Hikaye

 

 

Kesişme

Ümit Kıvanç


“Onu öldürdüm,” dedi, kılığı kıyafeti bir tuhaf olan o adam. “Onu öldürdüm; vücudu şimdi İzmir’de bir yuppie ile. evli.”

Sarhoştum. "Bu hikayeyi biliyorum,” dedim.

"Bu hikayeyi bilemezsin,” dedi. “Olsa olsa bu klişeyi bilebilirsin. Ama hikayeyi bilemezsin."

“E ben de onu demek istiyorum," diye konuştum güç bela. Kelimeler genleşmişti ağzımda, içleri gaz mı sıvı mı anlayamadığım bir maddeyle dolmuştu. "Uzun etme," dedim. “Anlatacaksan anlat. Benden cevap bekleme. Zor konuşuyorum zaten.”

“Yazık,” dedi kruvaze ceketli adam. “Sarhoş değilim, diye tutturan tiplerden değilsin. İnsan sana bir şeyler anlatabilirmiş halbuki...”

‘Herhalde kalkacak’ diye geçirdim aklımdan, ‘gidecek’.

Gitmedi. Oturuyor.

“Ee?" diye bir ses çıkardım. Neden bilmem.

Beyaz peynirinden bir lokma aldı. Bir yudum da rakı. İkimizin de ikişer parça beyaz peyniri vardı. O da kalkarken birini geride bırakacak gibiydi.

“Gelmediler,” dedim.

“Gelecekler miydi?” diye sordu.

“Hu, evet.”

“Gelmelerini istiyor muydun?”

“Bilmiyorum...”

“Bu saatten sonra da artık gelmezler herhalde,” dedi, “değil mi?”

“Tabii canım. Aslında bir saattir pek bir şey olamaz zaten.”

“Daha erken olsa fark edecek miydi?”

“Bilmiyorum.

’ler’ dediğine göre...

Duraksadı.

Devam etmedi.

Sigarası tablada sönmüştü. Ucundaki katılaşmış pisliği uzaklaştırıp yeniden yaktı. Ben de bir sigara yaktım. Sigara yakışımı kokladım. Başka herhangi bir koku istemiyorum. Midem bulandı bulanacak. Saatim yoktu. Onun da yok; köstekli möstekli bir şeysi yoksa. Ama onun köstekti saati olabilir.

“Siz hiç köstekli saat kullandınız mı?”

“Hep istemişimdir. Sende mi var?”

“Yoo. Benim de hoşuma gider, ama kullanabileceğimi hiç düşünmedim. Özenti gibi olurum diye şey yapıyorum.”

Cevap vermedi. Bana tuhaf görünen nedir acaba? Ceketinin yakaları mı şu anda gözümün alıştığı yakalardan büyük? Etraftakilere bakıp kıyaslayabilirim. Bunun için sağıma soluma dönmem gerek. Gitmek için de ayağa kalkmam. Fırtınalı bir aşk macerası yaşayıp hazin şekilde terk edilmek, sevgilisini bir yuppie'ye kaptırmak için fazla yaşlı de,ğil mi bu adam? Fazla kruvaze ceketli değil mi?

“Onu öldürdüğünüzden haberi var mı?”

Cevap vermedi. Sordu:

“Sana senin hakkında bir şey söyleyeyim mi?”

“Bu ikinci olacak.”

“İstemezsen söylemem.

“Yo, söyleyin söyleyin.”

“Ayılıyorsun. Eğer bunu istemiyorsan derhal git vur kafayı.” “Ayılıyor muyum?”

“Başta ‘sen’ diyordun bana, sonradan ‘siz’e geçtin. Bana bir teşhis koydun ki, böyle oldu, değil mi?”

“Bana musallat olunmasın diye kabalık ediyorum zaman zaman.”

“Teşhis koyabildiysen, zihnini çalıştırıyorsun demektir.” Bir yudum rakı içti. Çok küçük yudumlarla içiyor. Bardağı masaya bırakmadan derhal yeniden sıkıca kavrayıp bir yudum daha alıyor, sonra bir daha, bir daha... Karşıma oturduğundan beri.

Elbette hayır! Bir ufak söyledi, daha dörtte üçü duruyor. Haaa, anladıım! Ben kurgu yapıyorum. Amerikalı sinemacıları da geçtim ama. 10 metre yaşıyor, elli santimini anca kullanıyorum.

“Gece çok geç matineleri olan sinemalar olsa...”

“Video..?”

“O yine eve gitmek demek.”

“Bak bunu bilemem, bir şey de diyemem işte.” Başını hafifçe önüne eğerek söyledi bunları. Hiç.de. yaşlı değildi.' “Hem sarhoşken herkesin zihni çalışır. Bal gibi çalışır!"

“O başka. Kendi kendine çalışır, başka. Senin niyetlenip çalıştırman...”

“Arada ne fark var?”

“Yok mu herhangi bir fark?”

“Var.”

Garson geldi. Biriki boş tabak götürdü. Buzumuz az kalmıştı.

Sabahı düşündüm. Kötü uyanacaktım belli ki. Bu durumda yumurtanın kaynama zamanını hiç mi hiç tutturamazdım, kesin! Bulaşık da birikmişti.

"Yumurta,” dedim.

"Sen de kadınları mı düşünüyordun?” diye sordu.

"Niçin?"

“Yumurtayla büyük benzerlikleri yok mu?”

“Niçin?"

“Soyulmadıkça, neyle karşılaşacağını hiçbir zaman bilemiyorsun. Kestiriyorsun ama bilemiyorsun.”

"Siz her seferinde, yeni bir kadın soydukça tabancanızın kabzasına çentik mi atıyorsunuz?”

“Senin evinde yumurtalar kendi kendine mi soyulur?”

"Hayır, ama kadın!..” Bir yeşil zeytini çekirdeğiyle birlikte un ufak edeceğim dişlerimin arasında. Öfkelenmekte haksız olabileceğimi hissediyorum. Hadım ediyor bu his beni. Bu yüzden daha beter kuduracağım. Olmuyor. Yani zeytin. Yani ikisi de. Hem kuduramıyorum hem de zeytinin çekirdeğini uysalca ağzımdan alıp tablaya bırakıyorum. Metal tabla, bu işte çalışma istemediğini yine, sigaramın buğusunu pis pis lekelere dönüştürüp onun kendisine dokunan kısımlarına yapıştırarak belli ediyor. Şimdi, bu saatte, eminim soyunuktur. Gelmediler zaten..

"Bak," dedi. "Kadınlar ince mevzudur. Ortalıkta lafını etmeye gelmez." Ya da biraz önce demişti bunu; emin değilim.

Adamın paltosunu omzuna alışıydı galiba; ya da açık renk ince çizgili koyu renk ütülü pantolonu; ya da pırıl pırıl boyalı ayakkabıları; aman ne bileyim; belki de hepsi; zaten adam niye tuhaf kılıklı olsun ki...

Ekledi: “Aşkın muhabbeti kendi' dışında olmaz."

"Ağır laflara başladınız, bakıyorum."

"Ortada bir cinayet var, anlamadın mı hala!” dedi. "Onu öldürdüm, diyorum.”

“E, ben Öldüremiyorum da. Daha fena ya!”

“O zaman kendini öldür, onu yaşat.”

“Canım, mutlaka birimizin ölmesi mi gerekiyor?”

“Gereklilikten sözeden kim?” diye sordu.

Dumandan soluk alınamaz olmuştu. Savunma ve direnme amacıyla bir sigara daha yaktım. Saat kaç acaba? Şimdi yine bir sürü taksi parası vermek...

Piyango bileti satan her zamanki yaşlı adam geldi. Karşımdaki, onu öyle küçücük ve ustalıklı bir hareketle çağırdı ki, garip bir yoksunluk duygusuna kapıldım.

“Size bir şey sorayım mı?” dedim.

“Sormuş oldun,” dedi.

Tuvalete gittim. Yürürken zorlanmıyordum. Kalkmak biraz zor olmuştu. Çişimi edince rahatladım. Çok sıkışmışım meğer.

Birbirini tanıyan, tanımayan bir dolu erkeğin karşılıklı oturduğu uzun masamıza yürürken onu arkadan gördüm. Çok sağlam ve kuvvetli görünüyordu.

“Siz mutlaka düzenli olarak Milli Piyango alıyorsunuzdur,” dedim. “Her hafta, onbeş günde bir ya da ne bileyim ayda bir, ama mutlaka düzenli olarak... ”

“Cevap vereyim mi?” dedi.

“Yoo,” deyip arkama yaslandım.

“İşte bak," dedi. “Böyle. Aynen böyleydi. Ben, de sadece söylemek istemiştim. Bu kadarıyla benziyor.”

Rakım bitti sonunda. daha fazla içmemek için tatlı bir şeyler yemeliyim. Hiç beklemiyordum, “Soymak sevmek değil sence, ha?" diye sordu.

“Ben,” dedim, “soymaktan öldürmeye uzanan sevme faslına yabancıyım. Onun yetiştiği topraklarda büyümedim.”

Şaşırmış gibi konuşuyor: “Eğer toprak dediğin hakikaten topraksa sadece o yetişir zaten!"

Direnerek, “O zaman da demek ki onun ömrü bizimkilerle İliç çakışmıyor,” diye mırıldandım. “Bizim ömrümüz fazla uzun.”

“Öyle değil,” dedi. Yine de ince bir kararsızlık sisinin ardından konuştu.

Tatlı yemekten vazgeçtim. Çıkınca çikolata falan alırım. Hesabı istedim. Onun daha iki dublelik rakısı vardı en.azından. Çıkıp eve gitmeyi hiç istemiyordum. Eve girip ışığı yakacağım anı istemiyordum. Ama gidiyorum, şu anda, kesin!

“Cinayeti işlediğimi birine söylemeseydim intihardan farkı kalmayabilirdi,” dedi.

“Ben... ne yalan söyleyeyim... diye kekeledim. “İnanmakta güçlük çektim, doğrusu.”

“Ben de,” dedi.

Kadehimde iyice sulanmış yarım parmak rakı kalmıştı. Kavrayıp kaldırdım kadehi. Tokuşturduk. Kadehi dikerken göremedim, herhalde yine dudağının ucuyla dokunmuştu rakısının yüzeyine.

Meyhanenin kapısını arkamdan kapatırken buz gibi bir rüzgarın tokadını yedim. Ellerimi cebime sokup loş sokaktan caddeye doğru yürüdüm.


 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült