Nahçivan'a gitmek için. Meşhedi Gulamhüseyin kalmamı istedi, oysa ben gece kalmayacaktım. Kalırsam ertesi sabah benimle Nahçivan'a geleceğine söz verdi, o yüzden geceyi Culfa'da geçirdim. Kaldığıma kıvançlıyım. Beni geç saatlere dek anlattıklarıyla güldürdü. O kadar ki gece yatağıma girdiğimde anlattıklarını anımsadıkça kendi kendime gülmekten katıldım. Özellikle anlattığı bir olay vardı ki, Nahçivan'a gelince oturup öykü olarak yazdım, ne yazık ki yazdığım defteri yitirdim... İşte şimdi anımsadıkça o olayı yazmaya çalışıyorum.
O sabah geç uyandım biraz. Meşhedi Gulamhüseyin'in semaveri ön odada fokurdayarak kaynıyordu. Dostum evde değildi, yardımcısı Meşhedi İmamali semaverin yanında hizmete hazır... Kalktım giyindim, kahvaltımı yaptım, dostum gümrüğe gitmiş. Avluya çıktım yarım saat kadar avluda dolaştım, sonunda Meşhedi Gulamhüseyin de geldi, elinde tomarla kâğıt vardı, oturdu yerleştirdi kâğıtları, yardımcısına öğle yemeği için talimat verdi, sonra bana da hadi gidip Culfa'yı gezelim dedi. Çıktık, Aras Irmağı kıyısında aşağıya doğru yavaş yavaş yürüdük, bir süre gittikten sonra döndük. Hava güzeldi. Hafif bir rüzgâr vardı yalnızca.
Planlı dikilen yeni evlerin önünden geçerken kimi Rus ailelerini gördük, bunlar gümrükte çalışanların aileleri. Bir dükkâna girdik, sigara aldık, çıkınca yine dolaşacaktık ki birden dostum beni bırakıp yeniden dükkâna girmek istedi ve bana,
"Ben dükkâna gireceğim, sen şu gelen kıza dikkatle bak" dedi, ivedi dükkâna sığındı.
Sokağın ortasında durup kıza baktım. On altı, on yedi yaşlarında bir Rus kızı. Giyinimi sıradan, biraz yoksulca denebilir. Dikkat edince gerçekten de güzel olduğunun ayrımına vardım. Uzun boylu, kâğıt gibi beyaz tenli, latif mi latif. Kız geçip uzaklaşınca dostum sığındığı dükkândan çıktı, kolumdan tuttu, bir süre konuşmadı. Sonra durup yüzüme baktı ve sordu:
"Nasıldı?"
Fikrimi söyledim,
"Güzel bir kız."
Dostum bir şeyler düşünüyor gibiydi. Asıldı, çekti götürdü bir kaya üzerine oturttu beni, kendisi de oturdu. Sonra anlatmaya başladı,
"Dostum, seni ne çok sevdiğimi bilirsin herhalde, ayrıca hiçbir şey yoktur yaşamımda sana anlatmadık. Yani senden gizli hiçbir gizim yok benim. Şimdi bir şey anlatacağım sana, ama inanmayacağından korkuyorum. Ant olsun dostluğumuza, ant olsun tüm yakınlarımızın başına, bundan iki hafta önce ben bu güzel kızla tatlı tatlı öpüştüm. Aynen birbirinin özleminde olan iki sevgili gibi, uzun bir süre birbirinden ayrı olan, sonra kavuşan sevgililer nasıl öpüşür, işte öyle öpüştük."
İnanılacak gibi değil. Ama ant içiyor. Hem de ben onun dürüstlüğüne inanıyorum, bana yalan söyleyemez, ama buna karşın, şaşkınlığımdan ağzım açık kaldı.
Belki de daha önce söylemeliydim, Meşhedi Gulamhüseyin oldukça çirkin bir yüze sahip. Ön dişlerinin çoğu düşmüş, kalanlar da kararmış ve uzamış. Hangisinin üst, hangisinin alt diş olduğunu kestirmek zor. Bana göre değil on altı yaşında güzel bir Rus kızı, altmış yaşında çirkin bir Müslüman kadın bile ondan iğrenip kaçar... Dostuma,
"Herhalde" dedim, "Öpüşürken kız sarhoştu."
"Hayır, senin başın için, ayıktı. Hem o hiçbir zaman sarhoş olmaz, çünkü içki içmez."
Dedim,
"Belki de kış uykusundaymış sen onu öperken, haberi bile olmamış."
Dedi,
"Hiç de değil, tam uyanıktı."
"Öyleyse sen o öpücüğü yüksek para karşılığında satın almışsın."
"Hayır, ant içiyorum tek bir kapik bile vermedim."
"O zaman bir şey anlamıyorum, bir şey de söyleyemeyeceğim."
Dostum önden, ben onu izleyerek eve geldik. Evde çay demlenmişti. Meşhedi İmamali çayla birlikte nefis İran kurabiyesi ikram etti, nefis fıstık ve badem... Nedense Rus kızı olayına takıldım. Eğer ben dostumu iyi tanımamış olsaydım, kesinlikle yalan söylediğini kabul eder geçerdim. Oysa emindim ki bana yalan söylemez. Ama inanmak da olası değildi. Demin gördüğüm güzel Rus kuzu bunca çirkin ve yaşlı adama karşılıksız yaklaşmaz.
İkinci bardağa şeker atıp karıştırmaya başladım ve kız üzerine söyleşimizi yenilemek istedim. Meşhedi İmamali'nin girip çıkması engeldi.
Çay faslından sonra dostum yardımcısını gümrüğe gönderdi, Meşhedi Abdulali'yi yemeğe davet etmesi için. Fırsat bulup konuyu deştim,
"Ben bekliyorum."
"Ne bekliyorsun."
"Rus kızı olayının sonunu."
Meşhedi Gulamhüseyin gülümsedi, konuşmadı. Bir sigara çıkarıp içmeye başladı, bir süre düşündükten sonra,
"Dinle" dedi.
"Dinliyorum" dedim.
Dostum yine bir süre düşündükten sonra,
"İzin ver" dedi. "Bu konuyu unutalım."
"Olmaz Meşhedi Gulamhüseyin, olmaz. Bütün bunlar gülmek için uydurulan bir fıkra olsaydı, peki derdim, kabul ederdim. Ama Rus kızı olayı gerçekse, rica ederim, dostluğumuz adına sonunu benden saklama, anlat."
"Peki öyleyse, dinle..."
"Dinliyorum."
Meşhedi Gulamhüseyin öyküsünü şöyle anlattı.
"Bu Rus kızı daha önce söylediğim gibi gümrükte yoklama memuru İvanov'un kızı. Babası dört yıldan beri burada çalışır. Çok iyicil bir insan.
Karşılıklı ilişkilerimiz iyidir, yani gümrük komisyon işlerimde yardımcı oluyor. Ben de işlerim verimli olunca ona kimi zaman kumaş, kimi zaman yemiş gönderirim. Kendisi gibi cana yakın bir karısı var, sık sık beni evlerine yemeğe çağırır.
Aslında onlara gitmeye çok hevesli değildim. Çünkü bilirsin her şeye katlanılır ama şu domuz eti yemeleri var ya, işte ona katlanılamaz diyorum.
Gördüğüm güzel kızdan başka iki küçük kızları daha var, biri yedi sekiz yaşlarında, öteki ondan küçük.
Önceleri evlerine gittiğimde hiçbir art düşünce sahibi değildim. Son zamanlarda o kıza dikkatle baktım, gerçekten de çok güzel olduğunun ayrımına vardım. Ama ne yaparsın artık yaşımı başımı almışım, böylesi hurilerle dostluk kurmak kuşkusuz bize nasip olamaz diyordum ki...
Neyse, bundan iki üç hafta önce Hıristiyanların Paskalya bayramıydı. Ben her yıl yaptığım gibi Rus ve Ermeni dostlarımın evine gidip bayramlarını kutladım. Önce gümrük başkanının evine, oradan postane müdürününkine, öyle birer birer hepsini ziyaret ettim. Sonunda da bizim İvanov'un evine gittim. Kapıdaydım, içeriden şarkı seslerini duydum. Girdim, masanın çevresinde üç dört Rus erkek, ev sahibi, karısı, kızları oturmuş, yiyip içiyor, şarkı söylüyorlar. Beni görünce şarkı bağırışmaya döndü sevinçten, birkaçı koşarak gelip kucakladılar, beni döne döne öpmeye koyuldular.
Her öpen, 'Hristos Vaskres' diyordu. Yani İsa dirildi. Önce kendimi çekmek istedim, sonra bayram olduğunu anımsadım, öpüşmezsem görgüsüzlük, saygısızlık sayılacağından belki de günah addedileceğinden gönlümce katıldım onlara, ayrıca kurallarına uymamakla ev sahibiyle olan iyi ilişkilerimin bozulmasından korktum açıkçası.
Önce benimle İvanov ve üç erkek öpüştü. Bunlardan ikisini tanırım, birisi yine bizim gümrükte yoklama memuru Vasilyev, öbürü bir delikanlı. Bunlardan sonra İvanov'un eşi o erkekler gibi kendisi bana yaklaştı ve onlar gibi dudaklarımı usulüne uygun öptü çekildi, sonra, aha... bir de ne gördüm, işte o güzel kız... Yaklaştı, evet, azizlerimin başı için babamın mezarına ant olsun, işte senin de gördüğün o güzel Rus kızı o laleye benzeyen dudaklarını uzatıp yapıştırdı benim ağzıma ve 'Hristos Vaskres' derken beni öyle bir öptü ki nerdeyse bayılacaktım... Evet, tam böyle işte... Sen beni tanırsın, sana kesinlikle yalan söylemem, artık ant da içmiyorum. O kız beni kıyasıya öptü."
Meşhedi İmamali'nin ayak seslerini duyduk ve söyleşimiz burada noktalandı.
Meşhedi İmamali öğle yemeği hazırlamıştı, çok lezzetli pilavla ballı omlet.
Gece erken yattık ki ertesi gün erken Meşhedi Gulamhüseyin'le birlikte Nahçivan'a gidelim. Sabah erken kalktık, kahvaltıdan sonra iki atlı posta arabasına binip yola düştük. Arabacımız koca papaklı yaşlı birisiydi, yol boyu uyukladı. Hava çok soğuktu. Elinçe Çayı'na ulaşınca hava ısındı, güneş yakmaya başladı, bulutlardan serinlik umduk. Meşhedi Gulamhüseyin az konuşuyordu... Ben kısık bir sesle kendisine,
"Bak, Meşhedi Gulamhüseyin" dedim. "Sen biliyorsun ki benim senden başka bir dostum yoktur. Şimdi bu dostluğun anısına sen bana yarım kalmış öyküyü tamamlamalısın. Anlat bakalım, geçen gün öptüğün o güzel Rus kızını görünce, sen neden dükkâna girip ona görünmek istemedin."
Dostum yüzüme baktı, bir süre ama konuşmadı, kahkahayla güldü, güldü... O kadar güldü ki arabacımız uykusundan uyanıp bize dönüp baktı, ardından atları deh dehledi... Tekerleklerin gürültüsü dostumun kahkahalarını bastırdı, o da sigarasının dumanını avcunun içine üfledikten sonra ağzını kulağıma dayadı,
"Utanıyorum", dedi. Ve yine kahkahayla güldü. Ben de güldüm, ama neye güldüğümü bilmiyordum.
Yarım saat sonra "Çeşmebasar" köyüne vardık. Arabacı atları durdurdu. İndi arabadan ve birer birer atların kulaklarını çekti. Sonra kamçısını arabanın içine atarak gitti. Nereden bulduysa bir demet yonca getirip atların önüne attı. Koşumlarını çözdü, kendisi çayhaneye girdi. Biz de indik arabadan, birkaç adım yürüdük, seki gibi bir yer bulduk, oturduk. Neşhedi Gulamhüseyin elini dizinin üstüne koydu ve bana,
"Şimdi sen tüm sevdiklerinin başına ant içeceksin ki bu anda, burada sana söylediklerimi ölünceye dek kimseye anlatmayacaksın.
Evet, yüce Tanrı tüm günahkarların günahını bağışlasın, benimkileri de o arada. Evet neresinden başlayalım? Bayram ziyaretine gitmiştim. Neyse İvanov'un evinden çıkıp doğru kendi evime geldim, öğle üstüydü. Meşhedi İmamali yemeği getirip koydu sofranın ortasına, iştahım yoktu yemedim. Akşam da bir bardak çay içtim zor bela, bir tike ekmekle yattım. Ertesi gün sabah erkenden kalkıp gittim Aras Irmağı'nın kıyısına. Irmağın çamurlu suyu döne döne, yavaş yavaş akıp gidiyordu, umurunda değildi dünya... Ne Rusların Paskalya bayramlarından haberliydi, ne de Rus kızlarıyla öpüşmenin tadını biliyordu. Irmak kıyısından ayrılıp yola düşünce birden İvanovgilin evine doğru gittiğimin ayrımına vardım... Göğsümü gere gere girdim avluya ve İvanov'un evinin kapısını çaldım. Kapı açıldı... Kapıyı açan o güzel gavur kızıydı.
Onu görünce ne yaptığımı tam anımsamıyorum şimdi, ama tek bildiğim, "Hristos Vaskres" diye açtım kucağımı ve onu kucaklayıp öpmek istedim..."
Meşhedi Gulamhüseyin'in sözü buraya gelince tutamadım kendimi, bastım kahkahayı. O hiç gülmedi, sürdürdü,
"Ama bu zalimin kızı, bu insafsızın kızı ellerini kaldırıp gözlerimin önüne tuttu ve bana, 'Poşol kı çortu!..' (40) dedi."
Rus kızının söylediğini duyunca öyle gürültüyle gülmüşüm ki arabacı çayhaneden çıkıp bana baktı.
Bindik arabaya ve yarım saatte Nahçivan'a vardık.

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 


 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült