Hikaye

 

 

Geçmişi Kabullenmek İçin Ümidini Yitirmelisin

Irvin D. Yalom


Bunun son görüşmemizden farklı olmasını istiyorum. Bu defa her şeyi tek tek gözden geçirmek istiyorum. Altmışıncı yaş günüm yaklaşıyor, hayatımı baştan aşağı değiştirmek istiyorum.” Sally böyle başladı sözlerine. Güzel bir kadındı. Gözlerini doğrudan bana dikmişti ve bakışlarımız birleşmişti. Altı yıl önceki terapimizi kast ediyordu. Babasının ölümünden sonra, tamamlanmamış yasıyla baş etmesine yardımcı olmam için dört, sadece dört seans talep etmişti. Bu vakti etkin bir biçimde kullanıp ebeveynleriyle fırtınalı ilişkisini olabildiğince derinlemesine konuşmuş olmasına rağmen ele alınması gereken pek çok başka mesele olduğunu sezmiştim. Ne var ki Sally dört seans talebinde ısrarcı davranmıştı.

“Beni ne kadar hatırladığından emin değilim,” diye devam etti. “Uzun yıllardır laboratuvar teknisyeni olarak çalışıyorum ve değiştirmek istediğim şey de tam olarak bu. Doğrusunu söylemek gerekirse işimi hiç sevmedim. Benim asıl yapmam gereken şey yazmak. Yazar olmak istiyorum.”

“Daha önce bundan bahsetmemiştin sanırım.”

“Biliyorum. O günlerde bunu konuşmaya hazır değildim. Kendime bile itiraf edemiyordum. Şimdi ise hazırım. Seni tekrar aramamın nedeni de bu. Sen de bir yazar olduğun için bana yardımcı olabilirsin."

“Elimden geleni yaparım. Bu konu üzerine biraz konuşalım."

“İlk sıraya yazma meselesini almaya karar verdim. Emeklilik ikramiyem ve eşimin maaşı sayesinde artık bunun için yeterli param var. Eşim United Havayolları’nda pilot. CEO’ları yüz milyon dolarlık maaş ve ikramiyeye çok ihtiyaç duyduğu için pilotların emeklilik ikramiyelerini çaldılar ama eşim yine de iyi kazanıyor. Hiç değilse bir beş yıl daha böyle olacak. Ama en önemlisi, yeteneğimin olması gerektiği."

“Gerektiği mi? Nasıl yani?"

“Yani, iyi kötü bir yeteneğim olmak zorunda. On sekiz yaşındayken edebiyat loncasının yeni yazarlara verdiği kurgu ödülünü kazanmıştım. Dört bin dolarlık bir ödüldü bu. Ki kırk iki sene öncesinden bahsediyoruz."

“Çok büyük bir ödül! Büyük de bir onur!"

“Meğer büyük de bir lanetmiş."

“Nasıl yani?"

“Bu onura layık olamayacağım fikrine kapıldım. Kendimi bir sahtekar gibi hissetmeye başladım. insanlara yazdıklarımı göstermekten çekiniyordum artık."

“Neler yazıyordun?"

“Neler yazıyorum, demeliyiz aslında çünkü yazmaktan hiç vazgeçmedim. Her telden çalıyorum. Şiirler, öyküler ve vinyetler..."

“Peki tüm bu yazdıklarını ne yaptın? Hiç yayınlattığın oldu mu?

“Bu ödülü kazanmamı sağlayan kısa roman haricinde hiçbir şey yayınlatmadım. Böyle bir girişimim hiç olmadı. Bir defa bile.

Ama yine de bugüne dek yazdığım her şeyi sakladım. Hiçbir yere gönderemedim ama çöpe de atamadım. Her şeyi büyük bir kutuya koyup koli bandıyla mühürledim. Ergenlik yıllarımdan bu yana yazdığım her ne varsa."

Bugüne dek yazdığı her şeyi kapsayan koca bir kutu! Kalbim hızlandı. Yavaşla, dedim kendime çünkü yazar kimliğimin fazlaca ön plana çıktığını ve konuya haddinden fazla kaptırdığımı hissettim. Merakım alevlenmişti. Empatim de aynı şekilde. Koca bir hayat boyunca yazılan ne varsa tek bir kutuya kaldırılması fikri içimi ürpertiyordu. Fazla özdeşleşme, diye uyardım kendimi. Bunun kimseye faydası dokunmaz. Sally’ye döndüm.

“Bu senin için nasıl bir şey?"

“Ne nasıl bir şey? Her şeyin o kutuda olması mı?"

Başımı evet anlamında salladım.

“Çok kötü değil. Gözden ırak, gönülden ırak. Gayet işe yarayan bir çözüm oldu, ta ki bugüne kadar. İnkarın faydalarına dair söyleyebileceğim çok şey var. Zaten sizin mesleğin inkara hak ettiği değeri vermediğini düşünmüşümdür hep."

“Doğru! Kamp ateşinin çevresinde toplanmış oturuyoruz ama inkarı aramıza almıyoruz. İtiraf etmem gerekir ki ben de hastalarımdan, ofisime girmeden önce inkâr ceketlerini çıkarıp dışarıdaki portmantoya asmalarını istiyorum."

Karşılıklı gülümsedik. iyi bir ikiliydik. En son ne zaman bir terapi seansında “kamp ateşi", “ceketi çıkarmak", “portmanto" gibi sözcükler çıkmıştı ki ağzımdan? Yavaş yavaş yazarlara özgü bir diyalogun içine girmekte olduğumuzu hissediyordum. Dikkat, dikkatli ol, diye düşündüm. Buraya yardım almaya geldi, muhabbete değil.

“Şu bahsettiğin kutu, nerede saklıyorsun onu?"

“Aslında iki kutu var. Bir numaralı asıl kutu ağzına kadar dolu ve sıkı sıkıya bantlanmış bir halde gözümün görmeyeceği bir noktada, dolabımın en dibinde duruyor. Yıllar içerisinde elden çıkardığım pek çok şey oldu. Giysiler, fotoğraflar, kitaplar... Ama o kutuya kıyamadım. Onu hep taşıdım. Kaplumbağanın sırtındaki kabuk misali, hayat beni her nereye savurduysa benimle birlikte oraya geldi. İçinde ergenliğimden yaklaşık on beş yıl öncesine kadarki yazılarım var. İkinci kutuda ise daha güncel yazılarım duruyor. Bu kutu masamın altında, hala kapağı açık vaziyette."

“Yani hayatın boyunca yazdığın her şeyi sakladın ama gözünün görmeyeceği bir yerde mühürlü olarak mı tuttun?"

“Hayır, tamamını değil. Daha da eski dönemlere ait yazıların bir kısmının talihsiz bir sonu oldu."

“Tuhaf bir hikaye bu. Eski terapimizde bundan da bahsetmemiştim. Bir gün, ben on dört yaşlarındayken, annem, babam ve erkek kardeşim dışarı çıktılar. Ben de babamın gardırobunun çekmecelerini karıştırmaya başladım. Bu zaten hep yaptığım bir şeydi. Ne aradığımı hatırlamıyorum ama hep böyle sağı solu karıştırmaya düşkün bir çocuktum. O gün babamın kazaklarının olduğu çekmecede iki şiirimi buldum. Kağıdın yüzeyi yer yer dalgalanıyordu, belli ki babamın gözyaşları kağıdı ıslatmıştı. Ona hiçbir şiirimi vermemiştim ben. Kendi kendine almış olmasına aşırı öfkelendim. Nasıl almış olabilirdi? Bunun tek bir yolu vardı: Ben okuldayken o da benim odamı karıştırmıştı mutlaka."

“Hal böyle olunca da..."

“Yani, sonuçta bunu onun yüzüne çarpamazdım, değil mi? Çünkü bunu yapmak için, onun dolabını karıştırdığımı itiraf etmem gerekecekti. Dolayısıyla tek bir seçeneğim vardı."

“O da..."

“O güne dek yazdığım tüm şiirleri yaktım."

Ah! Kalbime bir hançer saplanmıştı sanki. Saklamaya çalıştım ama gözünden kaçmadı.

“Bunu duyunca irkildin.”

“Yazdığın tüm şiirleri yakmak! On dört yaşında bir kızın kibrit çakıp şiirlerini yakmasını gözümün önünde canlandırmaya çalışıyorum. Ne acı, ne korkunç bir düşünce! Kendine böyle bir eziyeti reva görmen! Söylesene Sally, o on dört yaşındaki kıza sempati duyuyor musun?”

Sally etkilenmiş görünüyordu. Başını arkaya yasladı ve birkaç saniye tavana baktı. “Hımın. Bu soruyla ilk kez karşılaşıyorum. Biraz düşünmem gerekecek."

“Buna bir işaret koyalım o halde ve sonra geri dönelim. Önemli bir soru bu. Şimdi seni buraya getiren nedenlerden bahsetmeye devam edelim.” Aslında kapalı kutu meselesine dönmeyi kat be kat yeğlerdim, mıknatıs gibi çekmişti beni bu konu. Fakat Sally’nin babası, mahremiyetini ihlal ettiğinde şiirlerini yakma hikayesi beni durdurmuştu. Bu duruma büyük hassasiyetle yaklaşmak gerekiyordu. Kendisini hazır hissettiğinde kutu konusuna elbet dönecekti, bundan emindim.

Birkaç ay boyunca yeni yaşamının temellerini oluşturduk. ilk olarak emeklilik işini halletmesi gerekiyordu. Emeklilik gibi büyük ve genelde korkutucu bir geçiş dönemini soğukkanlılıkla atlatabilen kişi sayısı azdır. Karşısına çıkabilecek engellerin son derece farkındaydı ama o da azimli ve başarılı bir kadındı. Kendisine bir liste yaptı ve o listenin maddelerine ardı ardına tik atmaya başladı.

İlk önce kararının geri çevrilemeyeceği gerçeğiyle yüzleşmesi gerekiyordu. Çalıştığı alanda çok hızlı gelişmeler olduğu için kısa sürede her şeyin çok gerisinde kalacaktı. Dolayısıyla gelecekte fikrini değiştirip işe geri dönme gibi bir seçeneği olmadığının farkındaydı. Laboratuvarının onsuz da işleyebilmesi için yönetim şemasını yeniden yapılandırdı ve geçiş sürecini herkes için kolaylaştırdı.

Ardından konu yalnızlığa geldi. Eşi, uçuşlara beş yıl daha devam etmeyi planlıyordu. Ayın yarısında evde olmuyordu. Neyse ki kalabalık bir arkadaş grubu vardı. Para da önemli bir meseleydi. Önerim doğrultusunda eşiyle birlikte bir finans danışmanına başvurdular. Çocuklarına daha az para vermeleri halinde emekliliğe yetecek birikimleri olduğunu öğrendiler. Bunun üzerine iki oğullarıyla görüştüler ve her ikisi de kendi başlarının çaresine bakabileceklerini söyledi.

Listedeki son madde, yani yazacak bir yer bulmak Sally’de büyük sıkıntı yarattı. Haftalarca içi içini yedi. iyi yazabilmesi için tamamen sessiz bir ortamda, yalnız ve doğayla iç içe olması gerekiyordu. Nihayet devasa bir Kaliforniya meşesinin dallarının sarıp sarmaladığı yakınlardaki bir çatı katını kiraladı.

Derken bir gün, bir metreye bir metrelik bir kutuyla odaya girince hayretler içerisinde kaldım. Kutu o kadar ağırdı ki yere bıraktığında zemin titredi. Bir süre ikimiz de hiç konuşmadan kutuya baktık. Derken çantasından koca bir makas çıkardı, kutunun yanına çömeldi, bana baktı ve “Büyük gün geldi çattı sanırım," dedi.

Süreci yavaşlatmaya çalıştım. Sally’nin gözleri kıpkırmızıydı, dudakları titriyordu ve makası pek sağlam tutamıyor gibiydi. “Önce sana ne hissettiğini sormak istiyorum. Gergin görünüyorsun Sally."

Biraz olsun rahatlamıştı. “ilk görüşmemizden beri, bugünün geleceğini biliyordum. Sana tam da bu nedenle geliyorum. Bundan hep korktum, gecelerce, özellikle dün gece uykularımı kaçırdı. Ama bu sabah kalktığımda, artık her nasılsa zamanının geldiğini anlamıştım."

“Bunu açtığında ne olacağını hayal ettin?" Bu soruyu daha önce de sormuştum ona ama pek bir verim alamamıştım. Bugün ise epey bereketli bir yanıt geldi.

“Yaşamımda pek çok karanlık dönem var, sana anlattıklarımdan da karanlık. Dolayısıyla bu kutuda da pek çok karanlık öykü var. Terapimizde daha önce dolaylı bir biçimde bahsetmiş olabileceğim öyküler. O günlere geri dönmek istemiyorum. Bu düşünce beni ürkütüyor. Ah evet, bildiğin gibi ailem dışarıdan iyi görünüyordu ama içeride... içeride çok fazla acı vardı."

“Yeniden karşılaşmaktan özellikle korktuğun bir hikaye veya şiir var mı?"

Ayağa kalktı, makasını yere bıraktı ve koltuğuna yerleşti. “Evet, üniversitedeyken yazdığım bir öykü tüm gece kafama takıldı. Sanırım adı “Otobüste Giderken”di. On üç yaşlarımı anlatan bir öyküydü. O dönem çok mutsuzdum, intihar etmeyi düşünüyordum. Öyküde de otobüse binip son duraklarda inmeden saatlerce bir ileri bir geri gidiyor, hayatımı nasıl sonlandıracağımı düşünüyorum."

“Dün gece uyuyamamışsın, bundan da biraz bahseder misin?"

“Çok kötüydü. Kalbim öyle şiddetli çarpıyordu ki yatağın sallandığını hissettim. Özellikle bu öykü, tüm gün otobüste oturup kendimi öldürmeyi düşünmem beni dehşete düşürdü. Yaşamak için bir neden bulamadığımı hatırlıyorum. Kutuyu açtığımı, içindekileri karıştırdığımı ve sonunda bu öyküyü bulduğumu hayal edip durdum."

“O zamanlar on üç yaşındaymışsın, şimdi ise altmış yaşma bastın. Demek ki bu otobüs yolculuğu bundan kırk yedi yıl önce gerçekleşmiş. Artık on üç yaşındaki o kız değilsin. Büyüdün, sevdiğin bir adamla evlendin, iki şahane evlat yetiştirdin, yaşamayı seviyorsun ve bugün buraya yaşam amacının peşinden gidebilmek için geldin. Çok mesafe kat ettin Sally. Buna rağmen geçmişin seni girdap gibi içine çekeceği düşüncesinden bir türlü vazgeçemiyorsun. Bu tuhaf efsane nereden çıktı sahiden?"

“Epeydir var. Belki bundan dolayı kutuyu bantla mühürlemişimdir." Makası yeniden eline aldı. “Belki bundan dolayı buraya, ofisine getirmişimdir."

Kaşlarımı kaldırdım ve şaşkınlık içinde baktım. “Ne bakımdan?"

“Belki sen yanımda olursan beni tutarsın ve bu dünyada kalmamı sağlarsın."

“Tutma konusunda gayet başarılıyımdır."

“Söz mü?"

Başımı evet anlamında salladım.

Böylelikle Sally tekrar yere çömeldi ve bandı ustalıkla kesmeye başladı. Yaşamının büyük kısmını birlikte geçirdiği kıymetli kutusuna olabildiğince az zarar vermeye çalışıyordu. Kutunun kapağını merakla kaldırdı. Sonra yeniden koltuğa oturdu. İkimiz de hiç konuşmadan kutunun içindeki kağıt yığınına hayranlıkla bakakaldık. Yaşamının tozlu, edebi kayıtları işte buradaydı. Rastgele bir kağıt seçti ve sessizce bir Şiirini okudu.

“Biraz daha yüksek sesle lütfen."

Panik dolu gözlerle bana baktı. “Bunları paylaşmaya alışkın değilim."

“Kötü bir alışkanlığı kırmak için bundan daha iyi bir zaman olabilir mi?"

Elleri titremeye başladı. Bir iki defa boğazını temizledi. “Pekala, hiçbir şekilde hatırlamadığım bir Şiirin ilk dizelerini okuyorum. 1980 tarihli."

Sözcükleri istemek

Açlık değil

Rahatsızlıktır

Rahatsızlık

Dağların eksikliği

Teselliler çökmüş

Dümdüz bir Manzara

Akşamı yiyip bitiriyor Tıpkı bir tren gibi Wyoming’den geçen O düşünce raylarında ilerleyen Dalgasız denizin kıyısında Gezinen bir kuşunkilere Oranlı ayaklarım Ta ki sular ve sözcükler Yükselinceye kadar Alışılmadık bir kuşa Veya tuhaf bir zihne

Gözlerim dolmuştu. Ne diyeceğimi bilemez haldeydim. “Çok etkileyici bir şiir Sally. Çok etkileyici. Bayıldım. Özellikle de son iki dize harikaydı."

Sally birkaç peçete aldı, başını eğdi ve iç çekerek ağladı. Sonra, peçeteyle sildiği gözlerini yukarı doğrultup bana baktı. “Teşekkür ederim. Bunun benim için anlamını tahmin bile edemezsin." Seansın geri kalanını, yaşamının antik sayfalarını karıştırarak geçirdi. Bazı kısımları sesli okuyup benimle de paylaştı. Süremiz azaldığında yeniden koltuğuna oturdu ve iki kez derin nefes aldı.

“Hala burada benimle misin?" diye sordum.

“Evet, sanırım hala 2012’deyim. Burada olmana çok memnunum. Teşekkür ederim. Sen olmasan bunu açamazdım."

Saate baktım. Süreyi aşmıştık. Bazen hastalar beni saate bakarken yakaladıklarında seansın bir an önce bitmesini istediğimi düşünürler. Oysa çoğu zaman, tıpkı bugün de olduğu gibi, tam tersi bir durum söz konusudur. Biraz daha çalışacak vaktimiz olmasını isterdim.

“Burada bitirmek zorundayız ama bitirmeden önce bundan sonrasını planlayalım. Bence yarın veya öbür gün görüşmemiz iyi olur."

Sally başını evet anlamında salladı.

“Yazılarına evde bakma fikri sana nasıl geliyor? Yoksa onları burada bırakmayı mı tercih edersin? Bırakırsan bir dahaki görüşmede bakmaya devam ederiz."

Vereceği yanıtı düşünürken, “Karıştırmayacağıma söz veriyorum," diye de ekledim.

Sally kutuyu eve götürüp iki gün sonra tekrar görüşmeyi tercih etti. O gittikten sonra ne kadar özel bir mesleğim olduğunu düşündüm. Böylesi miladi ve kıymetli anları paylaşmak ne büyük onur! Şiirini dinlemek de çok güzeldi. Müzik kulağım olmadığı için operadan veya konserlerden hiç keyif almam ama konuşmalar... Mesela tiyatro ve özellikle de şiir okumaları beni hep mest etmiştir. Bugün de hem olağanüstü bir sahneye tanıklık etmek hem de eşsiz şiirler dinlemek için bir de üstüne para almıştım! Sally’yle seansımızdan bu kadar keyif aldığım için kendimi suçlu hissediyordum. Elbette bunun sıkıntılı bir durum olduğunun farkındaydım. Hiç kuşkusuz bu seansa aktarımın gölgesi düşmüştü ve babasının aramızda dolaşan hayaleti nedeniyle çalışmalarını benimle paylaşması daha da karmaşık hale geliyordu. Bir de üstüne, aynı zamanda profesyonel bir yazar olan şahsımın onun eserlerine nasıl tepki vereceği meselesi vardı. Bazı terapistler aralarındaki ilişkinin bozulmasından endişe ettikleri için hastaların yazılarını okumayı reddederler. Yazıdan hoşlanmazlarsa veya metni anlamazlarsa ne diyeceklerini bilememekten korkarlar. Oysa ben hiçbir zaman bu tür bir korku yaşamadım. Yaratıcılığını işlemek isteyen herkese büyük saygı duyuyorum. Yazıdan hoşlanmasam bile beni etkileyen bir iki satır bulur ve yazarın dikkatini buralara çekerim. Bunu her zaman memnuniyetle karşılarlar ve daha iyi işler ortaya çıkarmalarına da yardımcı olur. Bu örnekte ise böyle bir sorun yaşanmadı çünkü Sally gayet yetenekli bir yazardı, ben sadece doğruyu söyledim.

Haftalarca o kağıtları okudu ve hayli ızdıraplı bir biçimde hepsini, her bir kelimesini tek tek bilgisayara geçirdi. Bu işe girişmesi, terapi açısından son derece faydalı oldu çünkü her seansa ebeveynleriyle, arkadaşlarıyla, eski sevgilileriyle alakalı canlı anılar getirmeye başladı. Yirmili yaşlarının başlarında yazdığı, çok daha çaresiz ve kederli bir ton taşıyan bir dizi şiir, ilk evliliğinin yıkılmasının alametleriydi. Bir gün, ofisime, gençliğinde kısa süreli tutkulu bir aşk yaşadığı uğursuz sevgilisi Austin’e yazdığı altmış altı aşk şiiriyle geldi. Şiirler, sonsuz ve yüce bir aşkı anlatıyordu ama Austin’le ilişkisi zirve noktasına çabucak ulaşmış ve çok geçmeden ağızda kötü bir tat bırakarak sonlanmıştı. Onu doğru bir gözle değerlendirememişti. Kendisini kullanılmış ve örselenmiş hissediyordu. Hal böyle olunca bu şiirleri keşfettiğinde ilk tepkisi tiksinti olmuştu. Onları hemen yakmak istese de önce benimle konuşmaya karar vermişti. Bu fikir beni dehşete düşürdü. Ben hiçbir zaman hiçbir şeyi yakmam. “Atılanlar” diye kocaman bir klasörüm vardır. Romanlarımın ve öykülerimin attığım kısımlarım burada saklarım. Şiirleri alevlerden kurtarabilmek umuduyla bunu Sally’e de anlattım. Biraz zaman kazanabilmek için de Austin’le ilgili şiirlerden bazılarını bana okumasını istedim. Titrek bir sesle birkaç bölüm okudu.

“Bence çok hoş bu şiirler,” dedim.

Ağlamaya başladı. “Ama düzmece bunlar. Ben de öyleyim. Bu şiirleri yazdığım dönem, hayatımın en güzel günleriydi. Oysa hepsi kaynağını bir gübre yığınından alıyor." Seansın son on beş dakikasını, başlangıcı kötü olan sanat eserlerinden bahsederek geçirdik. Ben savlarımı birbiri ardına sıraladım ve masum şiirlerin yaşamının bağışlanmasını istedim. Gübrenin güzel bir şeye dönüşmesinin sanatsal bir zafer olduğunu, hatalı arzular, ölüm, çaresizlik, kayıp olmasa büyük sanat eserlerinin asla yaratılamayacağını söyledim. Nihayet boyun eğdi ve bu altmış altı şiiri de bilgisayarına geçirdi. Eski çağlardan kalma değerli bir yazılı belgeyi yanmaktan kurtaran bir kahraman gibi hissetmiştim.

Üzerinden zaman geçtikten sonra terapimizi gözden geçirirken Sally’nin yaşamındaki bu dönemin, asıl olay olan gizemli bir kutunun açılmasına eşlik eden bir yan meseleden ibaret olmadığını öğrendim. Sally bu ilişkiden ve Austin’in çetrefilli cinsel fantezilerinden o kadar utanıyordu ki bunca senedir bunu kimseyle paylaşmamıştı. Hepsini bana açıp destekleyici bir yanıt alması onun için oldukça etkili oldu. Çok rahatlamış hissetti ve ilk defa, seansın sonunda bana sarılmak istedi. Sarıldık.

O gece bir rüya gördü. “Kapımın önünde bir yığın katlanmış giysi buldum. Bunları oraya başka biri koymuş, muhtemelen eşim. ilk önce onları çamaşır makinesine koydum sonuçta, orada dururken tozlanmış olabilir. Ama sonra vazgeçtim ve hepsini makineden çıkarıp dolaba astım." Rüyanın mesajı netti: Temizlemesi gereken pis bir çamaşırı kalmamıştı artık.

Tüm bu süreçte Sally öykülerinin ve şiirlerinin arasında gezinirken ve biz onların barındırdığı derin meseleleri konuşurken hep daha karanlık temaların açığa çıkmasını bekledim. Tüm hayatı boyunca bu çalışmaları gizlemesine neden olan o karanlık yazılar neredeydi acaba? Mesela şu otobüs öyküsü?

Derken o gün geldi çattı. Ofise elinde bir dosyayla girdi. “işte o öykü. Lütfen okur musun?"

Dosyayı açtım. Beş sayfalık öykünün başlığı Otobüste Giderken d Ebeveynleriyle kavga ettiği için ve zalim sınıf arkadaşlarının sataşmalarından dolayı son derece mutsuz olan genç bir kızın basit bir dille anlatılmış öyküsüydü bu: Genç kız okulun kalanını kırmaya karar verir ve hayatında ilk defa intihar etmeyi ciddi ciddi düşünür. Soğuk bir kış günü olduğu için bir saat uzaklıktaki evine yürümek istemez. Otobüse binecek parası da yoktur. Babasının ofisi yakındadır ama geçen gün annesiyle tartışırken kendisine destek çıkmadığı için ona öfkelidir, gidip otobüs parası istemeyi kendine yediremez. Hal böyle olunca genç kız otobüse biner ve ceplerini içinde hiç para olmadığını göstermek için ters yüz eder. Otobüs şoförü önce onu otobüse almayacak gibi olur ama soğuktan titrediğini görünce kıyamayıp binmesine izin verir. Otobüste en arka koltukta oturan genç kız yolculuk boyunca sessiz sessiz ağlar. Son durakta tüm yolcular iner, şoför kontağı kapatır. On dakikalık kahve molası için otobüsten inecekken arkada ağlayan genç kızı fark eder ve neden inmediğini sorar. Diğer yöndeki son durakta oturduğunu söyler kız. Şoför, otobüste kalmasına izin verdiği gibi ona bir kola alır ve ön tarafta kalorifere yakın oturmaya davet eder. Günün kalanında kız, şoförle birlikte otobüste aralıksız seyahat eder.

Başımı öyküden kaldırdım. “Seni bu kadar korkutan karanlık öykü bu muydu yani?"

“Hayır, o öyküyü bulamadım."

“Peki bu?”

“Dün yazdım bunu."

Nutkum tutulmuştu. Birkaç saniye sessiz kaldık. Sonra ben cesaretimi toplayıp söze girdim. “Ne düşünüyordum, biliyor musun? Hani birkaç hafta önce, ebeveynlerinin sevgisini senden kasten esirgemediğini, yalnızca onlarda verilecek bir sevgi bulunmadığını fark etmiştin, hatırlıyor musun?"

“Hem de dün gibi. Geçmişi kabullenmek için ümidimi yitirmem gerektiğini söylemiştin. Bu laf dikkatimi çekti, o gün bugündür de aklımda. Pek hoşuma gitmedi aslında ama bana yardımcı oldu. Zor bir engeli aşmamı sağladı.”

“Daha iyi bir geçmiş için ümidi yitirmek etkili bir öneridir. Daha önce de pek çok kişiye yardımı dokundu, keza bana da öyle. Ama bugün, burada...” Ona öyküyü geri uzattım. “Sen buna yaratıcı ve beklenmedik bir boyut kazandırdın. Ümidini yitirmedin, bunun yerine kendine yeni bir geçmiş yazdın. Bu hayli etkileyici bir yöntem.”

Sally öyküyü çantasına kaldırdıktan sonra bana bakıp gülümsedi ve bugüne dek duyduğum en hoş iltifatlardan birini etti: “insanın böyle nazik bir otobüs şoförü olunca bu o kadar da zor olmuyor.”


 

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 

 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült