‘Bir görüşte aşk' konusunda fikriniz nedir? İnanır mısınız böyle bir şeye?
Ben hep ‘bir görüşte aşk’a inandığımı düşünmüşümdür. Bunda şüphesiz, bugüne
kadar arkadaşlık ettiğim, yani aramızda bir duygusal ilişki oluşan bayan
arkadaşlarımla beraberliklerimin benim açımdan istenen niteliklere sahip
bulunmamasının etkilerini arayabilirsiniz.. Pek bulabileceğinizi sanmam. Ö
beraberliklerimin genellikle kısa sürede sona ermelerinin nedeni,
kadın-erkek ilişkilerinde, benim çok önem verdiğim bir formülasyonla,
duygusal-düşünsel-bedensel beraberlik üçlüsünün yaratabileceği güçlü
bağlardan yoksun oluşlarıdır. Özellikle kafa bakımından anlaşmak, hayat
anlayışları, çok önemlidir ve benim ilişkilerimde genellikle bu sorun pürüz
yaratmıştır. Çünkü ben kimseyle sırf beraber olmak için beraber olmam.
Tabii, ilişkilere ve hayata yaklaşımımın uyuşmadığı kızlarla bu yüzden kopan ilişkiye baştan neden girdiğim gibi bir soru, haklı bir soru olmaz, çünkü insanın bir ilişkiye girip birbirini tanımadan, yani hayat ve ilişkiler hakkında konuşmadan, uyuşup uyuşmadığım anlaması mümkün olmaz; bu konuşma-tanıma evresinden geçerken de, haliyle, bir ilişkiye girilmiş olunur.
Ben, bu bahsettiğim türden beraberliklerim sırasında da bir görüşte aşk diye bir şeyin varlığına, her an olabileceğine hep inandığımı düşünmüşümdür. Bunu, o sıradaki beraberliğimin beni yeterince tatmin etmeyişinden ileri geldiğini belki varsayabiliriz; Ama böyle bir varsayım, o beraberlik içinde beraber olduğum kızlara: haksızlık olur, onları incitebilir. Çünkü, birisiyle beraberken ‘bir görüşte aşk’a inanmaya devam ediyorsam, burada elbette zaten beraber olduğum kişiye karşı birdenbire duyacağım bir ani aşktan söz etmediğim açıktır sanıyorum. E, ortada bir beraberlik varken, beraber olan iki kişiden birinin sokakta rastlayacağı birine bir görüşte aşık' olması olasılığından sözedilmesini herkes normal karşılamayabilir. Ben burada bunları tartışma niyetinde değilim ve aşk hakkındaki düşüncelerimi sıralamayı düşünmüyorum, size bir ‘ilk görüşte aşk’ öyküsü anlatacağım. . Benim başımdan geçen bir öykü.
Ben edebiyatçı sayılmam, sadece kendi kendime bir şeyler çiziktiriyorum, yazdıklarımı dergilere falan yollamayı ise yalnız birkaç kez denedim. (Aslında edebiyatçı ,sayılmak sayılmamak diye bir olay olamaz tabi!; sanki 'Şu edebiyatçı bu değil’ tasnifleri yapabilecek bir kurul varmış gibi oluyor böyle deyince.) Yazdıklarımı daha çok sayıda insanın okumasını ve onların görüşlerini öğrenmeyi isterdim tabii (şimdilik yalnız arkadaşlar, eş, dost, çevreden insanlar okuyabiliyor). Ben çok kitap okurum. Yeni çıkan kitaplardan haberim olur ve her zaman yanımda bir ya da birkaç kitap taşırım. Kitaplığım da artık odama sığmıyor. Yani edebiyata düşkünüm. Sinemaya da, düşkünüm. Sinemaya olan merakım nedeniyle, televizyon dizilerini bile izliyorum.
Bir görüşte aşk konusunun kitaplarda ve filmlerde bu kadar çok yer alması, tahmin edeceğinizin aksine, benim bu na inancımı güçlendirmiş değildir. Edebiyata ve sinemaya saygı duymama rağmen, onların bu kadar fazla konu ettiği bir duygusal durumdan insan ister istemez şüphe ediyor, yani en azından tam da öyle anlattıkları gibi değildir, diye düşünüyor. Çünkü edebiyatta da sinemada da mümkün olduğu kadar çok insana kitap ya da bilet aldırma kaygısı var, dolayısıyla birçok şeyi hayatta olduğu gibi değil de insanların merak ve ilgisini uyandıracak şekilde işleyebiliyorlar. ‘Bir görüşte aşk'ı da çoğu kez çarpıtarak gösteriyorlardır bize, diye düşünüyorum, ani aşkın kendisine olan inancım zayıflıyor. Bir yandan da, bu çok güzel bir şey. Bir kız görüyorsunuz, ilk kez, daha önce hiç görmemiş, tanımamışsınız, hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz, birden ona doğru sizi kuvvetle çeken bir enerjiyi fark ediyorsunuz. Ona ille de yaklaşmak, konuşmak istiyorsunuz. Deniz kıyısında benim içine düştüğüm durumun ta kendisi işte...
Zaten nedense yazın, özellikle bütün hayatın denize girip çıkmaya göre düzenlendiği küçük tatil yörelerinde bu ant aşk kıvılcımları daha kolay çıkıveriyor ortaya. Bende de böyle olur. Tatile giderken hep sanki böyle bir olay yaşayacakmışım gibi hissederim. Bunun temelsiz olduğunu da sanmıyorum.
Tabii bunun özel olarak benim, duyarlık ve beklenti evrenimle ilgili bir yönü de Vardır, inkar etmiyorum, çünkü ben tatile gitmezken de böyle durumların hayalini sık sık kuranın, hatta' sokakta, şurada burada, olası bir ani aşk ilişkim için adaylar tespit ederim. Bir yere giderken, böyle bir olay yaşayacağımı umarım, yani düşünürüm, sonra, karşıma ilgimi çeken, eli yüzü düzgün kızlar çıktıkça ‘Acaba o mu?’, ‘Yoksa şu mu?’ 'diye zihnimi çalıştırırım. Yine de tatil ortamının bu konuda özel bir yeri olduğunu düşünüyorum.
Bu gerçeği inkara çalışmak yerine ‘Acaba nedendir?’ diye sormak sizce de daha doğru değil mi?
Bu konuda herkesin aklına çeşitli nedenler gelebilir. Mesela, biraz da espri olsun diye anlatıyorum, bir keresinde ben, gayet namuslu, oturup düşünmüşümdür, bunun kadınların mayolu oluşuyla ilgisi var mı diye. Yani mayolu işte ne bileyim, elbiseye göre çok daha fazla ortadalar, bütün kişilikleriyle, yani daha serbest oluyor tatil ortamları. Bu etkiler mi acaba diye düşündüm. Ama o kız akşamüstü etek bluzunu falan giydiğinde de durum değişmiyordu.
Fazla hızlı mı sıçradım asıl konuya? Ama bir yerinden başlamam gerek, yoksa derli toplu anlatmam güç olabilir, yani konunun kendisi karmaşık olduğu için. Ve sizin dikkatiniz dağılabilir.
Bu yaz tatile hemen hemen sadece turistlerin ilgi gösterdiği küçük bir yere gittim. Birkaç pansiyon, birkaç lokanta, iki iskele, kayalık bir küçük koy, bir de öbür yöne yürüyünce. denize görece kolay girilebilen alçak bir kayalık; işte o kadar, öyle bir yer. Cafeydi diskoydu hiçbir şey yok, gece tek gürültü, restoranlarda grup Talan olursa teyplere kasetler konuyor, işte onlardan gelen ses. Mehtap çıktı mı önünde hiçbir engel olmuyor, denizi mosmor edip karşı kıyıyı da hafif puslar içersinde bir koca karaltı haline getiriyor, karşınıza dikiyor, yani tam ‘gel de içme' türü bir manzara.
Ben yalnız gittim. İstesem bir bayan arkadaşımla ela gitmeyi düşünebilirdim, ama onun yerine Macit'le gitmeyi tercih ettim. Macit iyi İngilizce konuşur, dışarda da okudu, şimdi rehberlik yapıyor, tam kafa dengi değiliz, ama tatil için iyi arkadaştır, sosyal bir çocuktur, eğlenmeyi bilir, insanlarla çok kolay ilişki kurar ve tanımadığı, grup halinde' gelmiş tatilcilerle dahi hemen bir yakınlık yaratıverir. Bir keresinde Erdek’te, gittiğimizin ikinci saatinde Ankaralı bir grupla öyle bir samimi olmuştuk ki, sonradan o küçük tatsızlık çıkmasaydı neredeyse on günü sabah akşam beraber geçirecektik.
O tatsızlığı şimdi anlatmayacağım, asıl lafımı bölmemek için, ama kısaca söyleyeyim: Ben Erdek’e gitmeden bir ay önce güneydeki bir arkadaşların yanına gitmiştim, yani bir tatil daha yapmıştım, orada yanmıştım çok güzel. İşte biraz da gitar çalıyorum falan, o gruptaki kızlardan birinde bana karşı bir duygusal şey oluştu, ben de onu incitmemeye ve biraz uzak durmaya çalışıyordum, çünkü böyle bir kapalı grup halindeki ilişki içinde büyük gerilimlere yer olmadığını düşünüyordum ki ne kadar haklı olduğum sonradan ortaya çıktı(zaten bir ay önce gittiğim güneydeki arkadaşların yanında da benzer bir olay yaşanmıştı, yani ben zaten bu konuda neler olabileceğini bilmiyor değildim, ama başımdan da daha yeni bir tecrübe geçmişti, bir arkadaşın arkadaşı olan bir kız arkadaşla bizim aramızda bir yakınlaşma oldu, bir akşam iskelede oturup şişeyle şarap içip çok güzel konuşmuştuk geceyarısından sonra, üstelik çok da eskiden beri tanışmıyor olmamıza rağmen ilişkiler üstüne falan konuşmuştuk, sonra ben ertesi gün onunla yalnız ikimiz, bir iki laf etmek istedim, çok doğal değil mi bu, artık bu kadarını da kısıtlarsak insani ilişkilerde nereye 'düşeriz, sonradan ertesi gün, yani bir sonraki gün, müzikli bir cafe var, oraya gidilecekti, ben gitmeyi istememiştim, insanın bir grupla beraber tatil yapıyor diye onların her yaptığını yapması gerektiğine inanmıyorum, bunu tartıştım da onlarla, gitmek istemediğim gece, o dediğim kız arkadaş da gitmiyordu oraya, erkek arkadaşı gidiyor diye gitmek zorunda değildi herhalde, sonra biz onunla dolaştık biraz, sonra... ben bunu anlatamayacağım şimdi oğlan geldi, çok tatsız şeyler oldu, ben iki insan arasında ne güzel, çok güzel bir yakınlaşma oluyor diye seviniyordum, bunun ille bir somut sonuç doğurması gerekmezdi ki, insan bir gecelik ya da ne bileyim, birkaç saatlik de yakınlaşamaz mı? Tabii bazen insan, aradan kısa süre geçtikten sonra yakınlaşanın sadece' bir taraf olduğunu anlıyor, böyle bir hisse kapılıyor ya da. Mesela o Erdek’de bana karşı duygusal şeyi olan şişman kız bunu bir türlü fark etmiyordu, benim ona yoktu ne yapabilirdim ki, onu incitmemeye çalıştım, ama belki benim o 'Sırada gruptaki başka bir kız arkadaşla ilgilendiğimi görerek ve bu ilgide derin ve boyutlu bir şeyler tespit ederek üzülmüş olabilir, oysa benim için sadece grup halinde güzel bir tatil yapılıyordu, o kadar. Ben zaten İstanbul’daki arkadaşlarımın, çevremin dışına çıkmış, adı üstünde, tatile gelmiştim, yani ille de etrafımda birtakım insanlar olsun diye bir şeyim yoktu, Macit'i o gruptan insanlarla konuşurken bulduğum zaman, deniz kenarında, o kadar hevesle gitmedim yanlarına, şimdi, kim bilir kimlerdir falan diye düşündüm, sonra, akşamüstü çay bahçesinde otururken öbür kızlar falan da gelince işte bir kalabalık olundu, şamata falan, o zaman ben de şey oldum tabii,, gece de, ben gitarla gelince çok sevindiler sanıyorum, karanlık olduğu için yüz ifadelerini göremedim, ama o mesela, işte bana ilgi duyduğunu söylediğim kız, hemen yanıma gelip neler çalıyorsun filan diye konuştu benimle, sonra da ben onlara bildiğim birkaç parçayı çaldım eskilerden, yani birkaç parçadan fazlasını biliyorum da, orada birkaç. tane çaldım, kumsalda oturduk, yani gayet güzeldi her şey, o grupta hemen herkes çift çiftti, benim hoşuma giden bir kız olduğunu söylemiştim galiba daha önce, onun da bir erkek arkadaşı vardı..
Pardon; daldım gidiyorum... Erdek'de olanları anlatmayacaktım ki size.
O küçük yerde Macit'le sabah, yani öğleye doğru uyanıyor, sıkı bir kahvaltı çekip biraz miskinlik ediyor sonra denize giriyor, çıkıyor, güneşleniyor, öğleden sonra pansiyonun teras gibi bir lokantası var, orada oturuyorduk, .akşam rakı içiyorduk. İki gün böyle geçti, öğle yemeklerinde bira içiyorduk. Ben pek etrafla ilgilenmeyi istemiyordum,.kafamı rahat tutmak için. Çünkü ben nedense etrafımdaki insanlarla, onların neler yaptığı, nasıl davrandıklarıyla bazen çok ilgileniyorum, adeta kendimi kaptırıyorum. Belki edebiyat merakım yüzünden, içimden gelen bir gözlemcilik isteği duyuyorumdur diye yorumladım bunu bir keresinde. Bazı öyküler yazdığım için, etrafımı gözlemem ve çevremden ayrıntılar yakalamam gerektiğini biliyorum, çünkü okuduğum iyi öykülerde hep böyle sistemli bir gözlemciliğin olumlu etkilerini tespit edebiliyorum.
Bizim pansiyonda bir sürü turist kalıyordu. Ben yabancılarla konuşmayı çok severim, çünkü insanların birbirlerinin varlığından bile haberdar değillerken böyle, dünyanın herhangi bir yerinde karşılaşıp konuşmaları bana çok insanca geliyor. Güzel bir taraf var bunda. İnsanın yanında Macit olunca, tanımadığı insanlarla ilişki kurması çok kolay; tatile Macit’le çıkmayı isteyişimde bu da rol oynadı haliyle. Yalnız, hiçbir güzel duygu duymadıkları halde, malûm, sırf her sarışın uzun boylu kadının herkese şey göstereceği, saplantısıyla ağızlarının suyu akarak turistlere yaklaşanlara da ifrit oluyorum ve onlarla aramızdaki farkı nasıl belli edeceğim diye bir sorunu, yanlarına gitmek konuşmak istediğim yabancı insanları ilk gördüğüm andan başlayarak yaşıyorum.
Demin dediğim gibi, etrafımla fazla ilgilenmeden günlerimi geçirmeye çabalıyordum. Geldiğimizin ikinci günüydü. Macit'le pansiyonda kahvaltı ederken, artık alıştığımız görüntü, birileri eşyalarını toplayıp gidiyor, sırt çantalarıyla, kan ter içinde başkaları geliyordu. O kızı o zaman gördüm. Yanında erkek arkadaşı, yani beraber tatil yaptıklarına göre erkek arkadaşı olması normal sayılacak biri vardı. Kız çok güzeldi. Aslında,' genel geçer ölçülere göre muazzam güzel sayılmazdı, yani mesela güzellik yarışmalarında geçerli ölçülere göre değildi güzelliği, saçları sarıydı. Parmaklarına oje sürmüştü, ayağında sandalet vardı onun için görebilmiştim. Sırt çantası eflatundu. Saçında da bir eflatun bant vardı, saçlarım ensesinde toplamıştı, zaman zaman ellerinden biriyle onları kaldırıp sallıyor, terleyen ensesini havalandırıyordu. Macit kıza bakmıyordu.
Kızı gördüğümde,, ilkin, onu nasıl karşılayacağımı düşünmeye başladım. Birdenbire! Yani, o merdivenleri çıkıp bizim oturduğumuz yerden geçerek pansiyoncuyla konuşacaktı gelip, çünkü pansiyoncu o sırada mutfaktaydı. Kahvaltı saati olduğu için, karısı ve eniştesiyle beraber kahvaltı servisi veriyorlardı, karsı mutfaktan hiç çıkmaz, sadece yumurta pişirir, çay koyar, peynirleri tabaklara dizerdi, servisi pansiyoncuyla eniştesi yaparlardı, böyle yeni gelenlerin çoğu da kahvaltı saatinde gelirdi, sabah ya, onun için, dolayısıyla gelip pansiyoncuyla mutfak kapısında konuşurlardı. Biz mutfak kapısından biraz ötede oturuyorduk, kapı benim arkamda kalıyordu, kız gelip pansiyoncuyla konuşmak iç in orada durunca ben onu göremeyecektim, arkama dönüp bakmam gerekecekti. Bunun kıroluk gibi algılanacağını biliyordum. kız gelmeden sandalyemi çevirip masaya yan oturdum. Ekmeğimden bir lokma koparıp üzerine yağ sürdüm. Bu sırada kız merdivene yönelmişti, bizim oturduğumuz yerden merdiven gözükmüyordu, ancak son birkaç basamağa gelince başı görünecekti. Elimdeki lokmaya, yağın üzerine biraz reçel sürdüm ve merdivenlerin orada kızın yanındaki oğlanın kumral başı göründü. Oğlan sırt çantasıyla bizim yakınımıza geldi ve sırt çantasını çıkarmadan pansiyoncuya doğru ilerledi. Kız yok olmuştu! Merdivenin oraya girip kaybolmuştu!
İşte ‘bir görüşte aşk’ öyküm sanıyorum o anda kendini, başlayacağını belli etti. “Macit” dedim. Macit “Efendim" dedi. “Şimdi hemen denize gitmeyelim, biraz pinekleyelim burada,” dedim. Macit başını salladı. Ben, “Dinlenmeye geldik madem,” dedim, "sonuna kadar yapalım bu işi abi, kıçımızı kaldırmadan yayılıp oturalım.” Macit yüzüme baktı, “Başka ne yapacağız ki zaten” dedi. Güldüm. Macit gülmedi. O sırada iskelelerden birinin az ötesine demir atan ve yanaşmaya çalışan bir yabancı yatı seyrediyordu. Yatın güvertesinde kadınlı erkekli bir grup vardı? o kadar mesafeden yüzleri falan seçilmiyordu. Bunu düşündüğüm anda kız yeniden aklıma geldi, aynı anda da, kızın bana bir görünüp bir kayboluşundaki hoşluğa aklım takıldı. Böyle tuhaf şeylere pek merakım olmadığı halde ‘Bunda bir manevi taraf, bir işaret var benim için' gibi garip şeyler geçti aklımdan. Aslında bu hissimi daha doğru olarak ‘bir işaret olsa ne iyi olur' diye de açıklayabilirim, çünkü kız çok güzeldi, yani benim çok hoşuma gitmişti, belki de herkes çok güzel bulmayabilir.
Size orada kızı uzaktan seyrederek, yanına gidemeyerek, durumumu Macit’e de açamayarak, gerçekten baştan benim de tahmin edemeyeceğim sıkıntılar içinde geçirdiğim üç günü uzun uzun anlatmayayım. Zaten o üç günü hatırlamayı pek de istemiyorum, çünkü düpedüz acı vericiydi.
İkinci gün, aşık oluyorum kararını vermeme ramak kalmıştı. Kızın yanındaki adam erkek arkadaşıydı besbelli. Onları gözlüyordum. Açıkça söyleyeyim: Aynı durumda beni birisi gözlüyor olsa elbette hiç hoşuma gitmez, ama benim onları gözlerkenki duygularım öyle değildi. Adeta kızın yanına koşup bunu ona anlatacaktım. Sabah, öğlen, akşam, yanımızdaki masada, karşı masada ya da bilemediniz iki masa ötemizde yemek yiyorlardı, ona bakmaktan kendimi alıkoymaya çabalıyordum. Bunu kimse inkar edemez. Ben şuraya tatil yapmaya gelmiş bir kızı yemek yerken bile rahat bırakmayan, musallat olan bir kıro değildim.
Ama ona karşı hissettiklerim de vardı öbür yanda.
Mesele onun benden, varlığımdan, hissettiklerimden haberdar olmayışıydı.
Kaç kere görmüştüm, erkek arkadaşıyla kavgamsı sert tartışmaları oluyordu pansiyonun az ötesindeki kayaların üzerinde otururlarken. Sonra, gece mehtap oluyor, en katı insanı bile duygulandıracak zamanlarda, bakıyordum, pek ender sarılıyor ve neredeyse hiç öpüşmüyorlardı. Benim bir kız arkadaşımla çıktığım tatil geldi aklıma.
Güle oynaya çıkmış, ama sonra olmadık şeylerden tartışmaya başlamıştık. Tatil zehir olmuştu. Yani, ben ilk kez yanımda bir kız arkadaşla tatile çıkıyorum, hatta geceleri aynı odada kalacağız filan diye ne kadar memnun olmuştum, o böyle bir durumu önceden kafasında pek canlandıramadığı için olacak, biraz çekingendi tatile çıkmadan önce kız-erkek tatile çıkmak ve gündüz denizle güneşle gevşeyen vücutları akşam içkiyle mayıştırdıktan sonra rehavetin yerini şehvete bırakması gibi hayalleri onun gibi bir kızın benim kadar somut ve ayrıntılı kurmasını bekleyemezdim tabi!, çünkü bizde kızlar, ne' kadar serbest ailelerde yetişirlerse yetişsinler ve sonradan ne kadar edebiyat ve sinemayla ilgilenirlerse ilgilensinler, hayal kurarken dahi kendilerini tam serbest bırakamıyorlar galiba. Galiba değil, öyle. O tatile çıktığım kızla böyle ciddi ve büyük meselelerden kavga etmedik ama. Tatilde insan, kısa süreli de olsa birlikte yaşıyormuş gibi oluyor. Kafa' dengi olmak bu nedenle önemli. Onunla uyuşamıyorduk, oysa tatile çıkmadan, İstanbul’dayken, iki ay sekiz gün kadar çıkmıştık ve pek tartışma falan olmamıştı aramızda. Hafta sonları sinemaya gider, gezerdik, oturur bir şeyler içerdik, ona yazdığım öyküleri okutmayı bile düşünüyordum, yazdığımdan sözetmiştim tabii, nasıl konular, neleri vermeyi amaçlıyorum, falan anlatmıştım. Tatilde sudan şeylerden çok tartışmaya başladık. Sonra, bir kez tanışma oldu mu, onun soğukluğu saatlerce sürüyor, gece başka problem, neyse...
Ben şimdi, kendisine aşık olup olmama kararsızlığı çektiğim kızla erkek arkadaşı tartıştıkça bunları düşünüyor ve ne yalan söyleyeyim ilişkilerinin durumunu, onlar benim bildiğimi bilseler çok rahatsız olacakları kadar özel hayatlarına girmiş olarak, berrak biçimde görebiliyordum. Çok kalıcı bir ilişki değildi bu. Belki de tatilden dönerken ayrılmış olacaklardı. Belki de burada gerçekleşecekti bu ayrılış. Ve ben tabi! hemen fark ederdim, böyle bir şey olsa. Mesafeli bir ilişkileri vardı.
Ama sorunlar bir değildi, iki değildi. Yabancı kızlar artık Türkiye’ye geldiklerinde kendilerine musallat olacak tatil yeri delikanlılarından ve heriflerinden haberdardılar. Üstelik dışarda okuyan birçok arkadaşımın anlattıklarından biliyordum ki, bu yabancıların önemli kısmı, mesela Alınanlar, İskandinavyalılar, Türk erkeklerinin, evlerinde karıları veya başka yerde kız arkadaşları varken gelip kendilerine asılmalarından rahatsız oluyorlardı. E, aynı kızlar, kalkıp buraya gelince neden karşılarına çıkıp kendilerine gülümseyen bir adam hakkında, aynı şeyi düşünmesinlerdi ki...
Benim bu konularda herhangi bir kırığım yoktu. Zaten benim kıza yaklaşımıma “asılmak” falan denemeyeceğini buraya kadar anlattıklarımdan anlamış olmalısınız. Kızı devirip üstüne çullanmak gibi bir öküzlük yapmayı da düşünmüyordum. Mesela onu öyle seyrederken hiçbir an, kendimi onun memelerini ayı gibi avuçlarken düşünmüyordum.
Başka bir dolu herif bu kızlara böyle isteklerle bakıyor ve üstelik bunu belli de ediyorlar. Hoş, bu kızların bir kısmı da gidip bu heriflerle yatıyor matıyor ve böyle tipleri daha çok cesaretlendiriyor, bu da durumu daha fazla bok ediyor. Ben kendimi daha çok, o kızı usul usul sevip okşarken falan düşünüyordum.
Zaten ben aşık olduğumu hep böyle anlamışımdır. Bazı kızlar bende hemen cinsel çağrışımlar yaratır. Belki onların bunda bir kusuru yok, insan bedeninin türlü enerjiler, elektrik dalgaları falan yaydığı biliniyor, hatla aşk için bile böyle elektrikli açıklamalar yapılıyor. Ama bazı kızlara bakınca ben hiç sevişme düşünmem. Dahası, kendimi onlarla sevişirken düşünecek olursam sanki bana kırılacaklarmış gibi bir endişeye kapılırım, adeta yanlarına gidip özür dileme isteği duyarım. Mesela, bunları açıklamak kolay değildir, ama ben söyleyeyim, kendimi tatmin ederken hiç, şimdi bu turist kıza bakarken hissettiklerimi hissettiğim kızlar gelmezdi gözümün önüne, onlarla ilgili hayallerim hep sırtüstü uzanıp sigara içtiğim veya deniz kenarında oturduğum, güneş batışı seyrettiğim, mehtaba baktığım zamanlarda gözlerimin önünden gelir geçer ve genellikle bir yerinde mutlaka pembelerin, açık mavilerin bulunduğu, çok hoş görüntülerdir, imkan olsa, size gösterebilsem, eminim sizin de bozulmasını istemeyeceğiniz mutlu, masum görüntülerdir bunlar. O öbür görüntülerse, elbette geçmişte kaldı.
Ben hissettiklerimin ne kadar insanca ve onun ela hoşuna gidecek şeyler olduğunu biliyordum ama kızla henüz tanışmamıştım bile. Ona bunları anlatabilmem için gereken yakınlık henüz çok uzaktaydı. Macit "Tavla oynayalım mı?” dedi. Kız birazdan erkek arkadaşıyla birlikte denize inecekti herhalde. Şimdi Macit’e kayır' desem de olmazdı. "Oynayalım, dedim. Bunu elerken içimden bir şeylerin kırıldığını hissettim, ama yaşayacağım bir mutluluk diliminden kırıntı koparmaya kalktığından Macit’in haberi yoktu, ona kızamazdım. (Macit fazla kitap da okumaz, edebiyatla ilgisi yoktur, oyun sever, çok sever, ciddi paralarla poker de oynuyor.) Kendi kendime, “Kızı rahat bırak biraz,” dedim. Onu biraz kendi başına bırakayım da düşünsün, durumu değerlendirsin gibi şeyler geçti aklımdan. Ama işin acı tarafı, varlığımın farkında değildi ki, onu rahat bırakmam sözkonusu olsun. Sanki ben ona açılmışım, duygularımı belli etmişim, kız ela bana karşılık verip vermeme kararsızlığı yaşıyor da, şimdi onu rahat, kendi başına bırakacağım da düşünecek ve sonunda gelip kollarıma... Hay Allah kahretsin! Bunların gerçekle ilgisi yoktu tabii.
İşte bunu kendime itiraf etmekte zorlanıyordum.
Yok aslında, itiraf edeyim, zorlanmıyordum, çünkü kafamın içinde resmen saçmalamıştım; ne alakası vardı, varlığımdan bile henüz haberi olmayan bir kız rahat bırakmak ne demekti! Sağduyuya bu kadar şiddetle ihtiyaç duyduğum bu ağır duygusal durumda her türlü zayıf düşünceyi kafamdan atmalıydım.
Macit, “Haydi atsana," eledi. Oyuna kim başlayacak diye zar atacaktık, o atmıştı bile. Sanırım dört atmıştı. Zara bakıp gülümsedim (içimden). Yek ya da şeş atmış olabilirdi Macit. Bunlar net durumlardır. Karşındaki yek attı mı, büyük ihtimalle ne atsan sen başlayacaksındır, şeş allı mı ela tersi. Ama cihar atmıştı. Yani iki ihtimale de açık bir durum vardı. Siz benim yerinde olsaydınız o anda, bu olayın ne ile bağlantısını kurardınız acaba?
Bu sırada kızla erkek arkadaşı kahvaltılarını bitirmiş, pansiyonda kaldıkları odanın önündeki balkonumsu yere geçmiş sigara içiyorlardı, kız bir yandan oradaki ipe astığı, dün giydiği mayoyu ipten alıyordu, birazdan denize gidecekti tabii, bilmiştim, artık hareketlerinin manasını çok iyi bilmeye başlamıştım. Sadece somut yaşantının etraftaki herkesin gözlerine gösterdiği ayrıntıları bilerek bir kişinin hayatının muhtemel seyrini bu derece isabetle tahmin edebilmek, eğer o kişiden yayılan birtakım dalgaları alabilecek şekilde ayarlanmış bir alıcınız yoksa mümkün değildir: Bunu o sırada düşündüm ve kızı ilk gördüğüm gün bana bir görünüp kaybolması (bunun üzerine ele sonradan birkaç kez düşünmüştüm, o sahneyi kafamda yeniden yeniden canlandırarak) olayındaki gibi, gizemli bir şeylerin varlığına hükmettim.
Bu arada, sanırım açıklamayı unuttum, şimdi anlatayım, kızın o görünüp kaybolması olayı şöyle olmuştu: Bizim oturduğumuz terasın düzlük pansiyonun bahçesinde bir yükseltinin üzerinde, merdiven de işte onun için var, eğer hemen kenardaki masalardan birinde oturmuyorsanız, merdivenin ilk basamaklarına yönelenler haliyle bir süreliğine gözünüzden kaçıyor ve merdiven başından iki adım ötedeki tuvalete girerlerse siz onları göremiyorsunuz. O kızla ilgili durumda da böyle olmuş olabilir, olabilir değil, böyle olmuştur, muhtemelen, ama zaten ‘gizemli' ne demek ki?
Mutlak anlamda gizemli diye bir şey olabilir mi?
Kim bilir, belki.
İşte bu da gizemli bir cevap, benim verdiğim. Ama önemli olan, bir olayın hakikaten gizemli olup olmadığını araştırmak değildir, çünkü o sırada kız isterse tuvalete gitmiş olsun, ben o olayı kızın bana bir görünüp sonra hemen kaybolması şeklinde yaşamadım mı? Benim öznel kavrayışım açısından bu olay böyle, olmuştur diyemez iniyim?. Bunları konu ediyorum, çünkü sonradan dayanamayıp Maçit’e konuyu açtığımda tabii bu' ‘kız bir göründü ve kayboldu' meselesinden sözettin, ama o, sanki hayatının her dakikasında çok rasyonel davranırmış gibi, bana kızın tuvalete gitmiş olduğunu söyledi.(Macit o kızla özel olarak ilgilenmediğinden,, benim düşüncelerimi saran gizem çemberini kırmak ve beni olaydan uzaklaştırmak için kasıtlı yaptığını sanmıyorum. Zaten kızla ilgileniyor olsa gider hemen yılışırdı.)
“Beraber tatile gittiğin adam hakkında ne biçim konuşuyorsun!” diye beni ayıplamayın, çünkü o gün o tavlaya başladığımız sırada, Macit gidip benim duygusal şeyimin olduğu kıza yakınlaşmaya çalışsa, bunun ‘yılışma’ şekilde olacağından emindim. Üstelik bu biraz da, biraz değil bayağı haksızlık da olacaktı.
Bana karşı.
Ben, şu anda da söyleyebilirim ki, galiba demin de söyledim ki, kızın davranışlarını uzaktan izleyerek, bir sonraki davranışını, yanımdan geçerken yüzünün nasıl olacağını kestirebilmeye başlamıştım, dolayısıyla, artık o kızla ilgili olarak, bana ait olan, benden alınması doğru olmayacak yanlış olacak bir şeyler vardı. Gizeme ne kadar inanmazsanız inanmayın, ben de inanmıyorum, söylemiştim; ama gizem diye bir şeyin tamamen kafamızda yarattığımız bir şey olduğunu da iddia edebilir misiniz? Bu belki gizem olmayabilir, ama bu tarz bir şey olduğunu da mı söyleyemeyiz? Düşünsenize, ben, hayatımda ilk kez 71,5 saat önce gördüğüm bir insanın az sonraki davranışını kestirebiliyorum. Tamam, bunu belki benim bir özelliğime yorabilirsiniz. Ama o zaman niçin başkalarının bir sonraki davranışlarını kestiremiyorum? Böyle bir manevi gücüm varsa, bu niçin sırf o kız için geçerli olsun? Olamaz herhalde, değil mi?
Neyse, Macit gidip kızla konuşmaya falan kalkmamıştı zaten. Ayrıca, kızın erkek arkadaşı vardı yanında. Yanında erkek arkadaşı varken Macit'in gidip kıza asılması pek olacak şey değildi, zaten topu topu otuz kırk kişinin bulunduğu küçücük köyde ve on üç kişinin bulunduğu bizim pansiyonda!(Otuz-kırk kişi derken, yerli yabancı tatilcileri kastediyorum, köyün ahalisini saymıyorum.)
Tavla, oynadığımız güne döneyim, çünkü öyküm bakımından o gün ve o anlar çok önemli. Sanki bir büyük güç, tasarlayarak öyle bir anı, yani o anda olanı o günün, o köyün, o köyün o günkü hayatının içine yerleştirmişti.
Ne oldu biliyor musunuz? Daha doğrusu, neler oldu? Tam da benim tahmin ettiğim gibi, (içime doğduğu gibi, demek istemiyorum, insanın içine bir şey doğması gibi bir olay bana çok tuhaf geliyor, çünkü insanın içine bir şey doğması için onu doğuracak bir başka şeyin daha önceden içinde bulunması gerekiyormuş gibi oluyor, ayrıca ‘içim' de nedir, neresidir, belli değil) kız az sonra denize indi. Ama tahmin ettiğim gibi denize inmekle kalmadı, çok istediğim gibi, yalnız indi! Erkek arkadaşı pansiyonun balkonumsu yerinde uzandı kaldı. Herif miskinlik etmek istedi herhalde biraz.
Öyle güzel bir yere kaç bin kilometre öteden kalkıp geldikten sonra, denize, güneşe koşmayıp balkonun gölgesinde uzandığına göre, kızın canlılığına eşlik edebilecek hareketlilikte bir adam değildi belli ki.
Tatil gibi bir olayda en büyük sorunlar genellikle böyle şeylerden çıkar. Çift olarak giderler tatile, birisi dağ taş, harabe falan gezmek ister ya da devamlı denize girmek, güneşlenmek ister, öteki yan gelip yatmak, sabah akşam uyuklamak ister, sürekli tartışırlar ve belki de ortak yaşantılarını beraber yapılmış güzel bir tatilin ekleyeceği keyifle taçlandırmak isteyenler, tatilden ilişkilerini kaybetmiş olarak dönerler. Ya da yaptıkları tartışmalar ilişkilerinde, öyle yaralar açar ki, döndükten sonra bile bunları kapatamazlar. Böyle şeyleri çok duyuyoruz, ayrıca ben kaç arkadaşımın başından geçenleri biliyorum.
Tabii tatillerde kurulan çok güzel ilişkiler de olabiliyor.
Kız denize indi, demin söyledim, bu ilk olaydı. Kızın denize yalnız gitmesi de, olayın benim tahminim dışında kalan, tatlı sürpriziydi. İkinci olayı da söyleyeyim mi? Macit’in ciharına karşılık ben ne attım bilin bakalım: Ben de cihar attım! Sanının basit bir tavla oyunu başlangıcında, olasılık hesaplarına göre diğer olasılıklardan daha az olası olmayan bir durumdan olmadık sonuçlar çıkarmaya kalkıştığımı iddia edemezsiniz. Tamam, ben de biliyorum ortada bir rastlantının bulunduğunu, ama tam size anlatmaya çalıştığım serüven yaşanırken (‘serüven' demekle kızla olan ilişkimi küçümsemeye veya önemsiz göstermeye çalışmıyorum, serüven’i burada büyük bir, anlam yükleyerek, ‘macera' anlamında kullanıyorum) bu cihar olayının meydana gelmesinde bir anlam aramam yanlış mı? Hadi böyle sormayayım da sizi biraz sıkıştırayım: Siz olsanız bir anlam aramaz mısınız bu işte? ‘Anam ben fala, mala, öyle şeylere inanmam' diyen kaç arkadaşımı birine aşık olduklarında ‘Acaba bu iş olacak mı?’ diye fal bakarken yakalamışımdır. Onlar sanki bilmiyorlar mı, beş on iskambil kağıdının hayatın gidişini değiştiremeyeceğini veya olacak bitecekleri önceden söyleyemeyeceğini? Eee, o zaman?
Ha, tabii bir başka olasılık var: Her insan aynı ölçüde duyarlı olmayabilir.
Bir şey daha var: Ben duyarlığın doğuştan varolan ya da olmayan ya da yabani bitki gibi kendi kendine büyüyen bir şey olduğunu hiç mi hiç sanmıyorum. İnsanın okudukları, seyrettiği filmler, düşünceleri, ilişkilerine bakışı... bunlar hep, kişinin duyarlığını yükselten ya da genişleten şeylerdir. Bazılarının duyarsızlığı o ölçüde oluyor ki, insanın duyarlığını onlara fark ettirmesi için oturup anlatması gerekiyor. Macit bazen böyledir. Ogün de, tavlaya başlayacağımız sırada benim içimde kopan fırtınalardan habersizdi. Habersiz oluşuna bir diyeceğim yok, henüz haberi olması gereken bir şeyin ortada olmadığını söyleyebilirsiniz, ama insan biraz karşısındakiyle ilgilenir. Benim ne sıkıntılar çektiğimi hiç mi anlamıyor? Gidip en olmadık sinir tiplere yanaşıp iki espri, gülüş gülüş derken samimiyet kurmaya gelince hiç duraksamaz ama. Şurada kaç gece oturduk. Biz bu masada, kız iki masa ötede. Kızla kız olarak ilgilenmemiş olabilir. Ama işte, belli, güzel insan var bir tane karşında. Masamıza çağır, beraber oturalım. Tamam, ben kızla yalnız kalmayayım, ayrılacağı erkek arkadaşı da olsun şimdilik yanımızda, sen de ol, oturalım, konuşalım, hayattan bahsedelim, insanlardan, ilişkilerden... Böylece kıza sandığı gibi biri olmadığımı anlatma, gösterme şansım olsun. Değil mi?
Macit'den bunları beklemem, boşuna umutlanmaktı. Hiç oralı değildi. Ben sanki yanında yoktum, yalnız çıksaydı tatile o zaman!
Deniz kenarına inmek için can atıyordum. Yüreğim hopluyordu resmen. Macit'se, kapı almak, pullarımı kırmak derdindeydi. Genellikle böyle olur zaten. Ben, kafamın içinde bin türlü düşünceyle ya da büyük duygusal yüklerin baskısı altında oynarım, o, pek bir şeye yormadığı kafası tabii ki rahat, nasıl oluyorsa toplayabildiği dikkatini tavlaya verir ve, marifetmiş gibi, sonunda beni yener, Aman ne mühim iş! Mars çekmiş de, bana oyun vermemiş de filan, saçmalar durur.
Ben bunu, insanın, anlamlı uğraşlarla tatmin sağlama düşüncesine uzak olmaktan kaynaklanan ama yine insani bir zaafı olarak değerlendiriyorum. Onun da tatmine ihtiyacı var, ama bunu böyle ucuz ve kolaycı yollardan sağlıyor. Tatminsiz yaşanmaz ki...
Sonunda oyun bitti. Bitsin diye nasıl yenileceğimi bilemedim. Bir an önce yenilmek istediğimi belli etsem, bu kez kızabilir, çünkü onun elindeki tek tatmin sağlama mekanizmasını bozmuş, parçalamış olacağım, tabii bunu kabullenemeyecek. "Sen de şu oyunu bir türlü öğrenemedin,” dedi. O anda onu boğabilirdim. Ben ne zaman iyi tavla oynayan biri olmayı istedim ki!
Tam tersine, Macit’in yanından geçemeyeceği duyarlıkların peşindeki bir gezgin olarak ben, pulların şaak diye cilalı tahtanın üzerine indirildiği bir kaba oyundan uzak durmaya bile çalıştım. Ne zaman tavlaya çağrılsam, oturtulsam, zorlansam, bunu gerçekte istemeyerek yaptım. E, bizde, insan hiçbir zaman yalnız kalamıyor, tavla oynayan olunca seyreden de oluyor, etrafında arkadaşların, mesela bir gruplasın, ‘haydi tavlaya' falan deniyor, benim kafamda bu konuda kendim hakkında oluşturduğum tablo hep şöyledir: Ben bu oyunu sevmem kardeşim, banal buluyorum, ama madem istiyorsunuz, oynayayım, diyen (ama bunu açıkça söylemeyen, çünkü o zaman kırıcı olunur ki, böyle bir durumda buna gerçekten gerek yok, neyin mücadelesini yapıyoruz ki, değil mi?) ve buna karşılık, oturdu mu bu oyunun inceliklerini de bildiğini ortaya koyan, iddiasız, fazla konuşmadan, sessiz sedasız karşısındakinin eline pulları veren, tavlayı kapatıp karşısındakinin koltuğunun altına... sıkıştırmak gibi basitliklere, çiğliklere hiç yönelmeyen, yine oturduğu gibi ağırbaşlı, alçakgönüllü, tavrıyla masadan kalkan bir adamım ben. Kendimi böyle değerlendiriyorum. Tabii bazıları, adeta insanın istediği gibi olmasını engelleme misyonuyla yeryüzüne gönderilmiş gibidirler, hep insanın karşısına çıkıp en olumsuz koşulları yaratırlar, insanın yoluna hendekler, çukurlar kazarlar. Artık tavladan bahsetmek istemiyorum; tavla, bir kere, edebiyata bile elveren bir şey değil.
Oyun bittikten sonra, "Bir şey alacağım, deyip odaya gittim. Yatağın, üzerine oturdum ve bir süre düşündüm. Çıktım. Tuvalete gittim. Orada da düşündüm. Çıktım. Macit’in hala oturduğu masaya gittim. Kararımı vermiştim. "Ben biraz dolanıp geleyim,” dedim ve deniz kenarına indim.
Pansiyondan aşağı doğru inince sağa kıvrılıyor ve küçük kayalık koya gidiyorsunuz. Orası, çeşitli ağaç altı gölgelikleriyle bir küçük plaj adeta. Oraya yürürken, kızın hangi ağacın altında yattığını tahmin etmeye çalışıyordum. Bir yandan da korkuyordum, ya bilemezsem diye. Gözlerimi kapattım. Bir kaya parçasına takılıp düştüm. Dizim çok fena acıdı. Sıyrılmıştı, kanadı kanayacaktı, yanıyordu. Yerden kalkarken, içine düştüğüm fırtınanın bir umutsuz aşk yangını olup, olmadığını düşünmüşüm. Bunu bir iki adım attıktan sonra fark ettim. O anda vücudumda fiziki bir acının meydana gelmesi de bana fazlasıyla anlamlı göründü. Elde edeceğime karşılık bedeller ödemeye başlamıştım. Ona ulaşabilmek için, çektiğim acıya aldırış etmemek dışında herhangi bir davranışı benden bekleyemezdim. Gidip kızı bulacaktım, her şeye rağmen.
Yolumdan dönmedim. Sonunda onu gördüm. Daha doğrusu, denize inerken yanına aldığı havluyu gördüm. Bir ağacın altına serilmişti. Ara sıra, beklenmedik şekilde bir üfürüp kaçan rüzgar, havlunun bir köşesini kaldırmış, öbür köşesine doğru savurmuştu. Havlunun yanında, yerde açık bırakılmış bir kitap (o da kitap okuyordu!) ve havlunun üzerinde... bir bikini üstü vardı. Çok heyecanlandım. Ama heyecanım birden umutsuzluğa dönüştü. İlkin, bütün bu eşya oradaydı da, kız neredeydi? İkincisi, kız elbette denizdeydi ve denizden üstsüz olarak çıkacak, dolayısıyla ben ona bakar ya da yanına yaklaşırsam kendisini dikizlemek için bahane yarattığımı düşünecek ve beni onlardan biri sanacaktı. Acaba göğüsleri nasıldı? Küçük mü? Kalkık mı? Peki, ne diyecektim ona? “lyi günler, ben sana aşığım,” diyemezdim. Çünkü tam olarak aşık olup olmadığımı henüz tam bilmiyordum. Bu aşk mıydı? Tamam, ortada pek de güçsüz olmayan bir duyarlık oluşmuştu, ama bunu, bunun sahibi olarak benim, tam manasıyla değerlendirmiş ve yerine oturtmuş olmam gerekmez miydi? Bunu yapmadan kıza doğru atacağım yaklaşma adımları sorumsuzluğun batağına sürüklemez miydi beni?
Bu karmaşık duygular beynimi, sıyrığın acısı dizimi kasıp kavururken kız denizden çıktı. Ona bakmamayı gözüm yemedi. Onu nasıl olmuşsa yalnız yakalamıştım, ona kendimi, duygularımı belli etmem için bu belki de son fırsattı. Tamam, üç gündür beraberdik, yani aynı yerdeydik, .yani bütün gün karşılaşabiliyorduk, ama belki de onun açısından ‘ilk görüş' anı şimdi olacaktı. ikimizin ele aynı anda birbirimizi görüp aynı şeyleri hissetmemiz zaten daha zayıf bir olasılık sayılmaz mıydı? O sırada bana baktı!
O güneşin altında, kız bana bakmadan önceki durumumdan daha fazla nasıl ısınabilirdim, birisi bunu bana sorsa, ‘hayır, daha fazla ısınılamaz' derdim, ama birden bir alev dalgası bütün vücudumu yalayıp geçti. Ve, bakın, şimdi bu talihsiz olayın bir başka gizemli ayrıntısını anlatacağım: Aynı anda kız da birden ürperdi! Beni bayıltacak hale getiren sıcak dalgası, onun yanı başındaki havadan kopup gelmiş, orada, onun etrafında bu nedenle bir soğuk dalgası meydana gelmişti. Ürperdi o. Sol eliyle sağ, sağ eliyle sol pazusunu tutarak kollarıyla göğüslerini örttü, havlusuna doğru koştu ve arkasını bana dönüp oturarak bikinisinin üstünü giydi, kurulandı.
Beni görmüştü, ama ne kadar bakmıştı, beni ne kadar fark etmişti, bilemiyorum. Oradan hemen uzaklaştım.
Bir itirafta daha bulunayım: Şehir hayatının maddi, insanı sürekli hesap kitaba dayalı ve sözüm ona akılcı düşünmeye yönelten olumsuz etkileri ne kadar güçlü olmalı ki, benim gibi aşırı duyarlı bir insanın dahi, o müthiş karşılaşmadan dönerken şunları düşünmesi mümkün olabildi: Acaba kız benim onun göğüslerine baktığımı düşünüp kollarıyla göğüslerini mi örttü?
Hayır.
Böyle olmadı.
Eminim.
Ben bir sıcak dalgasıyla kavrulduğum anda o bir serinlik hissetti ve ürperdi. Ona varlığımı fark ettirebilmiştim. Aramızda sadece ikimizin bildiği, yaşadığı ve herkesin her zaman yaşayamayacağı türden özel bir olay vardı artık. Kendimi çok iyi hissediyordum.
Adeta koşarak Macit'in yanına gittim, masaya oturdum.
“Birer biraya ne dersin?" diye sordum.
Macit önündeki bira şişesini göstererek, “Soğuk değil," dedi, “islersen kola falan iç."
Ne yaparsa yapsın beni bozamayacak, keyfimi kaçıramayacaktı. Ben kıza mesajımı vermiştim. Belki yeterli değildi, tam değildi, onun kafasında benim hakkımda bir imaj oluşturmaya yetecek kadar kapsamlı değildi, ama bir mesaj vermiştim ya. Her şeyin bir ilk’i vardır.
Kızın beraber geldiği adamın eşya toplamakta olduğunu gördüğümde neler hissettiğimi anlatmama gerek var mı? Onu gülümseyerek izliyordum. Sonra kız geldi, odasına gitti, adam gelip, öğle yemeği hazırlıklarına başladığı için mutfakta olan pansiyoncuyu buldu, hesabım çıkarttırdı, ödedi, kız giyinmiş olarak geldi, pansiyoncuya ve karısına bozuk bir telaffuzla Türkçe veda ettiler, gittiler.