Hikaye

 

 

Görüntü İle Düş

Nancy Krusoe


İnekler

Ahır, ineklerin bir arada sağıldığı güzel bir yerdir. Bizim ahırın doğuya ve batıya bakan birçok penceresi var. Bu pencerelerin camları yok.

İnekleri sağmak için sabah erkenden kalkarsın. Ilık beyaz sütü ağır gri maden kaplara alırsın; kapların aynı madenden, iyi bir şapka gibi tepelerine tastamam oturan kapakları vardır; bu kapaklar çok güzeldir, yusyuvarlak, kapların boynuna gelen yerlerinde kenarları kabarık.

Ilık inek sütünün belirli bir kokusu vardır, bedenin içinden gelen, oranıza sokup çıkardığınız parmağınızın kokusu.

Sütçülük yapan çiftçilerle evli olan kadınlar mutfaklarında mutfak penceresinin önünde durup özlemle kocalarının ahırlarını gözlerler, çünkü ahırlar güzel, kadınsı yerlerdir; erkeklerin elleriyle ya da kabı olan makinelerle sağılan, sütü tatlı, mutlu, bal suratlı ineklerle doludur. Sert elli erkeklerin bu kaplara oturttuğu derisi sertleşmiş memeleri vardır ineklerin, bunlar bazen yarılıp çatlar, kanar.

İşte benim anlattığım kadın doğuya bakan mutfak penceresinde durur. Yanında kimsesi yoktur. İneklerle erkeklerin (kocasıyla, babasına yardım eden oğlu) tersine yalnızdır o. Kızı olan ben de ahırdayım bir süre daha orada kalabilecek kadar küçüğüm. Ama çiftçinin karısının, annemin, çiftçiyi, ahırı ve inekler için duyduğu bu sıcak özlemi bırakıp çiftlikten gitmesini istiyorum.

Ahırımız kışın yalnız ineklerin ısıttığı soğuk bir yerdir. Annen sana bakıyor mu diye gözlerini diktiğin mutfak penceresi gibi buz tutmamak için ineklerin gövdelerine iyice sokulursun.

Ahırın öte yanında, doğusunda, tepe, tepenin eteğinde göl, kışın tepeyi yerinde tutan gri-kahverengi otlar vardır. Akşam olurken ve gece boyunca buz kıymıkları gölün üstünde yüzer, her sabah güneş doğunca erir. İneklerimiz sabahın soğuk suyunu içmek için çamurun arasından kayıp gider, çünkü memeleri dolmuş, sağılmaya hazır da olsa, salya makinesi olan ağızları, geviş getirmekten şişmiş, kararmış, anason renkli dilleriyle susamışlardır. Gölün kıyısında görüyorum onları, buzlu suya doğru eğilirken yere sağlam basmak için dizleri hafifçe bükülmüş, narin, tatlı ayak bileklerine kadar çamura batmış. Hadi, hadi, çabuk için, diyorum.

Onları böyle görünce ben de inek olmak isterim ama ne tür bir inek olmalı? İnce yapılı, çam iğnesi renkli Jersey’ler, iri, tüylü Guernsey’ler, kocaman siyahbeyaz benekli, sütüyle ünlü Holstein’ler var. Bir de sıradan kara inek var.

İnekler sağılmak için ahıra döndüğü zaman mutlu bir dökülüp saçılma zamanıdır; ben orada onları beklerim. Hepsi birden bana doğru gelir biri sapıtırsa durdurmak için ahırın uzak ucunda dururum bazıları da koşar, çünkü en sevdikleri yem onları beklemektedir (yulaf, buğday, arpadan, daha başka kim bilir nelerden oluşan o lezzetli çıtır karışım ki ben de onlarla birlikte avuçlarımla alır yerim). Bana doğru koşuyorlar, bana bakarak, sonra birden, birer birer, her biri kendine ayrılmış yere döner. Sağılma için birisi gelip hücreleri kapatır, çünkü sağılma sırasında ineklerin ortada dolaşmasını, birbirini rahatsız etmesini istemezsiniz, bu olmaz. Her birinin kendi yeri, kendi hücresi vardır, onu anımsar; elli ya da altmış ayrı yer içinde her inek kendininkini bilir. Nasıl: Koku? Kapıdan kendi yerinin kaygan girişine kadar kaç adım olduğu? Ya da bir ritim kendi yerine gelene kadar ağır midesinin, şişkin memesinin kaç kez öne arkaya sallandığı?

Tatlı, bal kutusu yüzleri, yonca alfa alfa kokulu soluklan ile bu buhar tüten, süt dolu, siyah beyaz ineklerle birlikte ahırın içinde bulunmak nasıl bir şeydi anımsıyorum. İneklerin güzel dümdüz omurgalarını, altlarında taşıdıkları onca ağırlığa karşın, narin olan bu omurgaları, gövdeleri boyunca parmaklarınızın arasına alıp ovabilirdiniz. Pencerelerden giren ışığı da anımsıyorum. Memelerini temizlerdim, hep aynı dezenfekte suya batmış kahverengi bezle, pislik içindeki memeler bazen öyle şişkin olurdu ki her yerlerini temizleyemezdim (ineklerin bundan nasıl etkilendiğini bilmezdim elbette; daha yıllarca bilmedim) ama onlar buna aldırmazdı. Ahırda hiç konuşulmazdı bir konuşma geçse bile bu benimle erkekler arasında olmazdı. O zaman pek fark etmedim eh, belki sandığımdan biraz fazla fark etmişimdir ama kocaman, salyalı yüzleriyle soluyup iç çeken düzinelerce ineğin ahırda benimle birlikte olan gövdelerini duyumsadım.

Mutfakta günün mutlu bir zamanı değildir bu: Yarı ayışığı, yarı karanlıkta kahvaltı hazırlamak. Annem orada durup bekler. Kim olsa onunla beklemek için gelebilirdi, kim olsa, inekler bile mutfak penceresinin dışındaki çiçek tarhına gelip yatabilirdi, çiftçinin kızının da dönmesini onunla birlikte bekleyebilirdi. Çiftçinin karısına, onun penceresine, gelmelerini engelleyecek hiçbir şey yoktur, hiçbir şey. Ama gelen olmaz.

Çiftçi

Bazen erkekler süt veren ineklerini döverler. Bazen onlara kurşun borularla vururlar, inekler yere düşer; ahırın tabanındaki inek pisliğinde kayıp kemikleri üstüne, pislik birikintilerinin içine düşerler; çiftçinin kızı bu sırada kapıda duruyor, yere ineğin bastığı her şeyi emen, şimdi ineğin de içinde yattığı, kemiklerine bulaşan, kaygan akan inek çişine uzun uzun bakıyor, şimdi de ağlıyor.

İnek ağlıyor mu? İç geçirip ayağa kalkmaya çalışıyor (ayakları öyle güzel ki küçük demirler gibi toynaklar), adamın ona her vuruşunda yeniden yeniden kayıp düşüyor.

Başı hücrenin direklerinin içinde tutsak, ama kalkabilir. Ne olur sun bir daha kalkma, derim ona, ama bu bir şey değiştirmez: Adam ona gene vurur. Umarım inekler acı duymuyordur; umarım beyinleri yoktur. Umarım yüreklerinde ateş vardır. Beyinleri olsaydı onları tutup öpmem, penceredeki anneme neler olup bittiğini, yalnızca bahçesinde değil, burada, kocasının ahırında neler olup bittiğini anlatmam gerekecekti. Anneme, traktör gelecek sefer devrildiğinde çiftçinin onun altında kalmasını dilediğimi söylemem gerekecekti.

Bir adam bir ineği, genç bir ineği döverken ne düşünür? Ayağa kalkmaya çabalarken ne kadar güzel olduğunu düşünür mü? O izin vermezse, o izin vermezse, ineğin bir daha hiç kalkamayacağını düşünür mü?

Bakınca bazen göze pek güzel görünmeyen ineklerden söz ediyorum. Sulu kırmızı çamurda yıkanmaya, toza toprağa bulanmaya bayılırlar. Beyinleri yaladıkları tuzla salyadan yapılmıştır, acı duymasınlar diye; ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Bir inek ne tür bir bilmece çözebilir? Bir sözcükle, iyi bir sözcükle çözülebilen türden değil. İşte bunu demek istiyorum.

Annem gibi kadınlardan söz ediyorum, ahırları gözleyen, gözlemeden edemedikleri için gözleriyle, yürekleriyle bakan, sanki duman çıkacakmış, sanki o ahırdan duman çıkacakmış, adamlarla inekler yanacakmış, sanki gözlemekle kızının orada, ahırda, yangının içinde olmasını önleyebilirmiş, gözlerinin gücüyle ahırın kapısını kapayıp kızını geri tutabilirmiş gibi ama bu yeterli olmaz. Anne kızının yavaş yavaş ahıra doğru ilerlemesini izler; kız orada bir ineğe dönüşecek, onu hiçbir şey durduramaz, onun orada dönüşeceği inek babasının maden boruyla sırtını tekrar tekrar dövdüğü, omuzlarına, karnına, kahverengi kemikli küçük gövdesinin her yerine vurduğu inektir ve kız ineğin gövdesinin içine saklanır ve çığlık atmaktadır; Dur, dur.

Ama sanır mısınız ki çiftçinin karısı duyar ya da duysa bile kızının başına gelene inanır? Çiftçi karısına ne diyecek? Kız annesine ne diyecek? Hiçbir şey. Anne bu konuda hiçbir şey duymayacak, çünkü, anımsayın, genç bir kızdır babasının bir ineği uzun gri içi boş bir boruyu iki eliyle birden tutarak dövmesini izleyen. İnek onu izleyen kız gibi gençtir. Böyle bir dayağı hak etmek için ne yapmış olabilir? Genç inek kızın babasını tekmeledi mi? Genç, deneyimsiz, olduğundan yapmıştır belki, ama kız babasının üstünde kan görmez. Babasının kollarına yüzüne bakar, öfkeden başka bir şey görmez ağzı sımsıkı kapalı, gözleri kocaman, gitgide kafasında daha da şişkinleşiyor bu gözler. (Gözlüklerini çıkarmış; kız şuna dikkat eder: Babası gözlüklerini takmamış, kız onun gözlerini görebiliyor.) Babası kıza garip görünür. Belki gözyaşlarını tutmaya çalışıyor, diye düşünür kız. Bir şeyi içinde tutmaya çalışıyor, ama tüm şu dışarı çıkana bir baksanıza.

Kız ahırın önündeki yolun karşısındaki evine doğru bakar; annesinin bazen yaptığı gibi pencereden izleyip izlemediğini görmek ister. Göremez; pencere fazla uzak ve karanlıktır. Onun için kız gene dönüp ahıra bakar, babasına; ahırdaki gözlüksüz gözlerini tanıyamadığı bu adama bakar.

Mutfak

Mutfağımızda öyle geniş bir koltuk vardı ki, ben, ayaklarımı altıma alıp, oturduktan sonra, kardeşimi ve ayıkladığım fasulyelerin kabını da yanıma alacak yer kalırdı. Koltukta otururken sağ yanımdaki mutfak penceresinden hayvanların ineklerle atların bazen otladığı çayırı görebilirdim. Gök burada her yerdekinden maviydi. Çayırın arkasında çam ağaçlarından yarım bir çember vardı, ağaçların ötesinde herhangi bir şeyi görmemi engelleyen, bu nedenle dünyamın sınırlarını belirleyen bir perdeydi bu.

İşte bu çayırlı otlakta bir gün birdenbire hayalet adamlar, işgalciler, akıncılar topraktan çıkıp belirdiler; tozlu kahverengi atlarının üstünde çayırı çepeçevre dolandılar, atlarını evimize doğru sürdüler. Bu tozlu atlıların boyunlarında kırmızı mendiller, arkalarında battaniyeler vardı. Atlarının tekmeleriyle savurduğu toprak yerin ta derinliklerinden gelmişti; biz, annemle ben, mutfakta oturmuş onların bizi korkutmak için çevremizi almalarını, ne istediklerini, nasıl suçlar işleyeceklerini bize anlatmalarını bekliyorduk. Elbette kapıyı açtım; bu benim daha sonraki düşlerimde yabancı adamların yüzüne bütün kapıları, pencereleri çarptığım, kilitlediğim zamandan çok önceydi. Yerin dibinden gelen bir kabilenin adamlarıydılar, daha ne bekleyebilirdim? Niçin gelmişlerdi? Elbette benim için. Beni alıp götürmek ya da yaşamın gizlerini bana söylemek için işte öyle bir şey için gelmişlerdi. Ben hazırdım. Annemin bunu bildiğinden, hazır olduğumu görebildiğinden emindim.

Annemi gözleyip onun inekler konusunda ne düşündüğünü, onları benim sevdiğim gibi sevip sevmediğini merak ederdim. Annemi gözleyen bir ben vardım ve yıllarca dünyada tek yaptığım şey onu gözlemek oldu. Onun gibi ben de bir inek, bir anne oldum. Ahır, ahırın arkasındaki tepe, göl, ineklerin gölden içtiği su ve ağızlarındaki salya oldum. Bir süre için tümüyle bu şeylerdim, daha fazlası değil. Ve bu yeterli değil.

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült