Artistler Ve Modeller
Anais Nin
Bir sabah Greenwich Villagedaki bir stüdyodan çağırdılar beni... Millard
adında bir heykeltıraşın stüdyosuydu bu... Yapacağı heykelin kabalamasmı
çıkarmış, canlı bir modelle çalışacak durumu gelmişti.
Vücudunun bütün çizgi ve kıvrımlarını çıplakmış gibi sergileyen bir elbise
yontulmuştu heykele...
Çırılçıplak soyunmamı istedi benden... Heykeline öylesine dalmıştı ki, bana
bakarken bile beni görmüyordu.
Bu yüzden hiç çekinmeden soyunup poz verdim ona... Daha henüz çok masumdum o
sıralarda... Ama. Millard öylesine işine dalmıştı ki karşısında sanki,
çıplak vücudum değil de yüzüm vardı.
Çalışırken durdurak demeden konuştu Millard... Montparnasse anılarını
anlattı. Bu öyküleri benim hayal gücümü kırbaçlamak için mi, yoksa zaman
doldurmak için mi anlattığını bilemiyorum. Ressamın fırça darbeleriyle bir
manzara yaratması gibi o da Montparnasse'lı gözlerimin önünde sergiliyordu.
Anlattığı öykülerden birini dilerseniz size de aktarayım. Modern
ressamlarımızdan birinin karısı nemfomanyaktı. Sizin anlayacağınız; erkek
budalasıydı.
Yüzü kireç gibi beyaz, simsiyah gözleri alevalevdi. Gözkapaklarını hep
yeşile boyardı. Söylenenlere bakılırsa da veremliydi.
Çok güzel, dolgun bir vücudu vardı kadının... Vücudunun tüm kıvrımlarını
ortaya çıkaran siyah saten
elbiseler giyerdi hep... ııki elinizle kavradığınızda işaret parmaklannızın
birleşeceği kadar ince bir beli vardı. Dolgun vücuduyla çarpıcı biçimde
çelişen bu ince beline on beş saatim kalınlığında. değerli taşlarla bezeli
gümüş bir kemer takardı. ıınsanı büyüleyen bir görünüşü vardı bu kemerin...
Tıpkı bir köle kemeri gibiydi. Aslına bakılırsa. kadının bir köleden pek
farkı yoktu. Cinsel iştihasının gönüllü kölesiydi sanki... Onu ilk görenler,
gümüş kemeri kavrayıp çektiklerinde. kadının kollarının arasına atlayacağı
izlenimini edinirdi.
Cluny Müzesinde sergilenen ortaçağ bekaret kemerlerini de andırıyordu bu
kemer... Beli kalın, önden inen kapağıyla Haçlı Seferleri süresince şövalye
kanlarını namahremden koruyan kemerleri çağnştırıyordu, önce kadını, sonra
kemeri görenlerin aklına ünlü bekaret kemeri fıkrası gelirdi. Hani karısına
bekaret kemeri takıp
da her ihtimale karşı anahtarı en yakın arkadaşına bırakan şövalyenin öyküsü
vardı ya... ıışte o... Gariban
şövalye biriki kilometre gittikten sonra, arkadan tozu dumana katarak gelen
bir atlı görmüş. durup beklemiş, gelenin arkadaşı olduğunu anlamıştı.
"Yanlış anahtar vermişsin demişti arkadaşı...
Louise'in belindeki kemeri görenlerin hayalgüçleri hep bu yönde çalışıyordu.
Kaldırım kahvelerinden birine gelip alevli bakışlarını masalarda dolaştırır,
birinin "oturmaz mısınız?" diye öneride bulunmasını beklerdi. O günkü avının
peşinde olduğunu anlardık o zaman... Kocası bütün bunların farkındaydı
elbette... Olmaması için
ya kör, ya sağır. büyük olasılıkla da ikisi birden olması gerekirdi. Zavallı
bir adamcağızdı Louise'in kocası... Karısını kahveden kahveye, otel
odasından otel odasına kovalamaktan bıkmıştı artık... Louise nimetlerini
herkese eşit dağıttığı için, kahvelerdeki erkekler kadının yakalanmaması
için kocasma hep yanlış adres verir, sonra da bir yolunu bulup Louise'e
kocasının peşinde olduğu haberini uçururlardı. Adamcağız artık
öylesinekafayı oynatmıştı ki. yabancıya gitmesin diye. en yakın
arkadaşlarının ayaklarına kapanıp Louise'le onların yatmasını isterdi.
Louisein kocası yabancılardan çok korkardı. Başta Güney Amerikalılar olmak
üzere, zencilerle Kübalıların cinsel güçlerinin çok büyük olduğunu duymuştu
bir yerden... Karısının bunlardan biriyle düşüp kalkmaya başlaması halinde
bir daha kendisine dönmeyeceğini düşünür, bu korkuyu günboyu
yüreğininderinliklerinde taşırdı.
Kocasının arkadaşlarını tükettikten sonra, günlerden bir gün, Louise.
kocasını korkutan o "yabancılardan biriyle tanışıverdi. Son derece
yakışıklı, boyluboslu. buğday tenli, kalemle çizilmiş gibi düzgün hatlı,
soylu
görünüşlüydü bu Kübalı erkek... Dome kahvesine çöker, ağına uygun bir
kadının düşmesini beklerdi. Düşünce
de ikiüç günlüğüne, tüm cinsel iştihasını tıkabasa doyuncaya kadar bir otel
odasına çekilirlerdi. Hayat
felsefesi de ilginçti. bu Kübalı erkeğin... Avladığı kadınla geçireceği
ikiüç gün öylesine görkemli, öylesine dörtdörtlük bir seks şöleni olmalıydı
ki, ne kadın, ne kendisi, bir daha birbirlerinin yüzüne bile bakmak
istemesinler...
Kübalı yalnızca çok güzel konuşan biri değil, harika freskler de yapan bir
ressamdı. Konuşurken dilinden bal. fresk yaparken fırçasından deha akardı
sanki...
Uzatmayalım. Louisele Kübalı birbirlerine baktıkları anda yerlerinden
kalkıp, tek söz söylemeden otele gittiler. Louise'in pürüzsüz beyaz cildi,
dolgun göğüsleri, incecik beli. düz taranmış uzun sarı saçları ilk
bakışta büyülemişti Antonio'yu... Louise de.Antonio'nun güçlükuvvetli
vücudundan, ağır, rahat ve kendinden emin hareketlerinden çok etkilenmişti.
Yüzünde güller açıyor. şenşakraklığı hastalık gibi bulaşıyordu
insana... "Bizim için dün de yok, yarın da... Yalnızca sen. ben ve seks
şölenimiz var" diyordu Antonio, her davranışıyla...
Otel odasının kapısı üstlerine kapandığında doğruca dev pirinç yatağın
başına gitti Louise... Beklemeye başladı. "Kemerini çıkarma" dedi
Antonio... Birden kadının üstüne giderek, gazete parçasıymış gibi
elbiselerini yırtıp çıkarmaya başladı. Antonionun güçlü elleri arasında
dağılan, limelime olan elbisesinden kurtulmuştu Louisenin görkemli
vücudu... Belinde asılı duran gümüş kemeri dışında çırılçıplaktı.
Antonio'nun elleri değdikçe vücudu titriyor, ihtirasla, şehvetle
ürperiyordu. Sonra Louisein saçlanndaki tokalan çıkardı Antonio... Şelale
gibi omuzlara dökülüşünü seyretti. Ancak ondan sonra Louisei sırtüstü
yatırdı yatağa...
Elleriyle vücudunu okşamaya, dudaklarını dudaklarına bastırmaya başladı.
Şehvetten inliyor, erkeğinin üstüne tırmanmaya çalışıyordu Louise... Bir
yandan da Antonionun elbiselerini çıkarması için ötesine, berisine
asılıyordu. "Daha çok zamanımız var dedi Antonio. "Acele etmene gerek yok...
Bu oda ikimizin... ııkimizi de doyuracak yeterli zamanımız olacak... Hiç
kaygılanma...
Louise'in üstünden kalkıp ağırağır soyunmaya koyuldu. Antonio... Buğday
teni, her kadını zevkten ürpertecek kadar pürüzsüzdü. Dayanamayıp Antonionun
üstüne saldırdı Louise... Ama adam kararlıydı. yapacağını yapmaya...
Ellerini kimi zaman sevgiyle, kimi zaman hoyratça gezindirdi kadının
vücudunda... Ama. bir tek kere bile kadınhğına dokunmadı. Gözleri dönmüştü
Louisein... "Al beni diye inledi Louise... Ama, Antonio oralı değildi.
Kadınlığından gayrı her yerdeydi. Ama, oraya dokunmuyordu bile...
Artık kadınlığını orman yangınını andıran bir ateş basmıştı Louisein...
"Çıldıracağım. Aklımı oynatacağım" diye bilinçli, bilinçsiz düşünüyor,
inliyordu. Orgazm olmak, boşalmak için Louise ne yaptıysa, boşa çıkardı
Antonio... Her kıvranışında, her kıpırdanışında kölenin prangası gibi
şakırdıyordu Louise'in belindeki gümüş kemer... Gerçekten de köleydi
Louise... O buğday tenli, boylu postu adamın kölesi... Şehvet ve ihtirası
bile teslim olmuştu Antonio'nunkine... Antonio istemedikçe hiç bir şey
olmayacağını artık anlamıştı.
Yorgunluktan öldü. Louise'in bedenini saran ihtiras ateşi... Zemberek gibi
boşalıverdi, vücudundaki tüm gerginlikler... Pamuk gibi yumuşacık oluverdi
vücudu...
Ama. Antonio'nun işi bitmemişti. Daha yeni başlıyordu. Louise'i kendisine
köle ettiğini anlar anlamaz. Daha
bir heyecanla, daha bir ihtirasla, ellerini, parmaklarını gezindirmeye
başladı kadının vücudunda...
Daha önce hiç yaşamadığı bir değişiklik olmuştu Louise'de... Hep yüzeyde
hissettiği heyecan ilk kez benliğinin derinliklerine inmişti. Orada yanıp
tutuşmaya, cehennemi bir sıcaklık edinmeye başlamıştı. Isının aleve ne zaman
dönüşeceğini Antonio kararlaştıracaktı. Aralarında vardıkları sözsüz bir
anlaşmaydı bu...
Derken elleriyle Louisein kaba etlerini kavrayıp karnını karnına çekti
Antonio... ıılk kez o zaman birleştiler... Ama. her zevk iniltisinden sonra
Louise'den ayrılıyor, elleriyle vücut gezintisini sürdürüyordu Antonio...
Erkekliğinden Louisenin zevk almasını istemez bir hali vardı sanki...
Sonra Antonio sırtüstü uzandı yatağa... Louise'i üstüne çekti. Saniyeler,
dakikalar geçiyor, Louise çıldıracak gibi oluyordu. Birden. hoyrat bir
hareketle Louisei üstünden atıp yataktan yere yuvarlayıverdi Antonio...
Dizlerinin üstünde yürü" dedi kadına... Upuzun saçları omuzlanndan aşağıya
dökülmüş, yere değer duruma gelmişti Louise'in... Odanın çevresinde
emeklemeye başlarken, ağır gümüş kemer de belim aşağıya doğru bükmüştü.
Orada da elde etti Louise'i... Sonra kaldırıp yatağa götürdü onu... Artık
hiç bir yumuşaklık
kalmamıştı hareketlerinde... Zangırzangır titriyorlardı. Birden titredi,
sarsılmaya başladı Louise... Çığlığı andıran bir ses fırladı
hançeresinden... Kolları, başı, bacakları bitkin düştü, bir yana... Hıçkıra
hıçkıra
ağlamaya başladı. öylesine şiddetli, eşi görülmemiş biçimde boşalmıştı ki,
neredeyse aklını oynatacak raddeye gelmişti.
Antonio'ya karşı kendisini böyle elde ettiği için hem öfke, hem şükran duydu
Louise... Sonra Antonio'nun yüzüne baktı. Gülümsüyordu Kübalı sevgilisi...
Sonra soluklarının hızı düştü. Yatağa uzanıp bebekler gibi mışıl mışıl
uyudular sabaha kadar.