Bir varmış, bir yokmuş. Eski çağlarda, ülkenin birinde bir zavallı kişi
varmış. Günlük yiyeceğinin bile yoksunu, çulsuzun biriymiş. Ama kötü yürekli
de değilmiş hani. Bütün isteği başkalarına iyilik etmekmiş. İyilik etmek
istermiş istemesine ama bunun nasıl yapılacağını da pek bilmezmiş. Sık sık,
- Aaah ah, dermiş, bir gücüm yetse de şu insanlara hep iyilik etsem... Bu
sözleri duyanlar sorarlarmış:
- Peki, nasıl iyilik edeceksin? O da,
- İyilik işte, dermiş, herkese iyilik edeceğim. Hele o günler bir gelsin,
ben bilirim nasıl iyilik edeceğimi.
Günlerden bi gün dağ başında, «Tanrım bana yardım etse de, ben de
insanoğluna iyilik edebilsem.» diye mırıl mırıl mırıldanırken, arkadan gelen
bir yolcu, yaklaştıkça adamın bu sözlerini duymuş.
- Merhaba oğul!.. demiş.
İyilik yapmak isteyen adam başını çevirince, ak sakalı göbeğine kadar
uzanmış bir yolcu görmüş.
- Merhaba baba... demiş.
- Nedir öyle kendi kendine konuşuyorsun, Tanrıdan bi şeyler istiyorsun? Adam
derdini, insanlara iyilik etmek için nasıl içinin yandığını dilinin döndüğü
kadar anlatmış. Ak sakallı adam,
- Senin gibi çok kişi başkalarına iyilik yapmak istemiştir şimdiye dek. Bu
iyiliğin nasıl yapılacağını bilseydin, bu kadar çok iyilik yapmak
istemezdin. İnsanlara iyilik yapmak, kötülük yapmaktan daha zordur. Dünya
kuruldu kurulalı bunu becerebilen çok az kişi çıkmıştır... diye adama akıl
vermişse de, o dinlemez,
- Ah, demiş, ben başkalarına benzemem. Hele bir öyle yere geçsem, bütün
kötülükleri kaldıracağım yeryüzünden. Aç, susuz kalmayacak. Çıplak, çulsuz
kalmayacak. Kavga dövüş kalmayacak... Bütün işleri yoluna koyacağım.
Ak sakallı,
- Çok istiyorsun ama, demiş, yapmak istediğin işin nasıl yapılacağını
bilmiyorsun. Senden önce de senin gibi yapmak istedikleri işi bilmeyenler
çok geldi geçti. Öbürü,
- İyilik yapmaktan kolay ne var yeryüzünde... demiş. Sakallı da,
- Eh, demiş, demek o kadar çok istiyorsun iyilik yapmasını, öyleyse
buralarda durma. Durmadan gez dolaş... Öyle bir yer gelir, öyle bir zaman
gelir, sen de istediğin yere yükselirsin...
İyilik yapmak isteyen kişi, ak sakallının yalnız son sözlerini dinlemiş,
almış başını yürümüş... Orası senin, burası benim, yıllar yılı gezmiş
dolaşmış. Her gittiği yerde, insanoğluna iyilik yapmak için, nasıl içinin
yanıp tutuştuğunu anlatmış.
Yine böyle gezip, dolaşıp dururken, bütün gün, sonra bütün bir gece yürümüş,
gökbitimi ışırken, uzakta bir kent görünmüş. Bu kent çepçevre kale duvarıyla
çevriliymiş. Kente girilecek kapıyı bulmuş, içeri yönelmiş. Kapıdan kentin
alanına girince şaşırmış kalmış. Nası şaşırmasın... Alan insanla dolu... Ben
diyeyim yüz bin kişi, sen de üç yüz bin kişi... İnsan yığınının ucu bucağı
görünmüyor. 0 da kalabalığın içine dalmış. Her kafadan bir ses çıkıyormuş.
Adam, konuşulanlara kulak vermiş. Şöyle diyorlarmış:
- Yurttaşlar! Ben sizin iyiliğinizi istiyorum. Beni padişah yapması için
kargalara söyleyin. Kargalar beni padişah yapsınlar. Göreceksiniz. sizlere
çok iyilikler edeceğim. Bu kentin ırmaklarından şerbetler akacak, kaldırım
taşları altından olacak. Yağmur yerine gökten şurup yağdırtacağım. Bir
eliniz yağda, bir eliniz balda olacak. Her Tanrının günü baklava börek
yemekten artık bıkıp usanacaksınız. Öyle rahat edeceksiniz ki, rahat sizi
rahatsız etmeye başlayacak. Sayın yurttaşlarım! Söyleyin kargalara, beni
padişah yapsınlar.
Bütün ağızlardan hep bu sözleri duyan adam şaşırmış. Bir de yanındakine
bakmış ki, yıllarca önce kendisiyle bir dağ başında karşılaştığı ak sakallı
göbeğindeki yaşlı adam değil mi...
- Merhaba baba... demiş. Sakallı da,
- Merhaba oğul... demiş.
- Görüyorum, bu kentte herkes bi türlü konuşuyor. Öyleyse neden bağınp
çağırıyorlar?.. diye ak sakallıya sormuş. Ak sakallı,
- Herkes salt kendisinin iyilik yapabileceğini sanıyor, ama bu iyiliği nasıl
yapacağını bilmiyor da ondan... demiş.
- Bu insanlar hep böyle bağırışırlar mı?
- Hayır. Seçimden seçime bağırırlar. Burada yılda bir seçim olur. Seçim
zamanı gelince herkes kendisinin seçilmesini ister.
- Neden?
- Çünkü herkes salt kendisinin iyilik yapacağını sanır. Hepsi de iyilik
yapmak ister. Kötülük yapmak isteyen hiç yoktur.
- Ne seçilir burada?
- Padişah seçilir... Bu ülke başka ülkelere benzemez. Başka ülkelerdeki
gibi, burada padişah babadan oğula kalmaz. Her yıl halkın içinden yeni bir
padişah seçilir. Seçilen padişah, söz verdiği gibi halka iyilik yaparsa
padişah kalır, yapamazsa ertesi yıl yeni seçim yapılır. Şimdiye dek bir
yıldan çok padişahlık eden çıkmadı.
- Peki, neden «karga, karga!» diye bağırıyorlar?
- Bu ülkede padişahları kargalar seçer de ondan böyle bağırıyorlar.
Derken hava birden kararmış; Gökyüzünü bir karga bulutudur kaplamış. Karga
bulutlarından güneş görünmez olmuş. Kargalar insanların tepesinde uçuşup gak
gaaak diye bağırışırlarken, insanlar da,
- Karga kardeş, karga kardeş, aman beni seç!. diye onlara yalvarırlarmış.
Kargalar böylecene bağıra, uçuşa dursun, içlerinden iri bir karga yere doğru
süzülmüş, iyilik yapmak için dağ bayır dolaşan adamın başının üstünde
dönmeye başlamış. Dönmüş, dönmüş, en sonunda gak diye pislemiş. Sonra yine
göklere yükselmiş.
- Üçte bir padişah oldun, üçte bir padişah oldun! diye adama ünlemeye
başlamışlar.
Neye uğradığını şaşıran adam da, yanındaki Aksakal'a,
- Nedir, ne oluyor?.. demiş. Aksakal,
- Burada padişah seçimi işte böyle olur, demiş. Bir karga, birinin başına üç
kere pislerse o kişi bu ülkeye padişah seçilir. Sen şimdi üçte bir padişah
oldun, demektir. Dua et de, karga yine senin başını seçsin.
Demeye kalmamış, karga yine fır dönüp o adamın başına bir daha etmiş. Alanı
dolduranlar,
- Üçte iki padişah oldun, üçte iki padişah oldun!.. diye bağırmışlar.
Karganın üçüncü işini de yine o adamın başına yapmaması için, herkes kendi
başını açip,
- Karga kardeş buraya, karga kardeş buraya!. diye seslenerek kargaya
yalvarıyormuş.
Karga bu sözleri dinlememiş. Üçüncü kere de yine o adamın başını seçmiş.
Bunun üzerine adamı,
- Padişah oldun!.. diye alıp sallasırt ederek, omuzlarında saraya
taşımışlar. Adam padişah olunca, kendisini padişah yapan kargaların bu
iyiliğini unutmamış. Bütün bostanlardaki, tarlalardaki bostan
korkuluklarının kaldırılması için bir ferman çıkarmış. Kargaları taşlayan,
kışlayanların mahkemeye verip cezalandırmış. Bununla da kalmamış, her evin
kargalara günde bir avuç yem atmasını buyurmuş.
Halk, mırıl mırıl mırıldanmaya başlamış ama, padişahın gözü kargalardan
başkasını görmüyormuş. Böylece ilk yılı geçirmişler. Yeni seçime girmişler.
O ülkenin kişileri yine kentin alanına toplanmışlar. Yine herkes kendisinin
seçilmesi için kargalara yalvarmaya başlamış. Yine hepsi de insanlara iyilik
yapmak istediklerini söylüyorlarmış. Kargalar bulut bulut gelmiş. Yine gök
kararmış. Gak sesleri göklerde uğuldamış. Her yıl padişahı bir karga
seçerken, bu yıl, padişahtan gördükleri iyiliğe teşekkür için, on karga
birden gelip, eski padişahın başına üçer kere pislemişler. O adam yine
padişah olunca kargaların bu iyiliğini unutmamış, herkesin evinde yirmi
karga beslemesini zorunlu kılmış. Kargalara, soğuktan, rüzgardan korunmaları
için yuvalar yaptırmış. Kargalar beslene beslene büyüdükçe büyümüş,
yağlandıkça yağlanmış. Her bir karga bir hindi kadar olmuş.
Derken yine seçim zamanı gelmiş. Padişahı hiç sevmeyen halk mırıldanmış
durmuş, ama neye yarar, bu seçimde hindi kadar yüz karga birden üçer kere,
yine eski padişahın başını beğenmişler. Üçüncü kere padişah olan adam,
- Kargaların üstünde hiçbir bit bulunmayacak... Bitler ayıklanıp, kargalar
temizlenecek. Kargaların ayaklarını cilalayacak, gerilerini yağlayacaksınız!
diye ferman çıkartmış.
Kargalar beslene, bakıla, koyun kadar olmuşlar, hem de günden güne
çoğalıyorlarmış. Bir zaman gelmiş, çoğalan, irileşen kargalar kente
sığışamaz olmuş. Yine seçim zamanı gelmiş. Bu seçimde padişaha daha çok
teşekkür için, beş yüz karga birden üçer kere yine eski padişahın başını
beğenmiş.
Padişah da, kargalara o kadar iyi baktırmış ki, kargalardan kendilerine
kentte yer kalmayan insanlar, evlerini, yurtların kargalara bırakıp, dağlara
bayırlara düşmüşler. Beslenen kargalar sığır kadar irileşmişler.
Bir seçim daha olmuş. Havada sığır kadar iri kargalar uçmaya başlamış.
Onların gürültüsünden kulaklar sağır oluyormuş. Kargalar, padişaha olan
borçlarını ödemek için, bu sefer hep birden gelip, padişahın tepesine
teşekkürlerini bırakmışlar.
İnsanlar, yeniden seçilen padişahı saraya götürmek için yaklaşınca bir de
bakmışlar ki, karga tersinden bir tepe... Padişah da bu tepenin altında
boğulmuş, ezilmiş. Oradaki insanlar, sevinç içinde, yeniden,
- Karga kardeş, beni seç. Karga kardeş, beni seç!. diye bağrışmaya
başlamışlar.