Gizli Komut
Ilse Aichinger
Komutanlıktan epeydir hiç bir talimat gelmemişti ve kışlanacağa benziyordu.
Çevredeki ormanlıklarda son böğürtlenler düşüp yosunlarda çürümekteydi.
Nöbete çıkarılmışlar, ağaçların tepesine unutulmuşçasına yapışmışlar,
gölgelerin uzanışını gözlüyorlardı. Düşman, nehrin ötesindeydi ve
saldırmıyordu. Bunun yerine gölgeler her akşam daha uzuyor ve sis alçak
araziden her sabah biraz daha kalın yükseliyordu. Savunma ordusunun genç
gönüllüleri arasında savaşın bu biçimine alışık olmayan ve güneşle ay
görmekten bıkmış olanlar vardı. Bu gibileri kar düşmeden, gerektiğinde
buyruk olmasa da, saldırıya geçmeye kararlıydı. Bunlardan biri birkaç gün
sonra müfreze yetkililerinin verdiği bir bildiriyle komutanlığa giderken,
içine iyi ş eyler doğmuyordu. Başka zamanlar pek gevşek görünseler bile,
itaatsizlik konusunda hiç de şakaya gelmediklerini biliyordu. Bildiriyi
komutanlığa verdikten sonra kendisine yönetilen bazı sorular, bir sorguya
pek benziyordu ve ondaki güvensizliği artırmıştı.
Uzun süre bekletildikten sonra verilen bir komutu gece bastırmadan
müfrezesine ulaştırması emriyle, büsbütün şaşırdı. En kısa yoldan gitmesi
söylenmişti. Akla gelebilecek yerler haritada gösterilmişti. Yanma birini
vermelerinden hiç de hoşnut kalmamıştı. Gideceği yolun başlangıcı,
pencereden görünüyordu. Yol, ormanın geçit yeri boyunca uzanıp fındık
ağaçları arasında kayboluveriyordu. Dikkatli davranmasını bir daha
sıkıladılar. Bundan sona hemen yola çıkıldı.
Öğleden az sonraydı. Otayan hayvanları andıran bulut kümeleri çayırlar
üzerinden geçip fundalıklarda kayboluyorlardı, gevşek ve isteksiz. Yol
bozuktu, yer yer de gidilemeyecek kadar kötüydü. Alçak çalılar yolu iyice
kapatıyor ve şoför otomobilin hızını artırınca dallar iki adamın gözlerine
çarpıyordu. Orman, oduncuları bekler gibiydi. Ağaçları kesilmiş yerlerin
şurasından burasından görülen nehir de hiç bir ş eylerden habersize
benziyordu. Sırtlarda göze çarpan kesilmiş odunlar, öğle güneşi altında
parıldıyordu. Tabiat, hiç bir şeyde sınırlandırma tanımıyordu.
Ağaç gövdeleri arasında ikide bir ortaya çıkan kesim yerlerinden geçerken
acele ediyorlardı; zira öteleri gördükleri gibi kendileri de ötelerden
görülebiliyorlardı. Şoför, arabayı kökler üstünden aşırırken, zaman zaman
arkasına dönüyor ve komutu götüren adama bir malı güvene alır gibi
bakıyordu. Bu hal ötekini öfkelendiriyor ve görevi verenin kendisinden
kuşkulandığını doğruluyordu.
Götürdüğü bildiride ne vardı? İleri karakollardan birinin sabah sabah nehrin
ötesinde bir hareket görmüş olduğu yazılıydı, her halde! Ne var ki böyle
söylentiler her zaman çıkıyordu ve karargâhtakiler belki uyduruyorlardı,
tedirginliği yatıştırmak için. Bildirinin gönderilmesi numaradan ve ona
gösterilen güven yalancıktan da olabilirdi. Götürdüğü komutta hiç
beklenmedik bir şey varsa, metinden anlaşılırdı. Haritada gösterilen
yollarda ilerlerken bu metni öğrenmek daha doğru, diye söylendi. Sorumlu
tutarlarsa böyle bir açıklama yapabilirdi. Zarfı yokladı ve mühürlü yerine
dokundu. Komutu açmak için duyduğu şiddetli istek, karanlık çöktükçe bir
sıtma nöbeti gibi artıyordu.
Adam, zaman kazanmak için, yer değişmelerini istedi, şoförden. Arabayı
sürerken rahatlamıştı. Saatlerden beri ormandan çıkmamışlardı. Yol, hedefe
yaklaştıklarının belirtisi yapma engellerden kaymış, çakıllarla kaplıydı,
yer yer. Bu yakınlık içine rahatlık veriyordu ve mührü açmasını önleyecekti,
belki de. Otomobili rahat ve güvenle sürüyordu; fakat yolun aniden bir
çılgınlık gibi ve ölüme atılırcasına dikleşiverdiği yerde kaza sız belâsız
kurtulduktan hemen sonra bir bataklığa saplanıp kaldılar. Motor
çalışmıyordu, kuş çığlıkları, motorun durmasından ortaya çıkan sessizliği
daha da artırıyordu. Çevre eğrelti otlarıyla kaplıydı. Otomobili ortaya
çıkardılar. Şoför, yola devam etmelerine engel olan bozukluğu gidermeye
davrandı. O arabanın altına yatınca adam daha fazla düşünüp taşınmayı bir
yana bırakıp, komutu açtı. Mührü bozmamaya hemen hiç dikkat etmemişti.
Otomobile doğru eğilip okudu. Komutta, kurşuna dizilmesi yazılıydı. Öteki,
arabanın altından başını çıkarmadan komutu göğüs cebine eski yerine koymayı
başardı Öteki, neşeyle «Herşey yolunda!» dedi. Sonra, yine «Ben mi süreyim
arabayı?» diye sordu. Evet, o kullansındı. Öteki motoru işletirken, onu
şimdi mi, yoksa otomobili kullanırken mi vursam daha iyi olur, diye düşünüp
taşındı. Şoförün yanma muhafız olarak verildiğinden hiç kuşkusu kalmamıştı,
artık. Yol, birden yokuşlaşmasından pişmanlık duymuşçasına, en dip
noktasında genişleyip sonra yavaş yavaş yükseliyordu. Adam: «Canına kıyanın
ruhunu melekler taşır» diye aklından geçirdi. Fakat melekler onu
yargılanmaya götürüyorlardı; hak denilen şey orada suç olacaktı. Onun
şaştığı, kendisi için zahmeti göze almalarıydı.
Çöken karanlıkta öndekinin belli belirsiz çizgilerini, kafasını ve
omuzlarını, kollarının kımıldanışını görmek¬teydi... kendisinde bulunmayan
bir sorusuzluk vardı bu çizgilerde. Bilinenler, karanlığa gömülüyordu. Şoför
ona dönüp: «Rahat bir gece geçireceğiz!» dedi. Bu sözler ona düpedüz acı bir
alay gelmişti. Fakat varacakları yerin yaklaşması, ötekini konuşkan
yapmıştı; cevap falan beklemeden: «Kazasız belâsız varırsak!» diye devam
etti.
Adam, tabancasını kılıftan çıkardı. Orman öyle karanlıktı ki gece bastırmış
denilebilirdi. Şoför: «Çocukluğumda.» dedi «okuldan eve dönerken ormandan
geçmem gerekirdi, gece bastırınca yüksek sesle şarkı söylerdim o günler...»
Ağaçları kesilmiş son noktaya umduklarından çabuk varmışlardı. Adam, burayı
geçince, diye düşündü... zira orman oradan sonra bir daha iyice
sıklaşıyordu, yakılmış küçük köylere açılmadan; müfreze oradaydı. Fakat bu
son yer, şimdiye kadarkilerden daha genişti, nehir daha da yakından
parıldıyordu. Tepelere kadar uzanan ağaçsız toprakları ay ışığı bir örümcek
ağı gibi sarmıştı. Çok önce geçmiş öküz arabalarının tekerlekleri yolda
yarıklar bırakmıştı. Kurumuş toprak yarıkları, ay ışığında, bir ölü
maskesinin iç yanını hatırlatıyordu. Bulunduğu yerden aşağılara, ırmağa
bakan adam, toprakta yabancı bir yüzün kopyasını daha da açık seçik gördü.
Adam, tabancasını dizlerinin üstünde tutuyordu, ilk kurşun patlayınca,
istemeyerek ve vaktinden önce ateş ettiğini sandı. Fakat önündekine kurşun
rastlamışsa, hayaletinin büyük bir ruh varlığı göstermesi gerekmişti; zira
büyük bir hızla arabayı sürüyordu, hâlâ. Yaralananın kendisi olduğunu
anlaması için epeyce zaman geçmesi gerekti. Tabanca elinden düştü, kolu
aşağıya sarktı. Ormana varmalarından önce daha başka kurs unlar da patladı
ama, hiç biri rastlamadı.
Önündeki hayalet, arkasına dönüp neşeli bir yüzle: «Buradan rahatça
geçebilirdik» dedi. «Haritada gösteril misti.» Adam: «Durun!» dedi. .Genç
şoför: «Burada olmaz,» diye cevap verdi. «Daha içerilerde!» Adam,
umutsuzlukla: «Kurşun yarası aldım.» Öteki, arkasına dönmeden bir parça daha
yol aldıktan sonra duruverdi; yarayı sarıp kanı dindirmeyi de başardı. Sonra
aklına gelen tek yatıştırıcı sözlerle: «Az sonra varacağız, gideceğimiz
yere!» dedi. Adam, yaralıya ölüm vade diliyor, diye aklından geçirdi ve:
«Durun biraz!» dedi. Öteki: «Ne var yine?» diye sorunca: «Komut!» karşılığım
verdi ve ceket cebine uzandı sol eliyle. Umutsuzluğu iyice artınca, komutta
yazılı olanlar yeniden kafasında canlanmıştı. Komutta, bunu getirecek olanı
vurunuz, diye yazılıydı ve ad falan yoktu.
Adam: «Ceketim kan içinde kaldı» dedi. «Komutu siz alın yanınıza!» Öteki
yanaşmazsa, her şeyi burada bitirmek gerekecekti. Fakat uzun bir
sessizlikten sonra mektubun elinden alındığını hissetti. Öteki: «Tamam! »
dedi.
Son yarım saat sessiz geçti; zaman ve yol, kurtlar gibi birbirine
saldırmaktaydı. Tanrının otlaklarında koyunlara kimse dokunmazdı, fakat
Tanrının çayırları cellât alanı oluvermişti.
Müfrezenin bulunduğu yer, beş evlik bir dış mahalleydi ve evlerden üçü,
şimdiye kadar yapılan karakol çarpışmalarında yanmıştı. Sağlam kalmış
olanların seçilebilmesi, yeni çökmüş akşamın yerini henüz geceye
bırakmadığını gösteriyordu. Burası, her yandan ormanla çevriliydi. Çiğnenmiş
otlarda taşıtlar ve toplar doluydu. Bir tel örgü, alanı ormandan ayırıyordu.
Nöbetçinin sorusunu cevaplayan şoför: «Bir yaralıyla bir komut getiriyorum!»
dedi. Alanın çevresinde dolaştılar. Adam, otomobilin içinde doğrulmaya
çabalarken, burası dünyanın bütün öteki yerlerinden daha çok benziyordu, o
hedefe, diye düşündü. Ötekilerin hepsi de yola çıkış yeriydi, daha çok. Bir
sesin: «Kendinde mi?» diye sorduğunu duydu ve gözlerini kapadı. Zaman
kazanmak istiyordu. Bir şeyler anlaşılmadan önce o kurtuluşunu
kolaylaştıracak yeni güçler ve yollar bulmuştu. Arabadan in¬dirilirken
kendini onların kollarına bıraktı, gevşekçe.
Onu, karga-tulumba avludaki evlerden birine taşıdılar, iki köpek dönendi
çevresinde. Yara acı veriyordu. Alt katta bir odadaki sıranın üstüne
bıraktılar. Lâmba falan yanmıyordu; sadece pencereler açıktı. Şoför: «Siz
onunla ilgilenirsiniz artık!» dedi. «Ben vakit kaybetmeyim.»
Adam, şimdi yaramı sararlar, diye bekledi; fakat göz kapaklarını usulca
aralayınca, yapayalnız buldu kendini. Belki de sargı getirmeye gitmişlerdi.
Evde çok canlı bir gidiş geliş vardı. Kapılar vuruluyor, sesler duyuluyordu;
fakat kendi susuşu bütün bunları yutuyor ve içinden doğru yükselen
sessizliği, kuşların haykırışmaları gibi, daha artırıyordu. Adam: «Neye
bütün bunlar?» diye aklından geçirdi ve birkaç dakika sonra kimse
gelmeyince, hemen kaçmanın bir yolunu düşünmeye başladı. Koridorda tüfekler
dayamışlardı duvara. Nöbetçiye, yeni bir bildiriyi komutanlığa götürmekle
görevlendirildiğini söylerdi. Belge kâğıdı vardı, yanında. Bunu hemen
yapmalıydı, kimseler henüz bir şey öğrenmeden.
Yerinden doğruldu ve sandığından daha zayıf düştüğüne şaşıp kaldı. Ayağını
sabırsızlıkla yere basıp kalktı ama, duramadı. Oturdu ve bir daha denedi
kararlı olarak. Bu ikinci deneyişte, şoförün ilk yardım sargısı yır faldı ve
yara ortaya çıktı. Yara, gizli kalmış bir isteğin şiddetiyle açılmıştı.
Gömleğine geçen kanın arka üstü d üştüğü tahta sırayı ıslatışını
hissetmekteydi. Badanalı avlu duvarının üzerindeki gökyüzünü görüyordu,
pen¬cereden. Nal sesleri duyuyordu; atlar tavlalarına getiriliyordu. Evdeki
hareketler artmış ve gürültüler çoğalmıştı; beklenmedik bir şeyler olacağa
benziyordu. Karanlıkta bir doğruldu ve hemen düşüverdi. Haykırdı; sesini hiç
kimse duymadı. Onu unutmuşlardı.
Boylu boyunca yerde yatarken, direnmesinin yerini neşeli bir umutsuzluk
aldı. Kan kaybetmesini, bütün nö¬betçileri atlatıp kapalı kapılardan kaçmaya
benzetiyordu. Karşıdaki avlu duvarının badanasıyla kar aklığı vurmuş gibi
biraz aydınlanmış bu yer, sadece bir görüntü durumdu. Bütün durumların en
katışıksızı yüzüstü bırakılış ve kanın akışı da bir canlılık ve davranış
değil miydi? Bu durumu savunma için değil, kendisi için istediğinden, ona
uygulanan karar, yerindeydi. Sınırlarda boylu boyuna uzanmaktan bıktığından,
bu durumu bir çeşit kurtuluştu.
Uzaklarda kurşunlar atıldı. Adam, gözlerini açıp hatırladı. Komutu
başkalarına ulaştırmanın bir anlamı yoktu. O burada yerde uzanmış, kan
kaybederken, onlar da başkalarını kurşunla yere seriyorlardı. Avludaki
yanmış evlerin çatı kirişleri arasından başkalarını çekip çıkarıyorlardı.
Onun gözlerini de kapatmışlardı da sadece ağzı yarı açıktı, hayretten. Nişan
alıp hedefe... Dikkat...
Kendine geldiğinde, yaralarının sarılmış olduğunu hissetti. B o sunaydı bu
hizmet; kan kaybetmesine acıyan melekler yapmış olacaktı. Üzerine eğilen
şoföre: «Burada yine buluştuk!» dedi. Yatağının ayakucunda bir kurmay subay
görünce ölmemiş olduğunu anlayıp korktu. Onlara: «Komut!» diyebildi. «Komut
ne oldu?»
Subay: «Kurşun rastladığından bozulmuş,» dedi. «Fakat okunabiliyordu, daha»
Adam: «Onu yerine vermem gerekiyordu.» dedi.
Şoför: «Zamanında geldik!» diye kesti onun sözünü «Öteki kıyıdakiler her
yandan saldırıya geçtiler!» Kurmay subayı, «Beklediğimiz son buyruktu,»
dedi, dönüp çıkmağa davrandı. Fakat kapıda durup yine bir döndü ve sadece
bir şeyler daha söylemiş olmak için ekledi: «Komutta yazılı olanı
bilememeniz sizin için büyük bir şanstı. Hareketin başlamasını bildirecek
şifre pek garipti, de...»