Hikaye

 

 

Horozlar

Onat Kutlar


Yirmi dakika varmış büyükanne!» dedi çocuk. Yaşlı kadın başını salladı ve sulanmış kara taş döşemeli avlunun kiler kapısına açılan kuytu köşesine gözlerini dikip beklemeye başladı. O kiler kapısından gizli bir serinlik yayılıyordu ortalığa. Taş döşeme avlu, üstüne su yerine kolonya dökülmüş gibi, bu hafif akşamüstü serinliğinde ürperiyordu. Kenarlarda, ayak basılmayan yerlerde taş aralıklarından yeşil otlar ve aslanağızları fışkırmıştı. Bir kedi sinirli ve kırık çizgiler gibi sıçrıyor, ağzının yanıyla otları çiğnemeye çalışıyordu.

«Karnı ağrıyor!» diye bağırdı çocuk, «Karnı ağrıyınca çimen yer kedi...» Bunu kendi deneyleri sonucu öğrenmiş gibi sevinçliydi. Elindeki delikli kuruşları bir yana fırlattı. Gitti, kediyi boynunun arkasından, derisinden yakalayıp kaldırdı. Hayvan büzüldü.

«Bırak oğlum onu!» dedi yaşlı kadın. «Git bir daha sor. Kaç dakika kalmış.»

«Şimdi sordum,» dedi çocuk. Kedinin ağzına zorla çimenleri sokmaya çalıştı.

Döşeme, suyun cızırtılarla soğuttuğu ağır bir taş gibi buğu içindeydi. Gökyüzünden sürüyle şeytan tüyü uçup gidiyordu. Biri avluya indi. Duvarlara süründü, yuvarlandı. Yirmi dakikayı uzun bir yokuş gibi ağır adımlarla yürüyen kadın, gözleriyle tüyü sürdü. Tüy bir süre duvarlarda yuvarlandıktan sonra yere indi ve birden döşemenin ıslaklığına tutuldu, yapıştı kaldı. Yaşlı kadın korktu. O uzun yokuşun ortasında kaldığını düşündü.

«Pis,» diye bağırdı çocuk. Kediyi fırlattı, attı. Kümeste iki horoz sanki tam bu an için hazırlanmışlar gibi gürültülü bir kavgaya başladılar. Yaşlı kadın yokuşu yürüyüp çıktığını gerilerde kalan bu iki tanıktan anladı ve sevindi.

Açlık hafifçe başını döndürüyordu. Midesinde kocaman bir kesekağıdının havayla şiştiğini, çeperlerine dokunduğunu, yukarı doğru çıktığını duyuyordu. Yıllardır her ramazan, otuz günün birini bile kaçırmaksızın dayandığı bu açlığı bugün ilk olarak duyduğunu sandı. Şunun şurasında yirmi dakika kaldı diye düşündü. Şu yirmi dakika bir geçse.

«Hadi oğlum!» dedi. Çocuk isteksiz bir yüzle kapıya kadar gitti. Sonra birden aklına gelmiş gibi sevinçle döndü:

«Gitmesem daha iyi olur. Annemgil şimdi gelirler, babamda saat var...» dedi.

Büyükannenin canı sıkıldı. Şimdi gelirler mi onlar, diye geçirdi içinden, belki de yolda açarlar oruçlarını..

Ama çocuk kapıya gitti. Açtı ve eliyle koymuş gibi annesiyle babasını orada buldu.

«Ben demedim mi!» dedi annesine.

«Ne dedin?»

«Sizin şimdi geleceğinizi.»

«Nasılsın anne?» dedi adam. Yorgundu. Belki biraz da şefkat duygusu vardı yüzünde.

Yaşlı kadın kısaca:

«İyiyim,» dedi. «Kaç dakika var?»

«Sekiz. Acıktın mı?»

«Eee, ihtiyarlık oğlum. Dayanamıyorum artık.»

«Beş yüz sayınca top atılacak!» diye bağırdı çocuk. Saymaya başladı. Dipteki kapıdan bir serinlik yaladı geçti ortalığı. Aslanağızları biraz daha açıldılar. Bahçe musluğu şırıltıyla akmaya başladı. Eski bir cami avlusunun, kenarlarını otlar bürümüş bir mescit havuzunun sessizliği geldi, kıvrıldı, uzandı. Çocuk, küçük, gümüş saplı anahtarlar gibi sayıları bir yana yığıyordu. Yanındaki küme gittikçe çoğaldı, sofraya doğru yayıldı.

«Dört yüz kırk biir, dört yüz kırk ikiii!»

Babanın peçetesinin kenarına iki anahtar düştü:

«Dört yüz kırk sekiz, dört yüz kırk dokuz!»

«Sus oğlum» dedi babası.

«Dört yüz elli biir Az kaldı baba. Şimdi biter.»

Sonra babası ile konuştuğu sırada geçen zamanı hesapladı. Ve yeniden sayarken dört yüz elli beşten başladı. Ama bu hesabı yaparken geçen zamanı düşünmedi. Büyükanne bu farkı hesapladı ve top dört yüz doksan sekizde atılacak diye geçirdi içinden. Bundan kimsenin bilmediği bir üstünlük payı çıkardı.

Genç kadın aceleyle sofrayı hazırladı. Oturdular.Dört yüz yetmiş dokuz Büyükanne sayılarla uğraşıyordu. Açlık onu eskisi kadar düşündürmüyordu. Buna karşılık oğluyla genç karısı gittikçe sabırsızlanıyorlardı. Hatta ekmeklerini koparıp çatallarını ellerine aldılar. Çocuk, küçük bir tepe gibi yığılan gümüş saplı anahtarların arasında kaybolmuştu.Dört yüz seksen sekiz Kimseyi düşünmüyordu. Düzgün aralıklarla sayan sesi kumruların boğuk seslerine, açık musluğun şırıltısına ve testinin ağzından uzak vapurların düdüklerini yansıtan rüzgarın uğultusuna karışıyor, gökyüzünde kayboluyordu. Belki bütün bunlar o bekleyişi uzatıyor, yasağın acısını bilinçsizce arttırıyor, açlıktan yorulmuş gözlerdeki küçük kıvılcımları körüklüyordu.Dört yüz doksan beş.. Dört yüz doksan altı

Büyükanne hazırlandı. Ve gök tam dört yüz doksan sekizde büyük bir hah gibi yırtıldı. Adam ve karısı hızla uzattılar ellerini. Ağızlarına birer parça ekmek alıp suyu büyük yudumlarla içtiler. Çocuk ise top sanki beş yüzde bir daha atılacakmış gibi beş yüze kadar saydı. Sonra anahtarların arasından silkinip çıktı. Yemeğe meyvelerden başladı.

Büyükanne birden yemeğe başlamadığını farketti. Ve o anda içine usulca doluşan o kıvamlı sabır ve kıvanç duygusuna gömüldü. Bu duygu ona uzun zaman aynı cepte ısınmış rahat bir elin bildik anılarını çağırdı. Bunca yıldır her sıkıntının, her acının, nice ramazan günlerinin sonunda gelen buydu işte. Böyle anlarda serseri rüzgarların çalkayıp durduğu karmakarışık su yüzeyinden ağır bir taş gibi dibe çöker dinlenirdi. Kim bilir belki de bütün ömrü boyunca her şeye bu özgürlüğü düşünerek katlanmıştı. Gittikçe sevindi ve büyüdü içinden. Artık yağma yok diye geçirdi. İstese elini yemeğe uzatabilirdi. Ama uzattığı anda bu üstünlüğünü kaybedeceğini biliyordu. Öbürlerine küçümseyen gözlerle baktı. Tuhaf bir haz içinde kulaklarını kaşık çatal seslerinin ötesindeki duygulu uğultuya dikti. Daldı. Gökyüzünde doluna dönüşen soluk bir ay kırması yapışık, duruyor, yarasalar sessiz kanat çırpışlarıyla küçük esintiler getiriyorlardı. Sonra bahçe ve uzun bacalar... Birden oğlunun sesi ile irkildi:

«Ne o anne? Yemiyor musun?» Silkindi çıktı.

Öbürü genç kadın aptalca cevap yetiştirdi:

«Duasını okuyor.» Büyükanne kızdı:

«Bir şey okuduğum yok!..» diye bağırdı. Ve kocaman bir lokmayı hırsla ağzına attı. Yemeği hızlı hızlı yediler. Büyükanne o kızgınlık içinde sofrada ne varsa sildi süpürdü. Genç kadın sofrayı topladı. Kümesin yanındaki sedire bir örtü açtı. Bütün aile sanki yapılması ya da konuşulması gereken bir şey varmış gibi sedirin bulunduğu köşeye toplandı. Havada ışığın çevresinde sürüyle kanatlı böcek. Çocuk büyük bir yastığa dayanır gibi serin yaz gecesine dayandı. Genç kadın uzun zaman elde dolaşmaktan kirlenmiş bir kumaşa dikkatle nakışlar işliyordu. Büyükanne uzun boylu somurttu. Kimsenin yüzüne bakmadı. Sonra somurtmaya devam ediyormuş pozunu takınıp uyuklamaya başladı. Adam bu aradan faydalanıp bütün bir günü yeniden yaşadı. Sonra sıkıldı. Yavaşça:

«Anne,» dedi. «Uyuyor musun?»

Karısı bu çok eğlenceli bir şeymiş gibi fıkır fıkır güldü. Büyükanne göz kapaklarını kaldırmadan usulca gülümsemeye çalıştı:

«Yok canım ne uyuması!» dedi. Sonra bir şeyler mırıldandı ve daldı. Adam sevgi dolu gözlerle takıldı:

«Anne,» dedi. «Seni şu Ethem Efendi'yle evlenecek diyorlar, doğru mu?»

Büyükanne azıcık uyanır gibi oldu. Uyanık olduğunu ispat için yarım yamalak duyduklarını tekrarladı:

«Ethem Efendi yaa!» dedi. «Doğru yaa!»

Genç kadın yine fıkırdadı.

«Peki anne, bu Ethem Efendi sana aşıkmış öyle mi?»

«Aşık zahir oğlum..» diye mırıldandı büyükanne. «Ethem Efendi...»

Sonra söylediklerini yeniden düşündü. Birden ayıldı. Sert bir yüzle:

«Kim Ethem Efendi?» diye bağırdı. «Alay etmeyin benimle!» Kızgınlıktan başını iki yana sallıyordu. «Bu geçkin günümde söyletmeyin beni. Bırakın yahu!»

Adam yumuşatmak için gülümsedi! Bir yandan da önemli bir iş becermiş gibi karısına baktı. Sonra ikisi birden bilgiç bilgiç başlarım salladılar. Büyükanne artık bunamaya başlıyordu. Bu yargılarından, onun bütün davranışları karşısında hiç düşünmeme gibi bir sorumsuzluk payı çıkardıklarından sevindiler.

Büyükanne ise birden bağırmakla yaptığı yanlışı anladı. Herkesi gücendirmişti. Ve yüz yıla yaklaşan ömrünün şimdi ona bunca değerli görünen bir yığın deneyini artık kimseye anlatamayacaktı.

Horozlar çiğ ışıkta uyuyorlardı. Onları birden uyandırmak istedi. «HOROZLAR! HANİ O HOROZLAR!» falan cinsinden bir şeyler geçti içinden. Sanki bir zamanlar horoz muymuş, yoksa horozların içinde mi doğmuş, yoksa bir gece düşünde bir horoza mı binmiş, yoksa erkek horozlar, dişi horozlar?.. Ne bileyim. «HOROZLAR! HANİ O HOROZLAR!» Öyle bir şeyler geçti içinden işte. Dipteki kapıdan yayılan o serinlik gibi. Kızgınlığını, her şeyini unuttu. Oğlunu, oğlunun karısını unuttu. Horozları uyandırmak istedi. Tam bunu yapacaktı sedir gıcırdadı. Ve büyükanne aile çevresinin sert kalıpları içine düştü. Artık horozları doğrudan doğruya uyandıramazdı. Bir yol bulmalıydı. Ama o kadar çeşitli yollar vardı ki, düşündü düşündü, sonunda en tuhafını en olağanı budur diye seçti. Bir söyleve başlar gibi yüzüne çeki düzen verdi. Uzun boylu konuşan görmüş geçirmiş birinin öyküsünün sonunu bağlamak için sıkıştırdığı o beylik cümleyi bir çırpıda söyledi:

«Yaa, işte böyle!..»

Adam ve karısı önce şaşkınlıkla baktılar. Sonra az önce verdikleri yargıyı düşünerek gülümsediler. Büyükanne bu gülümseyişten cesaret aldı. Uyuyan çocuğun yanağına bir fiske attı. Çok gülünç bir sözü tekrarlar gibi sırıtarak:

«Yaa, işte böyle!» dedi yeniden. Çocuk uyandı. Uyku sersemi bağırdı:

«Anneee! Ne böyle?»

Büyükanne o cümleyi çocuğu eğlendirmek için söylemiş pozunu takındı. Ağzını soytarılar gibi çarpıttı.

«Vaziyet böyle..» dedi. Sonra daha gülünç bir şey yapmak istercesine kümese döndü, çocuğa eliyle horozları göstererek:

«Öörööööö!» diye bağırdı. Çocuk hiç gülmedi. Tersine kızdı. Büyükanne memnundu. Horozların uyanıp, cevap vermelerini bekledi. Horozlar uyanmadılar. Bir tavuk hafifçe gıdakladı. Adam ve karısı kıs kıs gülüyorlardı. Büyükanne fırsatın henüz geçmediğini düşündü. Yeniden:

«Oörööööö!» diye bağırdı. Çocuk şaşkınlıkla fırladı kalktı yerinden.

«Niye ötüyorsun büyükanne be?» dedi.

Kadın kocasının kulağına eğildi, «İyice bunamış,» dedi. Adam başını salladı.

O anda büyükanne durumunu kavradı. Sonsuz bir gülünçlüğün ortasındaydı. Öbür yanda «Horozlar.. Hani o horozlar..» Zavallıydı. Bitkindi. Her şey bitmişti. Bezgin bir yüzle kümese döndü, hüzünlü, ama gülümser gibi tatlı bir sesle:

«Uyansana çil horoz.. Uyansana çapar horoz!» dedi.

Ve horozlar o anda uyanıp ötmeye başladılar.

 

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült