Hikaye

 

 

Milletin Parasına Yazık

Aziz Nesin


Niçin mi yıllar yılı sürdü o otelin yapılması? Haklısınız, o kadar zamanda, otel yapmak değil, yeni baştan bir kent kurulabilirdi.

Otelin yapımına bikaç yabancı firma istekli olmuştu. Artık, en çok fiyat kırana mı, en iyi yapacak olana mı, yoksa kırışmaya hazır olana mı iş verildi, bilemem! İki elim yanıma gelecek, ben duyduklarımı değil, gördüklerimi anlatacağım.

Törenler yapıldı, kordela kesildi. Büyüklerden birinin uğurlu eliyle temel atıldı. Tarihlere geçecek şölen verildi. Gazetelerde resimler, bildiriler çıktı.

Sonra yapı işleri başladı. Duvarlar yükseldi, yapının iskeleti kuruldu. Günlerden bigün yapının önünde ikiüç resmi araba durdu. Memleketimizin ilerigelenleri arabalarından inip yapıyı gezdiler. İlerigelenlerin önünden yürüyen adam,

— Bu koridorlar neden bu kadar dar? dedi.

Bir mühendis,

— Projeye uygundur efendim, dedi. Bu koridorlar beş metre genişliğinde...

— Yani biz hiç otel görmedik mi?... Benim kaldığım başka memleketlerdeki otellerin koridorları daha genişti. Hadi bu koridorlar dar değil diyelim, ama çok az... Bu kadar az koridorlu otel olur mu? Ha? Madem yapıyoruz, tam yapalım. Yazık milletin, memleketin parasına...

Mühendis sesini çıkarmayınca, ilerigelenlerin önündeki adam, arkasındakilere başını çevirip sordu:

— Ne dersiniz, böyle büyük bir otele, bu kadarcık koridor az gelmez mi?

— Azdır beyefendi...

— Az efendim.

— Çok az...

Sözleşmesi gereğince projeyi öne süren firmayla anlaşma bozuldu. Bozulan işin davası mahkemelerde süre dursun, yapının projesi değiştirildi, koridorlar hem artırıldı, hem genişletildi.

Değişen proje uygulanırken, günün birinde yapının önünde yine biriki resmi araba durdu. İlerigelenler yapıyı gezdiler. İlerigelenlerin önünde yürüyen adam bu kez başka biriydi, kanatları takılmamış bir kapıdan girdi:

— Burası nedir?

Yeni firmanın bir ilgilisi,

— Salondur beyfendi, dedi.

— Salon mu, bu ne biçim salon?

— Henüz bitmedi beyfendi, döşemesi, sıvası, doğraması yapılacak...

— Anlıyorum efendim, anladık salon... Ne olacak burda, at mı koşturulacak? Hara gibi salon olur mu hiç? Yazık, yazık bu yoksul milletin parasına...

— Eldeki proje öyle beyfendi...

— Sizin proje dediğiniz şey, haşa, ayet değil, değiştirin efendim projeyi, olsun bitsin...

Bu ikinci firmayla bir uyuşmazlık çıkmadı, anlaşmaya varıldı. Projede yapılan değişikliğe göre, koridorlar artırıldı ve salonlar küçültüldü. Yapı işleri epey yürümüştü ki, bigün yine yapının önünde duran bikaç resmi arabadan inenler içeri girdiler, her yanı gezdiler. İlerigelenlerin önünde giden başka bir adam, yapılmış olanları beğendi, ama nasılsa başını yukarı kaldırıp tavana bakınca,

— Hani bu otelin kubbeleri, kemerleri? dedi.

Soru pek şaşırtıcı olduğu için, bir süre susup kendini toparladıktan sonra bir genç mimar,

— Ne kubbesi, kemeri, anlayamadım affedersiniz... dedi.

— Bu Türk mimarisi değil mi? Yabancılar için otel yapıyoruz madem, Türk sitili olmalı... Hiç kubbesiz, kemersiz Türk oteli olur mu?

— Aman efendim eldeki proje...

— Ne demek proje? Yabancıya proje yaptırılırsa işte böyle olur. Ne anlar elin yabancısı bizim ruhumuzdan?... Efendim?

Arkasındakiler baş salladılar:

— Ruhumuzu yansıtmayan bir yapı neye yarar?...

— Kubbe, kemer şart beyfendi...

İlgililerin önünde duran adam,

— Yazık memleketin, milletin paracıklarına!... dedi.

Yapılanları yıkıp, tavanların yerine kubbe, kemer yapmak çok pahalı olduğundan, projede ruhumuza uygun bazı değişikliklerle, otelin bikaç yerine kubbe, kemer yapılması uygun bulundu.

İşler ilerliyordu, nerdeyse otelin kaba yapımı bitmek üzereydi ki, yine ilerigelenler resmi arabalarla oteli görmeye geldiler. İlerigelenlerin önünde yürüyen adam yine değişmişti. Her yana baktı, baktı, büyük bir acı ve üzüntüyle şöyle dedi:

— Tuuul... Yahu, bu kadar koridor ne olacak?.. Odadan çok koridor... İnsan bu koridorlarda kendini kaybeder be... Yazık bu milletin parasına!

Bütün bu değişmeler yüzünden otelin yapımı aksıyor ve gecikiyordu. Buyüzden basında sert eleştiriler çıkmaya başlayınca, işi çabuklaştırmak için, çatının biçimi değiştirildi, ama bizim eski ulusal mimarimize uysun diye, çatı yerli kiremitle mi, yoksa Marsilya kiremitiyle mi örtülecek diye yine anlaşmazlık çıktı. Sonunda kiremitten vazgeçilip, düz beton çatı yapıldı.

Bitmek üzere olan oteli, yine resmi arabalardan inenler gezip gördüler.

— Hani bunun çinisi? Hiç çinisiz Türk oteli olur muymuş?

Sütunu olmayan büyük bir salona girdiler. İlerigelenlerin önünde yürüyen adam,

— Burda hiç sütun yok, dedi, sütun ister... Yoksa çöker bu çatı...

— Efendim, merak buyurmayınız, çökmez, ona göre hesap edilerek...

— Nasıl çökmez? Çökenler nasıl çöküyor?...

Arkasındakilere döndü:

— Sizce bu çatı çökmez mi?

— Çöker beyfendi...

— Yüzdeyüz çöker efendim, üstünde bu kadar ağırlık var, daha eşyalar gelince... Müşteriler, misafirler gelir, kalabalık da olur tabii, çöker...

— Hem de gümbür gümbür...

— Bunca para sokağa atılmış sayılır... Yazık, memleketin parasına... Bak, işte herkes çöker diyor... Hem sütun ayrıca güzellik de verir...

Yeni değişiklikle salonlara sonradan sütunlar yapıldı. Başka bir ilerigelenlerin önde yürüyeni, sütunların dört köşe olmasını hiç beğenmedi. Eski Yunan tapınaklarının oyuklu, yuvarlak sütunlarının resimlerini, öğrenciliğinde, ders kitaplarında görmüştü. Yazık, yazık, boşuna gitmiş memleketin parası...

— Kolay efendim, hemen, yuvarlaklaştırırız sütunları...

Dış duvarlar mozayıklanıyordu ki, yapıyı görmeye gelenlerden bir büyük,

— Modern mimaride cepheler boydan boya cam oluyor, dedi, nedir bu sizin yaptığınız?

Aşağı yukarı otelin yapımı bitti sayılır. Ama yeni bir değişme daha gerekiyormuş. Çünkü, ilerigelenlerin bir başka önde gideni merdivenleri çok dik buldu. Yaşlıların çıkması zordu.

— Efendim, asansör var... Asansörle çıkılacak...

— Öyleyse ne diye merdiven yaptınız? Yazık değil mi memleketin parasına? Demek ki, merdiven de gerekiyormuş...

Merdivenlerde değişiklikler yapıladursun, geçenlerde oteli gezen bir yabancı büyük mimar, ilgililere demiş ki:

— Çok büyük bir mimari eseri... Burası otel değil, Birleşmiş Milletler binası olmalıydı...

Çünkü, kimi koridor duvarlarındaki çiniler, kubbeler, kemerler, kimi parmaklıklardaki lale motifi, demir parmaklıklar, bir de tarasın üstündeki saçaklı çatı Türk ruhunu, dimdik çatıyla ruf İskandinav ruhunu yansıtıyormuş; sonradan eklenen salondaki bölmeler Arap ruhunu veriyormuş. Büyük salona giren, kendini Akropol'de sanıyormuş, hatta Akropol bile bu kadar Grek değilmiş. İtalyan mimarisinin en güzel örnekleri de varmış yer yer... Helalar, banyolar, Amerikan sitiliymiş. Hint mimarisi, Çin mimarisi, hepsi varmış.

O yabancı büyük mimar,

— Aşkolsun, demiş, bu kadarcık yere bunları nasıl sıkıştırabildiniz?

Bu otelin yapımının bu kadar gecikmesi işte hep bundan... Bu yoksul milletin parasına yazık olmasın diye, boza değiştire otel ancak dokuz yılda yapılabildi.

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült