Hikaye

 

 

Eylemci

Yusuf Atılgan


Oldukça geniş bir oda. Büyük, eski pirinç karyolada yaşlı bir kadınla bir erkek yatıyor. Kankoca emekli öğretmenler Emin Tınoğlu ile Saide Tınoğlu. Üstlerinde kumaşı çiçekli ince bir pamuklu yorgan örtülü. Yatağın iki yanındaki iki başucu masasında su dolu iki bardakta takma dişler var. Erkek sağına dönüp karısını kendine çekiyor, çökmüş, buruşuk ağızlar birleşiyor. Az sonra yorganı ayak ucuna itip kadının üstüne çıkıyor. Kılları seyrekleşmiş ince bacaklarıyla, kıçıyla, bir türlü dikleşmemiş organıyla iğrenç bir (çiftleşme) cinsellik yansılaması bu; anlaşılan bir gençliğe dönme özlemi. Belki yarım yamalak bir tat da alıyor bundan. Kadınsa katlanıyor bu duruma; pörsümüş etinin, sarkmış memelerinin okşanmasına. "Yalnız yatakta değil, her şeyde böyle. Söylesem, yaşlandık artık, yaşımıza göre davranalım desem üzülür, kırılır. Neydi o ilk atandığımız kentte, otel odasında her gece sesimizi kısarak, inleyerek sevişmelerimiz. Sonraları, atandığımız okullarda, özellikle yöneticiyken odasında öğrenci kızları kucağına oturtup sevmeleri. Gençleri Türkçülük, ülkücülük konusuna çekmek için çalışmalarımız. Öteki öğretmenlerden bize uymayanları solcudur diye suçlayıp, soruşturma açtırıp ayaklarını kaydırması. Yaşımız yetmişi geçtiği halde şimdi de gençmiş gibi uğraşıp didinmesi. Çoğu günler nerelerde kimlerle buluştuğunu, neler yaptığını bana bile söylemiyor artık. Hep kuşkulu, güvensiz, belki benden bile kuşkulanıyor. "Solcular sarmış her yanı, köklerini kazıyacağız" diye bağırırken kimi zaman dişleri fırlıyor ağzından."

Emin Tınoğlu ertesi sabah kalktıktan sonra çantasını alıp evden çıktı. Ülkü Derneği yöneticisinin evine gidecekti bugün bombalan almak için. Geçen ay üç bomba vermişler, üçünü de kullanmıştı. Dernekte ilk görüştüklerinde adam şaşırmıştı. "Böyle işleri gençler yapıyor. Yaşlısınız siz." "Yaşlı olmam daha iyi; kimse kuşkulanmaz, Polisler kimlik bile sormuyor bana." Sonunda kabul ettirmişti eylemciliğini. Geçen ay kullandığı üç bombadan en etkilisi Devrim Kitabevi'ne attığı olmuştu. Dükkn harap olmuş; kitapçı ile bir alıcı ölmüş, birisi de yaralanmıştı. "Devrim Kitabevi'ymiş! Adından belli değil mi komünist yuvası olduğu? Alışveriş edenler de öyledir. Kökünü kazımalı bunların." Bu kez de ilk bombayı şu berber dükknına koyacaktı: İleri Berber Salonu. Gösterecekti ona ileriyi. Son yıllarda ne de çok solcu türemişti ülkede. Bir gün yandaki apartmanın birinci kalında oturan şu solcu yazarın da defterini dürecekti. Yalnız yeterince bomba vermiyorlardı. Bir öğrense bunları yapmayı!

Kadıköy'de bindiği otobüste ortalara yürüyüp bir genç kadının arkasında durdu. Sıkışıklıkta, otobüs sarsıldıkça kadının kıçına yaslanıyordu. Az sonra kadın dürtüp dik dik baktı; şaşırmış gibiydi. Bir genç olsaydı söverdi belki. "İşte yaşlılığın yararlarından biri daha. Gene de bombalardan dönerken böyle bir halta karışmamalı. Sarkıntılıktan karakola düşüp çantamın açtırılması olasılığı var."

Doğancılar'dan sonraki durakta otobüsten inip adamın evinin sokağına saptı. Buralarda oturanların çoğu bizdenmiş. Birgün her yerde oturanlar bizden olacak. Evde adamla ayaküstü konuştular. "Temkinli olmak gerek," diyordu adam. Bu kez iki bomba verdi:

            Az bunlar. Hiç değilse iki tane daha gerek.

            Başka yok. Öteki adamlarımıza da gerek bomba. Sizin coşkunuza hayranım, ama gene de bu yaşta dinlenmeliydiniz siz.

            Yorgun değilim ben, dedi Emin Bey kızarak. Bombalan çantaya koyup çıktı. Üsküdar alanını yürüyüp bir dolmuşa bindi. Yaşlı, şişmanca bir kadın biraz toparlanıp yer açtı ona. Kadıköy'de indiğinde kararını vermişti; berber dükknının işini hemen bitirecekti.

Kentler arası bir otobüs işletmesinin ayakyoluna girip bombalardan birini yirmi dakika sonra patlamak üzere kurdu. Beş dakikada varırdı dükknın olduğu sokağa. Önünde birileri varsa biraz bekler; dolmazsa bir apartmanın girişine saklanıp bombaların saatini ileriye alabilirdi. Sokağa vardığında berberin önünde kimseler yoktu; içerde berberle kalfası iki kişiyi traş ediyor, bir adam da oturmuş gazete okuyarak sıra bekliyordu. "Görürsünüz az sonra solcu gazeteleri okumak n ısılmış!" Bombayı bırakması için on dakika daha oyalanması gerekiyordu; şimdi koyarsa patlamadan görülebilirdi. Köşeye doğru yürüdü. Yandaki apartmanın üçüncü katındaki bir pencereden bir kadın bakkala bağırıp iki ekmek göndermesini söyledi. Sokağın asfaltına tebeşirle kaydırak çizgileri çizilmişti ama oynayan gocuklar yoktu. Bir gezici satıcının bile olmayışı da iyiydi elbet. Köşeye varınca karşı kaldırıma geçip bir süre yürüdü. Saatine baktı. "Vaktidir" dedi yavaş sesle. Berberin kaldırımına geçip çantadan kğıda sanlı bombayı eline aldı; dükknın vitrinin önüne gelince eğilip bombayı çerçeve tahtasının yanına bıraktı. Ardına bakmadan telaşlanmadan yürüyüp karşı köşeye sindi ve bekledi. Patlamayı ve şangırtıyı duyunca, "hey ulan, saat gibisin be!" deyip dükkna doğru yürüdü. Dükkndan elleriyle kamını tutan bir adam çıktı, kaldırımın kıyısına yıkıldı. Bakkal dükknından ve evlerden çıkıp koşanlarla sokak bir anda kalabalıklaştı. "Alçak komünistlere ölüm!" diye bağırdı Emin Bey ama kimse bakmadı ona. Yaralanan, pencereye yakın koltukta traş eden berber kalfasıydı; berberle traş olanlarda bir çizik bile yoktu. Yalnız sıra bekleyen adamın alnında bir cam parçasının sıyrığı vardı. Emin Bey üzgündü; "Vay aşağılık bomba, hiç mi yoktun ulan!" dedi yavaş sesle. Anlaşılan bu berberi gençlerden birine tabancayla vurdurmak gerekecekti. Doktor olduğunu söyleyen biri yaralının kamını açmış, yarasını dikiyordu.

            Derine işlememiş; çabuk iyileşir, dedi.

            Rıza Paşa karakoluna telefon ettim; ekip gelecek şimdi, dedi başka biri.

            Polislerin de elinden bir şey gelmiyor artık.

            Sokaklara da dadandı bu anarşist piçleri. Ne isterler elin yoksul berberinden!

            Birbirlerinin başım yedikleri yetmiyormuş gibi.

            Bir taksi çevirin de yaralıyı hastaneye götürsün.

            Polis bir şey der belki. Yarası da sarıldı.

Gerçekten yaralı ayılmış; dükkna taşınıp sedire yatırılmıştı.

Bu sıra polis arabası gelip topluluğun yalanında durdu. Ellerinde tabancalarla beş polis indi arabadan. Çatışma falan olmadığını görünce tabancaları kılıflarına soktular. Komiser olduğu anlaşılan yaşlıca biri dükkna girip herkesle konuştuktan sonra bir polisi çağırdı.

            Yaralıyı arabayla hastaneye götür sen. Biz karakola yürürüz burdan, dedi.

Doktor elindeki ufak demir parçasını komsere verdi.

            Yarasından çıkardım bunu. Kaslara saplanmış, derine işlememiş. Hastanelik bir durum yok, dedi.

            İyi ama gene de senin rapor gerek.

Kalfa, berberle, polisin kollarına girip arabaya yürüdü, bindi. Polis arabayı çalıştırdı; gittiler. Komser

            Bomba koyanı gören var mı? diye sordu.

            Evlerdeydik, görmedik.

            Ben gördüm sanıyorum, dedi Emin Bey. Komser ona yaklaştı.

            Anlat, dedi.

            Karşı kaldırımdan yürüyüp eve gidiyordum. Yirmibeş yaşlarında, sakalsız, kara bıyıklı bir gençti. Gri pantolonu, mavi ceketi vardı. Vitrinin önünde biraz eğildi ama kuşkulanmadım; içeriye bakıyor sandım. Öteki sokağa saptığımda patlamayı duyup döndüm.

Emin Bey, yirmibeş yaşındaki kendini tanımlıyordu. İyi eğleniyordu doğrusu. "Anlasanıza ulan aptallar; bombayı ben koydum!" diye bağırmamak için kendini güç tutuyordu. Üstelik elindeki çantanın içinde de bir bomba vardı.

Komser adresini yazdı.

            Gerekirse sizi çağırırız, dedi.

Emin Bey telefon numarasını da yazdırdı. Böylece bu kansız, ölümsüz eylemi hiç değilse kendi gözünde başarılı bir eyleme çeviriyordu. Az sonra evinden sana yürüdü. Emekli olduktan sonra ikramiye parasıyla Moda'daki bu daireyi almışlardı karısıyla. Bunun için emekli aylıklarıyla geçim sıkıntısı çekmiyorlar, üstelik az da olsa kimi sağcı dergilere para yardımı yapabiliyorlardı. Öğle yemeğinde karısının "kişi mikdarını bilmeli" gibi bir sözünden alınarak kızan Emin Bey eylemcilik serüvenlerini uzun uzun anlattı. Saide Hanım bu sabahki olayda belki de berbere haksızlık yapıldığını, "ileri"nin adamın soyadı olabileceğini söyledi. Kocasının umurunda değildi bu. Artık yaşlandığını, böyle işleri gençlere bırakması gerektiğini öğütledi yeniden.

Öğleden sonra Emin Bey odasında bir süre kitap okuduktan sonra rehberde komşu solcu yazarın numarasını bulup telefonla aradı onu. Telefonu açanın adamın kendisi olduğunu öğrenince:

            Bana bak, yakında soluğunu kesicem senin, dedi.

            Hadi ordan moruk, senin soluğun kesilmiş belli.

            Moruk değilim ben, yirmibeş yaşındayım.

            Öyleyse sesinle kafan moruklamış senin.

            Yakında görürsün sen moruğu.

            Suçum neymiş benim? Ezilen, sömürülen yoksul halka bir kurtuluş önlemi önermek suç mu?

            Değil ama senin önlemin komünistlik.

            Sömürücülere gönüllü uşaklık eden, yüzünü göstermekten korkan yüreksiz faşistler vız gelir bana; elinden geleni ardına koyma, deyip telefonu kapadı adam.

Emin Bey son sözü söyleyemediği için kızdı; birkaç kez daha çevirdi adamın numarasını ama hep meşguldü. Belki de fişten çekmişti kordonu. Geniş sedire uzandı ve az sonra daldı. Düşünde elinde tabancasıyla yazarın kapısına çaldı. Kapı açılınca adamın yanında otobüste sıkıştırdığı genç kadını da gördü; tetiği üstüste çekip ikisini de yere serdi. Kaçması gerektiğini biliyor ama kadının göğsünden fışkıran kanla büyülenmiş gibi duruyordu. Arkasında bir adam önce kollarıyla kıskıvrak sarıp "Polisi çağırın, katili tuttum!" diye bağırdı. Başka gelenler de oldu; onu bir iple bağlayıp yere uzattılar. Uyandığında beli ağrıyordu. Doğrulup gerindi. "Deniz kıyısında gezinmeli." Odadan çıkınca karısı seslendi mutfaktan:

             Tüpgaz bitmiş; çıkınca gazcıya uğra da değiştirsinler.

             Olur.

Dışarda ana yola çıkan sokağa doğru yürüdü. Tüpgaz satıcısına uğradıktan sonra deniz kıyısındaki çay bahçesinde oturup bir çay içecek, arsız martıları seyredecekti. Böyle açık havalarda çoğu akşamüstleri orada oturur, yiyecek bir şey bulan bir martının hızla kaçışını, ötekilerin onun gagasındaki yemi kapmak için saldırmalarını seyrederdi. "İnsanlar gibi bunlar da" diye düşünmek hoşuna gidiyordu.

Ana yola çıkan sokağa sapınca ilerde, köşedeki bankadan patlamalar duydu. Camlan kırılmış büyük pencerelerden dışarıya alevler taşıyordu. "Komünistlerin işi bu. İyi ki çalışma saati değil." Yüreği çarparak hızlandı. Karşıdan yirmi yaşlarında iki genç koşarak geliyordu. Emin Bey yaklaşan gençlere öfke ile "Durun ulan piçler" diye bağırıp kollarını açtı, tutmak için. Olay yerinden hızla kaçanlardan birisi farkında bile olmadan ona çarptı. Emin Bey sırt üstü düştü, başı kaldırımın kıyısına çarptı. Öylece uzanmış kaldı orada, kıpırdamadan. Az sonra yanında toplanan birkaç kişiden biri: "Ölmüş bu yahu; kanı bile akmamış" dedi. Sokaktan geçen orta yaşlı bir kadın:

            Aaa! Tanıyorum onu, Saide Hanım'ın kocası. Evleri şuracıkta, dedi.

Adamlardan biri Emin Bey'in çok kızacağı bir şey söyledi.

            Olacağı buydu. Yaşına başına bakmadan gençleri tutmaya kalkıştı.

Bir süre sonra arabayla gelen polislere Emin Bey'in evini gösteren orta yaşlı kadının sonradan anlattığına göre Saide Hanım kocasının cesedini görünce ağlayıp sızlanmamış.

            Su testisi su yolunda kırılır, demiş.

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 


 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült