Jefferson'da pazartesi gününün de haftanın diğer günlerinden farkı yoktu
artık. Telefon ve elektrik şirketleri sokakları gölgeleyen güzelim çınar
ağaçlarını, akasyaları ve akağaçları kesmiş, kazılan kaldırımlara üzüm
kabartmalarıyla süslü çirkin demir direkler dikmişlerdi. Şimdi kentte bir de
çamaşır yıkama servisi kurulmuştu. Pazartesi sabahları çamaşırhanenin
adamları kapı kapı dolaşarak topladıkları kirli çamaşır torbalarını, bu iş
için özel imal edilmiş motorlu rengârenk arabalarla taşıyorlardı; sabırsız
sürücülerin, kulakları tırmalayan klakson gürültüleri, asfalta temas eden
lastiklerin yırtılan ipek gibi çıkardıkları sesler eşliğinde kirli
çamaşırlar hayaletler gibi kentin bir ucundan diğer ucuna uçuşuyorlardı.
Eski günlerden kalan alışkanlıkla hâlâ beyazların çamaşırlarını yıkamaya
devam eden zenci kadınlar bile toplama ve teslim işini artık otomobille
yapıyorlardı.
Bundan on beş yıl önceyse, zenci mahallesindeki kulübelerin yanında yer alan
kararmış çamaşır kazanlarıyla beyaz evlerin mutfak kapıları arasında mekik
dokuyan zenci kadınlar, türbanlı başlarının üstüne yerleştirdikleri pamuk
balyaları büyüklüğüne göre, onun iki eliyle pencerenin parmaklıklarına
yapıştığını görmüşler. Hatta insanların birçoğu hapishanenin önünde durup
onun şarkılarını dinlerken, gardiyan da onu susturmaya çalışıyormuş. Tanyeri
ışıyana dek Nancy şarkı söylemeye devam etmiş. Gardiyan üst kattan gelen
gürültüleri duyunca, yukarıya çıkmış ve Nancy'nin pencerenin parmaklıklarına
kendini astığını görmüş. Onun viski içmediğini, kokain çektiğini gardiyandan
öğrendik. Onun söylediğine bakılırsa, ancak kokainle kafa bulan zenci
intihar etmeye kalkışırmış. Çünkü kokainle kafa bulan zenci artık zenci
sayılmazmış.
Gardiyan ipleri kesip onun hayatını kurtarmış; sonra onu bir güzel kırbaçla
dövmüş. Nancy sırtındaki giysisiyle kendini asmak istemiş. Onu
tutukladıkları zaman sırtında giysisinden başka bir şey yokmuş, bu nedenle
ellerini bağlamamışlar, zaten o da pencerenin parmaklıklarına yapışıp
kalmış. Gardiyan gürü>-tüleri duyunca, yukarıya koşmuş ve Nancy'yi anadan
doğma çıplak, karnı küçük bir balon gibi şişmiş, parmaklıklarda sallanırken
bulmuş.
Dilsey kulübesinde hasta yatarken, yemeklerimizi Nancy pişirmeye başlamıştı.
İşte o zaman onun önlüğünün altında karnının şiştiğini farketmiştik; babam o
günlerde henüz Jesus'u evden kovmamıştı. Jesus devamlı mutfaktaki sobanın
arkasında otururdu. Kara yüzündeki bıçak yarasının izi de kirli bir ipliğe
benziyordu. Bir gün bize Nancy'nin giysinin altındaki karnının karpuz gibi
şiştiğini söyledi.
Nancy, "Evet, ama bu karpuz senin bağından gelmedi," dedi.
Caddy, "Hangi bağdan geldi?" diye sordu.
Jesus, "Onun geldiği bağı ben kökünden keserim," dedi.
Nancy, "Çocukların önünde böyle konuşmaya utanmıyor musun?" diye onu
azarladı. "Neden işinin başına dönmüyorsun? Haydi burada oyalanma.
Çocukların önünde böyle konuşurken, Bay Jason'ın seni mutfakta yakalamasını
mı istiyorsun?"
Caddy, "Nasıl konuşuyor? Hangi bağ?" diye sordu.
Jesus, "Ben beyaz adamın mutfağında oyalanamam, ama beyaz adam benim
mutfağıma istediği zaman girebilir," dedi. "Beyaz adam evime girer, ben ona
engel olamam. Beyaz adam benim evime gelmek isteyebilir, ama benim evim
yoktur. Ona engel olamam, ama o da benim kıçıma tekme atamaz. Bunu yapamaz."
Dilsey hâlâ kulübesinde hasta yatıyordu. Babam Jesus'a bizim evimizden uzak
durmasını söylemişti. Dilsey'in hastalığı uzun zamandır sürüyordu. Akşam
yemeğinden sonra kütüphanede toplanmıştık.
Annem, "Nancy'nin mutfaktaki işi hâlâ bitmedi mi?" diye sordu. "Bu zamana
kadar bulaşıkları çoktan yıkamış olması gerekirdi."
Babam, "Ouentin gidip baksın," dedi. "Git bak bakalım, Nancy işini bitirmiş
mi. İşi bittiyse evine gidebilir."
Mutfağa gittim. Nancy bulaşıkları yıkamış, tabakları yerlerine yerleştirmiş,
ateş söndürmüş, soğuk sobanın yanındaki iskemlede oturuyordu. Ben içeri
girince yüzüme baktı.
"Annem işin bitti mi diye soruyor," dedim.
Nancy, "Evet, bitti," dedi, yüzüme bakmayı sürdürürken. "Bütün işler bitti."
Hâlâ yüzüme bakıyordu.
"Ne var? Neden bana bakıyorsun?"
Nancy, "Ben bir zenciyim, ama zenci olmak benim suçum değil ki," dedi.
Dikkatle yüzüme bakıyordu. Onu sönmüş sobanın yanında otururken bırakıp
kütüphaneye döndüm. Mutfağın sıcak ve neşeli bir yer olduğunu düşünürken
sobanın sönmesi keyfimi kaçırmıştı. O saatte soba sönmüş, bulaşıklar
yıkanmış, tabaklar yerine kalkmıştı. İnsanın canı o saatte bir şey yemek
istemiyordu.
Annem, "İşini bitirmiş mi?" diye sordu.
"Evet, efendim."
Annem, "Şimdi ne yapıyor?" diye sordu.
"İşi bitmiş. Hiçbir şey yapmıyor."
Babam, "Ben gider bakarım," dedi.
Caddy, "Belki Jesus'un gelip onu eve götürmesini bekliyor," dedi.
"Jesus gitti," dedim. Nancy bir sabah uyanınca Jesus'u yanında bulmadığını,
onun gittiğini bize anlatmıştı.
Nancy, "Beni terketti," demişti. "Beni burada bıraktı. Memp-his'e gitti.
Sanırım peşine düşen kent polisinden kaçtı."
Babam, "Hele şükür ondan kurtulduk," demişti. "Dilerim hiç geri dönmez."
Jason, "Nancy karanlıktan korkuyor," dedi.
Caddy, "Sen de korkuyorsun," diye yanıt verdi.
Jason, "Hayır, korkmuyorum," diye karşı koydu.
Caddy, "Korkak kedi," diye onunla alay etti.
Jason, "Korkak değilim," dedi.
Annem, "Candace, sus!" diye onu azarladı. Babam mutfaktan geri döndü.
"Nancy'yi kulübesine kadar götüreceğim. Jesus'un geri döndüğünü söyledi."
Annem, "Onu görmüş mü?" diye sordu.
"Hayır, zencilerden biri onun kente döndüğünü haber vermiş. Geç kalmam,
hemen dönerim."
Annem, "Nancy'yi eve götürmek için beni yalnız mı bırakıyorsun? Onun can
güvenliği benimkinden daha mı önemli?" diye babama söylendi.
Babam, "Hemen dönerim," dedi.
"O zenci herif bu taraflarda dolaşırken, çocukları korumasız mı
bırakacaksın?"
Caddy, "Ben de gelmek istiyorum. Baba, izin ver, ben de geleyim," dedi.
Jason, "Ben de gelmek istiyorum," dedi.
Annem, "Jason!" diye bağırdı. Sesinin tonundan kime bağırdığı anlaşılıyordu.
Bütün gün babamın onu çok sinirlendirecek bir şey yapacağını düşünür, bir
süre sonra babamın onun düşüncelerini okuyacağını bilirdi. Ben sesimi
çıkarmadım. Çünkü babam ve ben biliyorduk ki, eğer annem o anda benim onunla
birlikte kalmamı aklından geçiriyorsa, ne yapıp edip babamı ikna edecek ve
onlarla gitmemi engelleyecekti. Bu nedenle babam benden yana bakmıyordu. Ben
ailenin en büyük çocuğuydum. Dokuz yaşındaydım. Caddy yedi, Jason'sa beş
yaşındaydı.
Babam, "Saçma, hemen döneceğiz," dedi.
Nancy şapkasını giymişti. Patika yolda ilerlerken, "Jesus bana hep iyi
davranmıştır," dedi. "Cebinde iki doları olsa bir dolarını bana verirdi."
Yolumuza devam ettik. Nancy, "Şu karanlık yolu geçtikten sonra, tek başıma
giderim," dedi.
Yol gerçekten çok karanlıktı. Caddy, "Cadılar Bayramı'nda Jason işte burada
çok korktu," dedi.
Jason, "Hayır, korkmadım," diye yanıt verdi.
Babam, "Rachel Teyze ona söz geçiremiyor mu?" diye sordu. Rachel Teyze yaşlı
bir kadındı. Nancy'nin kulübesinin arkasındaki kulübede tek başına
yaşıyordu. Saçları iyice ağarmıştı. Bütün gün kulübesinin önünde oturur,
purosunu tuttururdu; artık çalışmıyordu. Kimileri onun Jesus'un annesi
olduğunu söylerdi. Bazı kez o da bu sözü doğrulardı, ama bazen de Jesus'la
uzaktan yakından bir akrabalığı olmadığını söylerdi.
Caddy, "Evet, korktun. Sen Frony'den daha korkaksın. Hatta T.P'den daha
korkaksın. Zencilerden daha korkaksın," dedi.
Nancy, "Hiç kimse onunla başa çıkamıyor," dedi. "Onun içindeki şeytanı benim
uyandırdığımı ve artık hiç kimsenin içindeki o şeytanı başaramayacağını
söylüyor."
Babam, "Artık, o gitti," dedi. "Bundan böyle korkmana gerek yok. Eğer beyaz
adamları da rahat bırakırsan korkmana hiç gerek yok."
Caddy, "Hangi beyaz adamları rahat bırakacak? Onları nasıl rahat bırakacak?"
diye sordu.
Nancy, "O hiçbir yere gitmedi," dedi. "Onun burada olduğunu hissediyorum.
Şimdi burada olduğunu bile hissediyorum. Konuştuklarımızın her kelimesini
duyduğunu biliyorum. Bir yere saklanmış, bekliyor. Bıçak gibi keskin dilli o
adamı.asla tekrar^ görmeyeceğim. Gömleğinin altına sakladığı bıçağını
sırtıma saplarsa hiç şaşırmayacağım."
Jason, "Korkmamıştım," dedi.
Babam, "Eğer namusunla otursaydın, başına bu işler gelmeyecekti," dedi. "Ama
şimdi her şey düzeldi. Herhalde şimdi Saint Louis'e varmıştır. Belki de
tekrar evlenip seni unutmuştur bile."
Nancy, "Eğer evlenmişse, dua etsin de onu elime geçirme-yeyim," dedi.
"Başına bela olurum. O kadına sarıldığını görürsem, kolunu koparır, başını
uçururum. Kadının da karnını deşerim ve..."
Babam, "Hişşşt," dedi.
Caddy, "Nancy, kimin karnını deşeceksin?" diye sordu.
Jason, "Hiç korkmadım, bu karanlık yolda tek başıma yürüyebilirim," dedi.
Caddy, "Evet, yürürsün," dedi. "Eğer biz yanında olmasaydık bir adım bile
atamazdın,"
Dilsey hasta yatağından hâlâ kal kamam işti. Nancy'yi her gece evine
götürüyorduk, ama bir gün annem, "Beni tek başıma bırakıp korkak zenciyi her
gece evine götürmeye daha ne kadar devan edeceksiniz?" diye karşı koydu.
Nancy için mutfağa bir yer yatağı serdik. Bir gece garip bir sesle uykudan
uyandık. Karanlık merdivenlerden yukarıya yükselen ses ne şarkı söylemeye,
ne de ağlamaya benziyordu. Annemin odasının ışığı yandı ve babam koridora
çıkıp arka merdivenlerden aşağıya indi. Caddy'yle ben de koridora çıktık.
Çıplak ayakla bastığımız yer çok soğuktu. Aşağıdan gelen sesleri dinlerken
ayaklarımız üşüdü. Zencilerin şarkı söylerken veya ağlarken çıkardıkları
seslere benzemiyordu.
Sonra ses birdenbire kesildi. Babamın merdivenlerden aşağıya indiğini
duyunca sahanlığa koştuk. Aynı ses tekrar merdivenlerden yukarıya yükseldi.
Duvara dayanan Nancy'nin karanlıkta parlayan gözlerini gördük. Sanki kocaman
bir kedi duvara dayanmış bize bakıyordu. Nancy'nin gözleri kedi gözü gibi
parlıyordu. Merdivenlerden indik. Onun yanına gidince sustu. Babam elinde
tabancasıyla mutfaktan çıkana kadar orada bekledik. Sonra babam Nancy'yle
birlikte tekrar mutfağa gitti ve onun yer yatağını yukarıya çıkardı.
Nancy'nin yer yatağını bizim odaya serdik. Annemin odasındaki ışık sönünce,
yine Nancy'nin kedi gözü gibi parlayan gözlerini gördük. Caddy, "Nancy,
uyuyor musun?" diye fısıldadı.
Nacy de bir şeyler fısıldadı, ama ah mı ya da hayır mı, dedi bilmiyorum.
Zaten söylediklerini hiç kimse anlamamıştı. Sanki Nancy orada değildi ve o
sözleri hiç söylememişti. Hani insan uzun süre güneşe baktıktan sonra
gözlerini kapatınca, güneşi görmediği halde gözleri kamaşır ya, ben de
merdivenin başında Nancy'nin gözlerine öylesine dikkatle bakmıştım ki, sanki
gözleri gözbebeklerimin içine yer etmişti. Nancy, "Jesus, Je-sus," diye
fısıldadı.
Caddy, "Jesus mu geldi? Mutfağa gelen o muydu?" diye sordu.
Nancy, "Jeeeeeeeesus," diye öyle bir içini çekti ki, sonunda sesi kibrit
veya mum gibi söndü.
"Diğer Jesus'dan söz ediyor," dedim.
Caddy fısıldadı. "Nancy, bizi görüyor musun? Bizim gözlerimizi de
görebiliyor musun?"
Nancy, "Tanrı bilir, Tanrı bilir, ben bir zenciden başka bir şey değilim,"
dedi.
Caddy fısıltıyla, "Mutfakta ne gördün? İçeri girmek isteyen neydi?" diye
sordu.
Nancy, "Tanrı bilir," dedi. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu. "Tanrı bilir."
Dilsey iyileşti ve yemekleri pişirmeye başladı. Babam ona, "Bir iki gün daha
yataktan çıkmasan iyi olur," dedi.
Dilsey, "Niçin? Bir gün daha yatsam mutfağın altı üstüne gelecek. Haydi
şimdi çık buradan. Mutfağımı düzene koyayım," dedi.
Akşam yemeğini de Dilsey pişirdi. Ve o gece, hava kararmadan önce Nancy
mutfağa geldi.
Dilsey, "Onun geri döndüğünü nereden biliyorsun? Onu görmedin ki," dedi.
Jason, "Jesus zenci," dedi.
Nancy, "Onun varlığını hissediyorum. Dışarda, çukurun içinde pusu kurduğunu
hissediyorum," dedi.
Dilsey, "Bu gece mi? Bu gece burada mı?" diye sordu.
Jason, "Dilsey de zenci," dedi.
Dilsey, "Bir şeyler yemeye çalış," dedi.
Nancy, "Canım istemiyor," diye yanıt verdi.
