Nizamettin buraya tayin olunmuş, geldi. Yanında karısı, üç yaşında bir kızı,
bir de küçük beslemesi var. Bir ev buluncaya kadar bizde kaldılar. Hatta,
bir aralık birlikte yaşamak fikrine de düştüler; ama olur iş mi? Benim gibi
yalnızlığa, sessizliğe alışmış adam, çoluk çocuk, aile ile yapabilir mi?
Nizamettin'in karısı genç bir kadın, belki çirkin değil ama sevimsiz. Çok kırılıp dökülüyor, çok yapmacıklı bir hanım. Aklı az denmez ama görgüsü çok az ve terbiyesi de fena!
İlk akşam sofrada bir dernek yapmak istediğini anlattı, bir “Yerli Malları Koruma Derneği" teşkil etmek istiyormuş. Bu derneğe girecek hanımlar yerli malı giyecekler ve yerli malı giyilmesini terviç edecekler.
Nizamettin, akılsız bir kadının kocası olmaya pek razı değil, karısının çok fikirlerini tashih ediyor ve çok karışıyor. Kadının bildikleri zaten tesadüfle ağızdan öğrenilmiş şeyler, kocasının müdahalesi ile büsbütün karışıyor. Fazla olarak kadını fena halde bozduğu, izzetinefsini de kırdığı oluyor.
Bu gece de kadının "dernek” sözüne o kadar karıştı ki, nihayet bu teşebbüs fikrini onun ilham etmiş olduğunu anladım ve birkaç defa Nizamettin’i susturup kadını dinlemek istedim.
İki insanı birbirine benzetmek ve birarada yaşatmak ne kadar güç!
Nizamettin’in karısı benim bekar ve yalnız yaşadığımı, daha ilk görüştüğümüz gece tenkit etti. Doğru, bir kadını beslemeyen ve mesut etmeyen erkek neye yarar! Ama bizde kaldıkları müddetçe ben de onların evlilik bağlarını yakından görmek fırsatını buldum ve bir kadını yaşatma ve bahtiyar etmenin ne kadar çetin bir mesele olduğunu anladım.
Ne ben Nizamettin'e benzerim, ne alacağım kadın Perihan Hanım gibi olur; ancak, bu farkın müşkilatı izale edeceğine de itikadım yoktur.
Nizamettin karısından daha insaflı; lakin, o da nihayet bekar yaşamanın aleyhinde. Elbette haksız da değil! Bir kere evlenmiş, bu hayatı çekip taşıyabilmek için, bunu güzel ve mantıki bulmak lazım. Ben münakaşa bile etmek istemedim. Ne faydası var? “Dernek” için de kuvvetli bir fikir, bir mütalaa söyleyemedim. Çünkü bilmiyorum ki, bu fikir doğru mudur? Ameli midir? Olabilir ki böyle bir dernek kurulabilir; olabilir ki, onun da az ya da çok bir faydası olabilir; ama ben bunu nasıl bilirim? İsterse gösteriş için olsun, bu yaptıkları şeyde, bu adamların cesaretlerini kırmaya ne lüzum var?
Bize geldiklerinin ikinci ya da üçüncü günü Nizamettin, karısı için biraz daha kaba, biraz daha itinasız oldu. Kadın, belki alışkanlık yüzünden, belki de boş bulunarak bir şehit kızı olduğunu söylemek istedi. Halbuki şehit düşmeyen bir zabitin kızı imiş. Nizamettin itiraz etti ve kadını fena bir mevkide bıraktı. Bunu, ikisi yalnız iken tashih edebilirdi. Kadın, bu fena mevkiden kurtulmak için çırpındıkça, benim için ne eziklik oldu bilemezsiniz. Sonradan, belki Nizamettin de karısının sözünü fena bir surette karşıladığına pişman olmuştur. Doğrusu, karısını da kendisini de fena bir vaziyete düşürmüş oldu. Hepsinden fenası da benim vaziyetimdi. Ne demeli! Tevil edip kadına yardım etmek istiyorum ama karıkoca çok ince bir münakaşa içinde iken bu kabil mi? Ufacık bir yalandan sonra, tasavvur edemezsiniz, ne kadar ciddi bir vaziyet! Kadının yaşlar gözünde kurudu...
Hizmetçinin rivayetine göre, o gece, karıkoca, sabaha kadar kavga etmişler. Feci bir gece!
Hizmetçi diyor ki: Bey fena bir adam değilmiş ama fena etmiştir... Bu defter böyle başlıyordu.
Bu kadına yahut kocasına söylemeli mi ki, bu çocuğu böyle dayakla büyütmesinler? Faydası olur mu? Zannetmiyorum. Boşuna gönül kırıklığı olacak. Hiç sesimi çıkarmadım. Perihan Hanım, Tomriş'in defterinden çok şeyler anlattı ama birkaç satırdan fazla okumadı.
Hepimizin, her insanın böyle yahut buna yakın noksanları, yalanları vardır ki diğerleri tarafından keşfolunur. Bunlar için hiç de zalim olmak iktiza etmez. Ama niçin bu kadın, bu çocuğu bu kadar hor tutuyor?..
Geldiklerinden bilmem kaç gün sonra idi, gene sofra başında bir hadise oldu. Nizamettin, karısının asıl adının Makbule olduğunu söyledi. Olabilir ya, bizde Recep, Şaban, Ramazan isimleri çok işitilmiştir. Böyle isimler şimdiki asrın tavrına uymadığından, çokları adlarını değiştiriyorlar. Benim adım da böyle bir şey olsaydı, ben de değiştirirdim. Ben böyle düşünüyorum ve o zaman da böyle düşünmüş idim.
Nizamettin de bunu ancak hikaye kabilinden söylemiş idi. Bir kastı olduğunu zannetmem. Ama Perihan Hanım onun bu sözüne fena halde gücendi ve ağlayarak odasına gitti.
Nizamettin, kulaklarına kadar kızardı. Benim de neşem kırıldı, hiç sebepsiz bir soğukluk! Kadını, biraz şımarık ve biraz soğuk buluyorum, bunda ağlayacak, darılacak ne var?
Biraz sonra Nizamettin de fırladı, karısının yanına gitti. “Yapma! Gitme!” diyecek oldum lakin bu müdahale iyi midir? Hiçbir şey demedim ve karıkoca kavgasını işitmemek için ben de odama kaçtım.
Bunlar benim bildiğim şeyler, bildiğim hallerdir. Evinden, ailesinden, komşusundan aileler hakkında muhtasar bir fikri olanlar, bunları bilirler. Ancak ben, galiba şimdiye kadar böyle yakından görmemiş idim.
Benim hizmetçinin rivayetine göre o gece Nizamettin, kadını dövmüş, inanmalı mı?
Ertesi sabah çay içmeye geldikleri zaman barışmış, hatta biraz da birbirlerini sever olmuşlar gördüm.
Kadın gülerek, benden özür diledi:
"Bizim halimizden dün gece siz de rahatsız oldunuz” dedi.
"Müteessir oldum” dedim, "benim fikrimce çok hoş ve münasip bir şeydir. Benim de adım Mevlut olsa değiştirirdim.” "Ama ben kimsenin bildiğini istemiyorum. Bunu işitenler beni adi bir köylü ailesinden zannedecekler” dedi. "Ciciannemin münasebetsizliği, kendi kızlarının adını Meliha, Semiha koymuş da, benim adımı, o kadar yalvardım, değiştirmediler.” "Ben köylü bir ailenin çocuğu olmayı fena bir şey bulmuyorum” dedim.
"Ama niçin olsun” dedi, "biz asıl İstanbulluyuz.”
Bunu söylerken tereddüt etti ve kocasının yüzüne baktı. Sanki, "Gene yalan atıyorum, tashih etmeye kalkma!” demek ister gibi idi.
Nizamettin de masanın örtüsü ile oynuyordu, sustu!
Bu üst üste yalanlar ve bu yalanlarda ısrarın sebebi nedir? Ne yapmalı? Bu kadının bu yalanlarına katlanmalı mı? Yutmadığımı anlatmalı mı? Gülerek dedim ki:
"Bu sözünüzde, İstanbullu olmayanlara bir hakaret kastı yoktur ya!”
"Siz latife ediyorsunuz, hiç siz taşralı olur musunuz!” dedi.
Güldüm. Biraz sıkılır gibi oldu. Nizamettin de sustu ve gülümsedi. Lakin içinden kızdığı belli idi. Nihayet dayanamadı, bana hitap ederek;
"Ne yapayım” dedi, "söyleyince ağlıyor. Konuşmakta ihtiyatlı ol diyorum, aldırmıyor!”
“Ama sen de çok karışıyorsun..." diye boş bulunup ağzımdan kaçırdım. Hatamı da anladım ama tamire imkan var mı? Kadın fena halde küçüldü. Ne yapsın? Bu asri cemiyetin mümtaz kadını olmak istiyor, onu hissetmiş. Şimdiye kadar muhit ona müsait olmamış. İstidatları da çok yüksek değil, ne yapmalı? Nasihat etmek, ders vermek acıdır. Bence susmalı...
İki gün sonra, beslemenin yüzünü bağlı gördüm.
“Ne oldu kızım, dişin mi ağrıyor" diye sordum.
Çocuk, iltifat gören bütün öksüzler gibi, gözleri yaşla dolarak başını çevirdi, cevabı bu oldu...
Ancak ertesi sabah, bizim hizmetçiden öğrendim ki, beslemenin yüzünü Perihan Hanım ısırmış!
Bu Perihan Hanım nasıl kadın? Hayatımda besleme kızı ısıran hanıma ilk defa tesadüf ediyorum. Ama itiraf etmelidir ki bunu haber alınca, derhal inandım ve hiç şaşmadım. Sanki bu kadının böyle şeyler yapabileceğini evvelden biliyordum. Şaşmadım, lakin bende fena bir tesir bıraktı. O gece sofrada yüzüne dikkatli bakamadım ve ona fena bir söz söylememek için kendimi zorladım.