Hikaye

 

 

Hırsızlık

Katherine Anne Porter


Girdiğinde, çanta elindeydi. Odanın ortasında, bornozuna sarınmış, ıslak havlusunu yerde sürüyerek dururken, olanları gözlerinin önüne getirdi, hepsi açık seçik aklımdaydı. Evet, mendiliyle kuruladıktan sonra iç gözü ters yüz etmiş, çantayı sedirin üstüne yaymıştı. Üst geçitteki metroya binmeyi düşündüğünde, yol parası var mı diye bakmıştı da, demir para koyduğu gözde kırk senti görünce bayağı sevinmişti. Kendi yol parasını ödeyebilecekti. Gerçi Camilo, onu basamakların tepesine kadar geçirip makineye çaktırmadan beş sent attıktan sonra turnikeyi hafifçe iterek yol vermeyi alışkanlık edinmişti ama olsun. Bir dizi ödün sonucunda Camilo, küçük inceliklerden oldukça eksiksiz bir güldesteyi etkili kılmayı başarmış, daha büyük ve zahmetli olanları böylelikle boşlayabilmişti. Birlikte, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında istasyona yürümüşlerdi; onun da kendisi kadar parasız olduğunu biliyordu çünkü, nitekim Camilo arabaya binelim diye tutturunca, «Hayır, olmaz,» diye diretmişti. O gün, yanık kahverengi, yeni bir şapka giymişti Camilo, kullanışlı şeyler seçmek aklına gelmezdi hiç; şapkayı ilk giyişiydi, kalıbı bozulacaktı. «Olacak şey değil,» demişti kendi kendine, «böyle bir şapkayı bir daha nasıl alır?» Eddie'nin her zaman yedi yıllık izlenimi uyandıran, özellikle yağmurda bırakılmış gibi görünen şapkalarıyla karşılaştırdı bunu; ama o şapkalar gelişigüzel dururdu Eddie’nin başında, yakışırdı da. Camilo çok başkaydı, biçimsiz bir şapka, başında biçimsiz dururdu ve bütün keyfi kaçardı o zaman. Yanlış anlamayacağını bilse, Thora'nın evinden çıktıklarında, «N’olur sen eve git,» diyecekti, «ben kendi başıma istasyona gidebilirim pekala,» ne var ki Camilo, kendi düzenlediği küçük törenleri kendi kararlaştırdığı ölçüye göre uygulamakta titizlik gösterirdi.

«Bu gece yağmur altında kalacağımız yazılıymış alnımıza,» dedi Camilo, «birbirimizi bırakamayız.»

Üstgeçidin basamaklarına geldiklerinde, hafifçe yalpalayarak — ikisi de Thora'nın kokteyllerinden kafayı bulmuşlardı — «Hatırım için, hiç değilse merdivenleri çıkma,» demişti ona, «çıkar çıkmaz bir an önce inmeyi düşünecek, tepeüstü ineceksin telaştan.»

Camilo üç kere eğilip onu selamladı, İspanyoldu ya, ıslak karanlığa daldı sonra. Arkasından baktı, çok zarif bir delikanlıydı, yarın sabah, kalıbı bozulmuş şapkasını, çamurlu pabuçlarını görünce, bu felaketten biraz da onu sorumlu tutacaktı garanti. Camilo, ötedeki köşede durmuş, şapkasını çıkarıp paltosunun altına sokmuştu. Bu olayı görmekle ona döneklik etmiş gibi bir duyguya kapıldı; şapkayı kurtarmak istediğini anladığını bilse de, aşağılanmış sayardı kendini Camilo.

Saçağa vuran yağmur damlalarının gürültüsü arasından, omuzunun üstünden geldi Roger'in sesi, gecenin bu saatinde, bu yağmurda ne işi vardı dışarda, yoksa ördek mi sanıyordu kendini? Roger'in asık, serin kanlı yüzü sırılsıklamdı, boğazına kadar iliklenmiş paltosundaki şişkinliği gösterdi, «Şapka,» dedi, «hadi bir arabaya atlayalım.»

Roger’in omuzlarına doladığı kola yaslandı, uzun tatlı anılarla dolu bir geçmişi paylaşırcasına gözgöze geldiler sonra, pencereden, her şeyin biçimini ve rengini değiştiren yağmuru gözlemeye koyuldu. Araba, metronun sütunları arasında kıvrılıyor, her kıvrılışta hafifçe yana kayıyordu. «Arabanın her kayışında biraz daha kendime geliyorum,» dedi, «demek gerçekten sarhoşum.»

«Sarhoşsun ya,» dedi Roger. «Bu çaylak şoför de manyak galiba, şu anda ben de bir içki yuvarlayabilseydim hiç kötü olmazdı.»

Kırkıncı Sokak ile Yedinci Cadde’de trafik tıkandı; üç delikanlı, arabanın burnunu sıyırtarak yürüdüler. Farların altında üç delibozuk kılıksız, üçü de zayıftı, alelacele çırpıştırılmış takım elbiselerin üstünde renkli boyunbağları takmışlardı. Pek ayık sayılmazlardı onlar da, bir an, arabanın önünde yalpaladılar. Şarkı söylemeye hazırlanırcasına birbirlerine yaslandılar, birinci, «Evlenirsem bir gün,» dedi, «iş olsun diye evlenmeyeceğim. Aşk evliliği yapacağım anladınız mı?», ikinci karıştı söze, «Sen git de bunları o kıza anlat e mi!», üçüncü bir tren düdüğü sesi koyverdi, sonra da, «N’oluyor be?» dedi. «Nesi var bunun?», birinci, «Kapat gaganı da ağlama,» dedi, «herkesin derdi kendine.» Bağrışarak, itişerek karşıya geçtiler, oğlanın sırtına yumruklar indiriyor, onu iteleyip duruyorlardı.

«Deliler,» dedi Roger, «düpedüz deli bunlar.»

İki genç kız, kısa saydam yağmurluklarıyla —biri yeşil, biri kırmızı — koşa koşa geçtiler, yüzlerine vuran yağmura karşı çenelerini göğüslerine bastırmışlardı. Biri, «Orasını biliyorum,» diyordu ötekine, «ama ben ne olacağım? Sen hep ondan yana çıkarsın zaten...» küçük pelikan bacaklarıyla ışıltılar saçarak yollarına gittiler.

Araba ansızın durdu, sonra yine ileri atıldı, biraz sonra Roger, «Bugün,» dedi, «Stella'dan mektup aldım; ayın yirmi altısında dönüyormuş, demek kararını verdi, bu iş de çözümlendi böylece.»

«Ben de bugün mektup gibi bir şey aldım, karar verdirten bir şey. Bence Stella ile sen, kesin bir adım atmalısınız artık.»

Araba, Batı Ellibeşinci Sokağın köşesinde durduğunda, «On sent eklersen param çıkışıyor,» demişti Roger. Hemen çantasını açtı, ona parayı uzattı. «Çok güzel,» dedi Roger, «çantan yani.»

«Doğum günü armağanı, çok hoşuma gidiyor. Senin program ne alemde?»

«Öyle gidiyor işte. İş yerine adım attığım yok. Program satılmadı daha. Ama bildiğimde direteceğim, karar onların. Tartışmaktan usandım.»

«En başta dayanmak, diretmek geliyor, değil mi?»

«Diretmek, işin güç kısmı.»

«İyi geceler Roger.»

«İyi geceler, bir aspirin yutup doğru sıcak küvete girmelisin kızım, soğuk alacakmış gibi bir halin var.»

«Peki, dediğini yaparım.»

Çantayı kolunun altına sıkıştırıp yukarı çıkmıştı. Birinci kata vardığında Bili, ayak sesini duyup başını uzattı kapıdan, saçları dağınık, gözleri kırmızıydı. «Hadi gel de Tanrı aşkına birlikte iki tek atalım. Haberler hiç de iç açıcı değil.»

Islak ayaklarını görünce, «Sırılsıklam olmuşsun yahu!» dedi. İçkilerini içerlerken anlatıyordu bir yandan, oyuncu kadrosu iki kere değişmiş, üç prova yapılmıştı, yine de yönetmen kaldırmıştı oyununu. «Söylemiştim ona baştan, bir başyapıt sayılmaz ama akıcı bir oyun,» demiştim. O da, 'İyi ama, dedi, 'aktığı falan yok görüyorsun, tepeden tırnağa tutuk, elden geçmesi gerek.' Nah şurama geldi, bıktım,» dedi Bili, gözyaşlarını güç tutuyordu, «avuntuyu kadehlerde aradım.» Sordu, karısının savurganlığının kendisine nelere patladığını biliyor muydu? «Şu mutsuz yaşamının her haftasında ona on dolar yolladım, zorunda değilken. Yollamazsam beni hapse attırmakla gözdağı verdi, attıramaz ya, bana bunca çile çektirdikten sonra hele bir denesin bakalım! Nafaka hakkı yok, biliyor. Bebek için gerekiyor diyor durmadan, ben de kimsenin acı çekmesine katlanamadığımdan, yolluyorum işte. Piyano ile Viktrola gitti gider—»

«Şu halı da güzel!»