Jason, "Ben zenci değilim," dedi.
Dilsey, "Al kahve iç," dedi ve Nancy'ye bir fincan kahve doldurdu. "Bu gece
burada olduğunu biliyor musun? Bu gece burada olduğunu nerden biliyorsun?"
Nancy, "Biliyorum," dedi. "Orada beklediğini biliyorum. Onunla uzun yıllar
birlikte yaşadım. Onun aklından geçenleri okurum."
Dilsey, "Biraz kahve iç," dedi yine. Fincanı ağzına götüren Nancy'nin lastik
gibi uzayan dudakları tıpkı kara yılana benziyordu. Sanki kara dudaklarının
rengi fincanın içindeki kahveye yansımıştı.
Jason, "Ben zenci değilim. Nancy, sen zenci misin?" dedi
Nancy, "Çocuk, ben cehennemde doğdum. Ve pek yakında doğduğum yere
döneceğim," dedi.
Nancy kahvesini içmeye başladı. İki avucunun içinde tuttuğu fincandan
kahvesini yudumlarken, yine o garip sesi çıkardı. Fincanın içine üfürünce,
kahve ellerine ve giysisinin üstüne sıçradı. Dirseklerini dizlerine dayamış,
kahve fincanı avuçlarının içinde, oturduğu yerden gözlerini bize dikmiş,
garip sesle inliyordu.
Jason, "Nancy'ye bakın," dedi. Artık Dilsey iyileşti. Nancy bize yemek
pişiremeyecek."
Dilsey, "Sus, konuşma," dedi. Nancy avuçlarının içinde kahve fincanını
tutarken, bir yandan bize bakıyor, bir yandan da garip sesler çıkarıyordu.
Biri bize bakan, diğeri de garip sesler çıkaran iki ayrı kişi gibiydi.
Dilsey, "Neden Bay Jason'ın polise haber vermesini istemiyorsun?" diye
sorunca, Nancy sustu ve koyu kahverengi ellerinin arasındaki fincana baktı.
Tekrar kahve içmeyi denedi, ama yine kahve ellerine ve giysisine dökülünce
fincanı elinden bıraktı. Jason dikkatle ona bakıyordu.
Nancy, "Yutamıyorum, yudumlar boğazımdan geçmiyor," dedi.
Dilsey, "Haydi kulübeye git. Frony sana yer yatağı hazırlar. Ben de birazdan
geleceğim," dedi.
Nancy, "Zencilerin hiçbiri onu durduramaz," dedi.
Dilsey, "Sanırım," dedi ve Nancy'e baktı. "Sanırım onunla hiç kimse başa
çıkamaz. Peki, şimdi ne yapacaksın?"
Nancy bize baktı. Hareket etmeye korkuyormuş, sanki yitirecek zamanı yokmuş
gibi bize bakıyordu. Aynı anda üçümüzün yüzüne bakıyordu. "Sizin odanızda
yattığım geceyi anımsıyor musunuz?" diye sordu. Ertesi gün erkenden
uyandığımız zaman, onun yatağında oynadığımız oyunları anlattı. Babam uyanıp
kahvaltıya inene kadar onun yatağında sessizce oynadığımız oyunlardan söz
etti. Sonra, "Haydi gidip bu gece burada kalmam için annenizden izin alın.
Yer yatağına gerek yok. Hep birlikte yine oyun oynarız," dedk
Caddy'yle Jason annemden izin istemeye gittiler. Annem öfkeyle, "Zencilerin
yatak odasında uyumalarına izin veremem," deyince, Jason ağlamaya başladı.
Annem eğer ağlamayı kesmezse üç gün tatlı yiyemeyeceğini söyleyene kadar
ağladı. Dilsey çikolatalı kek pişirirse Jason ağlamayı keseceğini söyledi.
Babam bizi seyrediyordu.
Annem, "Neden bir şeyler yapmıyorsun? Polisler ne güne duruyor?" diye sordu.
Caddy, "Nancy neden Jesus'dan korkuyor? Anne, babamdan korkuyor musun?" diye
sordu.
Babam, "Polisler ne yapabilir ki? Eğer Nancy onu görme-diyse, polisler onu
nasıl bulacak?" dedi.
Annem, "Öyleyse neden korkuyor?" diye sordu.
"Burada olduğunu söylüyor. Bu gece buraya geleceğini söylüyor."
Annem, "Ama biz vergi ödüyoruz. Sen zenci kadını evine götürürken, ben bu
koca evde tek başıma kalacağım," dedi.
Babam, "Sokaklarda elimde bıçakla dolaşmadığımı biliyorsun," diye yanıt
verdi.
Jason, "Eğer Dilsey çikolatalı kek pişirirse ağlamayacağım," dedi. Annem
bizi odadan kovdu. Babam da ağlamayı kesmezse Jason'a çikolatalı kek yerine
iyi bir sopa çekeceğini söyledi. Mutfağa gittik ve Nancy'ye durumu anlattık.
Caddy, "Babam evine gidip kapını kilitlemeni ve korkmamanı söyledi," dedi.
"Nancy, neden korkmayacaksın? Jesus sana kızdı mı?" Nancy kahve fincanını
tekrar avuçlarının arasına almıştı. Dirseklerini dizlerine dayamış, avucunun
içindeki kahve fincanını iki dizinin arasında tutuyordu. Caddy, "Jesus'u
sinirlendirecek ne yaptın?" diye sorunca, Nancy elindeki fincanı yere
düşürdü. Fincan kırılmadı, ama içindeki kahve yerlere döküldü. Nancy fincanı
hâlâ avuçlarının içinde tutuyormuş gibi oturuyordu. Alçak sesle yine garip
sesler çıkarmaya başladı. Şarkı söylemeye hem benziyor, hem benzemiyordu.
Ona hayretle baka-kaldık.
Dilsey, "Haydi, sus bakalım. Kendine gel. Sen burada bekle. Seni eve
götürmesi için Versh'i çağıracağım," dedi ve dışarı çıktı.
Biz hayretle Nancy'ye bakmaya devam ediyorduk. Omuzları titriyordu, ama
artık o garip sesi çıkarmıyordu. Hayretle ona bakmayı sürdürdük.
Caddy, "Jesus sana ne yapacak? Artık o buradan çok uzaklara gitti," dedi.
Nancy bizim yüzümüze baktı. "Sizin odanızda kaldığım gece çok eğlendik,
değil mi?" diye sordu.
Jason, "Ben eğlenmedim, hiç eğlenmedim," dedi.
Caddy, "Sen annemin odasında uyuyordun. Bizim yanımızda değildin," dedi.
Nancy, "Haydi benim eve gidip hep beraber eğlenelim," dedi.
"Annem izin vermez. Zaten çok geç oldu," dedim.
Nancy, "Annene söyleme. Yarın sabah söyleriz, bize kızmaz," dedi.
Caddy, "Gitmemiz için bize izin vermedi," dedi.
"Ondan izin istemedik ki," diye söze karıştım.
Jason, "Eğer giderseniz anneme söylerim," dedi.
Nancy, "Çok eğleniriz. Benim evime gelmenize anneniz kızmaz. Uzun zamandır
sizin yanınızda çalışıyorum. Evime gelmenize kızmazlar," dedi.
Caddy, "Ben korkmam gelirim, ama Jason korkar ve anneme haber verir," dedi.
Jason," Hayır söylemem," dedi.
Caddy, "Evet, söylersin. Söylersin," diye onu kızdırdı.
Jason, "Hayır söylemem, zaten korkmuyorum," diye yanıt verdi.
Nancy, "Jason benimle birlikte gelmeye korkmuyor. Kork-muyorsun değil mi,
Jason?" dedi
Caddy, "Jason anneme söyleyecek," dedi. Patika zifiri karanlıktı. Çayıra
açılan kapıdan geçtik. "Şu kapının arkasından birisi önümüze çıksa, Jason
korkudan avazı çıktığı kadar bağırır."
Jason, "Hayır, bağırmam," dedi. Patikada ilerlerken, Nancy yüksek sesle
konuşuyordu.
Caddy, "Nancy, neden bağırarak konuşuyorsun?" diye sordu.
Nancy, "Kim; ben mi?" diye sordu, "ûuentin, Jason, Caddy yüksek sesle
bağırarak konuştuğumu söylüyor."
Caddy, "Tabii, sanki dört beş kişiyle konuşur gibi bağırıyorsun, sanki babam
da buradaymış gibi bağırıyorsun," dedi.
Nancy, "Bay Jason, ben yüksek sesle bağırarak mı konuşuyorum?" diye sordu.
"Nancy, Jason'a 'Bayım,' dedi," diye Caddy alay etti.
Nancy, "Bakın, Caddy, ûuentin ve Jason, konuşurken siz de bağırıyorsunuz,"
dedi.
Caddy, "Hayır biz bağırmıyoruz," diye karşı koydu. "Konuşurken babam gibi
sen bağırıyorsun..."
Nancy, "Hişşt, susun. Bay Jason, susun," dedi.
"Nancy, Jason'a 'Bayım,' dedi..."
"Hişşt," dedi yine Nancy. Çukurdan geçerken bağırarak konuşuyordu. Sonra
başının üstünde çamaşır bohçasıyla eğildiği çitin önüne gelince, yere
çömelip çitin altından geçtik ve koşar adımlarla Nancy'nin evine geldik.
Nancy kapıyı açtı. Evin içi gazyağı lambası gibi, Nancy de lambanın fitili
gibi kokuyordu. Sanki kokmak için birbirlerini bekliyorlardı. Nancy lambayı
yaktı ve kapıyı kapatıp sürgüledi. Sonra yüksek sesle konuşmayı kesip
yüzümüze baktı.
Caddy, "Şimdi ne yapacağız?" diye sordu.
Nancy, "Ne yapmak istiyorsunuz?" dedi.
"Çok eğleneceğimizi söylemiştin," dedi Caddy.
Nancy'nin evinde bir şey vardı; onun ve evin kokusunun dışında başka bir
koku daha vardı. Jason bile bunun farkına varınca, "Burada kalmak
istemiyorum. Eve gitmek istiyorum," dedi.
"Git öyleyse," dedi Caddy.
Jason, "Tek başıma gitmek istemiyorum," dedi.
Nancy, "Haydi çok eğleneceğiz," diye onu oyalamaya çalıştı.
Caddy, "Nasıl?" diye sordu.
Nancy kapının yanında durmuş, sanki bizi görmüyormuş gibi boş gözlerle bize
bakıyordu. "Ne yapmak istiyorsunuz?" diye sordu.
Caddy, "Bize masal anlat. Masal anlatabilir misin?" dedi.
"Evet."
Caddy, "Öyleyse anlat," dedi. Nancy'nin yüzüne baktık. "Masal bilmiyorsun."
Nancy, "Evet, biliyorum," dedi.
Ocağın karşısındaki koltuğa oturdu. Sönmekte olan ateşi canlandırınca,
alevler yükseldi. Ve bize masal anlatmaya başladı. Konuşurken yüzümüze
bakıyordu, ama bizi görmüyordu. Sesi de ona ait değildi. Sanki kendisi
kulübenin dışında, başının üstünde balon gibi kocaman çamaşır bohçasıyla
dikenli telin önünde eğilmişti de, sesi kulübenin içindeymiş gibiydi.
"Böylece kraliçe kötü adamın saklandığı çukura doğru yürümüş ve, 'Eğer şu
çukuru geçebilirsem,' diye söylenmiş..."
Caddy, "Ne çukuru?" diye sordu. "Dışardaki çukur gibi mi? Kraliçe neden
çukura girmiş?"
Nancy, "Evine gitmek için," diye yanıt verdi. Sonra yüzümüze baktı. "Evine
gidip kapıyı sürgülemek için çukurdan geçmesi gerekiyormuş."
Caddy, "Neden evine gidip kapıyı sürgülemek istiyormuş?" diye sordu.
Nancy sustu ve yüzümüze baktı. Nancy'nin kucağında oturan Jason'ın bacakları
pantolonun paçalarından sarkıyordu. "Bu güzel bir masal değil, ben eve
gitmek istiyorum," dedi.
Caddy, "Evet, eve gitsek iyi olacak," diyerek oturduğu yerden ayağa kalktı.
"Bizi aramaya başlamışlardır." Kapıya doğru yürüdü.
Nancy, "Hayır, sakın kapıyı açma," dedi ve yerinden kalkıp telaşla Caddy'nin
yanına gitti. Kapıya ve sürgüye elini sürmedi.
Caddy, "Neden?" diye sordu.
Nancy, "Lambanın yanına gel," dedi. "Şimdi çok eğleneceğiz. Gitmene gerek
yok."
Caddy, "Eğer çok eğlenemezsek gitmemiz gerek," dedi ve Nancy'yle birlikte
lambanın yanına geldi.
Jason, "Ben eve gitmek istiyorum. Eve gidince her şeyi anlatacağım," dedi.
"Başka bir masal biliyorum." Nancy lambanın yanında durmuş, sanki burnunun
ucunda dengelediği sopayı gözleriyle izliyormuş gibi Caddy'ye bakıyordu.
Caddy'yi görmek için aşağı bakması gerekiyordu, ama o burnunun ucunda
dengelediği sopaya bakarmış gibi bakıyordu.
Jason, "Hayır, ben dinlemeyeceğim, yeri tekmeleyeceğim," dedi.
Nancy, "Bu çok güzel bir masal," dedi. "Az önce anlattığım masaldan daha
güzel."
Caddy, "Masal ne hakkında?" diye sordu. Nancy lambanın yanında duruyordu.
Koyu kahverengi uzun elini lambanın üstüne koymuştu.
Caddy, "Sıcak lambanın şişesini tutuyorsun, elin yanmıyor mu?" diye sordu.
Nancy lambanın şişesini tutan eline baktı ve ağır ağır elini çekti. Sanki
bileğine iple bağlanmış gibi duran elini ovuşturarak Caddy'ye bakıyordu.
Caddy, "Haydi bir şey yapalım," dedi.
Jason, "Ben eve gitmek istiyorum," diye vızıldandı.
Nancy, "Patlamış mısırım var," dedi ve Caddy'yle Jason'a, sonra da bana ve
sonra tekrar Caddy'ye baktı. "Patlamış mısırım var."
Jason, "Patlamış mısır istemiyorum, şekeri yeğlerim," dedi.
Nancy ona baktı ve kahverengi cansız ellerini ovuşturarak, "Tavayı sen
tutarsın," dedi.
Jason, "Pekâlâ, eğer tavayı tutarsam burada kalırım. Caddy tavayı
tutmayacak. Eğer tavayı Caddy tutarsa tekrar beni eve götürün diye
tutturacağım," dedi.
Nancy ateşi canlandırdı. Caddy, "Nancy'ye bakın, elini ateşin içine soktu,"
dedi. "Nancy, senin derdin ne?"
Nancy, "Mısır patlatacağız," dedi. "Biraz mısırım var." Yatağın altından
tavayı çıkardı. Tavanın kırık olduğunu gören Jason "Mısır patlatamayacağız,"
diye ağlamaya başladı.
Caddy, "Artık eve gitmeliyiz, haydi, Quentin, gidelim," dedi.
Nancy, "Durun, durun. Tavayı onarabilirim. Onarmamı istemiyor musunuz?"
dedi.
Caddy, "Hayır istemiyoruz. Zaten çok geç oldu," diye yanıt verdi.
Nancy, "Jason, bana yardım et, bana yardım etmek istemiyor musun?" dedi.
Jason, "Hayır, eve gitmek istiyorum," diye tutturdu.
Nancy, "Hişşt, sus," dedi. "Sus ve bana bak. Tavayı onarın-ca Jason mısırı
patlatacak." Tavayı bir parça telle bağladı.
Caddy, "O tel tutmaz," dedi.
Nancy, "Evet, tutar," diye iddia etti. "Bak görürüsün. Biraz mısır
ayıklamama yardım et."
Yatağın altından çıkardığı mısırları tavanın içine ayıkladık. Sonra
Nancy'nin yardımıyla Jason mısır dolu tavayı ateşe sürdü.
"Mısırlar patlamıyor, ben eve gitmek istiyorum," diye Jason vızıldandı.
Nancy, "Biraz bekle. Şimdi patlamaya başlayacaklar. O zaman çok
eğleneceğiz," dedi.
Nancy ateşin yanında oturuyordu. Fitili çok açılan lamba tütmeye başlayınca,
"Lambanın fitilini neden biraz indirmiyorsun?" diye sordum.
"Ziyanı yok. Lambanın şişesini sonra temizlerim. Biraz bekleyin. Mısırlar
patlamaya başlayacak."
Caddy, "Mısırların patlayacağını hiç sanmıyorum. Haydi, artık eve gidelim,
bizi merak etmişlerdir," dedi.
"Hayır, mısırlar patlayacak. Dilsey onlara benimle birlikte olduğunuzu
söyler. Uzun zamandır yanınızda çalışıyorum. Evime gelmenize kızmazlar.
Şimdi, biraz bekleyin. Mısırlar patlamaya başlayacak."
Jason'ın gözüne duman kaçınca ağlamaya başladı. Tavayı ateşin üstüne
düşürdü. Nancy ıslak bezle Jason'ın yüzünü sildi, ama o ağlamaya devam etti.
Nancy, "Hişşt sus, sus," dediyse de Jason susmadı. Caddy ateşin üstüne düşen
mısır tavasını aldı,
"Baksana mısırlar yanmış. Nancy, biraz daha mısır getir," dedi.
Nancy, "Mısırların hepsini tavaya koydunuz mu?" diye sordu.
Caddy, "Evet," diye yanıt verdi. Nancy onun yüzüne baktı. Sonra tavayı
elinden alıp içindeki yanmış mısırları önlüğüne boşalttı. Kahverengi uzun
elleriyle mısırları ayıklamasını seyrettik.
Caddy, "Başka mısırın yok mu?" diye sordu.
"Evet, evet var. Bak bunlar yanmamış. Şimdi..."
Jason, "Ben eve gitmek istiyorum. Eve gidince anneme söyleyeceğim," diye
başladı yine.
Caddy, "Susun," dedi. Hepimiz dikkatle dinledik. Nancy başını sürgülü kapıya
çevirmişti. Lambanın kırmızı ışığı gözlerine yansıyordu. Caddy, "Birisi
geliyor," dedi.
Ateşin karşısında iki elini dizlerinin arasından sarkıtarak oturan Nancy'nin
yüzünden birdenbire ter boşandı ve usul usul garip sesler çıkarmaya başladı.
Yüzünden çenesine doğru akan ter damlaları birer kıvılcıma benziyordu.
"Ağlamıyor," dedim.
Nancy, "Hayır, ağlamıyorum," dedi ve gözlerini kapattı. "Hayır,
ağlamıyorum," diye yineledikten sonra, "Kim var orada?" diye sordu.
Caddy, "Bilmiyorum," dedi. Kapının yanına gidip dışarıya baktı. "Artık
gitmemiz gerek, babam geliyor."
Jason, "Beni buraya zorla getirdiğinizi söyleyeceğim," dedi.
Nancy'nin yüzünden hâlâ oluk gibi ter akıyordu. Kımıldamadan ateşin
karşısında oturuyordu. "Beni dinleyin. Babanıza çok eğlendiğimizi söyleyin.
Yarın sabaha kadar size iyi bakacağımı söyleyin. Sizinle birlikte eve dönüp
yerde yatabileceğimi söyleyin. Yer yatağına filan gerek yok. Döşemenin
üstünde yatarım. Geçen seferki gibi çok eğleneceğiz. Çok eğlenmiştik, değil
mi?"
Jason, "Hayır, ben hiç eğlenmemiştim. Benim canımı yaktın. Gözüme duman
kaçırdığını babama söyleyeceğim," dedi.
Babam içeriye girdi ve bize baktı. Oturmaya devam eden Nancy, "Haydi,
söyleyin ona," dedi.
Jason, "Caddy bizi buraya zorla getirdi, ben gelmek istemiyordum," dedi.
Babam ateşin yanına yaklaştı. Nancy başını kaldırıp ona baktı. Babam,
"Rachel Teyze'nin evinde kalamaz mısın?" diye sordu. İki elini dizlerinin
arasından yere sarkıtan Nancy, babama bakmayı sürdürdü. Babam, "O buradan
gitti. Yoksa onu görürdüm. Dışarda bir Allah'ın kulu yok," dedi.
Nancy, "Çukurun içinde saklanıyor," diye yanıt verdi. "Orada, çukurun içinde
pusu kurmuş bekliyor."
Babam, "Saçmalama," diyerek Nancy'ye baktı. "Onun orada olduğunu nereden
biliyorsun?"
Nancy, "İşaretini gördüm," dedi.
"Ne işareti?"
"Eve gelince masanın üstüne bıraktığı işareti gördüm. Üstündeki etten kanlar
akan yaban domuzu kemiğini lambanın yanına bırakmıştı. Dışarda bekliyor. Siz
bu kapıdan çıkınca, beni temize havale edecek."
Caddy, "Nancy, nereye temize havale edecek?" diye sordu.
Jason, "Ben çenesi düşük bir çocuk değilim," dedi.
Babam, "Saçmalama," dedi.
Nancy, "Evet, dışarda pusu kurmuş bekliyor. Şu anda pencereden bizi
gözetliyor. Siz kapıdan çıkar çıkmaz, ben öbür dünyayı boylayacağım."
Babam, "Saçmalama," dedi. "Kapını kilitle, seni Rachel Teyze'nin evine
götürelim."
Nancy, "Bunun bir yararı yok," dedi. Artık babamın yüzüne bakmıyordu, ama
babam başını eğmiş onun cansızca hareket eden uzun ellerine bakıyordu. "Bu
işi uzatmanın bir âlemi yok."
Babam, "O zaman ne yapmak istiyorsun?" diye sordu.
Nancy, "Bilmiyorum," diye yanıt verdi. "Ertelemekten başka bir şey yapamam.
Bunun da bana bir yararı yok. Sanırım o bana ait. Sanırım bana ait olmayan
bir şeyi verecek."
Caddy, "Ne verecek? Sana ait olmayan ne?" diye sordu.
Babam, "Hiçbir şey değil. Haydi hepinizin yatağınızda olması gerek," dedi.
Jason, "Caddy beni buraya zorla getirdi," diye vızıldandı.
Babam, "Haydi Rachel Teyze'nin evine git," dedi.
Ateşin karşısında, uzun ellerini bacaklarının arasından yere sarkıtan Nancy,
"Yararı yok," dedi. Hatta sizin mutfakta bile güvencede değilim.
Çocuklarınla aynı odada yerde yatarken bile güvencede değilim. Ertesi sabah
bir de bakacaksın ki, ben kanlar içinde..."
Babam, "Hişşt sus," dedi. "Kapını kilitle ve lambayı söndürüp yat."
Nancy, "Karanlıktan korkuyorum," dedi. "Karanlıkta olmasından korkuyorum."
Babam, "Yani bütün gece lambayı yakıp oturacak mısın?" diye sorunca, ateşin
yanında oturan Nancy ellerini dizlerinin arasından yere sarkıtıp tekrar o
garip sesi çıkarmaya başladı. Babam, "Ah, Allah kahretsin," dedi. "Haydi
gelin çocuklar, uyku vakti geldi."
Nancy, "Siz eve gidince, ben de öbür dünyayı boylayacağım," dedi. Artık
alçak sesle konuşuyordu. Elleri gibi yüzünde de huzur dolu bir ifade vardı.
"Zaten, Bay Lovelady kefen paramı biriktirdi." Kısa boylu, pis bir adam olan
Bay Lovelady, her cumartesi sabahı kulübelerin ya da mutfakların kapısını
çalar ve zencilerden on beş sent sigorta parası toplardı. Karısıyla birlikte
otelde yaşıyordu. Fakat günün birinde karısı intihar etti. Küçük bir kız
çocukları vardı. Bay Lovelady çocuğu alıp bir süre ortadan kayboldu. Birkaç
hafta sonra tek başına geri döndü. Cumartesi sabahları onun arka yollarda ve
patikalarda dolaştığını görüyorduk.
Babam, "Saçmalama," dedi. "Yarın sabah seni yine mutfakta göreceğim."
Nancy, "Sanırım sen göreceğini göreceksin, ama ne göreceğini Tanrı bilir,"
dedi.
Biz yanından ayrılırken Nancy hâlâ ateşin başında oturuyordu.
Babam, "Haydi kalk, kapıyı kapat, sürgüyü çek," dedi. Ama Nancy yerinden
kımıldamadı. Başını kaldırıp tekrar yüzümüze de bakmadı. Lambanın yanında
sessizce oturmaya devam etti. Karanlık yolda biraz ilerledikten sonra dönüp
bakınca, kulübenin açık kapısından Nancy'nin oturduğunu gördük.
Caddy, "Baba, ne? Ne olacak?" diye sordu.
Babam, "Hiçbir şey olmayacak," diye yanıt verdi. Babam Jason'ı omuzlarına
oturtmuştu. Bu nedenle Jason'ın boyu hepimizden uzundu. Çukura inince etrafı
dinledim. Hiçbir ses duyamadım. Ay bulutların arasına karışmıştı. Karanlıkta
iyice göremi-yordum.
Caddy, "Eğer Jesus çukurun içinde saklanıyorsa, bizi görebilir, değil mi?"
diye sordu.
Babam, "O buradan gitti," dedi. "Uzun zaman önce çok uzaklara gitti."
Babamın omzunda oturan Jason, "Beni buraya zorla getirdiniz," diye bağırdı;
havada babamın biri büyük, biri küçük sanki iki kafası vardı. "Ben gelmek
istemiyordum."
Çukurdan çıktık. Nancy'nin evini ve kapısının açık olduğunu görebiliyorduk.
Ateşin yanında bitkin bir halde oturmaya devam ediyordu. "Çok yorgunum,"
dedi. "Zenci olmam benim suçum değil."
Onun söylediklerini duyabiliyorduk. Çünkü biz çukurdan çıkar çıkmaz hem
şarkı söyler, hem de söylemez gibi o garip sesi çıkarmaya başlamıştı. "Baba,
bundan sonra bizim çamaşırlarımızı kim yıkayacak?" diye sordum.
Babamın omzunda oturan Jason yüksek sesle, "Ben zenci değilim," diye
bağırdı.
Caddy, "Sen zenciden daha kötüsün. Çenesi düşük bir mü-zevirsin. Şimdi
karşımıza bir şey çıksa, zencilerden daha çok korkarsın," dedi.
Jason, "Hayır, korkmam," diye yanıt verdi.
Caddy, "Hemen ağlamaya başlarsın," diye alay etti.
Babam, "Caddy, sus," dedi.
Jason, "Hayır, ağlamam!" diye karşı koydu.
Caddy, "Korkak kedi," dedi.
Babam, "Candance!" diye bağırdı.