Hikaye

 

 

Kara Kedi

Edgar Allan Poe


Kaleme almak üzere olduğum bu çılgın mı çılgın ama basit mi basit hikayeye inanmanızı ne bekliyor, ne de diliyorum, Bunu beklemem, hele de kendi duyularımın kendi kanıtlarını reddettiği bir olayda, delilik olur. Ne var ki ben deli değilim, kesinlikle rüya da görmüyorum Ama yarın öleceğim ve bugün ruhumu ferahlatmak istiyorum Şu anki amacım evde olup biten olayları basitçe, özlüce ve yorum yapmadan dünyanın gözleri önüne sermek. Yol açtıkları sonuçlar bakımından bu olaylar beni dehşete düşürdü işkence çektim mahvetti. Yine de onları yorumlamaya kalkmayacağım Bana dehşetten başka bir şey vermediler, oysa birçoklarına Barok öyküler kadar korkunç gelmeyecektir. Bundan sonra belki düşlerimi sıradanlığa kavuşturacak akıllı uslu biri bulunabilir. Benden daha sakin, daha mantıklı ve benim kadar heyecanlanmayan biri, korkuyla anlattığım ayrıntıların, çok doğal neden ve sonuçların sıradan bir akışından başka bir şey olmadığını görecek biri.

Çocukluğumdan beri, yumuşak başlı ve insancıl kişiliğimle dikkat çekmişimdir. Yüreğimin yufkalığı o kadar belirgindi ki arkadaşlarımın şakalarına hedef olurdum Hayvanları özellikle severdim, ailem de çeşit çeşit ev hayvanıyla beni şımartmıştı. Zamanımın çoğunu onlarla geçirirdim, en mutlu olduğum dakikalar onları beslediğim ve okşadığım anlardı. Kişiliğimin bu özelliği ben büyüdükçe arttı, yetişkin bir erkek olduğumda belli başlı zevk kaynağım da bu özelliğim oldu. Sadık ve akıllı bir köpeği sevmekten mutluluk duyanlara, bu sayede elde edilebilen mutluluğun yoğunluğunu anlatmama gerek yok. Bir köpeğin cömert ve fedakarca sevgisinde öyle bir şey vardır ki insanoğlunun hiçbir değeri olmayan dostluğunu ve bir örümcek ağı kadar dayanıklı sadakatini sınama fırsatım sık sık bulmuş kişilerin ta yüreğine işler.

Erken evlendim, karımın da benim gibi cana yakın bir kişiliğe sahip olduğunu görmek beni mutlu etti, Ev hayvanlarına düşkünlüğümü anlayınca en hoş türlerden birkaçını temin etmekte zaman kaybetmedi. Kuşlarımız vardı, kırmızı balıklarımız, güzel bir köpek, tavşanlar, küçük bir maymun ve bir kedi.

Bu sonuncusu dikkati çekecek kadar büyük ve güzel bir hayvandı, kapkara ve insanı şaşırtacak kadar zeki. Yüreğinin derinliklerinde batıl inançlar beslemekten geri kalmamış olan karım, kedinin zekasından söz ederken kara kedileri tebdil kıyafetli cadılar olarak gören o eski halk inancına sık sık atıf yapardı. Elbette asla ciddiye almıyordu bunu, ben de yalnızca şimdi hatırladığım için konuya değiniyorum

Pluto, kedinin adı buydu, en sevdiğim hayvanım ve oyun arkadaşımdı. Onu yalnızca ben beslerdim, o da evin içinde nereye gitsem benimle gelirdi. Hatta sokakta da beni takip etmesine zor engel olurdum

Dostluğumuz böylece birkaç yıl sürdü. Bu yıllar boyunca ise (itiraf ederken kızarıyorum) benim genel kişiliğim ve mizacım İblisin Taşkınlığı aracılığıyla kökten bir değişim geçirerek kötüye doğru gitti. Gün be gün daha küskün, daha huysuz, başkalarının duygularını umursamaz bir adam oldum. Karıma sert dille hitap etmek gibi kötü şeyler yaptım Sonunda, ona şiddet bile gösterdim Tabii evdeki hayvanlar da huyumdaki değişiklikten nasiplerini aldılar. Onları ihmal ettiğim yetmiyormuş gibi kötü de davrandım Ama Pluto'ya hala ona kötü davranmayacak kadar saygı besliyordum, oysa tavşanlara, maymuna, hatta köpeğe bile, kazara ya da sevgi istemek üzere yoluma çıktıklarında kötü davranmaktan çekinmiyordum Ama hastalığım gittikçe benliğimi sardı alkol hangi hastalığa benzer ki!ve sonunda, artık yaşlanan, dolayısıyla biraz huysuzlaşan Pluto da hırçın huylarımdan etkilenmeye başladı.

Bir gece şehirdeki uğrak yerlerimden birinden eve sarhoş döndüğümde, kedinin benden kaçtığı izlenimine kapıldım Onu yakaladım Kedi, böyle şiddetle davranışımdan korkunca dişlerini elime geçirip hafifçe yaraladı, İşte o zaman iblisçe bir öfke bürüdü içimi. Artık kendimi bilmiyordum Asıl ruhum o an bedenimden kaçıp gitmişti, içkinin beslediği şeytandan da öte bir kötülük bedenimdeki bütün dokuları harekete geçirdi. Yeleğimin cebinden bir çakı çıkardım, açtım, zavallı hayvanı boğazından yakalayıp bile bile bir gözünü oydum! Bu menfur vahşeti kaleme alırken kızarıyorum, yanıyorum, tir tir titriyorum.

Sabah aklım başıma gelince uyku gecenin sefahatinin alevini söndürünce işlediğim suç yüzünden hem dehşete kapıldım hem de pişman oldum Ama pek zayıf ve müphem bir duyguydu bu, ruhumu etkilememişti. Yine aşırılıklara gömüldüm ve çok geçmeden yaptığımın bütün anısını şarapta boğdum.

Bu arada kedi yavaş yavaş iyileşti. Doğru, çıkan gözünün oyuğu korkunç bir görünüm arz ediyordu ama acı çekiyora benzemiyordu. Her zamanki gibi evde dolaşıyor ama bekleneceği gibi, beni görünce dehşete kapılarak kaçıyordu. Eski duygularımdan bir parça kalmış olmalıydı ki, beni bir zamanlar çok seven bu yaratığın nefretini bu kadar belli etmesine üzüldüm. Ama bu duygu çok geçmeden yerini hiddete bıraktı. Sonra da, sanki son ve geri döndürülemez  düşüşüme yol açmak üzere, ruhumu SAPIKLIK sardı. Felsefe böyle ruhlardan söz etmez. Oysa ruhumun yaşadığından emin olduğumdan daha eminim ki sapıklık insan yüreğinin ilkel dürtülerinden biridir. İnsanın kişiliğine yön veren başlıca yetilerin, duyguların ayrılmaz parçasıdır. Yapmaması gerektiğini bildiği halde, kim kendini yüz kere kötü ya da budalaca bir şey yaparken bulmamıştır ki? Sağduyumuzun gücüne rağmen, Kanun denen şeyi, yalnızca öyle anladığımız için ihlal etmeye bitmez tükenmez bir eğilim göstermez iniyiz? Evet, beni asıl mahveden bu sapıklık oldu. Hiçbir suçu olmayan hayvana verdiğim zararı sürdürmeye ve sonunda tamama erdirmeye beni iten, işte ruhun kendi kendini taciz etmeye kendi tabiatını yaralamaya, yalnızca kötülük etmek için kötülük etmeye duyduğu bu anlaşılmaz özlemdi. Bir sabah, soğukkanlılıkla boğazına bir ilmek geçirdim ve bir ağacın dalma astım. Gözlerimden yaşlar akarak, yüreğimde derin bir pişmanlıkla astım. Astım çünkü beni sevdiğini biliyordum ve çünkü ona zarar vermemi haklı çıkaracak bir şey yapmadığını hissediyordum. Astım çünkü asmakla günah işlediğimi biliyordum. Öyle ölümcül bir günahtı ki ölümsüz ruhumu En Merhametli ve En Dehşetli Tanrı'nın sonsuz merhametinin bile eğer böyle bir şey mümkünse erişemeyeceği kadar tehlikeli sulara atıyordu.

Bu en zalimce işin yapıldığı günün gecesinde, yangın var çığlıklarıyla uyandım. Yatağımın perdeleri alevler içindeydi. Bütün ev yanıyordu. Karım, bir hizmetkar ve ben canımızı alevlerden zor kurtardık. Pier şey mahvolmuştu. Bütün dünyevi servetimi alevler yutmuştu, ben de bundan sonra kaderime razı olmak zorundaydım.

Neden ve sonuç, felaket ve vahşet arasında bir ilişki kuracak kadar zaafa düşmüş değilim. Ama bir olaylar zincirinin ayrıntılarını veriyorum ve bir muhtemel bağlantıyı eksik bırakmak istemem Yangının ertesi günü, evin enkazına bakmaya gittim. Biri hariç bütün duvarlar çökmüştü. Çökmemiş tek yer evin aşağı yukarı ortasında, pek kalın olmayan ve yatağımın baş kısmı davalı olan ara duvardı. Sıvalar büyük ölçüde yangına direnmişti, bu durumu duvarın yeni sıvanmış olmasına atfettim. Bu duvarın çevresine yoğun bir kalabalık toplanmıştı ve birçoğu duvarın belirli bir kısmını ince ince, büyük bir merakla inceliyorlardı. "Ne tuhaf!", "Hiç böyle bir şey görmedim!" ve buna benzer konuşmalar merakımı uyandırdı. Yaklaştım ve beyaz yüzeye alçak kabartma yapılmış gibi duran dev bir figür gördüm: Bir kedi. Görüntü gerçekten de şaşırtıcı bir doğruluktaydı. Hayvanın boğazında bir ip vardı.

Bu hayaleti başka bir gözle bakamazdım onu ilk gördüğümde müthiş bir şaşkınlık ve dehşet duydum. Ama sonunda aklım yardımıma koştu. Hatırladığıma göre, kedi eve bitişik bahçede asılmıştı. Yangın alarmı verilince kalabalık bu bahçeye doluşmuş, içlerinden biri de hayvanı ağaçtan indirip açık pencereden içeri, benim odama fırlatmıştı. Belki de beni uyandırmak amacıyla yapılmıştı bu. Diğer duvarların çöküşü de zalimliğimin kurbanını taze sıvaya gömmüştü. Kireç, alevler ve leşten çıkan amonyak gördüğüm portreyi tamamlamıştı.

Böylece, ayrıntılarını verdiğim irkiltici olayın ortaya çıkış nedenini bularak vicdanımı değilse de mantığımı rahatlatsam da, durum hayal gücümü derinden etkilemişti. Aylarca kedinin hayaletinden kurtulamadım. Bu süre boyunca ruhumu, pişmanlık gibi görünse de olmayan yarım bir duygu kapladı. Hayvanın kaybından üzüntü bile duydum, hatta artık sürekli ziyaret ettiğim süfli yerlerde, kedinin yerini alacak aynı türden ve benzer görünümde bir ev kedisi aradım.

Bir gece, rezil bir inde yarı bilinçsiz otururken birden dikkatimi siyah bir nesne çekti, Dairenin başlıca mobilyasını oluşturan devasa cin ya da rom fıçılarından birinin üstünde uyukluyordu. Birkaç dakikadır bu fıçının tepesine gözümü hiç ayırmadan bakıyordum ki üstündeki nesneyi daha önce hiç görmemiş olduğumu hayretle fark ettim. Yaklaştım ve ona dokundum. Siyah bir kediydi, çok büyük, neredeyse Pluto kadar büyük ve bir şey hariç her yönüyle ona çok benzeyen. Pluto'nun bedeninin hiçbir yerinde tek bir beyaz tüy yoktu, oysa bu kedinin neredeyse bütün göğsünü kaplayan, neye benzediği belirsiz de olsa büyük beyaz bir leke vardı.

Dokunduğumda kedi hemen ayaklandı, gürültüyle mırıldadı, kafasını elime sürttü ve onunla ilgilenmeme sevinmiş göründü. İşte tam aradığım yaratıktı bu. Dükkan sahibine kediyi satın almak için para teklif ettim ama kedi adamın değildi, hayvanı tanımıyordu, daha önce hiç görmemişti.

Kediyi okşamaya devam ettim, eve gitmeye hazırlanınca hayvan benimle birlikte gelmek istediğini gösterdi. Ben de izin verdim, yürürken arada bir eğilip okşadım Eve gelince derhal yerleşti ve hemen karımın sevgilisi oldu.

Bana gelince, çok geçmeden içimde kediye karşı bir hoşnutsuzluk uyandı. Beklediğimin tam tersiydi bu duydu. Nasıl ve neden olduğunu bilmiyorum, bana düşkünlüğü beni iğrendiriyor, sinirlendiriyordu. Yavaş yavaş bu iğrenme ve sinirlenme duyguları acı bir nefrete dönüştü. Hayvandan uzak durdum Bir utanç duygusu ve eskiden yaptığım zalimliği hatırlamam hayvana fiziki olarak kötü davranmamı engelliyordu. Birkaç hafta ona ne vurdum ne de başka bir şiddet belirtisi gösterdim ama yavaş yavaş çok yavaş hayvana dile getiremeyeceğim bir nefret duymaya başladım ve tiksindirici varlığından vebanın nefesinden kaçar gibi sessizce kaçmaya başladım.

Kuşkusuz hayvandan nefret etmemin nedenlerinden biri de onu eve getirdiğimin ertesi sabahı, Pluto gibi bir gözü olmadığını keşfetmemdi. Oysa bu durum, karımın onu daha da sevmesine yol açmıştı. Daha önce de dediğim gibi karım, eskiden beni herkesten farklı kılan özellik olan ve en basit ve en saf zevk kaynaklarımdan çoğunu oluşturan insancıl duygulara sahipti.

Ne var ki kediye duyduğum tiksintiyle birlikte hayvanın bana sevgisi de artmıştı. Adımlarımı öyle azimle takip ediyordu ki okura bunu anlatmak çok zor. Nereye otursam, koltuğumun altına kıvrılır ya da dizlerime sıçrayıp beni iğrenç okşamalara boğardı. Ayağa kalkıp yürümeye başlasam, ayaklarımın arasına girip neredeyse düşmeme yol açar ya da uzun ve keskin tırnaklarını üstüme geçirip göğsüme tırmanırdı. Böyle zamanlarda bir vuruşta onu öldürmeyi çok istesem de, kısmen eski suçumun anısıyla ama asıl hemen itiraf etmeliyim hayvandan ölümüne korktuğum için böyle bir şeye kalkışmazdım

Bu korku elle tutulur bir kötülük karşısında duyulan korku değildi, yine de başka nasıl tanımlanacağını şimdi bilemiyorum Kabul etmeye utanıyorum, evet bu mücrim hücresinde bile utanıyorum ama hayvanın bende uyandırdığı dehşet ve korku insanın hayal edebileceği, gerçekleşmesi en olanaksız şey yüzünden daha da artmıştı. Karını birçok kez kedinin size sözünü ettiğim beyaz tüylerinin biçimine dikkatimi çekmişti, bu garip hayvan ile öldürdüğüm kedi arasındaki görünür tek farktı. Okur hatırlayacaktır, bu leke, büyük olsa da ilkin çok belirsizdi ama yavaş yavaş fark edilmeyecek kadar yavaş ve uzun süre mantığımın hayal ürünü diye reddettiği bu leke belirli ve kesin bir biçim almıştı. Leke şimdi adlandırırken titrediğim bir nesnenin biçimine bürünmüştü ve bu yüzden ondan korkuyor, dehşete kapılıyordum ve eğer cesaret edebilseydim o canavardan bu yüzden kurtulurdum şimdi, evet, o leke iğrenç bir dehşet verici bir şeyin bir DARAĞACI'nın resmiydi! Ah, Dehşet'in ve Cinayet'in ve Acı'nın ve Ölüm un hazin ve korkunç makinesi!

İnsanoğlunun çaresizliğinin ötesinde bir çaresizlik içindeydim Ve acımasız bir hayvan hemcinsini hor görerek öldürdüğüm hayvan acımasız bir hayvan, beni Yüce Tanrı'nın suretinde yaratılmış bir insanı dayanılmaz acılara gark ediyordu! Heyhat! Artık ne gece ne de gündüz huzura kavuşabiliyordum! Gündüzleri yaratık beni bir an bile yalnız bırakmıyordu, geceleri de dile getirilmez derecede korkunç rüyalardan saat başı uyanıp o şeyin sıcak nefesini yüzümde hissediyordum Bütün ağırlığıyla da itip kurtulma gücünü bulamadığım etten kemikten bir kabus sanki ebediyen yüreğimin üstüne çökmüştü!

Böyle işkencelerin baskısı altında içimdeki iyilik kırıntıları da yitip gitti. Artık en yakın dostlarım iblisçe düşüncelerdi, düşüncelerin en karanlık ve en şeytanisi. Olağan huysuzluğum her şeyden ve bütün insanlıktan nefrete dönüştü. Şimdi kendimi körcesine bıraktığım sık, ani ve gemlenemeyen öfke nöbetlerinden en fazla payı, heyhat, acı çekenlerin en sabırlısı olan ve hiç yakınmayan karım alıyordu.

Karım bir gün eve gerekli bir şey için benimle birlikte yoksulluk yüzünden oturmak zorunda olduğumuz eski binanın kilerine indi. Kedi dik merdivenlerde ardımdan gelmiş, neredeyse beyin üstü düşmeme yol açmış ve çılgınca öfkelenmeme neden olmuştu. Bir balta kaptım ve kızgınlığımdan o zamana kadar elimi tutmama yol açan çocukça korkuyu unutarak hayvana doğru savurdum, eğer istediğim yere isabet etseydi tabii ki o anda ölecekti. Ama karımın eli darbeyi önledi. İşime karıştığı için iblisçe, hatta daha da korkunç bir öfkeye kapılarak kolumu pençesinden kurtardım ve baltayı beynine indirdim Tek bir inilti bile çıkarmadan oracıkta yığılıp öldü.

Bu iğrenç cinayeti işledikten sonra, bilerek ve isteyerek cesedi saklama işine giriştim. Gündüz de olsa gece de, komşuların görme tehlikesini göze almadan evden çıkaramazdım Aklıma birçok düşünce geldi. Bir süre cesedi küçücük parçalara ayırıp yakmayı düşündüm. Sonra kilerin döşemesinde bir mezar kazmaya karar verdim. Derken, bahçedeki kuyuya atma, bir mal gibi sandığa koyup ambalajlama ve bir hamal tutup evden taşıma üzerinde durdum. Sonunda bunların hepsinden çok daha uygun bir yol buldum. Ortaçağ keşişlerinin kurbanlarını duvara gömmesi gibi, ben de cesedi kilerin duvarına örecektim.

Kiler, böyle bir amaç için çok uygundu. Duvarları gevşek örülmüştü ve yakın bir zamanda üstüne kaba sıva sürülmüş, rutubet yüzünden de bu sıva sertleşmemişti. Üstelik, duvarlardan birinde sahte bir baca ya da ocağın neden olduğu bir çıkıntı vardı, sonradan doldurulmuş ve kilerin öbür duvarlarının görünümüne benzetilmişti. Tam bu noktada tuğlaları söküp cesedi içine koyabileceğimden emindim, sonra da eskisi gibi duvarı örerdim, hiçbir göz kuşkulu bir şey fark etmezdi.

Bu hesabımda yanılmıyordum. Bir küsküyle kolayca tuğlaları söktüm, cesedi dikkatle iç duvara dayayıp öylece dik durmasını sağladım ve hiçbir zorluk çıkmadan bütün duvarı eskisi gibi ördüm. Kireç, kum ve lif temin ettikten sonra her türlü tedbiri alarak eskisinden ayırt edilemeyecek bir harç hazırladım ve yeni örülmüş duvarı sıvadım Bitirdiğimde her şeyin düzgün gittiğinden emindim. Duvarın sökülüp tekrar örüldüğü hiçbir biçimde belli olmuyordu. Yerdeki çöpleri büyük bir dikkatle tek tek topladım. Etrafa muzaffer bir edayla baktım ve kendi kendime, "En azından burada çabalarım boşa çıkmadı" dedim

Atılacak ikinci adım, bunca sefilliğin asıl nedeni olan hayvanı aramaktı çünkü sonunda onu da öldürmeye kesin karar vermiştim. O anda bulabilseydim, kaderi konusunda hiçbir kuşku bulunmayacaktı. Ama anlaşılan kurnaz hayvan bir önceki öfkemi hatırlayıp tehlikeyi sezmiş, ben bu haldeyken kendini göstermek istememişti. O iğrenç yaratığın yokluğu yüreğimde öyle bir derin ferahlık uyandırdı ki anlatmak ya da hayal etmek mümkün değil. Gece de ortalarda görünmedi, dolayısıyla hayvan eve geldiğinden beri ilk kez bir gece olsun derin ve sakin bir uykuya daldım. Evet, cinayetin ruhumda çöreklenmesine rağmen uyudum.

İkinci ve üçüncü gün geçti, işkencecim hala gelmemişti. Artık özgür bir adam gibi soluk alıyordum. Canavar dehşete kapılarak evden ebediyen kaçınıştı! Mutluluğum tamdı! Zalimce bir iş yaptığım için pek de suçluluk duymuyordum. Bir iki kişi karımı sormuş, ben de gerekli cevapları vermiştim Hatta bir arama yapıldı, tabii hiçbir şey bulunamadı. Gelecekte mutlu yaşayacağıma güveniyordum.

Cinayetin dördüncü günü hiç beklenmedik bir biçimde polisler gelip evi baştan aşağı titizce aramaya başladı. Ancak cesedi sakladığım yerin asla bulunamayacağına güvendiğimden, herhangi bir sıkıntı duymadım Polisler evi ararken benim de yanlarında olmamı istediler. Aramadık hiçbir köşe bucak bırakmadılar. Sonunda, üçüncü ya da dördüncü kez kilere indiler. Kılım bile kıpırdamadı. Masum uykudaki insanlar gibi sakin sakin atıyordu yüreğim Kileri bir uçtan öbür uca dolaştım. Kollarımı göğsümde kavuşturup rahat rahat ileri geri yürüdüm Polisler tatmin olmuş, gitmeye hazırlanıyorlardı. Yüreğimdeki sevinç öyle güçlüydü ki dayanamadım Zaferimi kutlayacak bir söz söylemek, hiçbir suçum olmadığından emin olmalarını sağlamak için yanıp tutuşuyordum

Sonunda, polisler basamaklardan yukarı çıkarken, "Beyler" dedim, kuşkularınızı yatıştırabildiğim için çok memnunum Hepinize sağlık ve biraz daha nezaket dilerim Bu arada, beyler, bu ev... Bu ev son derece iyi inşa edilmiştir" (bir iki rahat laf etmeyi o kadar istiyordum ki ağzımdan çıkanı işitmiyordum bile) "hatta diyebilirim ki mükemmel inşa edilmiş bir evdir. Bu duvarlar, gidiyor musunuz beyler?bu duvarlar çok sağlamdır". Tam o sırada, çılgınca bir cesaret gösterisiyle, duvarın arkasında karıcığımın cesedinin durduğu bölüme elimde tuttuğum bastonla hızla vurdum,

Tanrı beni Baş Zebani'nin yılan dişlerinden korusun ve kurtarsın! Duvara indirdiğim darbelerin yankısı dinip de sessizlik çöktüğü anda, mezardan gelen bir ses bana cevap verdi! Bir ağlama sesi, önce boğuk ve kırık, bir çocuk ağlıyormuş gibi, sonra tek bir uzun, yüksek ve sürekli bir çığlık, olağandışı ve asla bir insandan çıkmayacak bir ses, bir uluma, iniltili bir feryat, varı dehşet, yarı zafer dolu, ancak cehennemden gelebilecek, acı çeken lanetlilerin gırtlaklarından ve lanetlemenin zevkini çıkaran şeytanlardan bir avazdan çıkan bir çığlık,

Ne düşündüğümü anlatmak saçma olur, Bayılacak gibi olup karşı duvara doğru sendeleyerek yürüdüm Merdivenlerde duranlar işittikleri dehşet ve korkuyla bir an hareketsiz kaldılar. Bir an sonra ise bir düzine güçlü kol duvarı sökmeye başlamıştı. Duvar olduğu gibi çöktü. Çoğu kısmı çürümüş, üstü pıhtılaşmış kanla kaplı ceset herkesin gözü önünde dimdik duruyordu. Başında, kıpkırmızı uzamış ağzı ve ateşten tek gözüyle, bütün maharetiyle beni cinayete sürükleyen ve gammaz sesiyle beni celladın eline veren o iğrenç hayvan oturuyordu. Canavarı duvardaki mezara gömmüştüm.


 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült