îki komşu memleket arasında bir ticaret anlaşması yapılacaktı. Bu maksatla
komşu memleketlerin birinden bir ticaret heyeti öbür memlekete geunişti.
Misafir ticaret heyetinin başkanı kendi memleketini günügününe rapor
gönderiyordu. Aşağıda bu günlük raporların çevirisini bulacaksınız.
3 MART 19...
Hava alanında uçaktan indiğimiz zaman bizi gümrük memurlarından başka
karşılayan olmadı. Memurlar bavullarımızı, valizlerimizi didik didik arayıp
taramaya başladılar. Biz, bu hareketin protokola aykırı olduğunu, ticaret
heyeti olduğumuzu, eşyalarımızı arıyamıyacakla-nnı söyledikse de, gümrük
memurlarına anlatamadık. Belgelerimizi gösterdik, para etmedi, muayeneden
soma iki saat kadar bekletildik. Gelen giden olmadığı için ne yapacağımızı
bilemiyorduk. Gece için kendimize bir otel aramaya karar verdiğimiz sırada
bizi beşyüz kişiye yakın bir kalabalık karşılamaya geldi. Karşılayıcıların
başında bulunan zat,
— Biz sizi deniz yolu ile geleceksiniz diye sabahtan beri iskelede
bekliyorduk, dedi.
— Pek şakacısınız, diye cevap verdim.
Bu zatın bizim memlekete denizden yol olmadığını bilmemesine elbette imkân
yoktu. Gümrük memurlarından şikâyet ettik. Pek nâzik şekilde özür diledi:
— Sizi, bizden sanmışlar. Bir kaçakçı çetesi geliyor diye ihbar olmuş da...
Sonra gülerek ekledi:
— Sizi yabancı yerine koymamışlar, bizden sayılırsınız.
— Teşekkür ederiz-Karşılayıcıların başında gelen zat,
— Sizi ancak beş, altı yüz kişiyle karşılayabildik, dedi.
«Neden bu kadar kalabalık?» diye sormama vakit bırakmadan,
— Çünkü, dedi, gazeteciler Amerika'dan gelen bir artisti karşılamaya
gitmişler. Vekil bey de propaganda gezisinde, müsteşar bey açılış töreninde,
Umum müdür de barajda. Vali, pazar'ı teftişe çıktı. Protokol müdürü garda
Başbakanı uğurluyor. Mektupçu ile Hukuk işleri müdürünü bu sabah emekliye
ayırdılar. Özel kalem müdürü, görülen lüzum üzerine izinli gönderildi. U.
Müdür muavini sıhhî sebepten istifa etti. Kala kala bir ben kaldım. Onun
için bu kadar az kişi geldik. Yoksa onbeş yirmi bin kişi ile sizi
karşılardık.
— Zatıâliniz kimsiniz? diye sordum.
— Ben, Vekâletin müsteşar muavininin birinci şube müdür vekilinin sekreter
yardımcısına vekâlet ediyorum. Eğer Vekâlet emrine alınmazsam, sıhhî
sebepten istifa ettirihnezsem, mecburî izine gönderilmezsem, görülen lüzum
üzerine işten çıkarılmazsam, vazifeden affedilmez-sem, şu dakikada bu işle
meşgulüm.
Otomobillere binerken,
— Karşılama törenini denizde hazırlamıştık, dedi. Şimdi hep beraber sahile
gidelim. Orada tören yapıldıktan sonra istirahat edersiniz.
Sahilde arabalardan indik. Kayıklara binerek açıkta duran yata çıktık. Yat>
iskeleye yanaşamadığı için, biz kayıklarla yata yanaştık. Yat hareket
edince, bizi bayraklarla donatılmış gemiler karşıladı. Sahilden kırk bir
pare top atıldı.
Tekrar sahile geldik. Rıhtım üzerinde yirmi ile yirmi beş yaş arasındaki
küçük kız çocukları (!) bize buketler verdiler. Üzerlerinde «Hoş geldiniz!»
yazılı, meşe dalları ve çalı süpürgesi otlariyle süslü takların altından
geçerken kurbanlar kesildi. Bandonun önünden geçerken fotoğraflar çekildi.
Alkışlar arasında misafir kalacağımız otele geldik.
4 MART 19...
Otelde, gazetecilerin baskınına uğradık. Fotoğraflarımızı çektiler.
— Memleketimizi nasıl buldunuz? diye sordular. Biz de her gittiğimiz geri
kalmış ülkede, her zaman,
her yerde olduğu gibi,
— Fevkalâde... Harikulade... Cennet gibi... Kalkınmalarınıza hayran olduk.
Bizim için sizden alınacak pek çok dersler var... dedik.
Gazetecilerden biri bana,
— En çok hoşunuza giden ne oldu? diye sordu. Ben, nasıl cevap verilirse
hoşlarına gideceğini önceden öğrendiğim için,
— Şiş kebaplarınızla, dolmalarınıza, bir de baklavanıza bayıldık, dedim.
Gazeteciler tam ayrılacağı sırada içlerinden biri,
— Siz ne oynuyorsunuz? diye sordu.
— Oyun sevmem, dedim. Yüzüme tuhaf tuhaf baktı.
— Ciddî söylüyorum, hayatımda hiç oyun oynamadım, dedim.
Bizim heyetteki arkadaşlardan birine döndü,
— Siz nerede oynuyorsunuz? dedi.
O da oynamadığını söyleyince, başka birine sordu,
— Maçta kimler oynayacak?
— Ne maçı? dedik.
—- Siz Magsonar futbol takımı değil misiniz? Hayatımda bu denli şakacı
insanlar görmedim, içlerinden biri,
— Yok canım, bunlar futbolcu falan değil, dedi, bunlar Monako'dan gelen
güreş takımı...
Başka bir gazeteci de,
— Yok yahu, dedi, görmüyor musunuz, heriflerin suratlarım, bunlar besbelli
Honolulu'dan gelen operet artistleri...
Biz, gazetecilere ticaret heyeti olduğumuzu anlatınca,
— Öyleyse sabahtanberi ne diye bizi meşgul ediyorsunuz?... dediler.
Kendilerinden özür diledik.
5 MART 19...
Geceki ziyafet pek neşeli geçti. Ziyafet sofrasında bir zat ayağa kalkarak,
iki memleket arasındaki kültür, ticaret, tarih, coğrafya, kozmografya, kimya
ve hesap münasebetlerinden ve kader birliğinden bahsetti. Ve kadehini
şerefimize kaldırdı. Bütün kadehler havaya kalktığı sırada, birdenbire
elektrikler söndü. Kısa bir şaşkınlıktan sonra, herkes dışarı fırladı. Biz
neye uğradığımızı şaşırmıştık.
— Kontak!... Kontak!... diye bağırıyorlardı. önce bize bu yapılanı, bu
memleketin bir geleneği, şakası, sürprizi sandım.
Bir süre sonra elektrikler yandı. Nâzik bir zat,
— Çok affedersiniz, dedi. Biz elektrik kontak yaptı sanmıştık. Çünkü arasıra
böyle kontak olur. Halbuki kontak değilmiş.
— Neymiş? diye sordum.
— Bu sefer sigorta atmış, dedi...
Tekrar yemeğe içmeğe başladık. Yine lâmbalar söndü. Bir kaçışma, koşuşmaca
daha oldu. Karanlıkta yakaladığım birine,
— Kontak mı, yoksa sigorta mı attı? diye sordum.
— Değil, dedi, bu sefer, cereyan kesildi.
— Ne kadar sürer?
— Belli olmaz. Bazan uzun sürer ama, bazan da bir iki saat içinde onarnlar.
Bereket versin çok ihtiyatlı insanlar olduklarından hemen gaz lâmbaları
geldi. Fakat lâmbaların gazı yoktu. Bu sefer, şamdaıüardaki mumları
yakarlarken cereyan geldi.
6 MART 19...
Bu gece sabaha kadar sanat gösterisi yaptık. Şarkılar söylendi, sazlar
çalındı, doğrusu pek güzel eğlendik.
11 MART 19...
Dün, müzeleri, anıtları gösterdiler. Bugün de yeni açılan fabrikaları
dolaştırdılar. Yarın da şehri gezdirecekler. Henüz ticaret konuşmalarından
lâf yok. Ayıp olur diye biz de bişey söylemiyoruz. Herhalde bir programlan
vardır.
16 MART 19...
Buraya ticaret andlaşması için geldiğimizi hatırlatmamızın doğru olup
olmadığına bir türlü karar veremiyorum. Bu hususta emirlerinizi beklerim.
Dün gece sabaha kadar şerefimize muazzam bir ziyafet verildi. Bugün okulları
gezdirecekler, akşama başka bir ziyafetteyiz.
19 MART 19...
Dün gece yarısından sonra yirmi altı otomobille Su-lukule denilen yere
gittik. Sabaha kadar eğlendik. Size bu raporu uyku sersemi yazıyorum.
20 MART 19...
İlk günler bizi eğlencelerle, balolarla, ziyafetlerle, içkilerle iyice
serseme çevirip öylece müzakere masasına oturtmak, kazıklamak istiyorlar,
diye kuşkulanmıştım. Yanılmışım. Üç haftadır buradayız. Müzakerenin lâfını
bile eden yok.
25 MART 19...
Bugün U. Müdüre andlaşmayı ne zaman yapacağımızı sordum. Şaşırarak,
— Ne andlaşması? dedi.
— Ticaret andlaşması, dedim.
Büsbütün şaşırınca, kendilerine açıkladım. O zaman,
— Yaaa, siz ticaret heyeti miydiniz? dedi, biz sizi başka bir memleketin
yardım heyetiyle karıştırmışız.
Akşama yine şerefimize bir ziyafet var.
1 NİSAN 19...
Dün gece bizim heyetten üç kişi çok sarhoş oldu. Biz de zeybek, çiftetelli
oynamasını öğrendik. Ziyafetlerde, hopluyor, zıplıyor, göbek atıyoruz. Ticaret meselesini bir kere daha
hatırlattım.
— Kolay canım. Biz size palamut, tütün, pamuk, fındık satarız, siz de bize
kahve satarsınız, dediler.
— Bizde kahve yok, yetişmez, dedik.
— Öyleyse buğday satın! dediler.
— Biz buğdayı altı ay önce sizden satın almıştık, dedik.
— Zararı yok, artanı bize satarsınız, dediler. Çok şakacı insanlar.
Ertesi gün gazetelerde resimlerimiz çıktı. Altında şöyle yazıyordu:
«Dost komşu memleketle ticaret andlaşması yapıldı. Yeniden 500 milyon
dolarlık kredi açtılar. Zarurî ihtiyaçlarımızdan dudak boyası, zıpzıp,
nalmıhı, sapan lâstiği gönderecekler.»
20 NİSAN 19...
Geri dönmemiz için yüksek emirlerinizi aldık. Fakat ticaret heyetimiz bu
memleketin havasma o kadar alıştı ki, artık dönmemize imkân yoktur. Yiyoruz,
içiyoruz, eğleniyoruz, oynuyoruz. Bu sebeple toptan uyrukluk değiştirerek bu
güzel memlekette kalmak kararını verdiğimizi saygılarımızla arzederiz!