Bili, halıya bakarak burnunu çekti. «Ricci’den doksan beş dolara almıştım. Ricci, bir zamanlar Marie Dressler’in evinde durduğunu, bin beş yüz dolar ettiğini söylemişti, ama şurasında bir yanık var, divanın altındaki bölümde. Sen ne dersin?»

«Ne diyeceğim?» O ara boş çantasını, yazdığı son eleştirinin çekinin ancak üç gün sonra gelebileceğini düşünüyordu.

Borcunun birazını hemen kapatmazsa, bodrumdaki lokantayla yaptığı anlaşma da sona erebilirdi. «Şu anda sırası değil biliyorum,» dedi, «ama senin üçüncü perdede oynamam karşılığında ödeyeceğini söylediğin o elli doları vereceğini umuyordum. Oyun oynanmasa da. Aldığın peşin paradan ödeyecektin hani.»

«Başıma gelenler,» dedi Bili, «sen de mı?» Islak mendiline burnunu hınkırdı, belki de içini çekti. «Ben çuvallarken, sen başarılı sayılamazsın herhalde. Düşün bir.»

«Yine de sen hiç değilse alacağının bir bölümünü aldın, yedi yüz dolarını.»

«N'olur, hatırım için,» dedi Bili, «bir kadeh daha iç de unut şu parayı. Biliyorsun, veremeyeceğim, veremem, elimden gelse verirdim ama durumumu biliyorsun.»

Hiç istememesine karşın, «Peki, öyle olsun,» diyen kendi sesini duydu. Direteceğini ummuştu oysa, içkilerini hiç konuşmadan içtiler, sonra üst kattaki odasının yolunu tuttu.

Odasına vardığında —şu anda gözünün önüne çok iyi getirebiliyordu önce mektubu çıkarmış, sonra çantayı kurumaya yaymıştı.

Oturmuş, mektubu bir daha okumuştu; ne var ki bazı tümceler bir daha, bir daha okunma savaşı veriyorlardı, öbürlerinden ayrı bir yaşamları vardı onların, gözlerini her oynatışında oynuyorlardı; kaçamıyordu... «Seni umduğumdan çok düşüneceğimi... evet, sözünü bile ettiğim oluyor ona buna... neden bozmaya böylesine can attığını... şu anda seni görebilseydim de asla... değmezdi, bu katlanılmaz... sözlerime son verirken...»

Mektubu özenle parçaladı, yırttı, ocağa tutup bir kibritle ateşe verdi.

Ertesi sabah, kapıcı kadın erkenden geldiğinde banyodaydı, kadın bağırıyordu, kış gelmeden kazarı yanmadan radyatörleri gözden geçirmek istiyormuş. Birkaç dakika odada dolaştıktan sonra gitti kadın, kapıyı ardından hızla çekti.

Banyodan çıktı, çantasındaki paketten bir sigara alacaktı. Çanta yoktu ortada. Giyindi hemen, kahvesini pişirdi, pencerenin yanına oturarak içti kahveyi. Mutlaka kapıcı kadın çalmıştı, anlamsız, sinir bozucu bir sürü çatışmaya girmeden geri almak da olanak dışıydı. Kalsın öyleyse. Kafası bu kararı ve lirken, aynı anda, kanında yoğun, öldürücü bir öfke yükseldi derinlerden. Fincanını dikkatle masanın ortasına koydu, kararlı adımlarla üç kat merdiveni indi, küçük sahanlığı geçti, zemin kata inen dik üç-beş basamağı, orada kapıcı kadın, yüzü is içinde, kalorifer kazanını kurcalıyordu. «Lütfen çantamı verir misin? İçinde metelik yok. Armağandı, yitirmek istemem.»

Kapıcı kadın, doğrulmadan geriye döndü, öfke ışıkları saçan gözlerle yüzüne baktı, kazandan vuran kırmızı ışık yansıyordu gözlerinde. «Ne çantası?»

«Odamdaki sedirden aldığın altın işlemeli el çantası,» dedi.

«Geri ver onu.»

«Tanrı biliyor ya, çantanı görmedim bile, doğru söylüyorum,» dedi kadın

«Peki öyleyse.» dedi çok buruk bir sesle, «bu kadar istiyorsan, sende kalabilir.» Dönüp yürüdü.

Yaşamı süresince bir kerecik olsun bir kapıyı kilitlemediğini anımsadı, içindeki gizli yadsıma duygusunun etkisiyle mal sahibi olmaktan hep tedirginlik duyduğunu, sonra, arkadaşlarının uyarılarına karşı, şimdiye kadar hiç kimseye metelik kaptırmadığını söyleyerek böbürlenişinde yatan çelişkiyi, evet, öz istencini hiç araya katmadan davranışlarına, yaşamına yön veren bu aslında temelsiz, rastgele inancı, saplantı haline getirmiş, onu büyütmeye, haklı çıkarmaya çabalarken de şu somut örnekteki gibi hep aynı pis boynu büküklükten tat almıştı.

O anda, eşya olsun, dokunulmaz nesneler olsun, yığınla değerli şeyini nasıl kaptırdığını düşündü birden : sarsakça yitirdiği, eliyle kırdığı eşyalar, taşındığı evlerde unuttukları, ödünç alınıp geri getirilmemiş kitapları, tasarlayıp da çıkamadığı yolculuklar, duymak istediği ama duymamayı seçtiği sözcükler ve onlara yanıt olabilecek öbür sözcükler; acı seçenekler, asıllarını karşılamayan berbat yedeklerin devreye girişi, hiçlikten de kötü; ölen dostlukların uzun uzun can çekişmeleri ve aşkın karanlık, açıklanmaz ölümü — kazandıklarıyla yitirdikleri hep birlikte gitmişlerdi. İşte yitik anımsaması denilen bu toprak kaymasında, ikinci bir kere, bir kere daha yitip gidiyorlardı.

Kapıcı, elinde çanta, gözlerinde kırmızı, oynak alev, peşinden yukarı geliyordu. Aralarında altı basamak kaldığında, cüzdanı fırlattı. «Gammazlayayım deme sakın. Aklımı mı oynattım ne? bazen böyle fıttırırım, yeminle. Oğluma sor, anlatsın.»

Çantayı almadan önce duraladı; kapıcı, konuşmayı sürdürüyordu : «Bir yeğenim var, on yedisine basıyor, güzel bir kız, ona vermek istemiştim. Böyle güzel bir çantası olması şarttı. Aklımı mı oynattım ne, sen aldırmazsın sanmıştım, her şeyin ortada, açıktadır, malına düşkün değilsin pek.»

«Biri armağan etmişti, yokluğunu ondan fark ettim.»

«Bunu yitirseydin, o adam bir çanta daha alırdı sana,» dedi kapıcı. «Yeğenim genç bir kız, güzel şeyleri olması şart, gençlere de fırsat tanımalıyız. Ardından koşan erkeklerden biri onunla evlenmeye kalkışabilir. Güzel eşyaları olmalı, hem de hemen, gecikmeden. Sen yaşlı başlı kadınsın, eline bir fırsat da geçmiş, halden anlaman gerekirdi!»

Çantasını kapıcı kadına uzattı. «Ne dediğini bilmiyorsun sen,» dedi, «hadi al. Fikrimi değiştirdim. Çantayı gerçekten istemiyorum artık.»

Kadın, kinle bakıyordu yüzüne. «Ben de artık istemiyorum,» dedi, «yeğenim genç, güzel, güzelleşmeye ayrıca çabalaması gerekmez, zaten genç ve güzel değil mi! Çanta sende kalsın, senin işine daha çok yarayabilir.»

Arkasını döndü, «Aslında çanta senin değildi ki,» dedi kapıcı kadına, «yani sanki ben senden çalmışım gibi konuşuyorsun.»

«Benden değil, ondan çalıyorsun,» dedi kapıcı, dönüp merdivenlerden inmeye başladı.

Çantayı masanın üstüne yaydı, soğumuş kahvesini içerken düşündü : kendimden başka bir hırsızdan korkmamakta haklıymışım, eninde sonunda elimde hiçbir şey bırakmayacak hırsızdan.

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült