Çıkar İçin Evlilik
Anton Çehov
BİRİNCİ BÖLÜM
Dul Bayan Mımrina'nın Piatisobaçyi (14) Sokağı'ndaki evinde düğün şöleni
düzenlenmişti. Çağrılıların sayısı 23 kişiyse de bunlardan 8'i mide
bulantısını ileri sürerek ağızlarına tek lokma koymuyorlar, masa başında
pinekleyip duruyorlar. Mumlar, lambalar, bir meyhaneden kiralanan ayağı
kırık avize konukların toplandığı odayı öylesine parlak ışıklarla
aydınlatıyor ki, yemek yiyenler arasındaki bir telgrafçı kırıtarak gözlerini
süzüyor, ikide bir damdan düşercesine bol ışıktan söz ediyor. Elektrik
ışığına, genelde elektriğe parlak bir gelecek biçtiği belli, ancak
konukların onun sözlerine fazla aldırdıkları yok.
Gelinin vaftiz babası tabağına bön bön bakarak:
- Bana kalırsa elektrik de, elektrik ışığı da dolandırıcılıktan başka bir
şey değildir, diyor. Oraya bir kömür parçası sokarak bununla insanların
gözünü boyamaya çalışıyorlar. Hayır, azizim, madem evlerimizi
aydınlatacaksın, ben senin sahte kömürünü ne yapayım? Bana daha esaslı, daha
yanıcı bir şey, ateşin kendisini ver, anlatabiliyor muyum? Uyduruk değil,
doğal bir ateş olsun!..
Telgrafçı cakalı bir tavırla ona yanıt veriyor:
- Elektrik bataryasının içinde neler bulunduğunu görmüş olsaydınız başka
türlü konuşurdunuz.
- Hayır, görmek bile istemiyorum! Madrabazlık bunların yaptıkları! Saf halkı
dolandırıyorlar, kanını emiyorlar... Biz böyle şeyleri bilenlerdeniz...
Bakın, delikanlı, her ne kadar adınızı öğrenmek onuruna erişmiş değilsem de,
dolandırıcıları koruyacak yerde hem kendiniz içseniz, hem de başkalarının
kadehlerini doldursanız daha iyi edersiniz.
Uzun boylu, fırça gibi sert saçlı bir genç olan güvey Aplombov (15) kısık,
ince sesiyle:
- Babacığım (16), ben de sizinle aynı kanıdayım, diyor. Ama şimdi bilimsel
konuları tartışmanın sırası değil. Ben de türlü türlü keşiflerden, bilimsel
buluşlardan dem vurabilirim, ama bunun yeri mi burası? Sen ne dersin, ma
chere?
Yanında oturan geline böyle soruyor.
Yüzünde düşünme erdeminden başka tüm erdemleri bulabileceğiniz gelin Daşenka
birden kızarıyor.
- Onlar bilgin olduklarını göstermek istedikleri için hep anlaşılması zor
konuları açıyorlar, diyor.
Masanın öbür ucunda oturan, Daşenka'nın annesi içini çekerek telgrafçı gence
sitem ediyor:
- Çok şükür, bilgin olmadan da bunca yıl yaşadık! Tanrı'nın yardımıyla
üçüncü kızımızı da iyi biriyle evlendiriyoruz. Madem bizler size göre okumuş
değiliz, öyleyse ne diye evimize geldiniz? Kendi bilgin dostlarınızın yanına
gitsenize!
Ortalığa bir sessizlik çöküyor. Telgrafçı ne diyeceğini bilmemektedir.
Elektrik konusunun böyle garip bir yön alacağını nereden kestirsin
adamcağız? Sofra başındaki sessizliğin düşmanca bir havaya bürünerek
konukları ona karşı tavır almaya iteceğini düşünerek kendini savunmaya
çalışıyor:
- Tatyana Petrovna, ailenize karşı her zaman saygı duymuşumdur. Demin
elektrik konusunu açmışsam, amacım kendimi başkalarından üstün göstermek
değildi. İçkinizi seve seve içerim, büyük zevktir benim için. Darya (17)
İvanovya'ya iyi bir kısmet çıkmasını yürekten dilemişimdir her zaman. Bu
devirde, Tatyana İvanovna, güvenilir bir erkeğe raslamak zordur. Şimdi
herkes evlenme işinde çıkarını gözetiyor, para en başta düşünülen nesne...
Güvey birden sinirlenerek gözlerini kırpıştırmaya başlıyor.
- Ne demek yani? Bana taş mı atıyorsunuz?
Telgrafçı ürküyor biraz.
- Kimseye taş attığım filan yok. Sözüm meclisten dışarı... Öylesine, genel
anlamda söyledim. Hemen alınmayın lütfen. Sizin severek evlendiğinizi herkes
bilmiyor mu sanıyorsunuz? Zaten aldığınız drahoma nedir ki?
Bu sefer Daşenka'nın annesi güceniyor.
- Yo, hiç de öyle değil! Siz fazla ileri gidiyorsunuz, azizim! Bin rublenin
üstüne tam üç tane sabahlık, bir yatak, bütün şu gördüğünüz ev eşyasını
veriyoruz. Böyle drahoma veren başka bir aile arayın, bakalım bulabilecek
misiniz?
- Benim ağzımdan bu anlamda bir laf çıkmadı ki! Eşyalarınız gerçekten güzel!
Güveyiniz durup dururken alındı da... Öyle bir şey dokundurmadığımı
belirtmek istemiştim...
Ancak gelinin annesi yatışacak gibi değildi.
- Öyleyse iki anlama çekilecek laflar kullanmayın! Öteden beri annenizi,
babanızı tanır, saygı gösteririz; düğüne o nedenle çağırdık sizi. Ama siz
abuk sabuk laflar ediyorsunuz... Madem Yegor Fyodoroviç'in çıkar için
evlendiğini biliyordunuz, ne diye daha önce sesinizi yükseltmediniz? Bir
yakınımız olarak gelir, "Böyle böyle, çıkarı için evlenmek istiyor."
derdiniz.
Çok üzülen anne bu kez güveyine dönüp gözlerini kırpıştırarak;
- Sana gelince, iki gözüm, bu yaptığın çok ayıp! diyor. Kızımı yetiştirip
büyüttüm. Gözüm gibi sakınıp bugünlere getirdim yavrucağızımı... Ama sen...
sen yalnızca çıkarını düşünüyorsun...
Güvey Aplombov masadan kalkıyor, fırça sertliğindeki saçlarını elleriyle
tarıyor.
- Siz bu iftiraya inandınız mı? Çok, çok teşekkür ederim! Doğrusu, böyle bir
kanıya vardığınız için sizi kutlarım!
Sonra telgrafçı gence dönüyor:
- Beni iyi dinleyin, Bay Blinçikov! (18) Tanıdık biri de olsanız, başkasının
evinde rezalet çıkarmanıza göz yumamam! O nedenle buradan defolup gitmenizi
rica edeceğim!
- Nasıl yani?
- Basbayağı, defolup gideceksiniz! Sizin de benim gibi namuslu bir adam
olmanızı isterdim. Şimdi çıkıp gidin artık!
Arkadaşları güveyi yerine oturtuyorlar.
- Bırak canım, yeter artık! Bu kadar canını sıkmaya değer mi? Hadi, otur!
- Hayır, buna hakkı olmadığını göstermek istiyorum! Severek evlendiğimi
bilsin! E, daha ne oturuyorsunuz? "Çıkıp gidin!" dedik ya size!
Şaşkına dönen telgrafçı genç masadan kalkarken;
- Ben ne yaptım ki? diyor. Şey... Bundan bir şey anladımsa... Peki, peki,
hemen gidiyorum. Ama önce pike yelek için benden aldığınız üç rubleyi geri
verin. Bir kadeh daha içtikten sonra gideceğim. Ama borcunuzu ödeyin önce!
Güvey arkadaşlarıyla uzun uzadıya fısıldaşıyor... Berikiler ceplerindeki
bozuklukları birleştirip üç rubleyi denkleştiriyorlar. Güvey bu parayı
telgrafçının önüne fırlatıyor, o da kokartlı resmi şapkasını güçlükle arayıp
bulduktan sonra selam veriyor, hızla oradan ayrılıyor. Elektrik üstüne masum
bir konuşmanın ne beklenmedik bir sonuç doğurduğunu görün işte! Neyse, yemek
bitiyor, gecenin karanlığı iyice çöküyor. Terbiye görmüş yazarınız da düşlem
(19) gücüne sıkı bir gem vurarak bu arada olup bitenler üzerine koyu bir
bilinmezlik perdesi çekiyor. Pembe parmaklı Tanyeri, Piatisobaçyi Sokağı'nda
Evlenme Tanrısı'na bir kez daha raslıyor ve roman yazarına ikinci bölüm için
zengin veriler sağlıyor.
İKİNCİ VE SONUNCU BÖLÜM
Bulutlu bir güz sabahı. Henüz saat 8 olmamış, oysa Piatisobaçyi Sokağı'nda
olağanüstü bir hareketlilik göze çarpıyor. Yaya kaldırımlarda polisler,
kapıcılar telaş içerisinde koşturuyorlar; evlerin önlerinde toplanan aşçı
kadınların morarmış yüzlerinde büyük bir şaşkınlık okunuyor... Bütün
pencereler meraklı insanlarla dolu. Sokağı seyretmek için ortak çamaşır
yıkama yerinin penceresinden dışarı uzanmış kadın başları birbirlerini
şakaklarıyla, çeneleriyle ezecekler nerdeyse...
Bazı sesler duyuluyor şuradan buradan:
- Kar desem, kar değil... Bu nasıl bir şey, anlayamadım gitti...
Apartmanların çatılarından aşağıya savrulan kar benzeri beyaz beyaz şeyler
her yeri dolduruyor, sağa sola uçuşuyor... Yaya kaldırımları bu beyaz
şeylerle örtülü; sokak fenerleri, evlerin çatıları, kapı önlerindeki
sıralar, yoldan gelip geçenlerin omuzları, şapkaları hep beyaz kırpıntılarla
kaplanmış...
Çamaşır yıkayan kadınlar aynı yöne doğru koşan kapıcılara soruyorlar:
- Ne var? Ne olmuş, anlatsanıza!
Berikiler yanıt verecekleri yerde ellerini sallayarak koşmalarını
sürdürüyorlar. Sonunda kapıcılardan biri geriye dönüyor, kendi kendine bir
şeyler söyleyerek ellerini garip garip oynatıyor. Olayı yakından gördüğü,
her şeyi bildiği nasıl da belli!
Çamaşırcı kadınlar soruyorlar:
- Ne olmuş, iki gözüm, anlatır mısın?
- Hiç sormayın! Dul Bayan Mımrina vardı ya, hani dün düğün yapıp kızını
evlendiren! Güveyini kandırmış, bin ruble yerine dokuz yüz ruble drahoma
vermiş.
- Peki, güvey ne yapmış?
- Deliye dönmüş, ne olacak! Açmış ağzını, yummuş gözünü, kadıncağıza
söylemediğini bırakmamış. Daha da öfkesini alamayınca kuş tüyü yatağın
kılıfını yırtarak tüyleri pencereden dışarı atmış... Görmüyor musunuz şu
uçuşan şeyleri? Sanki kar yağıyor.
O sırada:
- Götürüyorlar! Götürüyorlar! sesleri yükseliyor.
Mımrina'nın evinden bir insan kalabalığı sökün ediyor. Yüzlerinden üzüntü
akan iki polis memuru en önde yürümektedir. Onların ardından da triko
paltolu, silindir şapkalı güvey Aplombov... Delikanlının yüzünde, "Ben
namuslu bir adamım, ama kimsenin beni aldatmasına izin veremem!" diyen bir
anlam var. Genç adam ikide birde başını arkaya çevirerek:
- Durun, adalet size benim ne kıratta bir adam olduğumu gösterecek! diye
homurdanıyor.
Daha geriden Tatyana Petrovna ile Daşenka yürüyorlar. Kalabalığın sonundaysa
elinde defter tutan kapıcıyla bir sürü çocuk göze çarpıyor.
Çamaşır yıkayan kadınlar önlerinden geçtiği sırada Daşenka'ya soruyorlar:
- Niye ağlıyorsun, gelin kız?
Soruyu onun yerine annesi yanıtlıyor:
- Döşeğe acıyor da... Tam on beş okka kuş tüyü koymuştuk, yavrum! Hem de ne
tüy! Elimizle tek tek seçmiştik, arasında bir tanecik telek yoktu. Bu geçkin
yaşımda bu da mı gelecekti başıma!
Kalabalık köşeyi dönüyor, Piatisobaçyi Sokağı eski sessizliğine bürünüyor.
Tüyler o günün bitimine değin havada uçuşup duruyorlar...