Gılgamış Destanı
Çeviren: Muzaffer Ramazanoğlu
BEŞİNCİ TABLET
Ormana gözlerini dikip baktılar. Katranların yüksekliğine şaştılar. Ormana
girilen yola şaştılar. Humbaba'nın geçtiği yerde bir ayak izi vardı. Yollar
iyi bir durumdaydı. Büyük yol güzel yapılmıştı. Onlar katran ağacı dağını
görüyor, tanrıların oturduğu yeri, İrnina'nın (52) yüksek tapınağını. Bu
dağın önünde bir katran ağacı vardı. Bu, pek gürdü; gölgesi çok hoştu,
sevinçle doluydu. Çalılar birbirine girmişti. Büyük ormanın ağaçları da
birbirine girmişti.
(56 satırlık boşluk.)
İki yiğit Humbaba'yı beklediler, ama o gelmedi...
(6 satırlık boşluk.)
Engidu ağzını açıp Gılgamış'a dedi:
Humbaba'nın izini böyle bulabilir miyiz? Bırak bir biri arkasına düşler
görelim.
(Üç satır eksik.)
Düşler üç kez görülmeli.
(26 satırlık boşluk. Bu boşlukta, Gılgamış'ın gördüğü birinci düş
anlatılmıştır.)
Engidu, ağzını açıp Gılgamış'a dedi:
(İki satır eksik.)
"Düşün beni çok sevindirdi!"
Akşam dinlenmesine gitmek için birbirleriyle sözleştiler. Gece yarısı onun
(53) uykusu kaçtı, düşünü Engidu'ya anlattı:
"Arkadaş, nasıl? Sen beni uykumdan ne diye tedirgin ettin? Ben niçin
uyanığım? Engidu, arkadaş, ben bir düş gördüm... Sen beni uykumdan tedirgin
ettin? Ben niçin uyanığım? Birinci düşümün üstüne, ikinci düşüm göründü;
derin dağ diplerinde duruyorduk, hemen dağ devrildi... Beni yere yıktı. Dağ
ayaklarımı yakaladı ve onları bırakmadı. Biz onun karşısında küçük saz
sinekleri gibi kaldık... Öyle aydınlıktı ki. Bana bir adam göründü. Ülkede
en güzel oydu. Pek güzeldi. O beni dağın altından çekti, bana su içirdi
(54). Yüreğim ferahladı. Ayaklarımı yere değdirdi."
Kırda doğan Engidu, arkadaşına dedi, Engidu düşü yordu.
"Arkadaş, düşün güzeldir, pek iyi bir düştür. Arkadaş, gördüğün dağ
Humbaba'dır. Humbaba'yı yakalayacağız; onu öldüreceğiz ve ölüsünü dışarı
tarlaya atacağız. Yarın her şey sona erecek."
İki kez yirmi saatten sonra hafif bir yemek yediler. İki kez otuz saatten
sonra kendilerini dinlenmeye çektiler. Şamaş'ın önünde bir kuyu kazdılar.
Ancak Gılgamış, dağa tırmandı ve ince ununu dağa serpti (55).
"Dağ! Engidu için bana bir düş getir! Ona, Engidu'ya da bir işarette bulun!"
Dağ, Engidu için ona bir düş getirdi. Ona, Engidu'ya da bir işarette
bulundu. Pek soğuk bir yel esti, bir fırtına gelip geçti. Fırtına Gılgamış'ı
uyuttu. Gılgamış uyurken dağların yamaçlarında biten buğdaylar gibi bir yana
devrildi ve Gılgamış'ın çenesi baldırına dayandı (56). İnsanlara gevşeklik
veren uyku onun üstüne düştü. Uyandığı uykuyu bırakıp yukarı yürüdü,
arkadaşına dedi:
"Arkadaş, beni çağırmadın mı? Niçin uyandım? Sen beni sarsmadın mı? Niçin
korktum? Buradan bir tanrı geçmedi mi? Organlarım niçin titredi? Arkadaş,
üçüncü bir düş gördüm ve gördüğüm düş çok ürkütücüydü; gök haykırdı, yeryüzü
gürledi! Hava dinginleşti, karanlık çöktü. Bir yıldırım düştü. Bir yangın
yükseldi. Duman koyulaştı. Ölüm yağdı. Yağan köz oldu; ateş söndü ve
yukarıdan aşağı dökülen (köz olan ateş), küle döndü. Aşağı gel, tarlada
konuşabiliriz."
Orada Engidu, onun kendisine anlattığı düşü duyunca Gılgamış'a dedi:
(Buradaki boşlukta, belki, Engidu'nun Gılgamış'ın gördüğü düşü övmesi ve
sonra iki arkadaşın katranları devirmek için en son kararı vermeleri
anlatılmaktadır).
O, eliyle baltayı yakaladı... bir tane de nacakları vardı: Engidu onu eline
aldı ve katranları devirdi; ama Humbaba gürültüyü duyunca öfkelendi:
"Kimdir o, dağlarımın çocukları olan ağaçların ırzına geçen? Kimdir o,
katranı deviren?"
Bunun üzerine göksel Şamaş, gökten onlara seslendi: "İleri gidin,
korkmayın!"
(Yaklaşık 80 satırlık boşluk. Görünüşe göre, Gılgamış ve Engidu, Humbaba'yla
yapacakları savaşım için Şamaş'tan öğüt istediler. Şamaş'ın verdiği olumsuz
yanıt, burada anlatılmış olmalıdır. Çünkü metin şöyle sürüyor:)
...ve ondan sel gibi göz yaşları boşandı. Gılgamış göksel Şamaş'a dedi:
(İki satır eksik.)
Ancak ben, göksel Şamaş'a baş eğiyorum. Benim için gösterilen yoldan
yürüdüm."
Göksel Şamaş, Gılgamış'ın yalvarmasını dinledi ve Humbaba'nın önüne büyük
fırtınalar çıkardı: Büyük fırtına, poyraz, kasırga, kum fırtınası, bora
fırtınası, kırağı fırtınası, rüzgâr, çam fırtınası! Ona karşı sekiz fırtına
kalktı ve bunlar Humbaba'nın gözlerine savruldu. İleri gidemedi, geri
dönmedi. Humbaba savaştan vazgeçti. Bunun üzerine Humbaba, Gılgamış'a
seslendi: "Gılgamış, beni bırakmalısın! Sen benim efendim olmalısın, ben
senin kölen olmalıyım. Ben sana dağlarımın çocukları olan ağaçları devireyim
ve onlardan senin için evler yapayım."
Engidu, Gılgamış'a dedi:
"Humbaba'nın dediklerini dinleme! Humbaba'yı öldürmelisin!"
(Bunu izleyen boşlukta, Humbaba'nın öldürülmesi ve iki yiğitin geri dönmesi
anlatılmaktadır; tabletin son satırı belki şöyle tamamlanmaktadır:)
Gılgamış, Humbaba'nın kesilen başını sırığa dikti.
ALTINCI TABLET
Kirini yıkadı, silâhlarını parlattı, başını sallayarak saçının tutamlarını
arkaya attı. Kirli giysisini fırlatıp temizini giydi, savaş giysisini giyip
beline işlemeli kemerini kuşandı. Gılgamış krallık tacını giyince,
Gılgamış'ın güzelliği İştar'ın güzel gözlerini kamaştırdı:
"Gel Gılgamış! Benim güveyim ol! Bana meyveni armağan et (57), armağan
etsene! Sen benim kocam ol, ben senin karın olayım! Sana altından ve
lacivert taşından yapılmış koşu arabaları koşturayım! Tekerlekleri altın,
boynuzları (58) ayna gibi parlayan madenden olsun! Buna ruhlar, dev gibi
katırlar koşulsun!
Sen evimize girince seni katran kokuları (59) karşılasın. Büyük rahipler ve
soylular ayaklarını öpsünler! Krallar, büyükler ve beyler ayaklarının altına
diz çöksünler! Dağların ve ülkelerin ürünlerini sana vergi olarak
getirsinler!
Sana keçiler üçüz, koyunlar ikiz yavrulasın! Senin sıpan bir ester yüküyle
koşsun! Arabanın önündeki atın, yarışta birinci olsun! Boyunduruktaki
öküzlerinin eşi olmasın!"
Gılgamış, konuşmak için ağzını açıp görkemli İştar'a dedi:
"Seni ha!........ Seninle evlenirsem ne kazanacağım? Nasıl olsa kendimi
yağlayacak yağım ve üstüme giyecek giysim var. Yiyecek ekmeğim ve azığım
vardır, dahası, tanrılara yaraşır yemeğim, krallara özgü içkilerim bulunur!
(Bir satır eksik. Bundan sonraki parçada, Gılgamış, Tanrıça'yı şu biçimde
aşağılıyor:)
..................................................
..................................................
..................................................
.................................................. (60)
Sen, soğukta ısıtmayan bir örtüsün! Sen rüzgâra ve fırtınaya engel olmayan
uydurma bir kapısın! Sen, üstüne örtüleni altında ezen bir fil derisisin!
Sen, içinde toplantı yapan yiğitlerin üstüne çöken bir saraysın, sen
taşıyıcısının üstünde eriyen bir ziftsin! Sen, taşıyıcısının üstünde boşalan
bir kırbasın! Sen taş duvarı çatlatan bir kireçsin! Sen, düşman ülkesini
çeken bir yemişsin (61). Giyeni sıkan bir ayakkabısın!
Dostlarından hangisini sonsuz olarak sevdin? Çobanlarından hangisini sürekli
olarak beğendin? Haydi sevgililerinin adlarını sayayım!
(Bir satır eksik.)
Senin gençliğinin sevgilisi olan Tammuz'a (62), yıldan yıla ağıtı yazgı
kıldın. Sen, renkli çoban kuşunun aşkına düştün; ama ona da vurup kanadını
kırdın; şimdi o, ormanlarda "kappi" (63) diye bağırıp duruyor!
Sen, gücü üstün olan aslanın aşkına düştün; ama sonra ona yedi ve yedi tuzak
çukurları kazdın.
Sen, savaşa alışkın olan atın aşkına düştün; ama sonra ona kırbaç, bizlengiç
ve kamçıyı yazgı kıldın; iki kez yedi saat koşmayı yazgı kıldın; ona suyu
bulandırıp içirmeyi yazgı kıldın; anası Silili'ye sürekli yası yazgı kıldın!
Sen, koyun çobanının aşkına düştün; o, sana durmadan köz yığıp, günü gününe
oğlaklar getirdi; ama sonra ona vurup kurda döndürdün, şimdi de kendi küçük
çobanları onu kovalıyorlar; dahası, kendi köpekleri bacaklarını ısırıyorlar.
Sonra sen, babanın hurma bahçıvanı olan İşullanu'nun aşkına düştün; o, sana
durmadan bir sepet hurma getirip günü gününe sofranı donatırdı; ama sonra
ona göz atarak yaklaştın: İşullanu'cığım.... (64) yiyelim dedin.
(Bir satır çevrilememiştir.)
İşullanu şu yanıtı verdi:
"Sen benden ne istiyorsun? Sanki anam benim için pişirmedi mi? Ne diye
kokmuş, çürümüş yemekleri yiyecekmişim?.. öyle ekmek ki, kabuğu sazdan ve
dikendendir." (65)
(Bir satır eksik)
Sen onun söylediği bu sözleri duyduktan sonra, ona vurup onu ..... (66)
döndürdün ve bahçenin içine bıraktın.
(Bir satır çevrilememiştir.)
Şimdi beni seversen, beni de onlar gibi yaparsın."
O, İştar, bunu duyar duymaz öfkelendi; yukarıya gökyüzüne çıktı. İştar,
babası Anu'nun huzuruna gitti. O, anası Antum'un huzuruna gitti ve dedi:
"Babam! Gılgamış bana sövüyordu! Gılgamış bana kokmuş, çürümüş şeyleri
saydı. Kokmuş, çürümüş şeyleri!"
Anu konuşmak için ağzını açıp görkemli İştar'a dedi:
"Önce sen kavgaya başlamadın mı ki? O, sana kokmuş şeyleri saydı. Kokmuş,
çürümüş şeyleri!"
İştar, konuşmak için ağzını açıp babası Anu'ya dedi:
"Babam, Gılgamış'ı öldürmesi için bana gökyüzünün boğasını ver!
(Bir satır eksik)
Fakat sen gökyüzünün boğasını bana vermezsen, o zaman ben, cehennemin
kapılarını kırar, direklerini fırlatır, kapıları ardına dek açarım.
Yaşayanları yemeleri için ölüleri kaldırırım. Dirileri yesinler diye. O
zaman dünyada ölüler dirilerden çok olur!"
Anu, konuşmak için ağzını açıp görkemli İştar'a dedi:
"Kızım, benden istediğini yaparsam, yedi kavuz (67) yılları olur. İnsanlar
için buğday biriktirdin mi? Hayvanlar için ot bitirdin mi?"
İştar, konuşmak için ağzını açıp babası Anu'ya dedi:
"Baba, insanlar için buğday yığdım, hayvanlar için de ot sağladım! Onların
yedi kavuz yıllarında doymaları için insanlara buğday topladım; hayvanlara
ot yetiştirdim."
(Üç satır eksik.)
Anu, onun bu sözünü doyunca, gökyüzünün boğasının zincirini İştar'ın eline
teslim etti. O, boğayı yere indirmek için alıp aşağı götürdü ve onu Uruk
ağılına sürdü.
(Bir satır eksik)
Gökyüzünün boğası korku salarak aşağı indi. O, birinci solumasında yüz kişi
devirdi; iki yüz devirdi; üç yüz kişi...
İkinci solumasında yüz daha devirdi. İki yüz daha, üç yüz kişi daha.
O, üçüncü solumasıyla Engidu'ya saldırdı. O, Engidu'yu süseceği anda, Engidu
gözetleyip, birdenbire boynuzlarını yakaladı. Hırsından gökyüzünün boğasının
ağzından köpükler savruldu. Kuyruğunun kalın tarafıyla Engidu'ya çarpıp onu
yere attı.
Engidu, konuşmak için ağzını açıp Gılgamış'a dedi:
"Eskiden biz kendi kendimize övündük. Şimdi bunu gösterelim!"
(Dört satır eksik.)
Bunu nasıl yapacağımızı sana öğreteyim: Sen ve ben ayrılmalıyız, ben boğayı
kuyruğundan yakalayayım.
(Üç satır eksik.)
Kılıcın, onun boğazıyla boynuzlarının arasına insin."
Engidu, Gökyüzünün boğasını tutmak için, kovalayıp sımsıkı kuyruğundan
yakaladı. Engidu, onu iki eliyle tuttu ve Gılgamış, usta bir kasap gibi,
kılıcını güçlü ve güvenli bir vuruşla onun boğazıyla boynuzlarının ortasına
indirdi...
Onlar orada gökyüzünün boğasını öldürdükten sonra, yüreğini çıkarıp Şamaş'ın
önüne koydular. Onlar Şamaş'ın huzurunda saygıyla eğilip geri çekildiler;
sonra her iki kardeş oturdular.
İştar, Uruk duvarının üstüne çıkıp bir çığlık kopardı:
"Yuh olsun Gılgamış'a! Beni rezil etti; Gökyüzünün boğasını öldürdü!"
Engidu, İştar'ın bu sözünü duyunca, gökyüzünün boğasının budunu koparıp ona
fırlattı:
"Seni elime geçirseydim, seni de böyle yapardım! Onun sakatatını (68) koluna
asardım!"
İştar, kadın sevgililerini, tapınağın hizmetçilerini ve orospuları başına
toplayıp gökyüzünün boğasının budu için ağlayıp yakındı.
Gılgamış, bütün silâhçı ustalarını çağırdı. Ustalar boynuzların kalınlığına
şaştılar. Her boynuzun dökümü altmış okkalık lacivert taşındandı. Bu
boynuzların kabuğu iki parmak kalınlığındaydı. Her ikisinin içi yedi kova
yağ alıyordu. Gılgamış, bunları yağ koyması için, tanrısı Lugalbanda'ya (69)
armağan etti. Bunları içeri götürdü. Tanrı sarayının içindeki kutsal yere
astı. Fırat'ta ellerini yıkadıktan sonra el ele verip Uruk kentinin
sokaklarından geçtiler. Uruk halkı onları görmek için toplandı. Gılgamış
kendi saray cariyelerine şu sözleri söyledi:
"Erkekler arasında en görkemli olan kimdir? Yiğitler arasında en güçlü olan
kimdir?"
"Erkekler arasında en görkemli olan Gılgamış'tır. Gılgamış, yiğitler
arasında en güçlü olandır."
(Üç satır eksik)
Gılgamış, sarayında bir utku şenliği yaptı. Yiğitler, gece karanlığında
rahatça uykuya daldılar. Engidu da uykuya daldı ve bir düş gördü.Sonra
düşünü yorarak yukarı yürüdü ve arkadaşına dedi:
YEDİNCİ TABLET
"Arkadaş, neden ötürü yalnızca büyük tanrılar birbirlerine danıştılar? Bu
gece gördüğüm bir düşü dinle: Anu, Enlil, Ea ve göksel Şamaş toplandılar.
Anu, Enlil'e dedi: "Gökyüzünün boğasını öldürdüklerinden, Humbaba'yı
vurduklarından ve dağın katranını devirdiklerinden içlerinden birisi ölsün!"
Fakat Enlil dedi:
"Engidu ölsün, ama Gılgamış ölmesin."
Bundan sonra göksel Şamaş kahraman Enlil'e dedi:
"Onlar gökyüzünün boğasını ve Humbaba'yı senin sözün üzerine (70)
öldürmediler mi? Şimdi Engidu suçsuz yere mi ölecek?"
Enlil göksel Şamaş'a kızdı:
"Çünkü sen, onların dengiymişsin gibi, her gün aşağıya, yanlarına
gidiyorsun!"
Hasta olan Engidu, orada Gılgamış'ın ayaklarının dibine düşüp kaldı.
Gözlerinden yaşlar boşandı. Gözlerinden yaşlar boşanan Engidu'ya Gılgamış
dedi:
"Kardeş, sevgili kardeş! Neden kardeşimin yerine beni suçsuz saydılar?"
Öyleyse: "Şimdi ben bir ruh yanında mı oturuyorum? Ruhların yeryüzüne
çıktığı kapının dibinde mi oturuyorum (71) ? Benim sevgili kardeşimi bundan
böyle gözlerimle göremeyecek miyim?"
(Görünüşe göre bunu izleyen 13 satırlık boşlukta, belki Engidu'nun sıtma
sabuklaması sırasında (72) kendi hastalığını Humbaba'nın orman önünde duran
kapıya yormuş olması anlatılmıştır:)
Engidu, gözlerini açıp, kapılarla bir insanla konuşur gibi konuştu; ama
ormanın kapılarında akıl ve kavrayış yoktu.
"İki kez yirmi saatlik yerden senin kerestenin iyiliğini seçtim. Ben, yüksek
katranı görünceye kadar, senin kerestenin eşine rasgelmedim. Senin
yüksekliğin altı kez on iki endazeye varıyor. Senin enliliğin iki kez on iki
endazeye varıyor (73).
(Bir satır eksik)
Ben seni yapıp Nipur'a getirdim ve orada taktım. Senden böyle bir iyilik
göreceğimi bilseydim, elime bir balta alır, seni paramparça eder ve Fırat
üzerinde gitmek için bir sal yapardım."
(Elli satırlık boşluk. Engidu, Şamaş'tan lânetini avcının üzerine
indirmesini diler:)
"... Onun kazancını yok et. Onun kollarını güçten düşür. Onun gidişini
beğenme. Peşine düştüğü hayvan ondan kaçsın; avcı gönlündekine ermesin!"
Fahişeye, orospuya ilenmek için yüreği tutuşuyor:
"Senin yazgını orospu, sana ben yazayım. Bir yazgı ki, sonu gelmesin;
sonsuza dek sürsün! Sana ilençlerin en kötüsünü savurayım. Karanlık yerin
ilenci sabahın erkeninde karşına çıksın! Gece yarısına kadar zevkinin evi
sana belâ olsun (74)!
(Sekiz satırlık boşluk. Anlaşılabildiğine göre Engidu'nun ilençleri fahişeyi
tutuyor:)
Şehir lâğımlarındaki pislikler senin yiyeceğin olsun! Şehirdeki bulaşık
suları senin içkin olsun! Yattığın yer sokak olsun, durduğun yer duvar
gölgesi olsun!
(Bir satır eksik.)
Sarhoş ve susuz, yanağına vursun!"
(On satır boşluk)
Şamaş, onun ağzından çıkan sözleri işitince, ona gökten seslendi: "Engidu,
niçin fahişeye, orospuya ileniyorsun? O fahişe ki, sana yaşamda gereken
ekmeği yedirdi. O, sana ülkede içilen içkiyi içirdi. Görkemli giysi
giydirip, o şanlı Gılgamış'ı sana yoldaş etti. Şimdi senin kardeşin gibi
olan arkadaşın Gılgamış seni, rahat yatağına yatıracaktır. O seni görkemli
bir yatakta rahat ettirecektir. Esenlik olan bir yerde, solunda bulunan bir
yerde seni oturtacaktır. Yeryüzünün bütün hükümdarları ayaklarını öpecektir.
O, senin için Uruk halkına ah ettirip onları ağlatacak, mutlu kimselere
çevresinde yas tutturacak ve o, senden sonra bedenini pis ve iğrenç bir
duruma getirip, senin için kendinden geçerek sırtına bir aslan postu atıp
çöllere düşecek."
Bu anda Engidu, Şamaş'tan yiğitin sözünü işitince, kükreyen yüreği hemen
dinginleşti.
(İki satırlık boşluk. Sonra Engidu yeniden fahişeden söz ediyor; ama
görünüşe göre, bu kez Engidu, fahişeye alaylı bir dilekte bulunuyor:)
"Seni krallar ve beyler sevsin. Kibar delikanlılar senin için çektikleri
karasevdadan dizlerini dövsünler ve senin yoluna saçlarını yolsunlar! Asker
ve subaylar senin için kemerlerini söksünler! Senin başına lacivert taşı ve
altın dökülsün. Hazine bekçisi önceden üzerine işlemişken, şimdi onun
hazinesi senin için açılsın ve serveti yoluna saçılsın! Seni tanrıların
avlusuna ben götüreyim. Yedi çocuklu bir karı sana feda edilsin!"
Engidu'nun hasta karnı sancı içindedir. Engidu odasında yalnız başına
yatmaktadır. Gece gördüğü düşü arkadaşına anlatıyor:
"Arkadaş, bu gece bir düş gördüm. Gök bağırdı, yeryüzü yanıt verdi. Ben,
yalnız başıma kırda kaldım. Orada asık yüzlü bir adam göründü. Yüzü büyük
bir kuşa benziyordu. Kartal pençesi gibi, tırnaklı pençeleri vardı."
(12 satırlık boşluktan sonra, kalan küçük bir parçadan elde edilecek sonuca
göre, belki Engidu, bu adamın kendisine bir ölümün garip biçimini nasıl
gösterdiğini anlatmıştır:)
"Sonra o adam, beni tümüyle değiştirdi. Kollarım sanki kuşlar gibi tüylendi.
Beni elimden tutarak; karanlığın evine, Irkalla'nın (75) oturduğu yere,
içine ayak basanı bırakmayan eve, dönüşü olmayan yola, içinde oturanın
ışıktan yoksun kaldığı eve, tozun besin olduğu, çamurun yemek olduğu yere,
insanın kuşlar gibi tüylü giysiler taşıdığı ve karanlık yerde ışığın
görünmediği eve götürdü.
Girdiğim tozun evinde (76), tahtlar devrilmiş, kral taçları yere atılmıştı.
Anu ve Enlil'e vekil olan, en eski zamandan beri ülkeye egemen olan krallık
tacı taşıyan beyler, tepelerinde kızarmış et taşıyorlar, çörek taşıyorlar,
içmek için kırbalarında soğuk sular taşıyorlardı.
Girdiğim tozun evinde, yüksek rahipler ve bakanlar, kutsallık taşıyan
kimseler oturuyor. Tanrıların yakınları oturuyor, büyük tanrıların yağladığı
rahipler (77) oturuyor, Etana (78) oturuyor, Şumukan (79) oturuyor, Yer
Tanrıçası Ereşkigal oturuyor ve bunun önünde yerin yazmanı Belitseri diz
çöküyor. Belitseri, elinde bir yazı levhası tutarak Ereşkigal'a okuyor. O,
yönünü çevirip bana baktı."
(Bundan sonra, yaklaşık elli satırlık boşluk geliyor. Anlaşıldığına göre
Gılgamış anasına sesleniyor:)
"Onunla birlikte her güçlüğe katlandım. Onunla birlikte nerelere gittiğimi
düşün! Benim arkadaşım iyi şeyler haber vermeyen bir düş gördü."
Onun düşü gördüğü gün, sona ermişti. Bundan sonra Engidu bir gün, iki gün
yattı. Ölüm Engidu'nun yatak odasında oturuyor. Beşinci, altıncı, yedinci,
sekizinci, dokuzuncu ve onuncu gün... Engidu'nun hastalığı ağırlaştıkça
ağırlaştı. On birinci ve on ikinci gün Engidu ölüm döşeğine yattı. Bunun
üzerine Gılgamış'a bağırıp ona dedi:
"Arkadaş, ben bir ilence uğradım! Savaşta ölen bir adam gibi ölmüyorum.
Savaştan korktuğum için şimdi onursuz ölüyorum. Arkadaş her kim savaşta
ölürse talihlidir; ama ben düşkün bir durumda ölüyorum."
SEKİZİNCİ TABLET
Gün ağarmaya başlar başlamaz, Gılgamış ağzını açıp arkadaşına dedi:
(Yaklaşık 20 satırlık boşlukta, Gılgamış, Engidu'ya gençliğini, birlikte
yaptıkları işleri, özellikle Humbaba'nın ölümünü anımsatıyor. Tablet çok
kırık olduğu için çevirmeye olanak yoktur. 22-50 satır tümüyle kırıktır. Bu
satırlarda Gılgamış'ın, Uruk'un ileri gelenlerini Engidu'nun ölüm döşeğine
çağırttığı anlatılmış olabilir.).
Bundan sonra Gılgamış şöyle haykırdı:
"Beni dinleyin! Siz, yaşlılar, beni dinleyin! Ben Engidu için ağlıyorum.
Arkadaşım için. Ağıtçı kadınlar gibi acı sızı döküyorum. Sen belimin satırı,
elimin yayı! Kemerimin kılıcı! Önüme siper olan kalkan! Benim bayramlık
giysim! Benim biricik sevincim! Kötü bir düşman kalkıp beni soydu (80)!
Benim dostum, dağlarda tek başına gezen yaban eşeğini (81) kovalayan
katırcığım (82)! Ey çölün parsı! Dostum! Engidu! Yoldaşım! Dağlarda tek
başına gezen yaban eşeğini kovalayan katırcığım.
Biz istediğimize kavuşmuş, dağlara tırmanmıştık. Gök yüzünün boğasını
yakalamış ve onu öldürmüştük. Kimsenin girmediği yere girmiş, Humbaba'yı yok
etmiştik! Şimdi seni yakalayan bu uyku nedir? Sen karanlığa gömüldün. Beni
dinlemiyorsun!"
Gözünü yokladı; ama Engidu artık gözünü açmadı. Yüreğini yokladı; yüreği
atmadı... Duyduğu acıdan aslan gibi bir böğürtü kopardı. Tıpkı yavruları
aşırılan dişi bir aslan gibi. O, Engidu'nun yüzüne kapanıp saçlarını yoldu
ve ortalığı dağıttı. Güzel giysilerini paralayıp yerlere fırlattı..
(Yaklaşık 80 satır boşlukta, Gılgamış'ın Engidu'yu yedi gün, yedi gece
beklettiği anlatılıyor olmalı. O, acı dolu çığlıklarıyla arkadaşını yaşama
geri döndüreceğini umuyordu.)
Seni rahat yatakta yatıracağım. Evet, seni görkemli bir yatakta rahat
ettireceğim. Evet, bir onur konumunda seni dinlendireceğim. Esenlik olan bir
yerde. Solumda bulunan bir yerde seni oturtacağım. Yeryüzünün bütün
hükümdarları senin ayaklarını öpsünler. Senin için Uruk halkına yas
tutturacağım; mutlu kimselere çevrende acı dolu çığlıklar attıracağım ve
ben, senden sonra bedenimi pis bir duruma getirip senin için kendimden
geçeceğim. Sırtıma bir aslan postu alıp çöllere düşeceğim."
(Bundan sonra 137 satırlık bir boşluk geliyor ki, bu boşlukta Engidu'nun
gömülmesi anlatılmış olmalıdır. Aşağıdaki dört satırın ne anlattığını
bilmiyoruz).
Gün ağarır ağarmaz, dışarı, Elemmaku'dan (83) yapılmış büyük bir sofra
çıkardı. Akikten bir fincanı balla doldurdu. Lacivert taşından bir fincanı
tereyağla doldurdu.