Hikaye

 

 

Bekletilmeli (Postrestan) Mektup

Natalya Lavrentyeva


İvan Nikadimıç mektup bekleyenlerin hepsini de yakından tanırdı. «Bekletilmeli Mektup» yazılı küçük pencerenin arkasındaki yerinde, kır düşmüş bıyıklarını sıvazlayarak oturur; ondan mektubunu alanların çoğunun hemen oracıkta zarfı açıp sabırsızlıkla okumalarını seyrederdi.

Postanenin kapısı hızla çarptı, yakası kızıl kürklü kahverengi manto giymiş genç bir kadın girdi içeriye. İvan Nikodimıç onu daha önce hiç görmemişti. Kadın, yüzündeki yağmur damlalarını sildi, pencereye yaklaştı, nüfus kağıdını yaşlı memura uzattı. Beyaz başörtüsünün altından gri gözleri dikkatle parlıyordu.

Gavrilova adına mektup yok, dedi İvan Nikodimıç, kutuyu eski yerine koydu.

Kadın çıkıp gitti. Ayna gibi parlayan camın üstünde ıslak kollarının izi kalmıştı. Yaşlı adam kadının dikkatsizliğine kızdı, bir parça kurutma kağıdıyla camı sildi. Sonra da başını pencereye çevirerek sokağa baktı.

Puslu camların arkasında kasım rüzgarı estikçe ıhlamur ağacının kararmış çıplak dalları oradan oraya savruluyordu. Yağmurla birlikte kar da başlamıştı şimdi.

Ertesi gün Gavrilova yeniden geldi. Adına gönderilmiş mektup gene yoktu.

Aradan günler geçti. İvan Nikodimıç boynuna yünlü atkısını sarıyordu şimdi.

Gavrilova haftada birkaç kez uğrayıp mektup gelip gelmediğini soruyordu. Son zamanlarda nüfus kağıdı yerine yeni kimlik kartını göstermeye başlamıştı. Kara kabının üstünde «Makine Döküm Fabrikası» yazılı bir kimlik kartıydı bu. Adına gönderilen mektup eskisi gibi gene yoktu. Kadın, mektupları kutuya gerisin geriye yerleştiren yaşlı adamın zayıf ellerine bir süre bakıyor, sonra sessizce çıkıp gidiyordu.

Yeni yıl yaklaşmıştı. Bekletilmeli mektup kutulan mektuplarla, telgraflarla, üzerinde Moskova’nın yüksek yapılarının resimleri bulunan kutlama kartlarıyla tıkabasa doluydu. Otuz bir aralık günü gelince postanedeki memurların iki ayağı bir pabuca girdi. Bekletilmeli mektupların verildiği küçük pencerenin önünde uzun bir kuyruk oluşmuştu, İvan Nikodimıç fırsat bulup karşı duvardaki saate bile bakamıyordu. Uzun boylu bir adam aldığı iki mektubu özenebezene nüfus kağıdının içine yerleştirirken, bunu fırsat bilen İvan Nikodimıç da bir an saatin kadranına gözlerini kaydırdı. Aman ne güzel! Yarım saat sonra evinin yolunu tutacaktı.

Yakası kızıl kürklü kahverengi manto pencerenin önüne yanaştı. Yaşlı memur biliyordu, kadının beklediği mektup gene yoktu. Yünlü atkısını düzeltti, «G» harfi yazılı kutuya uzandı, bir tomar mektubun üzerine hafifçe abandı. Bir süre sonra yüzünü pencereye döndürdüğünde saate bir kez daha göz attı ve kadına «Mektup yok!» diyeceği yerde her nedense, «Size daha mektup yok.» dedi. Fakat bu sırada gözleri kadının yüzüne takıldı. Sanki bu yüzde her zamanki durgunluğun yerinde bir canlılık peydahlanmıştı, gözleri ışıl ışıldı. Kadın kimlik kartını çantasına attıktan sonra kapağını sertçe kapattı, hızlı adımlarla uzaklaştı pencerenin önünden.

Aradan iki hafta daha geçti. Kış tüm etkinliğini göstermeye başlamıştı. Acı poyraz sokakların bir ucundan girip öbür ucundan çıkıyor; yayaları tramvaylara, mağazalara, apartman girişlerine sürüyordu. İvan Nikodimıç postaneye gelir gelmez ilk işi paltosunu kapıdan uzak bir yere asmak, sonra da kaloriferin yanma sokularak ellerini sıcak demirin üstüne dokundura dokundura ısınmak oluyordu. Ancak ellerinin üşümesi geçtikten sonra parmaklarını ovalıyor, elleriyle yüzünü sıvazlıyor, masasının başına geçip mektupları ayırmaya başlıyordu. Öylesine çoktu ki bekletilmeli mektup! İşte sessiz, dalgın Profesör Petrov’a bir mektup daha. Hiç aksamadan, haftada bir kez Krasnodar’dan postası gelirdi. Zarfın üzeri bir gencin henüz oturmamış hemen hemen çocuksu yazısıyla yazılıydı. Profesör mektubu hemen orada açıp okur, ancak ondan sonra giderdi.

Yapı işçilerinin yurdunda kalan açık sarı saçlı Galkina’ya da iki mektup vardı bugün. Genç kız mektubu alınca öylesine sevinirdi ki, pencerenin önünde ya eldiveninin tekini, ya da matematik defterini unuturdu.

İvan Nikodimıç mektupları kutularına dağıtırken bir an durdu, geriye kaykılarak elindeki kalın zarfa baktı. Aha, Gavrilova’ya bir mektup! Varvara Semyonovna Gavrilova adına gönderilmişti. Gönderenin adresi ufacık harflerle, iyice bastırılarak yazılmış: «Krasnoyarsk ilçesi, Tayojnıy köyü, A. Grigoryev.» Yaşlı memur Varvara Semyonovna Gavrilova’nın mantosunun kollarını süsleyen soluk renkli püskülleri, kadının gri gözlerini bir an zihninde canlandırdı.

Yaşlı adam gönderenin adresine öfkeyle bir daha baktı. «Ah, seni Grigoryev! Soyadının başındaki A. ne oluyor? Aleksandr mı? Andrey mi? Aleksey mi? Kimbilir, belki de Anton.. Senin bu kadına yaptığın ne?»

Kalın zarfı kutuda en öne koydu. Postanenin kapısı çarptı, içeriye bekletilmeli mektuplarını almak için uğrayan ilk yurttaşlar gelmeye başladı. İvan Nikodimıç,. Gavrilova’nın sesinin nasıl bir şey olduğunu tahmine çalıştı. Herhalde fazla yüksek çıkmayan, yumuşak bir sesti bu.

Akşama doğru kutuların tümü de boşaldı. Geriye kalan mektup birkaç taneydi. Gavrilova adına gönderilen de kalanlar arasındaydı. Ayaklarının altında kıtırdayan karları çiğneyerek evine doğru yürürken İvan Nikodimıç geçirdiği günü düşünüyordu... Profesör Petrov’un bir sıkıntısı olmalıydı, bugün «Hoşça kalın!» bile demeden ayrılmıştı postaneden... Gavrilova gelmemişti... Yaşlı adam bunu düşünür düşünmez kadının dün de, iki gün önce de, geçen hafta da hiç uğramadığını anımsadı. Mektup sormaya gelmeyeli çok oluyordu. Yeni yıl öncesindeki gelişi sonuncusuydu herhalde. O gün de öylesine canlı bir duruşu vardı ki, gelmesiyle dışarı fırlaması bir olmuştu...

Bu düşüncelerin yerini başkaları aldı. Az sonra evine varacak, onu kapıda karşılayan üç yaşındaki torunu elinden yakalayarak dedesini köşesine götürecek, orada sedirin üstüne oturtacaktı. Sonra küçük oğlanı yatağına yatıracaklardı. İvan Nikodimıç yumuşacık, kalın kazağını giyecek, «Pravda»smı son satırına değin okuma işine koyulacaktı. Kışın bastırmasıyla birlikte konukluğa çık, mayı seyrekleştirmiş, gece geç vakte kadar oturur olmuştu.

Ertesi sabah yeni postayı kutularına dağıtırken Gavrilova adına gönderilmiş iki mektup daha çıktı. Bir gün sonra iki tane daha, sonra bir daha, bir daha... Uzun süredir mektup bekleyen kadının durumu adamcağıza dert olmuştu. Postaneye giderken, evine dönerken hep onu düşünüyordu. Hepsi de birbirinin aynısı bir tomar mektuba bakarak; «Nasıl etmeli de kadıncağıza mektuplarının biriktiğini haber vermeli?» diyordu.

Kutuda kadının adına gönderilen bekletilmeli mektup sayısı yediyi bulduğu halde onun postaneye uğradığı yoktu. İvan Nikodimıç’m Grigoryev’e beslediği öfke geçmiş, yerini Varvara Semyonovna’nın yokluğundan dolayı duyduğu kaygı almıştı. Yaşlı adam bir gün pencereden dışarı bakarken, tanıdığı yakası kızıl kürklü kahverengi mantoyu sokakta görünce kaygısı daha da arttı. Anlaşılan, Varvara Semyonovna Gavrilova hastalanmamış, başka bir kente gitmemiş, yalnızca mektup beklemekten vazgeçmişti. Mektup verdiği pencerenin önünde huysuz iki adam olmasa gittikçe uzaklaşan kadına seslenir, ya da dışarı çıkıp arkasından koşardı. Hiçbirini yapamadığı için Gavrilova geçip gitti, mektuplar ise eskisi gibi kutuda kaldı. Grigoryev adındaki adam Tayojnıy köyünden mektup yazıp göndermeyi sürdürsündü gene...

O gün İvan Nikodimıç ikide birde başını kaldırarak sokağa baktı. Fakat Gavrilova bir daha görülmedi.

Duvardaki yuvarlak saat beşi gösteriyordu. Akşamın alaca karanlığı bastırmıştı, sert rüzgar dış kapıyı sarsıyordu durmadan. Yaşlı adam çekmeceyi sürüp kilitledi, saçlarını özenle taradı, kürklü kalpağını başına sımsıkı geçirdi.

Sokağa çıkar çıkmaz Volga’dan esen buz gibi rüzgar üstüne çullandı, yakasından içeri girdi, sırtında soğuk soğuk gezindi. Adamcağız köşedeki adres danışma bürosundan Gavrilova’nın oturduğu yeri öğrendi, yanına aldığı boş duyuru kağıdını eldiveninin içine soktu, her iki elini birden ceplerine derince daldırdıktan sonra yürümeye başladı. Yürürken, karşısından duvar gibi yüklenen fırtınadan dolayı öne eğilmek zorunda kalıyordu.

Dar bir sokağa sapınca biraz soluklandı, sonra bir evin ikinci katma tırmanmaya başladı. Kapıyı ona yaşlı bir kadın açtı, «Gavrilova burada mı oturuyor?» sorusuna bir kapıyı göstererek yanıt verdi. İvan Nikodimıç koridora daldı.

Koridora açılan, yaşlı kadının gösterdiği kapı yarı aralıktı. Yanakları neşeden al al olmuş Varvara Semyonovna Gavrilova köşedeki divanın üstünde oturuyor; başı öne eğik, masaya serili yeni örtünün püskülleriyle oynuyordu. Karşısına da saçları kıvırcık tombul bir adam kurulmuştu. İvan Nikodimıç çengelde asılı duran, tanıdığı kahverengi mantonun yanında dikildi. Onu önce adam gördü.

Kimi istiyorsunuz? dedi suratını asarak.

Bunun üzerine Varvara Semyonovna da gözlerini kaldırdı, yaşlı adama şaşkın şaşkın baktı.

Bağışlayın, yanlış geldim. Başka birini arıyordum.

Böyle diyerek o da hayli şaşırmış olarak kapıdan dışarı çıktı; elindeki, kadının adresini yazdığı kağıdı buruşturup atarak aşağıya indi.

Geldiği gibi geriye dönüp evine giderken rüzgar arkasından itiyor, yürümesini kolaylaştırıyordu. Yaşlı adam, rahatça gömüldüğü divanda, önündeki bayramlık masa örtüsünün püskülleriyle oynayan Varvara Semyonovna’ yı geride bırakarak yürüdü, yürüdü...

Bıyığı kırağı bağlamış, kirpikleri yapışmaya başlamıştı. Ama o bunlara hiç aldırmıyor, günlerini taygada (*) geçiren Grigoryev’i düşünüyordu. Adam orada belki de : şimdi asırlık ağaçlar arasında kar fırtınasıyla boğuşuyordu. Ya da karların örttüğü küçücük kulübesinde otururken, fenerin aydınlattığı masada bastıra bastıra yazdığı ufacık yazısıyla mektuplarından birini daha tamamlıyor, çamlarda uğuldayan boraya kulak kabartıyordu.

Ertesi gün postaneye gider gitmez mektuplarını Grigoryev denen adama geriye postalamaya, bunları boşu boşuna gönderdiği için bir daha yazmamasını bildirmeye karar verdi. Çünkü bekletilmeli mektuplar ancak beklemeyi bilenlere, bir de postaneye gelmekten bıkmayanlara yazılırdı.

 

T*) Sibirya’da iğneyapraklı orman. (Ç.N.)

 

 

 

 

 


 


Ana Sayfaya Dönmek İçin Tıklayın 

  www.aymavisi.org  
 


 

 

 

 
 + Büyüt | - Küçült